Pek çok Müslüman, tarihi yanılsamaların ve mesnetsiz ön kabullerin etkisi ile, küresel egemen güçler ve bölgesel uzantılarıyla kökten ve özlü bir reddediş ilişkisi içinde değildir. Dönemsel ve şahısları öne çıkaran muhalefet, sistemle çatışma olarak algılanmaktadır.
Öncelikle; tarih boyunca, Müslümanların arzuladığı dünya ile isteklerini ilahlaştıranların arzuladığı dünyanın farklı zeminler üzerinde bina edildiği vurgulamalıyım. Vahye tabi olanların insanlık tarihi boyunca ortaya koydukları "İslami ve insani" örneklikler, "adı İslami" uygulamalardan da ayrıştırıldığında ortada çok az sayıda ve her biri çok kısa dönemler olarak kalmaktadır. Bu dönemler haricinde neredeyse tüm insanlık tarihi mülk sahibi varlıklı sınıfların, hegemonik amaçlı çıkar çatışmasıdır.
İnsanoğlunun; yeryüzündeki sınavının başladığı, toplumsallaşıp yeryüzünü imara giriştiği, ihtiyaçları için organize olduğu, işbölümüne yöneldiği günlerden beri vahye tabi olanlar ile isteklerine tabi olanlar arasında çatışma yaşanmıştır. Bir tarafta refaha, büyüklenmeye, şehevi arzulara, dünyaya düşkünlük, aç gözlülük, doymak bilmezlik gibi daha pek çok güdü ile hareket eden ve dünyaya bu gözle bakanlar, diğer tarafta ise bu tür olumsuz yönlerini ıslah edebilen, adaleti, merhameti, paylaşmayı, dengeyi savunanlar ve ezilenler, sömürülenler olagelmiştir.
Dünya tarihi bu iki cephenin ve egemenlerin kendi aralarında, hegamonik çevrimler ve sınıfsal iktidarlarının değişimi tarihidir.
Toplum içinde maddi gücü elinde tutan (mele', mütref) azınlığın, kendi yüksek refahları için, insanlığın diğer kısmını çeşitli araç ve vesilelerle egemenlikleri altında tutması ve bu düzenin devamı için, sistemin kendini yeniden üretebilmesi için kurdukları sosyo-politik ve kültürel yapıların birbiri ile uyumlu ve aynı ekonomik zemin üzerindeki binası; tarih boyunca ortadan kaldırılması en zor gerçeklik olmuştur. Bu realitenin işleyiş mekanizması, adlandırılışı, egemen sınıfları, zaman içinde birbiri ile çatışarak yer değiştirmiştir, karmaşıklaşmıştır ama amacı ve görevi hiç bozulmamıştır.
Mülk sahibi egemen sınıflar için inanç sisteminin şu ya da bu olması, makul olup olmaması, tek tanrılı veya çok tanrılı olması, basit veya karmaşık olması çok da önemli değildir. Onlar için önemli olan inanç sisteminin kalbi ve akli bir mesele olmaktan çıkıp toplum içinde mevcut ilişkilerin dengesini bozabilecek sosyal, siyasal ve ekonomik yapıları yönlendirebilecek niteliğe sahip olup olmadığıdır. Hakim sistem yeni, dönüştürücü düşüncenin muhalif yönlerini yok edene kadar, etkisizleştirene kadar, her ne pahasına olursa olsun çatışır.
Kur'an, Rasuller ve onlara tabi Müslümanlar ile içinden çıktıkları toplumun varlıklı, müreffeh, üretim ve paylaşım sisteminin belirleyicisi elitlerin çatışması ve bu elitlerin mesaja itirazları ile doludur. Tüm toplumlara gönderilen elçiler ve getirdikleri mesajlar öncelikle, tüm diğer ilişkilerin ve yapıların üzerine inşa edileceği bir akide ve insanın insana, insanın eşyaya yaklaşımını belirleyen ve dengeleyen ilkeleri vurgulamıştır. Egemen sınıflar ise, kendi ortak çıkarlarına göre geçmişten devraldıkları, evrilttikleri, sağlamlaştırıp kökleştirdikleri sistemlerini, hakim ilişkiler ağını ve işleyişini, bu ilişkileri toplumun sömürülen diğer fertleri gözünde sorgulanamaz, dokunulamaz, alternatifsiz ve meşru algılatma işlevi gören düşünsel ve kültürel dayanaklarını, dinlerini muhafazaya yönelmişlerdir.
Sistemin seçkinlerinin yeni düşünceye kapalı olmasının nedeni; üretim-paylaşım sistemi ve bu sistemin kendilerine sağladığı sosyal statü, egemenlik alanı ve refah seviyesinin kaybedilme korkusudur. Bu durumda da üretim ilişkilerini ve tüm ekonomik alt yapıyı meşrulaştıran, dokunulmaz kılan politik-siyasi organizasyon ve sorgulanamaz kılan inanç sistemi öncelikle korunması gereken unsurlar olarak öne çıkmaktadır. Bu muhafazakarlık resullerin gönderildiği tüm toplumlarda tarih boyunca ve günümüzde de bizler tarafından elbetteki hissedilmektedir. Muhafazakarlık her zaman hakim sınıfların, sosyal ve ekonomik konumunu yitirmek istemeyen egemenlerin sarıldığı ideoloji olmuştur.
Kimi dönemler sistem değişikliği adına elit sınıflar bulundukları konumu yitirmiş, ekonomik tabanlı yaklaşıma dokunulmamış, yerlerini yeni sınıflar almıştır. Bu değişim sadece sömürgeci, egemen sınıfların nöbet değişimi olmuştur. Ekonomik artı yeni egemenler tarafından paylaşılmıştır.
Kimi zaman sistemi üreten mekanizmayı hedef alıcı çatışmalar yaşanmış, cephelerin karşılıklı etkileşimi sonucunda sistem özünü korumayı başarmış ve değişimin gerçekleştiği zannedilmiştir.
Kimi zaman da çok kısa süreli ve bölgesel de olsa egemen ve geleneksel ilişkilerin işleyişi engellenebilmiş, topluma ekonomik olmayan farklı altyapı yön verebilmiştir.