Egemenlerin Sanık Sandalyesine Çıkardıkları Müslümanlar

Haksöz

25 Kasım 1995 günü İstanbul-Bağlarbaşı'nda bir yargısız infaz teşebbüsü neticesi ağır yaralı olarak Tamer Aslan ile birlikte Ziver Kartal ve Mehmet Okatan yakalanmış, aynı gün İstanbul'da Av. Hüsnü Yazgan ile birlikle otuza yakın kişi gözlem altına alınmıştı.

Gözlem altında günlerce işkence uygulanan bu müslümanlardan Av. Hüsnü Yazgan ve Ziver Kartal, insanlık dışı işkencelere rağmen İslami onurlarını koruyarak polise karşı direnip müslümanlar aleyhine beyanda bulunmayı kabul etmemişlerdi. Polisin yönlendirmesiyle harekete geçen medyanın da bu müslümanlar aleyhine tam bir kampanya yürütmesi sonucunda tutuklanmışlardı. Mart 1996'da yakalanan İrfan Çağrıcı'nın da davası bu dava ile birleştirilmişti.

İlk tutuklama tarihinin üzerinden yaklaşık bir yıl sonra, nihayet 23 Eylül 1996 günü İstanbul 3 Nolu DGM'de yedisi tutuklu 13 müslümanın yargılandığı davanın ilk duruşması yapıldı.

Av. Hüsnü Yazgan savunmasına, "Tam 302 gün önce 25.11.1995 günü gözlem altına alındık Türk Ceza yargılamasında karanlık bir dönem olan 15 günlük işkenceli gözlem altı süresi sonunda Ümraniye Cezaevine konulduk. Akabinde Bayrampaşa, Bandırma, Bursa, Gebze, tekrar Bursa ve Metris Cezaevine sevk edildik. Henüz mahkemeye bile çıkarılmadan yedi sevk olayı yaşayarak, yedi ayrı cezaevine konulduk. Bu arada üç Adalet Bakanı değişti. Tek başına bu durum bile, yalnız yargı sisteminin tıkandığının değil, aynı zamanda egemen rejimin çürüdüğünün de yeterli bir delilidir" diyerek başladı.

Duruşmaya medyanın ilgisi bir hayli fazlaydı. Lâik medya her zamanki tavrını bu duruşmada da sürdürmüş ve daha duruşma öncesinde müslümanlar aleyhine suçlama, karalama kampanyasını yoğunlaştırmıştı. Müslümanlar ise; "Hesap veriyorlar" manşetleri ile duruşmayı bir gün önceden haber veren holdinglerin borazanı bir kısım medyanın aksine, egemen sistemin zulmünü, haksızlığını, batıl olduğunu vurgulayarak "hesap sordular."

Avukat Hüsnü Yazgan, savunmasına şöyle devam etti; "Ben müslüman bir avukatım. Sahip olduğum İslami kimlik gereği cezaevlerindeki müslümanların sorunları ile ilgilendim. İslami kimlik ve kişiliklerinden dolayı yargılanan müslümanlara hukuki yardımda bulundum ve bulunmaya da devam edeceğim. Egemenlerin zulümleri karşısında olmak bir insanlık borcudur. Zalimlerin zulmü karşısında hakkı haykırmak, susmamak, mücadele etmek her müslümanın görevidir."

Türkiye'de tevhidi bir bilince sahip müslümanlar, polis-medya işbirliği neticesinde kamuoyuna onurlu kimlik ve kişilikleri ile sunulmamakta. İslami mücadele, basit bazı olaylara indirgenip sıradanlaştırılarak sunulmaktadır. Müslümanların Kur'ani esaslar çerçevesindeki tavır ve davranışları Örtbas edilmekte ve bu iş için egemen iktidara kredilerle bağlanmış holdinglerin denetimindeki bir kısım medya kurum ve kuruluşları kullanılmaktadır.

Medyanın bir hayli rağbet ettiği duruşmada özellikle medya-polis işbirliği vurgulandı. Yazgan savunmasının devamında şu ifadelere yer verdi: "Egemen sistemin anayasasına göre bile zanlı konumundaki insanların suçlu ilan edilmesi, bir hukuk ihlâlidir; bir yargısız infazdır. Ne var ki uygulamada bu kural görmezden gelinir ve devletin emniyet (!) birimlerinde günlerce süren işkence sonucu vücudunda kabaca yapılan "tamirat ve tadilat" sonrası ayakta kalabilmeyi başaranlar "basın toplantısı" adı altında teşhir edilir. Basın da henüz yargılanması bile yapılmayan şahısları kamuoyuna cani, katil, terörist vb. yaftalarla sansasyonel bir tarzda sunar. Bu yürürlükteki hukuka göre bir anayasal suçtur. Ama bu ülkede bunun hesabını soracak bir merci yoktur".

H. Yazgan, polisin evine yaptığı operasyon hakkında ise, dosyada mevcut ev arama tutanağını okuyarak, "Dosyadaki tutanağa göre ben yakalanıp poliste işkencem devam ederken, bir gün sonra beni "yakalamak" için tam teçhizatlı bir polis ordusu evime gidiyor. Kapı zilini çalıyor, içerde bir bayan "tamam kapıyı açıyorum" diyor fakat gecikince, beklenmiyor ve kapı "usulüne uygun" olarak açılıyor. Tam teçhizat silah kuşanmış polis ordusu kapıyı kırarak içeri giriyor, bunun adı "usulüne uygun" kapıyı açma oluyor" dedi.

İstiklal Mahkemeleri ile başlayıp Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile devam eden olağanüstü yargılamalara, işkencelere ve kişiliksizleştirme, sindirip susturma kurumlarına dönüşen cezaevlerindeki baskılara rağmen filizlenen Kur'an nesli adım adım ilerliyor. Zalimlerin zulümlerine karşı hakkı haykırıyor. Egemen sistemin çürümüşlüğünü, yegâne bağlayıcı ve meşru sistemin Kur'an'a dayalı ahkâm olduğunu her türlü bedeli ödemeyi göze alarak haykırıyor müslümanlar. Bu haykırışlarını meydanlarda başlatıp, işkencehanelere, cezaevlerine ve duruşma salonlarına taşıyorlar. Artık filizlenip kuvvetlenerek dimdik ayaklan üzerinde duran bu neslin gür sesini kimse susturamaz.

Duruşma salonlarında yükselen onurlu seda yankılanacaktır bütün ülkeye. Egemenler panikleyecek, müslümanların onurlu tavır ve davranışlarını gizlemeye çalışacaklardır. Ama hakkı örtmeye güçleri yetmeyecektir.

Müslümanları göstermelik mahkemelerde yargılayıp cezalar verebilirler, onları tutsak alabilirler. Tehdit ve şantajlarla susturmak isteyebilirler. Ama buna rağmen çürümüş rejimi ayakta tutamazlar.

Sistem dökülüyor. MİT'ten Özel Tim'e, âmirinden memuruna kadar her gün bir yenisi ortaya çıkan üniformalı, üniformasız çeteler; adları örtülü ödenek yolsuzluklarıyla, rüşvet, suiistimal, hırsızlıklarla anılan başbakanlarıyla bakanlarıyla, bürokratlarıyla artık rejim bohçası yama tutamaz durumdadır. Ne işkencehanelerdeki canavarca uygulamalar, ne ümit bağlanan asma kat cezaevleri, ne de olağanüstü mahkemeler bu dökülmüşlüğü, çürümüşlüğü engelleyemez.

Egemen laik anayasal düzeni devirip yerine Kur'an'a dayalı bir devlet kurmak suçu(!) ile yargıladıkları müslümanların onurlu davranışlarını artık halktan gizleyemezler. Çünkü sanık sandalyesine çıkarılan müslümanlar, Kur'an'a dayalı hayat düzeninin insanlığın kurtuluşu için yegane sistem olduğunu, bunun dışındaki sistemleri meşru görmediklerini bu sandalyelerde haykırmaktalar.

Oldukça uzun süren duruşmada tüm sanıklar İslami kimlik ve kişilikle bağdaşmayan suçlamaları reddederek fek suçlarının (!) Allah'tan başkasına kul olmayı kabul etmemek olduğunu belirttiler. Avukatların tahliye taleplerini reddeden mahkeme Hüsnü Yazgan, Tamer Aslan, Ziver Kartal, Mehmet Okatan, Adil Ateş, İrfan Çağrıcı ve Abdülkerim Yağmur'un tutukluluk hallerinin devamına karar verdi ve duruşmayı 15 Kasım 1996 günü saat 15.30'a erteledi.