Eğitim Sorunu ve Müslüman Kadın

Haksöz

Hülya Alper: İçinde bulunduğumuz toplumda inandığı esaslar çerçevesinde yaşamak isteyen bir müslümanın, hayatın her safhasında problemlerle yüzyüze gelmesi kaçınılmazdır. Zira yönetimi altında bulunduğumuz devlet sadece laik bir hukuk devleti olmakla yetinmemiş, dinin üzerinde bir baskı unsuru da olmuştur. Diğer taraftan toplum, Tanzimat'tan beri süregelen kültür sömürüsü neticesinde zaten giderek görünümde kalmış olan İslami kimliğini de kaybetme noktasına gelmiş bulunmaktadır. Bu sebepledir ki müslümanlar mümince yaşamak mücadelesi vermekte, pek çok sorunları aşmak zorunda kalmaktadırlar.

Bu problemler her gün iş çevresinde, arkadaş çevresinde, akraba çevresinde (bunların sayısı artırılabilir) karşımıza çıkmaktadır. Bunların en önemlilerinden birini de tartışma konumuz olan eğitim problemi teşkil etmektedir.

Konumuz genelde müslümanların eğitim sorunu olmakla beraber özelde müslüman kadının eğitim problemleridir. Şöyle ki: Müslüman kadın hem kadın olmasından kaynaklanan problemleri yüklenmekte, hem de İslami bir kimliğe sahip olmasıyla bağlantılı olan meselelerle karşılaşmaktadır.

Bu bağlamda müslüman hanımların eğitimle ilgili problemleri nelerdir? İslami eğitimini nerelerden almaktadır? Bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Yıldız Ramazanoğlu: Türkiye laik rejimin 71. yılını kutluyor. Tabii 70 yıl boyunca 2-3 kuşak geçtiğini varsayacak olursak bu kuşkuların hepsi İslam'ı aksesuar olarak kabul eden laik bir rejimin dolayımından geçerek İslam'ı Öğrenmiş bulunuyordu. Dolayısıyla İslam denilen olgu insanların kafasında hayal meyal uçuşan bir şey. Ancak 15-20 sene zarfında insanlar işin esasına, kaynağına inmek gibi bir kaygı içerisine girdiler. Müslümanlar ayaklarını yere basmadan, her tarafından budanarak ya da ona bir şeyler eklenip çıkarılarak oluşmuş, kuşa dönmüş bir İslam anlayışı ile eğitilerek ve çok yaralar alarak bugünlere geldi. Kadın konusuna gelmeden önce müslümanların kafasında geleceğe yönelik bir toplum projesi var, hayallerimizde var olan kutlu bir toplumdan söz ediyoruz. Bu kutlu toplum projesi içinde kadınlar, erkekler, çocuklar ve diğer bütün varlıklar nasıl yer alacaklar? Bu kutlu toplumdaki kadın nasıl bir kadın? Erkek nasıl bir erkek olacak? Bunları da bir ucundan konuşuyoruz ister istemez. Fakat gelecekten evvel de somut olarak yaşadığımız şimdi var. Mart ayı içinde Avrupalı kadınların düzenlemiş olduğu bir toplantıya katılmıştık. Bu toplantıda ben İslam'ın temel ilkelerinden söz ederken katılımcılar sıra kapaklarına vurarak protesto ettiler. Dediler ki bize ayetlerden söz etmeyin, çünkü bizim İncilimizde de her şey çok mükemmel. Biz şu anda müslüman kadının neler yaşadığını öğrenmek için sizi davet ettik dediler. Gerçekten biz yıllar boyu ideal olanla ütopik olanla ilgilendik ama şimdi olanı görmezden geldik. Şu anda yaşadığımız bütün problemleri yok saydık. Hatta başörtüsü problemleri için bir çok alime başvurduğumuzda hepsi problemi yok sayıyorlar ve okulu bırakmamızı söylüyorlardı. Bu çözüm olarak getirilmemeliydi. Bununla çok vakit kaybettik. Sonuç olarak eğer kadını çocuğun yetiştirilmesiyle ilgili birinci elden bir insan olarak görebiliyorsak erkeğin eğitiminden daha da önemli bir konuma geliyor ister istemez. Hal böyle olunca müslüman kadın eğitimi üzerinde çok fazla durulması gerekiyor. Bir de ben şunu ayırdetmek istiyorum: "Eğitimden ne anlıyoruz?" Bu önemli bir şey. Eskiden buna talim ve terbiye deniyordu. Talim öğretmek, terbiye ise öğrenilenler ve yaşam içinde bütün deneyimlerle birlikte daha kapsamlı bir kavramı ifade ediyordu. O halde talim ve terbiyeden sonra alim-arif ayrımına geliyoruz. Alimler bilen insanlar, bildiklerini özümseyip hayata geçirenlere arifler diyebiliriz. Ben tercihimi ariflerden yana koyuyorum. O yüzden eğitimli bir müslüman kadından benim anladığım çok fazla şey bilen müslüman kadından ziyade arif bir müslüman kadın tipidir. Bu bizim yavaş yavaş kaybettiğimiz ve şu anda mevcut müslüman cemaatler içinde sayılarına çok fazla rastlayamadığımız bir kadın tipi.

Mevcut kadından kimse memnun değil. Mevcut kadın müslüman ama atıl kalmış, toplumsal hiç bir harekete katılmayan, hiç bir karar alma mekanizmasında yer almayan kadın tipi. Bu kadını değiştirmek için cumhuriyetin öngördüğü bir kadın tipi var. Bu kadın hem dışarıda çalışacak hem anne olacak. Ardından müslümanlar buna tepki gösteriyor, çünkü müslümanların da tarih içerisinde çizmiş olduğu bir kadın şablonu var. Bu kadın kamuya değil eve ait bir kadın. Dolayısıyla müslüman kadını muhafaza etmek adına yanlış olanı da muhafaza etmek kaygısına düşüyorlar. Etki ve tepki. Cumhuriyet aydınları, cumhuriyetin yönetici kadroları bu etkiyi oluşturuyorlar, müslüman kesimler de şu andaki mevcut durumu sorgulama ihtiyacı duymadan dayatılan şeye tepki gösteriyorlar. Böyle uzun bir zaman geçtikten sonra şu anda biz bu konuyu oturup konuşuyorsak bu da modern çağların modernizm denen olgunun bize getirmiş olduğu bir nimet diye düşünüyorum. Bu bir çelişki. Ben modernizmi savunmuyorum, bir tespit yapmaya çalışıyorum. Modern söylem içindeki kadının, düşüncesini açıklayan, toplum hayatına katılmak, taleplerini dile getirmek gibi durumunu şu anda biz de gerçekleştiriyoruz. Yazıyoruz, çiziyoruz, konuşuyoruz, ortaya yeni bir kadın tipi çıkıyor o halde şunu vurgulamak lazım. Bizden beklenen Osmanlı kadını gibi olmak. Ama şu anda bize bakıyorum, hiçbirimiz Osmanlı kadını gibi değiliz. Demek ki biz tarihi olanı tekrarlamıyoruz aslında. Yahut da biz Osmanlı kadını prototipini tekrarlamıyoruz. Osmanlı kadını okuma-yazma bile bilmeyen, Kur'an'ı yüzünden okuyan fakat anlamayan, evinde sağ selamet oturan dünyada olup bitenlerle ilgilenmeyen kendi aile ve akrabalarının üzerine kapanmış bir kadındı. Biz bu kadını tekrar etmiyoruz. Modern kadınla da çakışmıyoruz. O halde biz kimiz? Ve neredeyiz? Gerçekten bizim ne olmamız öngörülüyor. Fakat bunu başkaları bize öngörmesin, biz ilk önce kendi içimizde hissedelim, biz ne istiyoruz? Geleceğe ilişkin düşlerimiz ne? Bunları konuşmamız lazım. Oysa bugüne kadar müslüman kadınlar adına hep erkekler konuştu.

H Alper: Peki gittikçe sorunları gündem olmaya başlayan müslüman kadının eğitim düzeyinde nasıl bir seyir gerçekleşmektedir.

Hasibe Turan: Yıldız Hanım 70 yıllık dönem içerisinde çektiklerimizi özetledi. Ben 79-94 dönemi arasındaki müslüman kadının eğitim problemlerinden söz etmek istiyorum. 70 yılın getirdiği İslam'ı bilmeme problemini hepimiz yaşadık. Çeşitli kitaplar okuduk. 79 İran devrimi gençlik üzerinde büyük bir aydınlanmaya ve İslam'a doğru yönelmeye sebep oldu. Fakat öğrenimimiz çeşitli kitaplardan oldu, abilerden, ablalardan oldu. Fakat düzenli bir bilgilenme olamadı. O yüzden müslüman kimliği bizde sürekli eksik kaldı. Bunun da sebebi tarihi sürecin getirdiği olumsuzluklar. İslami cemaatlerin kadının eğitimi ile ilgili olumsuz bakış açısı, sistemin üniversitedeki örtülü sayısının artmasıyla paniğe kapılarak önlem alması, eğitim kapılarının müslüman kadına kapanması. Tabii bu arada başörtüsü problemi İslami hareketi hızlandıran bir unsur da oldu. Müslümanlar belirli bir arayış içerisine girdi. Tek başına İslam'ı öğrenip yaşamaya çalışan gençlerimiz hem sistemin baskısı, hem içinde bulundukları cemaatin baskısı hem de ailelerinin eğitimsizliği sebebiyle uğradıkları baskıyla yüzyüze kaldılar. Halen bu problemler aşılmış değil. Bu problemlere cevap aranması, çözümler bulunmaya çalışılmasını müslüman kadının eğitimi açısından bir ilerleme olarak görüyorum.

Burada alimlerin ya da aydınlarımızın kadının en büyük problemi olan başörtüsüne karşı ilgisizlikleri beni çok etkiledi. Çünkü Hz. Peygamber Beni Kaynuka'ya bir müslüman kadının eteğiyle uğraştıkları için savaş açmıştı. Ve Rasulullah o kadına niçin bir yahudinin dükkanından alışveriş yapıyorsun diye sormadı, ona yapılan zulme karşı savaş açtı. Ama bugün alimlerimizin -hatta cemaatleri de ekleyebiliriz- müslüman kadının eğitim sorununa kayıtsız kalması bence bu problemi aşamadığımız müddetçe kadınlarımıza sağlıklı bir eğitim ortamının sağlanabileceğini sanmıyorum. Özellikle bugün modernleşme ve şehirleşmenin getirdiği olumsuz etkilerle ferdi çalışmalar çok yetersiz kalıyor. Eğer Kur'an'ı ve hadisleri kendimize kaynak olarak almış isek birlikte problemlerin tesbitinde ve çözümünde yapacağımız işbirliği sağlıklı bir eğitim imkanını bize sağlayacaktır. Yoksa yapılan çalışmalar hep parça parça kalacaktır. Yavaş bir ilerleme olacaktır. Bu noktada acil bir problem olan başörtüsünü çözmeye çalışmalıyız. Müslüman kadın bunu topluma tek başına kabul ettirdi. Bir grubun bir cemaatin sunduğu bir problem değildi başörtü, tek tek kadınların kahramanca taktıkları başörtülerini müdafaa etmeleri, ailelerin ve küfrün karşısında yılmadan mücadeleleriyle geldik. Ve bugün nasıl eğitiliriz, hangi eğitim ortamlarında daha iyiye ulaşabiliriz arayışı içindeyiz.

H. Alper: Hülya bugün için en azından Türkiye toplumunda müslüman kadının eğitimi denince aklına neler geliyor.

Hülya Koç: Eğitim kişilerde istenen yönde davranış değişikliğini hedefleyen ve yarınlar için belli bir düşünce sistemini kabullenen bireyler oluşturmayı sağlayan bir kurumdur. Buradan hareketle bugün de hepinizin vurguladığı gibi, TC kendi ideolojisini eğitim yoluyla kişilere empoze etmektedir. Çocuk ilkokuldan itibaren yoğun bir beyin yıkama faaliyeti ile eğitilmekte artı medya da kişilere batılı değerleri empoze etmektedir. Bireyi her yönüyle kuşatan bu bilgilenme sürecine karşı durmak ya da kendi dünya görüşümüzü oluştururken bize verilen eğitimin etkisinden kurtulmak çok kolay görünmemektedir. Verilen bu çarpık eğitim sistemine karşı müslümanca bir duruşu nasıl gerçekleştireceğiz? Bir yandan bu eğitim kurumlarında şekilleneceksiniz, bir yandan da bu eğitime cephe alacaksınız.

Bunun için problemin farkında olan güçlü bir aile eğitiminin yanında eleştirdiğimiz eğitim sisteminden bağımsız olarak alternatif sahih İslami bir eğitime ihtiyacımız var. Ancak bunun yakın gelecekte ulaşılacak bir hedef olmadığı da malum. Şimdi bu müslümanın genel eğitim sorunu. Hangi kurumda nasıl eğitilecek, kendisine verilen resmi eğitimi aşarak kendi ideolojisini nasıl oluşturacak? Tüm bu sorunlara bir de müslüman kadının eğitimini katarsanız durum daha zor bir hal almaktadır. Yıllardan beri konuşulmasına rağmen müslüman kadına bakış açısı malumdur. Bir yandan batı kültürünün toplumumuza yansıyan boyutuyla modern değerlerle uğraşmak durumundayız. Biz buna, getirdiği olumsuzluklar olan tüketim kültürü, bireyselleşme vs; açısından modernizmin kadına biçtiği değer olarak modernist kadın diyeceğiz. Birde problemin diğer tarafı ise kendi tarihimizde köklerini buluyor. Buna da geleneksel değerlerle müslüman kadını tanımlamaya çalışan zihniyetin şekillendirdiği geleneksel kadın diyeceğiz. Şimdi bu iki tanımlamanın ortasında kalan veya bu iki ucu da olumlamayan kadının problemleri günümüzde oldukça çetrefilli bir hal almıştır. Sanırım müslüman kadının tanımı ve bu tanımdan yola çıkarak nasıl eğitileceğine geçmeden önce müslüman kadın nerelerde eğitiliyor konusunun konuşulması gerekiyor.

H. Alper: Burada aile eğitimi dışında resmi kurum olarak liselerden veya üniversitelerden bahsedebiliriz. Ancak bir de müslüman kadının resmi olmayan organizasyonlarda eğitimi söz konusu. Cemaat, tarikat içi eğitimler, vaazlar ve Kur'an kursları gibi. Daha genel olarak sorarsak müslüman kadın hangi kurumlarda eğitiliyor ve yeterli mi? Şöyle diyebilir miyiz? Hadis "kadınlara yazı yazmayı öğretmeyin, Nur suresini öğretin." diyor, hatta "Yusuf Suresi'ni bile öğretmeyin" diyor. Tabiiki bu hadis mevzu olarak kabul ediliyor. Bugün kadına yazıyı öğretin, öğretmeyin tartışmaları yapılmıyor. Fakat tarihteki bu anlayışın hala izleri var, az bir kesimi temsil etse de İslami cemaatlerdeki bazıları hala bu anlayışı devam ettirmek istiyorlar. O zaman bu konuyu, müslüman kadının nerelerde eğitildiğinde üzerinde durarak açabilir miyiz?

Y. Ramazanoğlu: 7. yüzyılda İslam'la şerefleniyoruz ve 21. yüzyıla girerken bile kazanamadığımız statüyü kazanıyoruz. Arkasından ne olmuş ki biz 18.-19. yüzyıla geldiğimizde Batılı kadınları referans alacak kadar statü kaybına uğramışız. Bunun sorgulanması lazım. Demek ki tarihi süreç içerisinde dini olanla tarihi olan, geleneksel olan birbirine karışmış. Bunun temelinde sadece müslüman kadının değil, erkeğin de eğitimsiz kalmasını ve mevcut statükoyu koruma çabalarını görüyoruz. Şimdi modernizmi eleştiriyoruz. Modern nedir? Şimdi olandır. Batı kendi içinde dikey bir gelişme kaydediyor ve modernizm olgusuna ulaşıyor; yani kendi modernini kuruyor. Biz diyoruz ki onların kurmuş oldukları kendi modernleri evrensel bir olgu değil ve hepimize dayatmaları gerekmiyor ama biz de bir taraftan Asr-ı Saadet'e atıfta bulunurken öte taraftan kendi şimdimizi, modern çağımızı kurmamız lazım. Bunu nasıl kuracağız? Bu tarihi tekrarlayarak olmaz. Şu andaki mevcut koşullar neyi gerektiriyor, somut olarak düşünmemiz lazım. Pratikle teori arasındaki bağ bu şekilde kurulur. Şu anda müslüman kızlar birtakım problemler yaşıyorlar, eğitim bazında aile bazında vs. Bunların hiç biri yokmuş gibi davranıyoruz. Sürekli bir zamanlar şöyle güzeldi böyle güzeldi diyoruz ama bir zamanların şu andaki hayatımıza ne gibi katkıları oluyor.

H. Koç: Geleneksel anlayışın biraz şekil ve söylem değiştirmiş olsa da oldukça köklü olarak devam ettiğini düşünüyorum. Hala müslüman kızlarında kesinlikle her halükarda kocasına itaat eden, kocasının cihadına köstek olmayan fakat kendi etkinliği bulunmayan kendi şahsiyetini oluşturamamış olduklarını görüyoruz. En önemlisi müslüman kadın Allah katında birey olarak, tek başına hesaba çekileceği bilincine ulaşamamıştır. Bunda da çok köklü bir geleneğin müslüman kadına bakış açısının etkili olduğunu düşünüyorum. Bugün İmam-Hatip liselerinde meslek dersi hocalarının istisnalar hariç müslüman kadınla ilgili söyledikleri gerçekten çağlar öncesinden kalma bilgiler. Bu anlamda geleneğin aşıldığını düşünmüyorum.

H. Turan: Geçen gün başörtüsü problemiyle ilgili biriyle konuşuyordum. Efendisi başörtülü genç kızların üniversite kapılarında oturacaklarına gitsin evlerinde otursunlar zaten orada oturmaları caiz değildir diyor. Bunu diyen önemli bir müslüman kesime hitap eden onları eğiten bir insan. Ve bu olay bugün yaşanıyor ve bir gerçek. Bu tarihten gelen aksaklıkların halen toplumumuzda yaşandığını gösteriyor.

Buradan ben Kur'an kurslarına geçeceğim. Kur'an kursları ezanın Türkçe okutulduğu, Kur'an öğretmenin yasaklandığı, tekke ve zaviyelerin kapatıldığı bir dönemden sonra bir kaç medrese hocası ahırlarda İslami öğretmeye başlamışlar. 1970'ten sonra biz bu düzeni kabul etmiyoruz, bizim çocuklarımızı kendi kurumlarımızda okutalım düşüncesiyle Kur'an kursları açılmıştır. Ben bile 80 yılında aynı düşünceden dolayı kendi mahallemde kursumu açtım. Kur'an kursları sisteme karşı İslam'ın öğretilmesi amacıyla kuruldu. Fakat devlet tarafından kabul edilmiyor. Diyanetin kursları hariç onlar da tamamen müftünün denetimi altında. Kur'an kurslarının kuruluş amacının samimi olduğunu hiç bir zaman göz ardı etmiyorum, fakat içine girip baktığımızda çok büyük aksaklıklarla karşılaşıyoruz. Bugün gayri resmi yüzlerce Kur'an kursu var. Sıhhat açısından hiç elverişli değil. Aynı odada ders yapılır, yemek yenir, teneffüs yapılır ve öğrenciler çoğu kursta hocasının yanında ayakta yürüyemezler. Bugün gidin bakın var böyle kurslar. Talebeler dizlerinin üzerinde yürüyorlar, o da "Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olayım"dan çıkıyor. Zaten bir talebeye ilk önce hocaya karşı nasıl davranacağı maddeler halinde defterinin başına yazdırılır. Orada Rasulullah'ın hayatı anlatılıyor. Rasulullah herkesin boş bulduğu yere oturmasını ve kendisi gelince ayağa kalkılmasın! İstememesine rağmen hoca geldiğinde ayağa kalkılması gerektiği anlatılır. Böylelikle, Allah'a kulluktan önce kendilerine kulluğu öğretiyorlar. Elbette belli ölçüler içinde saygı olmalı ama kişileri kendi nefsimize köleleştirmememiz gerekir. Öyle gördüm ki talebe hocasından başka hiç bir kimsenin görüşünü kesinlikle kabul etmiyor. Ayağına giyeceği ayakkabıyı bile hocasına soruyor. Tamamen iradeleri belli insanlara bağlı kişiler yetişiyor. Öğrenci tek bir kişinin görüşüyle yetişiyor. İmam Hatip Liseleri dışında çok iyi niyetli çabalarla açılan Kur'an kurslarının durumu da böyle...

H. Alper: Biraz verilen derslerin içeriğinden bahsedebilir misiniz?

H. Turan: Bütün Kur'an kurslarını yukarıda söylediklerimin içine almıyorum. Mescidin kapısında liste vardır, beş vakit namaz için. Kimin namaz kılıp kılmadığı işaretlenir. O kadar baskı var ki insan namaz kılmamayı yeğleyebilir. Her gece zorla teheccüd namazlarına kaldırıyorlar. Eğitim olarak da emsile, avamil, bina okunur Kur'an'ın mealinden uzak durulur. Ayn harfi nereden çıkıyor diye 4,5 ay uğraşır. Sonra bir sene sonra yeni gelen öğrencilere bu öğrenci, öğrendiklerini öğretir. Bu tamamen geriye gidiştir. Dün birisiyle karşılaştım sıfır grubuna Arapça dersine giriyor. Öğrendim ki Arapça okutuyor. Bunlar yaşanıyor. Dergi ve gazete girmiyor. Ya da her cemaatin kendi gazete ve dergisi okutuluyor. Bazı cemaatlerde "kadın okuma-yazma öğretmeyin Nur Suresi'ni öğretin" hadisinden olacak Nur, Ahzap, Nisa suresi okutulur sadece. Bunlar nasıl eğitiliyor? Ben Kur'an kursundan çıkıp ta örtüsünü açmış namazını bırakmış çok kişi gördüm. Üniversitelerde müslüman kızlar daha kapsamlı okuyup araştırıyorlar. Oysa ben yurt dışındayken birçok müslüman kızın ikinci bir dili öğrenmeyi; mastır, doktora yapmayı önemseme düzeyinde olduklarını gördüm.

H. Alper: O zaman şöyle diyebilir miyiz? Resmi eğitimin dışında İslami eğitim vermeyi amaçlayan kurumlar her noktadan samimi bir niyetle ortaya çıkmış olsalar da bir yandan yeterli ilmi ve sahih bilgiler veremedikleri gibi diğer yandan da şahsiyetli, kendi başına karar verebilen müslüman yetişmesine zemin hazırlamıyorlar.

H. Turan: O yüzden büyük bir çelişki var. TC eğitim kurumlarında mı okuyalım yoksa kendi kurumlarımızda mı? Bazen üniversitede kendi elemanımızı yetiştirinceye kadar, boynumuz eğik okumak zorundayız diye düşünüyorum. Zaten karşı olunmasına rağmen herkes çocuğunu ilkokula da, ortaokula da, üniversiteye de gönderiyor. Bizim denemelerimiz oldu. Ana okullar açıyoruz burada ders verecek pedegojik formasyona sahip öğretmen bulamıyoruz.

Y. Ramazanoğlu: Hasibe hanım Kur'an kurslarından bahsetti. Ben de kendi gözlemlerimden müslümanların açtığı son derece pahalı özel okullardan bahsetmek istiyorum. Ben de kendi çocuklarımı kaydettirmek için teşebbüste bulunmuştum. Teşebbüsümü geri aldım. Bunlar çok iyi niyetlerle kuruldu, fakat burada yapılan eğitimin neticesinde ortaya çıkan çocuklara baktığımız zaman bu çocukların sıradan, diğer kolejlerden mezun olmuş çocuklardan bireysellik bencilik vura kıra kendini geliştirmek konularında pek fazla bir fark ortaya koyamadıklarını gözledim. Bu çocuklar namaz kılıyorlar, başlarını örtebiliyorlar, böyle bir serbestlikleri oluyor ama öte yanda modernizmin bize dayatmış olduğu insan tipinin dışına fazla çıkılamıyor. Benim gözlemlediğim şey, bu insanlar diğer sıradan okullara giden müslüman çocuklara karşı da bir sınıf farkı oluşturuyorlar. Bir sınıf bilinci oluşuyor. Yani müslümanlar arasında bir ayrışma oluyor. Fakir müslümanlar, zengin müslümanlar. Dolayısıyla bizim çocukların ileride kaynaşmaları söz konusu olmuyor. Çünkü bunlar daima tepeden bakma psikolojisine giriyorlar. Kaldı ki sıradan okula giden çocuklarla bu kolejlere giden çocuklar bir sınav söz konusu olunca yalnızca parası olan gidebildiği için, zeka yönünden bir farklılaşma ya da ayrıcalık söz konusu olmamasına rağmen, kendilerini daha akıllı daha iyi eğitilmiş görmekten ayrıcalıklı bir gurur duyuyorlar. Biz şimdi bu sistemin bize dayamış olduğu eğitim sisteminden memnun değiliz. Memnun olmayınca alternatif eğitim kurumları için faaliyete geçiliyor. Fakat bu alternatif eğitim kurumları bizi bu sistemin genel eğitim anlayışından tam ayrıştırmıyor. Bu eğitim kurumlarını da ben alternatif olarak görmüyorum. Matematik şampiyonları yetiştirmek değildir bizim amacımız. Bizim amacımız ilk etapta Allah'a kul olan, birey olarak kimliğini oluşturmaya, dünyanın her tarafında İslam'ın evrensel boyutunu kendi kişiliğinde temsil edecek insan yetiştirmektir. Fakat biz birey olarak kendi kendine yeten, İslami kimliğinin bilincinde insanlar yerine bireyselleşmiş insanlar üretmeye başladık. Bu tür okullarda öğrenciyi düşündürtmek yerine yabancı dil öğretmek asıl oluyor. Ve eğitimin çocuğa getireceği statü ve maddi imkanlar ön plana çıkartılıyor.

Bir de şunu vurgulamak istiyorum. Velilerde şöyle bir şey var. Çocuk müslüman imajı olan bir koleje ya da İmam Hatib'e verilmişse büyük bir rahatlama söz konusu. Artık çocuğun bütün eğitimini, bütün İslami bilgilenmesini, her şeyini tamamıyla bu eğitim kurumuna terk ediyor aile. Artık çocuğuyla ilgilenmiyor. Halbuki İmam Hatib'e giden çocukların bir çoğunda bir çok eksiklik görüyoruz. Sıradan çocukların yaptıklarını görüyoruz. Üsküdar İHL'den olsun, Kadıköy İHL'den olsun birçok küçücük kız çocukların erkek çocuklarla flört ettiğini görüyoruz. Kendilerine hiç yakıştıramadığım uyarılarında bulunduğumda çok sert cevaplarla karşılaşıyorum. Ben bütün bunların kökeninde ailelerin tembellik ve yakınlarına olan kayıtsızlıklarını gözlemliyorum." O halde ailenin sorumluluğu burada en büyüktür. Hiç bir eğitim kurumu ailenin vereceği şeyi telafi edemez. Çocuğun birinci dereceden eğitileceği kurum aile, aileyi de ayakta tutan, hem erkeği yönlendirme yeteneğine sahip olan, hem çocuklarıyla birinci dereceden ilgilenmesi gereken insan da kadın olduğu için kadının bir kere geleceğe yönelik olarak bütün bu toplumu yetiştirecek bir insan olarak çok iyi bir eğitimden geçmesi lazım.

H. Koç: Kur'an kursları ve özel okulların eleştirisi yapıldı. Eğer İmam-Hatip liseleri ve üniversiteleri de değerlendirirsek müslüman kadının nerelerde eğitim gördüğü sorusunu tamamlamış olacağız. Yıldız Hanım'ın da dediği gibi çocuk ailede eğitimini alamıyor, mesela veli çocuğunu imam-hatibe gönderdiği zaman kafası rahattır. Çocuğun İslami eğitim ve terbiyeyi alacağını düşünür. Fakat olay öyle değil. Şu sorulabilir: O çocuğu eğitecek öğretmen ne kadar eğitimli. Ama görüyoruz ki istisnalar hariç, birçok öğretmenin kaygısı yok. İnsan yetiştirdiklerinin bilincinde değiller. O ağır sorumluluğu duymuyorlar. Sadece çalışma ve para kazanma olarak görüyorlar ve ders saatinin nasıl geçeceğini düşünüyorlar. Zaten kitaplar çok yetersiz. Anlatılanlar ise bilinç vermekten ziyade kuru bilgi düzeyinde. Nasıl örtünülmesi gerektiği ve nasıl namaz kılınması gerektiği öğretiliyor, ama niçin örtünmesi lazım geldiği anlatılmıyor yani bilinç verilmiyor. Bunu anlatan ya da anlatmayan kimler? İlahiyat Fakültesi çıkışlı hocalar. O zaman İlahiyat Fakültesindeki eğitim problemlerine geliyoruz. Bugün İlahiyat Fakültesi kız öğrencileri üzerindeki baskı eskisine oranla biraz değişmiş olsa da, halen devam ediyor. Arkadaşımın yaşadığı bir olay var. Hoca; kızların seslerinin haram olduğunu, erkeklerle aynı sınıfta bulunmalarının halvet hali olduğunu söylüyor ve kız öğrencilerin derste soru sormasına izin vermiyor. İşin ilginci orada bulunup ta tepki göstermeyen kızlar bir yandan eğitimini devam ettiriyorlar.

H. Alper: İlahiyat'taki durum çok farklı. Aslında bu tür düşünceye sahip hoca sayısı az ama görünmez bir yaptırım var: Mesela ben 87'de İlahiyat'a girdiğimde bir kızın konuşması yasaktı. Yoklama yaparken buradayım demez, elini kaldırır. Ya da hoca kızların ismini okumadan geçer, varlığını kabul etmezdi. Kısmen bunlar aşılmış gibi.

Y. Ramazanoğlu: Nürnberg'teki toplantıda sosyolog, edebiyatçı, antropolog Avrupalı hanımlar temel kaynaklardan araştırmalar yapmışlar ve vardıkları yargıyı üç kelimede özetlediler. Bu çok önemli bir tespitti: Müslüman kadın için bütün kitapların tanımlaması şu: Fitne, avret ve tesettür kavramları içinde bir kadın. Biz böyle olmadığını söyledik ama içimizden de vakıanın böyle olduğunu onayladık. Biraz önce bahsettiğiniz konu da böyle. Kadını bir dişi olarak bir kenara ayırmak. Bana gelen düğün davetiyelerinin bazılarında kadının adı yazılmamış. Oysa nikah duyurmak içindir. Fakat eskiye oranla yine ilerleme görüyoruz. Bizim biraz sabırlı olmamız gerekiyor. Eğitim bir sabır işidir. Bizim neslimizde bunlar hep konuşuldu. Şimdi gençlere bakıyorum bunlar hayata geçmeye başladı. Çok daha dengeli evlilikler belki bundan sonra daha güzel olacak. Ama şimdi ifrat ve tefritle karşılaşıyoruz. Evle ilgili sorumluluk alanını reddetmek anneliği hor görmek gibi. Bu da erkeklerden onay alamamaktan aferin denmemesinden kaynaklanıyor.

H. Koç: İmam-Hatip'te hayattan kopuk olarak yetişen öğrenci yine ilahiyat'ta kendi içinde kapalı, dünyayı tanımayan bir şahsiyet olarak yetişiyor. Ya da İmam-Hatip'ten sonra ilahiyat dışında başka bir fakülteye giden müslüman kız için de problem var. İmam-Hatip ortamından çok farklı bir ortama gidiyorsunuz: Bir kere karma bir eğitim var. Sizden faklı düşünen solcular, laikler, ateistler var. Siz orada yalnız başınasınız. Yalnızsınız ve ne yapacağınızı ve nasıl davranacağınızı bilemiyorsunuz. Çünkü kişinin kendinden önce fakültede oluşmuş bir gelenek yok. Yani nasıl bir ilişki tavrı geliştireceği belirlenmemiş, kendisine yol gösterebilecek tutarlı davranışlar henüz oturmamış. Çünkü müslüman kızların üniversiteye girişlerinin tarihi çok da eski değil. Böyle olunca ya müslüman kız geleneksel değerleriyle evden okula, okuldan eve giden bir tip oluyor. Kendi başına yemekhaneye inemeyen, kendi başına hocasının kapısını çalıp soru soramayan hatta İslam'a saldırıldığında cevap veremeyip çekinen bir tip oluşuyor. Ya da buna karşıt tepki olarak bu yanlış imajı silmek için sürekli İslam dışı tiplerle arkadaşlık kuran, ben de sizin kitapları okuyorum diyerek onların okudukları kitapları ellerinde gezdiren, entel olma çabalarında ve gittikçe kayan bir şahsiyet oluşuyor. Bunlardan bağımsız olarak müslüman kadın şahsiyetini ortaya koymuş kişileri bulmak zor. Olayın farkında değil. Çünkü yetiştirilmemiş. Bunları tek başına aşmak zorunda. Tabii ki aşanlar var ama kaybolanlar çok daha fazla

H. Turan: Ben 80 öncesinde Mimar Sinan Üniversitesinde tek kişiydim. Yıldız'dan Cerrahpaşa'dan arkadaşlar vardı. Hepimiz bir araya gelsek yirmi kişi yapardık. Biz İslami nasıl öğrenebilir, kendimizi müdafaa edebiliriz. Ankara'ya gitmiştik örtü davalarında, o zaman bizde daha bir samimiyet ve heyecan vardı. Şu anda üniversite de okuyan çok genç tanıyorum. Bizdeki heyecanı onlarda göremiyorum. Bunu da şuna dayandırıyorum o zaman biz kendi aramızda her hafta toplantı yapıyorduk, sürekli okuyorduk. Yalnız kaldığımızda kendimizi güçlü hissediyorduk. Şimdi üniversiteler arasındaki bağlantıyı bırakın üniversiteler içindeki müslümanlar arasında bile ilişki yok. Bu da cemaatleşmeden kaynaklanıyor. Bugün "her birimiz -istisnalar kaideyi bozmaz- fabrikasyon tipiz. Herkes mensup olduğu fabrikanın kimliğini taşıyor. Kur'an bize İslam kardeşliğini emrediyor. Yolda gördüğüm bir

Sayfa 31 Eksik

nın eğitimi kadına verilmesi gerekiyor. Kadın artık toplumsal hareketlerde inisiyatif sahibi olsun. Bu hiç bir yerde öğretilemez. Burada tecrübeler önemlidir. Bizden sonrakiler bizim çektiklerimizi gördüler, tecrübelerimizden yararlandılar. Onlar da sonrakilere aktaracaklar, işte bu da bir eğitimdir. Müslüman kadının iyi eğitilmek, iyi öğrenim görmek hedefi olmalıdır. Bu konudaki yönlendirme yetersiz. Ama kadınlar en azından gündelik hayatın sıradanlığına bir şeyler eklemek, olup bitenlerle ilgilenmek, evinin dışına bir pencere açmak için savaş vermesi lazım. Ve bunun için desteklenmesi lazım. Bu işin zorlu ve acele edilmemesi gereken, çabuk neticesi alınmayacak olan bir eğitim süreci gerektirdiğini görüyoruz.

H. Koç: Baştan beri geleneğin uzantısı olan Kur'an kurslarının özeleştirisini yaptık. İmam-Hatip'leri konuştuk. Batılı değerlerin hakim olduğu üniversite eğitimini eleştirdik. O zaman burada bunların bilincinde olan müslüman kadının önemi çok fazla. Geleneksel ve modern iki düşünce yaklaşımının da çözüm üretmediğini bilen, sorgulayan müslüman kadınların gerçekten Kur'ani bir bakış açısıyla olaya yaklaşmaları gerekir. Kur'ani olmanın altını çizmek lazım. Zaten bu" genelde müslümanların sorunu ne kadar Kur'ani düşündükleri. Müslüman kadının Kur'ani bir perspektifle meselelere çözüm getirebilmesi gerekir. Bunu yaparken de bireysellikten sıyrılarak organize olarak çalışmanın ilkelerini kavramalı ve örnekliğini oluşturmalıdır.

H. Alper: Son olarak Hz. Fatıma'nın doğum günü vesilesiyle düzenlenen "Dünya Müslüman Kadınlar Günü" hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Sizce böyle bir gün olmalı mıdır? Nasıl kutlanmalıdır? Türkiye'deki müslüman hanımların katkısı neler olabilir?

H. Turan: Müslüman Kadınlar Günü, İmam Humeyni'nin tavsiyesiyle bütün dünyada Hz. Fatma'nın doğum yıldönümünde kutlanan bir gün. Bu çok güzel bir şey. Bu evrensel bir boyut getirir. Uluslararası boyutta olması diğer müslüman ülkelerden hanımların konferansa katılması daha güzel olur. Ben bu günü bir hafta içerisinde gerek yurt içinden, gerek yurt dışından gelecek konuşmacılarla kutlanmasını önerdim. Fakat imkansızlıklar dolayısıyla İstanbul'da imkanların elverdiği ölçüde bir iki konuşma yapılacak. Gönül ister ki bütün Türkiye çapında kutlansın. Oturalım, üç gün Hz. Fatıma'yı konuşalım, tartışalım. Oradan da bize ışık tutacak mesajlar alacağımıza inanıyorum. Bu şu anda sadece bir cemaat tarafından organize ediliyor. Bu bir eksiklik. Fakat böyle bir gün asimile edilen kültürümüzün yeniden canlanması yeni örf ve adetlerimizin oluşmasını sağlayacaktır.

Y. Ramazanoğlu: Dünyada 10 senede bir kadın forumu yapılıyor. Bunlar dünyadaki tüm kadınları bir araya getiriyor, ama hiçbir problemini çözmeden -kadınca bir dayanışma dışında- dağılıp gidiyorlar. Müslüman kadınlar da kendi aralarında daha evrensel bir müslüman kadın günü tertip edebilirler. Bu İstanbul'a da yakışır. Böyle bir organizasyonu gerçekleştirecek yetişmiş insanımız var, artık müslümanların böyle bir toplantıyı karşılayabilecek kadar parası var. Mesela 5 yıl içinde bir seferinde müslüman kadınların çalışma durumunu tartışabiliriz. İkinci sefer çocuklarımızı tartışabiliriz. Nasıl yetiştiriyoruz, ne gibi problemlerimiz var. Bu çerçevede İslami harekette yer alan kadınların çalışmalarını tanırız. Bu konuda bütün müslüman basın-yayın organlarını çalışmaya davet ediyorum. Müslüman ülkelerde İslam karşıtı kadın yazarların tercümeleri geliyor Türkiye'ye. Fakat ben Filistin'den, Mısır'dan, Cezayir'den müslüman kadın yazarların olduğunu biliyorum. Belki 20-30 sene gibi zaman zarfı içinde kadınların durumlarının değişeceğini iletişimle birlikte nerede iyi bir şey varsa birbirimize aktarılabileceğini düşünüyorum.

H. Koç: Yıldız ve Hasibe Hanım yapılabilecek şeylerden bahsettiler. Bunları tekrarlamak istemiyorum. Kadın problemi dün olduğu gibi, bugün de hem muhafazakar doğu toplumlarında hem de modern dünyada evrensel bir sorun. Dünya Müslüman Kadınlar Günü'nde sadece tarih içerisindeki belli şahsiyetlerle kalmayıp günümüzün problemleri konuşulup tartışılırsa ve bu konuda dünyada gündem oluşturulursa yararlı olabileceğini düşünüyorum.

H. Alper: Teşekkür ederiz.