Eğitim alanında yapılan yoğun tartışma ve arayışlar gündemdeki ağırlığını hissettiriyor. Nasıl bir insan yetiştirilmesi gerektiğine ilişkin soruya verilen farklı ideolojik yaklaşımlar, eğitim sisteminin örgütlenme biçimi ve müfredatın tespitinde de farklı öneriler olarak karşımıza çıkmaktadır. Batıcı, seküler, ulusçu insanlar yetiştirmek isteyen çevreler için öğrenci andının kaldırılması bir olumsuzluğu ifade ederken, daha evrensel değerler, fıtrat ve adalet arayışı içerisinde olanlar için bu bir kazanım ve değer olarak görülebilmektedir.
Okullara Başörtüsüyle Birlikte Vicdan ve Adalet de Girdi
Çözüm süreci bağlamında açıklanan yeni demokratikleşme paketinin en çarpıcı unsurları eğitim-öğretim ile ilgili olanlardı. Kamu kurumlarında başörtülü olarak çalışma serbestisi, en fazla personeliyle Milli Eğitim Bakanlığını etkiliyordu. 28 Şubat darbe süreciyle kalıcılaşıp yaygınlaşan başörtüsü yasağı, öncelikle ve yaygın olarak başörtülü öğretmenleri etkilemişti. Okullarını bitiremeyen veya öğretmenlik mesleğini icra edemeyen İslami kimlik sahibi hanımlara 28 Şubat darbe sürecine karşı direnişte ortaklık eden İslami kimlik sahibi erkekler, yasağın ağırlığını ve kimliklerinin nasıl ötekileştirildiğini görüyor ve yasakçı atmosferin boğuculuğunu kurumlarında çalışırken hissediyorlardı. Yasağın kalkmasıyla birlikte en az başörtülü hanımlar kadar onlar da memnun olmuşlardır. Çalıştıkları kurumlara yabancılıkları bu boyutuyla azalmıştır.
Meslektaşının aç kapa yapıp başörtüsünü çıkarmasını veya okulu-mesleğini bırakıp gitmesini önceleri zafer edasıyla seyredenler, yıllar geçtikçe vicdanlarının sesini dinlemeye başlamışlardır. Çıplaklığın, hayasızlığın özendirildiği vasatta takvasını, hayasını kuşandığı için başörtülülerin cezalandırılıp olmayan suçlarla okullarından edilmeleri adalet terazisini yıkmaktaydı. Bu zulüm ve vicdansızlık sürdürülebilir değildi. Ve nihayet son buldu. Günleri aramızda döndüren Rabbimize hamd ve sena ediyoruz. 28 Şubatlardan ve hatta daha öncelerden erkek ve kadın birlikte devam eden mücadelede kuşkusuz en büyük bedeli Müslüman hanımlar ödemişlerdir. Allah onların da ecirlerini karşılıksız bırakmayacaktır elbette.
Geriye ise başörtülü öğrenci ve öğretmen avına çıkmış İslam düşmanı vicdansızlar ile emir kulu olduğunu söyleyip şeytanın iğvalarına kanan muhafazakâr kimlikli vicdanı kirlenmiş amirlerin acıyla yaşattıkları mahşere havale zulüm fotoğrafları kaldı. Mesela bir hafta sonu okul gezisi için Milli Eğitim Müdürlüğü önünde toplanan öğrencilerden başörtülü olanları otobüslerden indirip evlerine gönderebilecek kadar zalimleşenleri, bugünlerde milli eğitim bürokrasisinde söz sahibi olarak görmek gibi çelişkilerin de devam ettiğini hatırlatmakta fayda var.
Değişen Konsept, Korunan Merkeziyetçilik
Milli eğitimin amaç ve ilkelerinin yeniden belirlenmesi ile başlayan yapısal değişimin devam edeceği görülmektedir. Devletin resmi ideoloji aşılayan, dayatan yönünün eskiye nazaran silikleştiği ama özellikle müfredat ve ders kitapları yönüyle devam ettiği gözlenmektedir. Atatürk ilke ve inkılâpları ve Atatürk milliyetçiliği gibi ötekileştirici, kalıplaşmış ifadelerin anayasal değişimle birlikte ancak mevzuattan tümüyle arındırılabileceği de bir vakıadır. 4+4+4 kademeli eğitim yasası, yeni ilköğretim ve orta öğretim temel kanunu, öğrenci andının kaldırılması, başörtülü öğretmen çalışabiliyor olması, seçmeli Kur’an ve siyer dersi ile Kürtçenin de içinde bulunduğu değişik dillerde seçmeli olarak derslerin okutuluyor olması, özel liselere dil öğrenimin ötesinde o dil ile de ders görebilme imkânının getirilmesi yenilenen konseptin sonuçları olarak görülmektedir.
İslami kimlik ve Kürt realitesiyle barışık bir eğitim sistemine doğru dönüşüm yaşanmaktadır. Eğitim sistemindeki dönüşüm, devlet katında yaşanan değişimlerin bir alanı olarak da görülebilir. En azından tabu olmaktan çıkan bir eğitim sistemi vakıasına ilerlemiştir. Nitelikli tartışma ve toplumsal destekle yeni durumlar oluşabilecektir.
Tüm bunlara rağmen bakanlığın merkeziyetçiliği ise azalmamakta hatta artarak devam etmektedir. Sorunların hallolmamasının önemli bir nedeninin de Ankara odaklı bu merkez- taşra bürokratik örgütlenmesidir. 1 milyona yakın çalışanı olan bir kurumu verimli bir şekilde yönetmek kâğıt üstünde mümkün görülebilir. Ancak etkilenen milyonlarca öğrenci ve veli olunca evdeki hesabın çok da çarşıya uymayabileceği fark edilmelidir. Bu milyonların farklı talep ve beklentileri vardır. Aynı zamanda bu geniş kitlelerin farklılaşmış sosyo-ekonomik durumları söz konusudur.
Mücadele Sonuç Verdi, Dayatma Son Buldu!
“Andımız” uygulaması Özgür-Der başta olmak üzere sayılı dernek, çevre ve yazar tarafından ısrarla eleştiri konusu yapılmış ve kaldırılması talep edilmiştir. Bu konu ile ilgili eylem, imza kampanyası, makale, Meclis ve Bakanlığa mektup gibi çeşitli eylemler, etkinlikler yapılmış, bu vesile ile kamuoyu aydınlatılmaya çalışılmıştı. Andın kaldırılması hem insani, hem İslami hem de pedagojik yönlerden çok önemli bir adım olmuştur.
Okulları bitirip hayatta her gün okul olgusuyla hemhal olmayanlar bu değişimin ağırlığını hissetmeyebilir. Şöyle ki, bu, her gün tekrarlanan ve sonlanmayan bir tekrar ve ezber metnidir. Andın kaldırılmasını eleştiren siyasetçiler bile kâğıt önünde olduğu halde bu metni -milletvekili yemin metnindeki gibi- doğru bir şekilde ezberden okuyamamıştır. Çocuk psikolojisini yıpratan, onu çelişkiye düşüren ve okunan metnin anlam içeriğini gerçekleştirmeye de hizmet etmediği bağlılarınca ifade edilebilen bir metindir. Bu metnin değeri, statükocu, darbeci çevrelerin kendilerini bu memleketin asıl sahibi gibi görmeleridir. Bu çevreler andı cümle âleme ilan ettikleri bir ferman gibi görmektedirler. Cahilî kimliklerini yeniden üretebilecekleri, toplumsal meşruiyet ve psikolojik üstünlük elde edebilecekleri bir vasat olarak algılamaktadırlar. 28 Şubat sürecinde İstanbul Üniversitesi rektörü olan Kemal Alemdaroğlu, diploma almak isteyenlerden “Alındı Defteri”ne Atatürk ilkelerine bağlılık yemini içeren bir metni yazmalarını istiyordu. Bu metni yazmayanlara diplomaları verilmiyordu.
Bir ideolojinin kabul edilebilirliği, kendi gibi olmayana açtığı alanla da ölçülebilir. Resmi ideoloji bağlıları, kendi kimliklerini tüm Türkiye insanının kimliği olarak devam etmesini arzu eden bir tek-tipçi baskıcılığın rüyasını görüyorlar. Farklı kimliklere hayat hattı tanıyan bir çoğulculuğu içlerine sindirmiş değillerdir.
1930’larda üretilip tüm ilkokul çocuklarına okutulan bu ırkçı-şoven metnin kaldırılmış olması hükümetin yerinde attığı bir adım olmuştur. Bu adımla çocuklarımızın sırtından büyük bir yük alınmıştır. Böylece onlar için güzel bir miras bırakılmıştır. Susanlar, sanki böyle bir zulüm yokmuş gibi sağır olanlar da mücadelenin sonuç vereceğini, suskunluğun, pasifizmin ise onaylamak olduğunu böylece gözlemlemiş oldular.
Tevhid-i Tedrisat Sürdürülebilir mi?
Bugün özel okullar bile müfredat yönünden gerçekten özel değildirler. Onların özel olmaları ekonomik bağımsızlıkları yönüyledir. Yoksa sınıflara göre değişen bir öğretim program stratejilerinde bakanlıktan ayrışan yönleri yasal olarak mümkün değildir. Sorunu böylece belirtmişken çözümün de tam da bu noktada durduğunu ifade edelim. Bakanlık, askerî okullarda olduğu gibi müfredatın farklılaşmasına izin vermelidir. Bir ilk adım olarak askerî okulların müfredatını da kesinkes MEB vesayetine alıp belirlemelidir.
MEB, devletin eğitim işini hakkıyla yaptığını iddia edebilir ama dershaneler ve özel okullar tartışmasında görüldüğü üzere bu doğru değildir. 1 milyon personelle yaklaşık 15 milyon öğrenciyi tek bir kalıpla tek merkezden belirlenen tek müfredatla eğitmek işin doğası gereği mümkün değildir. Devletçilik politikası ekonomik alanda nasıl verimsizlik, hantallık vb. nedeniyle terk edilmişse, devletçiliğin eğitimdeki izdüşümü olan tevhid-i tedrisatın kaldırılması eğitimde rekabetin artmasını hızlandıracaktır. Sanılanın aksine bu durum, ekonomik durumu iyi olmayan aileler için bir risk değildir. Zaten adı parasız olup kendisi paralı hale gelmiş bir eğitim sistemi söz konusudur. Bakanlığın öğretmen maaşları dışında okullara ayırdığı bir bütçe söz konusu değildir. Öğretmenler vergi tahsildarı, öğrenci ve veliler müşteri gibi sürekli parasal katkısı istenen bir kitle olmuş durumdadır. Sadece adı değil müfredatı da özel olan okulların açılması, bunun oranının genel okulların üçte birini bulması durumunda devletin yaptığı eğitim işinin kalitesinin artacağı varsayılabilir.
Eğitimci yazarlarca farklı müfredat talebi “tefrik-i tedrisat” kavramıyla ifade edilmektedir ki, tefrik, farklılaşmayı içeren tekçiliği dışlayan bir anlamı içkindir. Bu boyutuyla tevhid-i tedrisat kavramı yerine önerilen sistem içi bir talep olarak “tefrik-i tedrisat” kavramının kullanımı değerlendirilebilir.
Dershanelerin Özel Okula Dönüşümü
Sınav odaklı bir eğitim sisteminde dershane ihtiyacı toplumsal olarak gelişmiş ve yerleşmiştir. Yasal olarak ihdas edilmemiş bir sosyal vakıayı yasal tedbirle kaldırmaya çalışmak mümkün değildir. Dershaneleri doğuran sosyal ihtiyacı minimize etmeden dershane kalkar etüt merkezi olur, belki o kalkar bilgi evi olur vs.
Dershanelerin burslu öğrenci garantisi ve devletin hizmet satın alması yöntemiyle özendirilerek özel okula dönüştürülmesinin hızlandırılması düşünülüyor ki bu mümkündür. Özel okul açılmasının kolaylaştırılması da bu süreci hızlandırabilecektir. Özel okulların artması devletin eğitim yükünü azaltıp devlet okullarındaki kaliteyi artırır ki, bu sonuçta öğrencilerin dershane bağımlılığını azaltıcı bir sonuç doğurabilir.
Tefrik-i tedrisata geçilirse, dershanelere yönelen ilgi ve alakanın önemli bölümü MEB dışında açılabilecek, gerçekten özel olan bu okullara yönelebilecektir. Bu alanda şimdiye değin faaliyet yürüten çevrelerin avantajlı durumun tekele dönüşmemesini sağlayacak, tüm toplumsal kesimlerin okullaşmasını teşvik edecek bir strateji gütmek yerinde olabilecektir.
SBS yerine konulan sınav sisteminin ilk bakışta sınav sayısı artırdığından dershane bağımlılığını azaltıcı bir sonuç doğurması beklenmemektedir. Bakanlığın yeni tasarrufuyla 8. sınıflarda Türkçe, Matematik, Fen ve Teknoloji, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, TC İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük, Yabancı Dil dersleri için her dönem, iki yazılısı olan derslerden birincisinin, üç yazılısı olan derslerden ikincisinin sınavı ortak yapılacaktır.
Türk Harf İnkılâbı ve Q, X, W Harfleri
Bu harflerin kullanımına getirilen yasağın kalkması bu alanda 90 sene önce yapılan büyük yıkımı hatırlatmıştır. Yüzyıllar boyunca Arap harflerinin uyarlamasıyla oluşturulmuş 35 harfli bir alfabeyi kulanmış olan Osmanlı Devleti ve tabi bazı halklar, Latin harflerinden uyarlanmış 29 harfli Türk alfabesiyle yazı hayatına mecbur bırakılmışlardır. Yüzyılların birikimiyle oluşturulmuş bir toplumsal hafıza ve bellek bir gecede yabancı addedilmiş ve tozlu raflar arasına kaldırılmıştır. 29 harfli yeni Türk alfabesi Türkçe konuşan insanların kullandığı tüm sesleri karşılayan bir alfabe değildi. Örneğin Azerbaycan alfabesi 32 harften oluşmaktadır. Türkçede K-H’nin ince ve kalın kullanımları tek bir şekilde ifade edilmektedir. Arapça isimleri tercüme ederken bile Batılı bir kullanımla 1 sesi çıkarmak için 2 kelime kullanma durumu gözlenmektedir. “Wadah Khanfar” ismindeki “w” Arapça “vav” iken, “kh” harfleri ile Arapça ”hı” harfinin çıkardığı ses ifade edilmek istenmektedir. Görüldüğü üzere Arap İslam kültürüne yabancılaştıran bir duvar işlevi gören bir Türk alfabesi kullanılmaktadır.
Bu harflerin kullanılmasına getirilen yasak kalkmış olmakla birlikte, 29 harften oluşan resmi Türk alfabesinde herhangi değişiklik söz konusu değildir. Bu anlattıklarımızdan da anlaşılacağı üzere alfabedeki eksik sesleri karşılayan harfler ve işaretler üretilebilir.
Türkçede karşılaştığımız bu sorunun bir benzeri ve belki de daha ağırının Kürtçede söz konusu olduğu ifade edilmektedir. Şimdiye kadar bu harflerin yasak olmasını gerektirecek bir mantığı bulabilmek mümkün değildir. Zira bu harflerin karşılığı olan sesler Kürtçede kullanılmaktadır. Kürtçe diye bir dil kabul etmeyen ırkçı-milliyetçi anlayış sahiplerince ise zaten bu tartışma bile fuzulidir.
Kürtçedeki seslerin Türkçedeki gibi Batılı-Latin harfi formunda sembolleşerek yazılması anlamlıdır. İnkılâp kanunlarıyla zor ve baskı kullanılarak yapılmıştır. Kürtçede bu değişimin talep şeklinde içsel dinamiklerle yapılıyor olması kadim İslami yazısal mirasımızla ilişkimiz açısından Türkçedeki gibi bir sorunu işaret etmektedir.
Hasılı artık matbuatta Arap harfleri yasağı da kalkmalı Osmanlı Türkçesi ile koparılan bağlar toplumsal düzeyde onarılmalıdır. İşte bu bağlamda liselerde Osmanlıcanın seçmeli ders olması da çok olumlu ve önemli bir gelişme olmuştur.
Özel Liselerde Anadilin Durumu
İnsanların anadillerini öğrenmesi temel bir haktır. Ortaokul ve liselerde aralarında Kürtçenin de olduğu dillerin seçmeli olarak öğrenilmesinin önü açılmıştı. Şimdi ise özel liselerde bazı derslerin tümüyle o dilde yapılması fırsatı tanınmaktadır. Anadil ile eğitim değişik ülkelerde değişik formülasyonlarla uygulanmaktadır. Anadil ile eğitim, öğretim sisteminin hangi kademelerinde uygulanacaktır? Hangi dersler anadil ile öğretilebilecektir? Ders kitaplarının dili resmi dil mi olacaktır yoksa sadece eğitim yapılması düşünülen dilde mi olacaktır? İki dilli olması da değerlendirilebilecek midir? Öğretmenler derste öğrenilmesi düşünülen dilde mi yoksa resmi dilde mi konuşup anlatabilecektir? Bu okullarda resmi dil öğretilmeye devam edecek midir? İran’ın Kürdistan eyaletinde kamu okullarında ders kitaplarının Farsça olup öğretmenlerin Kürtçe ders anlattıkları aktarılmaktadır. Bu soru ve tartışma başlıkları ileriki süreçte gündem olmaya devam edecek, talepler ile başka ülkedeki uygulamalar mercek altına yatırılacaktır.
Aslolan ve avantajlı olduğu için tercih edilmesi gereken husus ise bir ülkedeki insanların iletişim alanında tercümeye ihtiyaç duymayacak rahatlıkta iletişim kurabilmesidir. Yerel ve küresel istikbara karşı ortak bir mücadelede araçlar önemsenmelidir. Her dilin kendini var edebileceği imkânlar üretilirken, bununla birlikte eşitler içerisinden bir dilin iletişim dili olarak varlığını devam ettirmesi değerlendirilmelidir.
Geciken Atamalar ve Hantal Bürokrasi
Eğitim sorunlarından bahsederken hiyerarşideki yanlışlar ve bürokrasideki yanlışlardan bahsetmemek olmazdı. Okul müdür ve yardımcısı atamaları yaz tatilinde bitirilmesi gerekirken halen bu atamalar yapılamamıştır. Bu da okullarda sıkıntılara yol açmaktadır. Zaten çoğu okulda 4+4+4 ile ilgili dönüşümlerin tam gerçekleşememesi nedeniyle sıkıntılar yaşanmaktadır. Bina stokundaki yetersizlikler, uygunsuzluklar nedeniyle ilkokul ve ortaokullar birbirinden ayrılamamıştır. Dönem içi yapılan atamalarla, atanacak olanların öğretmen kökenli olmasından dolayı öğrencileri/eğitimi olumsuz etkileyecektir.
Ömer Dinçer zamanında müfettişlerin il değişikliği rotasyonu başarı ile tamamlanmış, il yardımcılarının rotasyonu ise 4+4+4 eğitim sisteminde aksaklığa yol açmaması gerekçesiyle tehir edilmişti. MEB bürokrasisi sağ-muhafazakâr yoğunluklu bir kadrolaşmaya sahiptir. Öyle olmasına rağmen başörtü yasağını uygulamada çok aceleci ve maharetli uygulamalara imza atmışlardır. AK Parti hükümeti şu an yoğunlukla bu kadrolarla çalışmaktadır. 12 Eylül ve 28 Şubat gibi 2 darbeyi koltuğunu koruyarak atlatan, 10 hükümetle çalışabilecek kadar konjonktüre uyum sağlama becerisine sahip bu bürokratların verimsizliğin ve hantallığın sebeplerinden olduğu görülmektedir.
Okula Başlama Yaşı
Okula başlama yaşının geri çekilmesiyle birlikte okul fiziki şartlarının (masa, sandalye, lavabo vb.) düzenlenmesi gerektiğini daha önce ifade etmiştik.
Öğretmen ve müfredatın buna hazır olmadığı, bu yaş grubuna göre tüm bu unsurların yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini ifade etmiştik. Bakanlık bu konuda yeni bir adım atarak Eylül ayı itibariyle 66, 67, 68 ayını dolduran çocukların veli dilekçesiyle okula devam etmeyebileceğini; 69, 70, 71 aylıkların ise ancak sağlık raporuyla anasınıfına yönlendirilebileceğini veya 1 sene devamsızlık hakkı kazanacağını ilgili yönetmelik değişikliğiyle kamuoyuna duyurmuştur. 60 ile 66 ay çocukları ise çocuk gelişim yönünden ilkokula başlamaya hazırsa ve veli isteği söz konusuysa kayıt hakkı kazanmaktadır.
Düzenlemenin son halinin kamuoyundan yöneltilen eleştirileri dikkate aldığı görülmektedir. Yalnız okul fiziki şartları aynen muhafaza edilirken bu yaş indiriminde bile sorunlar yaşanabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Bazı okulların halen ilkokul-ortaokul karışık olduğu dikkate alınırsa küçülen yaş nedeniyle uyum sorunları yaşanabilecektir. Yeni yaş grubu için 2,5 ay okuma yazma çalışması geciktirilmektedir ki, bu uygulama o yaş grubunun uyum sıkıntısı yaşayabileceğini resmen kabul etmek demektir. İşte bu müfredat oynamasına gerek bırakmayacak bir yaş vasatı tespiti en ideal olanıdır ki, bakanlığın bu noktaya doğru gelmekte olduğu değerlendirilmektedir. Aralık ayında okuma yazma sürecinin başlatılması, 29 harfin verilmesi, seri okumanın sağlanması sene sonuna sıkıntı ile yetişmektedir. Öğrenciler akıcı okuyamadan yaz tatili gelmektedir. Bu nedenle öğretmenler resmi olarak uyulması gereken uyum sürecini kısaltmakta erken harf öğretimine başlamaktadır. Bunun da küçük çocuklar için sıkıntıları olabilmektedir. Hasılı uyum programı gerektirmeyecek bir yaş düzeyinde 1. sınıflar eğitime başlayabilmelidir. Çoğu anasınıfına giden öğrenciler bu uyum sürecinde yine mi resim yapıp boyayacağız, oyun hamuru oynayacağız diye itiraz edebilmektedir. Süreç bakanlıkça takip dilerek yeni kararlar alınması durumu söz konusu olabilecektir.
Özce; eğitimde olumlu manada ciddi değişimler yaşanmaktadır. Bu değişim toplumun özgürlük alanlarını genişleten, baskıcılığı, dayatmacılığı gerileten bir mahiyete sahiptir. Geleceğe dair umut ve ümit beslenebilecek bir kırılma anında yaşanan bu değişime şahitlik ederken “Andımız”ın kaldırılmasında olduğu gibi müdahil de olabiliyor olmak büyük bir imkân ve fırsattır.