Başta hükümet olmak üzere devletin tüm kurum ve kuruluşlarıyla cansiperane bir şekilde başlattığı enflasyonla mücadele tüm kararlılığı ve hızıyla sürüyor. Aralık ayı içerisinde IMF ile yapılan stand-by anlaşmasının ardından hükümet merkez bankası ile beraber yeni bir ekonomik program açıklamış; 2000 yılı için faiz oranlarını %30'lar civarında, enflasyonunsa %25 olacağını belirterek, vakit kaybetmeden programı uygulamaya koymuştu.
Programın uygulanışını her an ve daha yakından takip edebilmek için IMF Ankara'da bir büro açmaya hazırlanırken vakit kaybetmemek için kendi bünyesinden bir ekonomi profesörünü merkez bankasına danışman olarak atadı. Yani ekonomik işleyiş artık fiili olarak da bizzat IMF'nin emin ellerinin idaresinde olacak.
Programın neticesi ile ilgili bir yargı belirtmek için henüz erken, fakat Ocak ve Şubat aylarında gerçekleşen enflasyon oranları hükümetin hedefini tutturmasının imkansız olduğunu görmek için yeterlidir. Tüm çabalara rağmen Ocak ayında enflasyon %5, Şubat ayında da %4 olarak gerçekleşmiş; iki ayın toplam artışı ise %10'luk bir oran ortaya çıkarmış oldu. Yani hükümetin bir yıl için belirlemiş olduğu enflasyon oranının beşte ikisi daha yılın ilk iki ayında oluştu. Bu arada döviz kurlarında da yıl başından beri "enflasyon hedefinde olduğu gibi" hedeflenen oranın yine önemli bir kısmı geçilerek %10'dan fazla bir artış gerçekleşti. Oluşan panik havasına rağmen Şubat ayı enflasyon oranının açıklanmasının ardından da tüp gazdan elektriğe kamu sektörünün ürettiği birçok mamule %2-3 oranında zamlar getirildi. Ekonomik programın temel ayaklarından biri olan faiz oranlarındaki düşüş de hükümetin hedefinin üzerinde gerçekleşecek gibi gözüküyor. Zira Şubat ayı içerisinde hazine tahvilleri için açıklanan yıllık bileşik faiz oranı %41 oldu. Bu ise faiz hadleri İçin hedeflenen oranın üzerinde.
Oluşan bu tablonun geçici/arızi olduğunu izah için; yetkili zevattan ekonomiden sorumlu devlet bakanı Sümer Oral Nisan-Mayıs aylarının beklenmesi gerektiğini, bu aylardan itibaren enflasyonun hızla düşeceğini, her şeyin programda hedeflenenlere uygun hale geleceğini söyleyerek yüreğimize su serpti (!) Üstelik IMF'nin talepleri doğrultusunda şekillenen programın gidişatını takip için sık sık Türkiye'ye gelen IMF Türkiye şefi Carlos Cotarelli de programın iyi gittiğini, her şeyin yolunda olduğunu söyleyince, buna Gazi Erçel'in '150 km hızla giden bir arabayı hemen durduramazsınız, hız ancak yavaş yavaş kesilir.' şeklindeki teşbihi de eklenip başbakan tarafından enflasyonun psikolojik olduğu da ifade edilince programın hedeflerinin tutturulabilmesi hususunda bütün endişelerimiz bitti(!) ve artık rahat rahat uyuyabiliyoruz(!).
Bu arızi durumun kaynaklarını tespit etme çabası gecikmeden sonuç verdi ve G. Erçel, hükümetin mücadelesini bölmek/zaafa uğratmak için enflasyon oranını yükselten anti istikrar unsurunun sivri biber olduğunu açıkladı. Bu engelin aşılabilmesi için halkı sivri biber yememe hususunda duyarlılığa davet eden Erçel, programın başarıya ulaşması için halkın da "herşeyi devletten beklemeden" bir takım fedakarlıklarda bulunması gerektiğini vurgulamış oldu. Erçel; sorunu, sivri biberdeki yüksek fiyat artışında görürken, ATO başkanı kamu kesiminin ürettiği mamullerdeki zamlara, TİSK başkanı Refik Baydur ise bu zamların yanında daha önceki sözleşmelerle altına girilen yüksek işçi ücretlerine bağladılar. Buna mukabil hükümet yetkilileri de başta başbakan olmak üzere, özel sektörün bu tablonun sorumlusu olduğunu söyleyerek karşı bir suçlamada bulundular. Böylece karşılıklı suçlamalarla olaya izah getirilmeye çalışılır, herkes suçu başkasında aramaya devam ederken yaza doğru örneğin inşaat sektörü gibi bazı sektörlerde hareketliliğin başlamasıyla enflasyonun indirilmesi mücadelesini engelleyecek başka unsurların da sivri biberin safına katılması kuvvetli bir ihtimal olarak gözükmekte.
Bu arada Ocak ayı başından itibaren oluşturulan suni iyimserliğin etkisiyle birden fırlayan borsa tekrar yılbaşındaki durumuna geriledi. Bu kadar kontrolsüz ve olağan dışı bir gelişmeye seyirci kalınmasıyla birçok borsa mağdurunun (buna paralel borsa vurgunlarının) oluşmasına zemin hazırlanmış olması, hükümetin ne kadar günü birlik davrandığını göstermektedir. Zira bu kadar yüksek iniş-çıkışların bu kadar kısa zamanda yaşanması sağlıksız bir işleyişin işaretidir. Fakat yine de tasarrufların faizden üretime kayması bir olumluluk olarak değerlendirilebilir. Bunun yanında ihracatta artışın yaşanıp ithalatta azalma sağlanması da hükümet açısından olumluluk hanesine kaydedilebilecek yegane unsur olarak değerlendirilebilir. Durum ne olursa olsun, bütün bunlara rağmen esnafın yaşadığı sıkıntılar, yaşayabilme sınırlarını zorlarken, KOBİ'lerde de bir çok problemin olması varlıklarını sürdürebilme, üretim yapabilme hususunda bir çok sorunla karşı karşıya kalmaları ekonominin hala toplumun büyük bir kısmı için sadece sıkıntı üreten bir işleyişe sahip olduğunu göstermektedir. Yani çizilen pembe tablolara rağmen pratikte toplumsal piramidin aşağısında kalan tabakalar için pek bir şeyin değişmediği sadece yaşayabilenlerin bile tespit etmekte zorlanmayacağı bir gerçek.
Bir taraftan programın kısa sürede sonuç veremeyeceği söylenip yılın ortasına kadar beklenilmesi istenirken, diğer taraftan, sanki hedefler daha yılın başından itibaren tutturulmuşçasına ücretli kesime %15'lik zamlar yeterli görülmekte. Enflasyonu dizginlemek için herhalde dünyanın başka herhangi bir liberal ekonomisinde görülmesi mümkün olamayacak şekilde kira artışları bile devletin eliyle çıkarılan kanunlarla sınırlandırılıp enflasyona karşı bir avantaj yakalanmaya çalışılıyor olmakla (bir büyük liberal çelişkiye imza atma pahasına) adeta halkın enflasyondan çekmiş olduğu bütün sıkıntıların böylece bitmiş olduğu vehmediliyor olmalı ki işçi ve memura verilen zamlar yeterli görülmekte. Gerçi G. Erçel'in çağrısına uyulup hayatımızın en büyük lüksü(!) olan sivri biber yenmezse verilen bu zamla rahat rahat geçinilebilir(!).
Hükümet özel sektörü, özel sektör hükümeti suçlaya dursun sorunun faturasını yine vatandaş ödüyor, sıkıntıyı yine halk çekiyor. Kendisine verilen sefalet ücretine mahkum edilirken vadedilen güzel günler/istikrar adına hakkını arama şansına bile sahip olamıyor. İşçi, memur ve esnaf sıkıntılarla boğuşmaya devam ederken tarım üreticisi de aynı politikalardan nasibini alıyor. Geçen ay içerisinde yaşanan patates krizi ile ülkenin sağlıklı bir tarım politikası olmadığı bir kez daha müşahede edilebildi. Krizin aşılabilmesi İçin gündeme getirilen artist isimleri de sorunu çözmeye kifayet etmedi. GAP'ta üretim başladığında başka tarım ürünlerinin de aynı sorunla karşılaşma olasılığı eğer bu günübirlik politikalar devam ederse -ki şimdiye kadar hiç değişmedi- yüksektir. (Gerçi ülkemizde tarım ürünlerinin reklamlarında kullanılabilecek Avşar Kızı özelliklerine sahip birçok sanatçı(!) ülke menfaatleri için hazır beklemektedirler.) Bu tür ürün bazında yaşanan sorunların geçici olduğu düşünülebilse de tarım üreticisinin hiç bitmeyen esas sorunun emeğinin/malının karşılığını alamamasıdır. Örneğin çay üreticileri geçen yaz devlete verdiği çayın karşılığını hala tam olarak alabilmiş değildir.
Talanda İstikrar Sürüyor:
Tüm bunlar yaşanırken istikrar programının en önemli finansal kaynaklarını oluşturan özelleştirmeler ve yabancı sermaye için çalışmalar hızla sürdürülüyor. Yabancı sermayeyi çekmek için tahkim yasası çıkarıldı. Şimdi gözler yabancı sermayenin yollarında. Özelleştirme operasyonları da bir bir gerçekleştiriliyor. Tam bir talan ve yağma mantığı ile ülke kaynaklan ülkenin efendilerine peşkeş çekiliyor. Efendiler ihaleleri aralarında dostça(!) paylaşıyorlar. Bu arada mevcut hukuki mevzuat -her zaman olduğu gibi- efendilerin çıkarları doğrultusunda yenilen helvadan putlar haline getiriliyor. Demirel'in yine efendi Koç'un orman talanını meşrulaştırmak için sarfettiği 'Burası gariplikler ülkesi' sözünün haklılığını ispat sadedinde RTÜK yasasına göre girmesi yasak olan POAŞ ihalesini İŞ BANKASI ile beraber hem de borsadaki değerinin yarı fiyatına bir bedelle DOĞAN MEDYA HOLDİNG kazanabiliyor. 'Önce asalım sonra yargılarız' mantığının gelenek haline gelip kurumsal bütünü kuşattığı devlet mekanizmasının ilgili kurumlarında mezkur problemin aşılması için RTÜK kanununda değişikliğe hazırlanıldığı ise bilahare öğrenildi. Sırada ki GSM ihalesinin ise efendiler arasındaki uzlaşma neticesinde Koç ve Sabancı'ya bırakılması -bu henüz bir iddia(!)-özelleştirmenin devlete kaynak yaratmaktan çok, devletin kaynak olması mantığı ile yapıldığını göstermektedir. Daha önce bunun en çarpıcı örneklerini; batık bankalardan SÜMERBANK'ın özeleştirilmesinde, TURKCELL ve TELSİM'in ihaleleri almak için devlete ödedikleri bedeli, iki yılda cep telefonlarından sadece sabit ücret adıyla kestikleri haraçlarla vatandaştan toplayarak gerçekleştirdikleri vurgunlarda gördük,
İstikrar paketlerinin cefasını yine halk, sefasını yine aynı efendiler sürüyor. Her paket gibi bu paketten de halka düşen yalnızca %15'lik ücret zammı, ödenmeyen mahsul parası, sömürgenlere düşen ise trilyonluk ihaleler olmakta.
Sonuç:
Ezcümle onca cafcaflı lafa rağmen halkın yaşadığı ekonomik sıkıntılar, hayat pahalılığı varlığını sürdürmeye devam ediyor. Hükümet ise topal karıncanın hacca gitmek için yola çıkması misali 'vuslata eremesem de bu yolda ölürüm' der gibi kararlı tutumunu(!) muhafaza ediyor. Fakat topal karıncanın hacc için yola çıkmasında bir samimiyet olsa da, hükümetin enflasyonu düşürmek için samimi olduğunu -AB için yaşanan kara sevda ve ABD'nin Türkiye için biçtiği yeni misyonun yarattığı zorunluluklar olmasa- kestirmek oldukça güç.