Eğitimde Kendi Manevi Deneyimimizin Altın İpliğini İzlemek

Alaaddin Yurderi

“Çüdezdibaçerağayed güzide terberdeka lâ”

(Senaî)

İslami anlamdaki bir eğitimi tam olarak karşılaması için kullanacağımız kavram(lar)ın doğru bir eğitim, doğru bir eğitim süreci fikrini iletmesi büyük bir önem arz ettiği gibi, aynı şekilde eğitimin anlamı ve neyi kapsadığı meselesi de bir eğitim sisteminin kurulmasında ve yürütülmesinde büyük önem taşır. İslam kavramsal sisteminin anahtar terimleri olan, anlam (ma’na), bilgi (‘ilm), adalet, hikmet, eylem (amel), gerçek ve hakka nispetle doğru ve tam, mantık (nutk), nefs, kalp, akıl, âlemdeki hiyerarşik düzen (merâtip ve derecât), kelimeler, işaretler ve semboller (ayet), yorum (tefsir ve te’vil) kavramlarını İslami anlamdaki eğitimi karşılaması için bir kalıp içerisinde iç içe dokuyan, modern akademik aklı sekülarize edilmekten kurtaracak bilgiyi üretmek için eğitimde revizyondan bahseden ilk seslerden M. Nakib el-Attâs, İslam’a has bir eğitim tarifini şöyle yapar: “Eğitim, tedrici olarak insana kazandırılan, yaratılış düzenindeki nesnelerin tam yerlerinin bilinmesi ve tasdikidir ki bu peşinden, varlık ve oluş düzeninde yaratıcının tam yerinin bilinmesini ve bunun tasdikini getirecektir.” Attâs, devamla eğitim ameliyesinin belkemiği olan bir başka merkezî kavram üzerinde daha durur. İlk Müslümanlar kendi başına eğitimi ifade edebilmeye yeterli söz konusu bu kavramı, kendisini bilgideki “bir şey” olarak tanımlar ki bu, o bilgiyi arayış amacının bilgisi olan ‘edeb’dir.

Edep, bedenin, aklın ve ruhun disiplinidir. Kişinin fiziki, akli ve ruhi kapasite ve potansiyeline göre kendisinin tam yerini bilmesini ve onu tasdik etmesini sağlayan bir disiplin. Bilginin ve varlığın, muhtelif mertebe ve derecelere göre hiyerarşik olarak düzenlendiği gerçeğinin bilinmesi ve tasdikidir... Burada edep, ilk zamanlardaki anlamda, yani henüz edebiyatçıların teorileriyle etkilenmiş, edebi ve sosyal görgü kuralları anlamındaki bir kültürel kibarlık dar kalıbına hapsolunmadan önceki anlamındadır.”1 Kişinin hem bilgiyi hem bizzat kendisini doğru yer(ler)e koyması sonucu adalet durumu sağlanmış ve korunmuş olur. Batı uygarlığında ise adalet kavramı seküler temellere dayandığından, bilgi kavramı da aynı şekilde seküler,yani insanın akıllı bir hayvan olarak vurgulandığı güya “taltifkâr”(!) temellere dayanır.

Tedib (edeb sahibi kılma) kavramsal yapısı içine bilginin unsurlarından olan ta’lim ve terbiye’yi de zaten içine aldığına, bu yüzden İslam’daki eğitim kavramını terbiye - ta’lim - te’dib terimleriyle tek tek ifade etmenin gereksiz olduğuna dikkat çeken Attas, açıklamasına devamla: “Tedib İslâmî anlamda eğitimi ifade etmek için en net ve doğru bir kavramdır. Eğitim ve eğitim sürecinde tedib kavramının devre dışı bırakılmasıyla edeb kaybolmuştur. Edeb kaybı da adaletin yokluğunu ve dolayısıyla bilgideki karışıklığı ortaya çıkarmıştır. İşte bugün Müslümanlar arasında karşılaştığımız durum budur. İslam hakkındaki bilgide ve İslam’ın hak ve hakikat görüşünde bir karışıklık ve yanlışlık, hayatın tüm alanlarında zulüm ortamını yaratmıştır. Bu soruna çözüm, bir te’dib süreci olan eğitimde bulunabilir. Edeb eğitim olayının belkemiğidir ve ilk dönemde bu şekliyle kullanılmıştır. Edeb Hz. Peygamber (sav)’in sünnetinin taklit edilmesi eyleminde önemli bir şekilde yer almış ve kavramsal olarak ilim ve amel ile beraber ele alınmıştır. Edeb’in anlamı gittikçe dar manada edebiyata, mesleki ve içtimai görgü kurallarına sıkıştırıldı. Günümüze gelen edeb’in bu dar anlamıdır. Modern düşünceyi savunanların eğitime ve onun sürecine mahsus bir kavram olarak edeb’i asli öneminden habersiz(!) olarak te’dib yerine terbiyeyi (eğitim) ortaya atma ihtiyacı hissetmeleri ve bunun meşruluğunu insanlar arasında yaymaları şaşırtıcı değildir.”2 der.

Müslümanlar arasında görülen inanma/inanç/iman karmaşasının bir diğer sebebi de temelde, tevhid ile bilgi kategorisinin kapsamına giren başta değinilen kimi esasların bilinmemesinde yatmaktadır. Bunun biricik nedeniuygun ve yeterli İslami eğitime sahip olmamaktır. Müslümanların dünyayı anlamalarına yarayan uygun ve yeterli bir İslami eğitim paradigması, doğru olarak kurulduğunda, İslami öğrenimin esas kaynaklarına ilmî ve metodolojik olarak yaklaşıldığında, başta inanç konusu olmak üzere birçok alandaki karışıklıklar önlenecektir. Müslüman zihinlerde İslam’dan uzaklaşma süreci meydana getirmek için Batılı hocaların kullandıkları epistemolojik silahlar, onları besleyen seküler felsefe ve bilim altında yatan paradigmalar yanında antropoloji, sosyoloji, dilbilim, psikoloji esasları ve yöntemleri etkisiz ve zararsız hale getirilecektir.

Malik Bedri’nin “Düşünme, Gözlemden Tanıklığa” adlı eserine yazdığı önsözde Yusuf el-Karadavi, İslam dünyasının bugünkü önemli sorunlarından birisinin belki de en kritik olanının, bütün çağdaş (modern) bilgi disiplinlerinde Batı’ya bağımlı hale gelmesi olduğunu belirtir ve yapmamız gerekenlere şöyle dikkat çeker: “Soyut bilimleresas itibariyle felsefeleri ve öğretim tarzları itibariyle tarafsızdır. Çünkü ırk, milliyet, din veya kültürden etkilenmezler. Beşerî ve sosyal bilimler ise insanlarla yakından bağlantılıdır. İnsanların davranışları, ilişkileri, değer ve inançlarından büyük ölçüde etkilenirler. Bazı entelektüeller bu disiplinlerin kültür ötesi olduğunu iddia etse de Batı’da başlatıldıkları ve Batılı hayat görüşünü besledikleri için düşünce ve bakış açısında hatta uygulamada bile Batılılaşmışlardır. Bu durum İslam kültür ve maneviyatına, insani ve ahlaki değerlerine karşı büyük bir tehlike oluşturmaktadır. O yüzden Müslüman uzmanların bu disiplinleri çalışırken bağımsız bir çizgi izlemeleri ve pasif bir kabul yerine, sorgulayıcı ve eleştirel bir tutum benimsemeleri gerekmektedir. Kur’an ve Sünnet içinde bulunan geniş kaynaklardan, ümmetin seçkin âlimlerinin eserlerinden yararlanmaları gerekir... Batı’nın çağdaş bilgi disiplinlerinde elde ettiği başarılarının göz ardı edilmesini ve onların yerine tamamen yeni ve bağımsız alanların konulmasını teklif etmiyorum. Çünkü ilim zincire benzer ve yeni halka diğer halkayı güçlendirir, düzeltir veya en azından tamamlar. Ancak hiçbir bilgi hatasız değildir ve Müslümanların Batılı düşünceden, inanç ve ilkelerine uygun olanlarının seçmesine izin verilmelidir.”3

Bilgiyle sağlıklı ilişkilerimizi bozan pozitivist paradigmaların yıllardır bilgi ve amellerimizin birliğini ve bütünlüğünü parçalayıcı yaklaşımından uzaklaşmak için, birleştirici/bütünleştirici gücünü, nihai hakikat olan Allah’ın bilgisine dayanan Kur’an’ın ilim vizyonu ışığında, “kendi manevi deneyimimizin altın ipliğini izlememiz”4 gerekir. Bunun için dikkatlerimizi en fazla yoğunlaştırmamız gereken alanlardan biri, belki de en önemlisi eğitimdir. Müslüman eğitimciler ve öğrenciler kendi manevi deneyimlerinin altın ipliğini takip etmek suretiyle kimliklerinin bütünlüğüne ve kutsallığına hayat verebilirler.

Modern materyalist Batılı bilgi kuramı ve değerler dizisi, evrenin merkezinin, evrenin dışında değil, kendi içinde var olduğu, başka bir deyişle aşkın değil, içkin olduğu varsayımına dayanmaktadır. Bu varsayım “yaratıcı-yaratılan” ve dolayısıyla da bunların Batılının zihnindeki bir indirgemesi olan “tabiat-insan” düalizminin (ikicilik) ortadan kaldırılmasına yol açmaktadır. Bir başka deyişle aşkınlık5 metafiziğinin yerini içkinlik6 metafiziği almıştır. İslam'da ise bilgi kuramı ve değerler dizisi asla kutsal olandan kopartılmamış, terminoloji, deyimler, araştırma metotları, insani bilgiler, bilimler ve tavırların hepsi kutsal bir evren dâhilinde nefes alıp vermiştir.

Doğudaki ve Batı’daki üniversitelerde eğitim, bütün kesimlere yayılmış “tekçi”, tek boyutluluğun, uzun bir zamandır sıkıntısını çekmektedir. Bilimsellik ve rasyonellik, öğretimde ve genel olarak hayatta başarının anahtarı olarak görülür. İnsanoğlu sadece zihin ve bedenden ibaret olarak değerlendirilerek eğitim sistemine de aynı şekilde yansıtılır. Maneviyat ve sezgiler değersizleştirilerek akli yetenek ve rasyonellik teşvik edilir. Hayatın nihai amacı dünyevi ve maddi hedeflere ulaşmaya indirgenir. Hakikate ve ahirete ulaşmak için nefsin arındırılması, eğitimde ve genel olarak hayatta dikkate alınmaz. Materyalist tekçiliğin tüm fenomenlere yansıttığı metodoloji ve maddi şeylerin insana empoze ettiği mantık budur.

Seyyid Hüseyin Nasr, İslami Eğitim, Felsefe ve Bilim: Günümüzdeki Meydan Okumalar Işığında Bir İnceleme başlıklı yazısında şöyle der: “İslam medeniyetinde asırlar boyunca gelişen eğitim ve bilim, tarihsel kökenleri ne olursa olsun İslamidirler. Malzemenin kaynağı her ne olursa olsun, eğitim ve bilimlerde form daima İslami olmuş; hem İslami eğitim hem de İslami ilimler, en ince detayına kadar İslam vahyi ve Kur’an’ın ruhu ile ilişkilendirilmiştir. Kur’an’ın ebedi varlığı ile kuşatılmış olan Müslümanın hayatı, Kur’an-ı Kerim ve Peygamber’in (sav) şahsında ve yaşayışında görülen hem de şekil itibariyle Kur’ani vahye dayanan sürekli (hayat boyu) eğitim sürecine tanıklıktan ibarettir. İslam’da bilgi asla kutsal olandan kopartılmamış; hem eğitim sistemi hem deilimler kutsal bir evren dâhilinde nefes alıp vermiştir... Kutsallıkla dolayısıyla da bütünlükle ilişkili olduğu için, İslami eğitim, eğitmeye çalıştığı insanların bütün varlığıyla alakalıdır. Gayesi yalnızca zihni değil, bütünsel anlamda insanın varlığını eğitmektir. İslami eğitim sistemi zihnin eğitilmesini hiçbir zaman kişinin ruhunun ve tüm varlığının eğitilmesinden ayrı tutmamıştır. Uygun ahlaki ve ruhi nitelikler olmadan, bilginin aktarımı veya edinilmesi asla meşru sayılmaz. İranlı şair Senai, bu durumun tehlikesine işaretle bir şiirinde, ahlaki ve ruhi faziletlere sahip olmadan bilgilenen kişiyi hırsıza benzetmiştir:

Eğer hırsız bir lamba ile geliyorsa

Bil ki o, daha değerli mallar çalacaktır.”7

Bugün de bilgilerinin ve amellerinin parçalanarak, bölünüp ufalanarak değerli mallarının çalınmasına maruz kalan Müslümanlar, yıllardır eğitim sistemlerinin Batılı seküler dünya görüşünü esas alması sonucu tüm kültürel ögeleriyle birlikte Batı eğitim ve teknolojisinin dayat(ıl)masına maruz kalmaktadır. Değer yargılarından ve inanç sisteminden bağımsız yöntem ve açıklamalarıyla eğitim dahil, birçok bilgi disiplinini yönlendiren pozitivizm,8 birçok Müslüman öğrenci ve eğitimciyi İslam’ın hakikat bilgisinden uzaklaştırmış bulunmaktadır. Öğrenciler, iç benliklerinden ve zengin İslami miraslarından kopmuş bir haldemanevi bir boşluk içindedirler. Müslüman öğrencilerin bu boşluktan çıkmaları için başta İslam üniversiteleri olmak üzere İslami bilgi üretimine, İslami bir paradigmaya ihtiyacı vardır.

Müslüman eğitimci ve öğrencilerin ihtiyaç duyduğu paradigmanın sınırlarını “İslami düşüncenin tamamını kuşatabilecek bütünsel, kapsamlı ve tümleşik bir paradigma”9 ifadesiyle çizen Zehra ez-Zire, eğitim açısından ise konuyu, İslami düşünce ekolünün benzersizliğini ve bütünlüğünü yakalayabilecek ve İslami bir ilim üretebilecek, kendi manevi deneyiminin “altın ipliğini” takip etmek suretiyle Müslüman kimliğin bütünlüğüne ve kutsallığına hayat verecek ilke ile açıklar:

1. İslami manevi psikoloji ve benliğin birliği

2. İslam epistemolojisi ve bilginin birliği

3. İslamontolojisi, metafiziği vekâinattaki düzenin birliği

4. İslam eskatolojisi ve yaşamın birliği

5. İslam sosyolojisi ve topluluğun birliği

6. İslami tevhid metodolojisi ve nihai birlik

İslami paradigmanın tüm ilkelerinde/bileşenlerinde yer alan ortak tema ‘tevhid’ ilkesidir. Bütünsel, tümleşik bir paradigma olarak tanımlanabilecek İslami paradigma, bir yandan ilahi, manevi, dinî, ebedi, mutlak ve ideal, diğer yanda ise beşerî, maddi, geçici, değişken ve görelidir. Bu ikili zıt kutuplar tevhid diyalektiği içinde yoğrulur.

İslami paradigma Kur’ani düşünce ekolüne dayanır ve ilkelerini Kur’an’dan alır. İslami paradigmanın tüm ilkeleri, İlahi ilkenin birliğini fark etmemizi sağlar. Manevi psikoloji, bedeni, zihni ve ruhu birlik içindeki tek bir bütünde toplar. İslam epistemolojisi, bütünsel olduğu için bilginin maddi bilimsel yönlerinin yanı sıra, dinî ve manevi yönlerini de irdeler. Ayrıca İslam ontolojisi ve metafizik, kâinatın ve doğal düzenin bütünlüğünü ele alır. Dahası İslam eskatolojisi, hem ahirete hem de şimdiye dair konuların üzerine eğilir. Bu sayede öğrenciler iki dünyayı da düşünmeye, fakat bu dünyanın bir son yani ahiret için işlenmesi gereken bir araç olduğunu hatırlatmaya teşvik edilir. İslam sosyolojisi, toplum ve toplulukla ilgili konuları ele alır; toplum hayatına katılma, onu geliştirip iyileştirme sorumluluğunun tüm bireylere ait olduğu düşünülür. Daha da önemlisi bireyler toplumun birliğini korumaktan sorumludur.

Son olarak İslami tevhid metodolojisi, Müslüman öğrencilerin yaşam ve eğitim gibi tartışmalı konuları anlamasına, ayrıca yetişkin gelişiminin en üst aşaması olarak görülen diyalektik ve eleştirel düşünme konusunda öğrencilere yardımcı olur. Bu nedenle, İslami ve bütünsel bir eğitim sistemi bu amaçlar doğrultusunda ilerlemelidir.”10

İslam dünyasında eğitimciler, üniversite hocaları ve öğrenciler Batılı paradigmayı “asil fikirler seti” gibi benimse(t)mek yerine, İslami paradigmanın ortak teması tevhid ilkesini “asli fikirler seti” olarak kabul edip uygulamalıdırlar. Böylece nihai bir amaca yani ideal bilgi ve eylem için verilen mücadelede en yüksek mükemmellik derecesine ulaşma hedefine sahip kişi/ler olarak sorumluluk almalıdırlar. Ayrıca Müslümanlar olarak bizi içeriden ve dışarıdan erozyona uğratan, kimliğimizi ve özgün kültürel formlarımız ile epistemolojik, etik, estetik sistemlerimizi yıkmakla tehdit eden akli ve kültür emperyalizmi/işgali tehlikesinin farkına varmalıyız. Bunlardan söz etmek yerine, Malik bin Nebi’nin ifadesiyle “sömürgeleşme isteğini yada uysallığını konuşarak” tehlikenin farkına varmadığımız takdirde, korunmaya değer özgün bir kimliği içeren kültürel formasyon sahipleri olarak değil, özü ya da içi olamayan bir dış kabuk olarak yaşamaya devam edeceğiz. En iyisini Allah bilir.


Dipnotlar:

1- M. Nakib el-Attâs, İslâm Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi, Çev.: Mahmud Erol Kılıç, İnsan Yayınları, İstanbul 2017, s. 203

2- el-Attâs, A.g.e., s. 211-213

3- Prof. Dr. Malik Bedri, Düşünme: Gözlemden Tanıklığa, Çev.: Murat Çiftkaya, Mahya Yayınları, İstanbul 2012, s.13-14.

4- Zehra ez-Zire, “Eğitim ve Maneviyat” adlı kitabında“altın iplik” ifadesini ‘maneviyat’ anlamında kullanır.

5- Aşkınlık: Bilincin dışında, varlığın ötesinde olma durumu. Ontolojik anlamı içinde, varlıktan yüksek veya varlığın ötesinde olanın aşkın olduğu kabul edilir. (Bkz. Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü)

6- İçkinlik: Genel olarak ontolojide, varlık alanının içinde olma, doğal dünyanın ötesinde olmama anlamına gelir. İçkinliğin karşıtı aşkınlıktır. (Bkz. Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü)

7- Seyyid Hüseyin Nasr, Modern Dünyada Geleneksel İslam, Çev.: Sara Büyükduru, İnsan Yayınları, İstanbul 2016, s.123-125.

8- Pozitivizm: Modern bilimi temel alan, metafizik ve dini, insanlığın ilerlemesini engelleyen bilim öncesi düşünce tarzları ya da formları olarak gören dünya görüşü. (Bkz. Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü) Ampirik bilimi, doğa ve toplum hakkındaki objektif ve güvenilir bilginin tek temeli olarak gören teoriler ailesi. Burada beşerî bilimlere uygulanabileceğine inanılan doğa bilimlerinin değer yoksunu metotlarına vurgu yapılır.

9- Paradigma: İnsanların dünyayı anlamalarına yarayan bir model olan paradigma (değerler dizisi), düşünceye ve pratiğe yön veren felsefi varsayımlardan oluşur. Felsefi varsayımlara dayalı epistemolojik ve metodolojik varsayımları içerir. Bilgi üretimini sağlayan kavramsal şemalara da paradigma denir.

10- Zehra ez-Zire, Eğitim ve Maneviyat, Çev.: Meryem Karaoğlu, Mahya Yayınları, İstanbul 2019, s.107, 114.