Giriş
"Amerika'daki Yahudi gücü" özellikle Ortadoğu ülkelerinde, bölge ile ilgili Amerikan kararlarının izahı noktasında çok kullanılan tanıdık bir kavramdır.
Bu kavram, Amerikan dış politikasının oluşturulmasında Yahudilerin siyasî nüfuzunu açıklamaya dönük olmak üzere dünyanın başka birçok bölgesinde de kullanılmaktadır. Gerek bu kavram gerekse bundan türeyen "Yahudi Lobisi" kavramı, çoğunlukla bazen Masonluğu ve benzer bazı örgütleri çağrıştıran bir gizemlilik hâlesiyle kaplanmış bir halde bulunmaktadır.
Adına "Amerikan siyasî karar süreci" denen karmaşık olguyu tanımayı, Amerikan uygulamalarının sebebini anlama noktasında bir gereklilik olarak kabul ediyorsak ve onu etkilemek için çalışmayı gerekli görüyorsak, Amerika'daki Yahudi gücünün oluşum sebeplerini, etkenlerini ve nasıl çalıştığını anlamayı, özellikle Ortadoğu ile ilgili meselelerde Amerikan dış politikasını anlamanın ve bu çerçevedeki sır perdesini aralamanın gereklerinden biri olarak kabul etmeliyiz.
Bununla birlikte tek başına "Yahudi gücü ya da lobisi" kavramı, İsrail çıkarlarını sağlama hedefi doğrultusunda Washington'daki siyasî kararları doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen şeylerin tümünü açıklıyor değildir.
Resmen kayıtlı olan ve Amerikan hâkim gücünün İsrail'le ilgili meselelerdeki kararlarını etkilemeyi kendine görev edindiğini açıkça ortaya koyan birkaç güçlü baskı grubu (lobi), Amerika'da benzer hedefler peşindeki geniş etkin kesimin sadece bir kısmını oluşturmaktadır.
Bununla birlikte Amerikalı Yahudilerin sahip olduğu ve gösterdikleri faaliyetler açısından kendilerinden doğrudan "lobi" olarak söz edilemeyecek birçok güçlü dernekleri ve örgütleri de vardır. Bu örgütlerin büyük bir bölümü, sadece Yahudilerin geniş kesimlerle ilgili işlerdeki eylem birlikteliğini korumak, bu cümleden onları yerel, bölgesel ve federal siyasî faaliyetlere teşvik etmek ve Yahudilerin çıkarları ile ilgili noktalarda yayın ve iletişim alanlarında işbirliği yapmak konularında çalışmaktadır.
Muhtemelen sayıca Yahudilerden az olmamalarına rağmen, Amerika'daki Müslümanların büyük bir çoğunluğunun, sosyal ve kültürel faaliyetlerdeki tecrübesizliklerini, düzenli siyasî ve kültürel faaliyetlere ve örgütlere değer vermeme özelliklerini, daha önce bulundukları ülkelerden Amerika'ya kendileriyle beraber taşıdıklarını görmekteyiz.
Bu siyasî tavırsızlığa bir de derin ayrılıkları ve başka birtakım sorunları eklediğimizde Amerikan toplumunda infialden, siyasî pazarlıklarda oyuna dahil edilmemekten ve asla da edilemeyecek olmaktan başka bir sonucun çıkmadığını görmekteyiz.
Elbette Yahudilerin Amerika'daki gücü, sadece Yahudilerin etkinlikleriyle sınırlı değildir. Amerika'da, üyeleri Yahudi olmamakla birlikte İsrail çıkarlarını Yahudilerden çok daha fazla koruyan başka gruplar da bulunmaktadır. Bu noktada sağcı Hıristiyanlarla (Fundamentalist Hıristiyanlar ya da Siyonist Hıristiyanlar diye de şöhret yapmışlardır) yeni muhafazakarlar da zikredilmeye değerdir.
"Amerika'daki Yahudi gücü" şeklindeki avamî tasavvurla bu konuda nesnel ve gerçekçi incelemeler sonucunda elde edilen birikim arasında kesinlikle bir ayrıma gitmek gerekmektedir.
Birinci tasavvur kadercidir. Bu tasavvur, egemen şartları nazarı dikkate alarak bilinmeyen aktörlerin sınırsız gücünden kaynaklanan "meçhul" ve "esrarengiz" bu güç karşısında ümitsizliği ve teslimiyeti öğütler. Böylece fiilen tam da bu lobilerin istediği davranış biçimine uygun bir zemin oluşturur. İkinci olarak söylenen birikim ise, Amerika'daki Yahudilerin sahip oldukları nesnel gücü, gerçekçi bir şekilde tanımaya çalışır. Şüphesiz ancak böylesine gerçekçi bir tanıma, Amerika'daki Yahudilerin gücü karşısında etkin bir karşı koyuşun yollarını gösterebilir.
Bu makale, birinci tasavvurdan uzak durarak ikinci yolda adım atmaya dönük olarak hazırlanmıştır.1
Bu yazıda öncelikle Amerika'daki nesnel Yahudi gücünü tanımanın gerekliliği kısaca anlatılacaktır. Daha sonra Amerikan siyasetinin oluşumundaki Yahudi nüfuzuna ve bunun geçmişine işaret edilerek böylesi bir nüfuzun nasıl ve hangi araçlarla kazanılmış olduğu incelenecektir. Sonuç bölümünde de Amerika'daki Müslümanların ve Arapların kendi menfaatlerini yürütmeye dönük faaliyetlerine değinilecektir.
Konunun Önemi
Amerikan dış politikasının, dünyanın çeşitli bölgelerindeki önemli, bazen de tayin edici etkisi inkar edilemez. Büyüyen Amerikan ekonomisi ve Amerikan askerî gücü, bu ülkeye uluslararası ilişkilerde benzeri görülmemiş bir etkinlik imkanı kazandırmıştır. O kadar ki, dünyanın herhangi bir bölgesindeki dikkate değer herhangi bir değişim, Amerikan politikalarının tayin edici etkisinden uzak kalamamaktadır.
Gerek Amerikalılar gerekse başka milletlere mensup uzmanlar, ABD'nin dünyanın tek süper gücü olduğu konusunda hemfikirdirler. Fakat hemfikir olunan konu, sadece bundan ibaret değildir. Amerika, ekonomiden askerî güce, diplomasiden kültürel belirleyiciliğe kadar her alanda kendisini en yakından takip eden birçok ülkeyi çok çok geride bırakmıştır.
Paul Kennedy, on yıldan fazla bir zaman önce "Büyük Güçlerin Yükselişi ve Çöküşü" adlı kitabında 500 yıl öncesindeki dünyanın büyük güçlerinin değişim seyrini incelemiş Amerika'nın ekonomik ve askerî gücünün sonraki aşaması konusunda olumsuz görüş belirtmişti. 1990'lı yıllarda ise Amerikan ekonomisinin benzeri görülmedik bir şekilde gelişmekte olduğuna dair bir makale yazmış ve Amerikan gücünden "Mevcut tek süper güç" olarak söz etmiştir. Kennedy'ye göre: "Şimdi güçler arasındaki (ABD ve diğer dünya güçleri arasındaki) fark, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar fazla açılmıştır."
Kennedy, ayrıca şunları belirtiyor: İngiliz imparatorluğunun zirvede olduğu dönemde "İngiliz deniz gücü, güç sıralamasında ikinci sırada yer alan iki ülkenin deniz gücüne denkti." Halbuki halihazırda "Amerikan askerî bütçesi, tek başına (329 milyar dolar, 2003 tarihinde 377 milyar dolara çıkacaktır.) sıralamada Amerika'nın hemen ardından gelen 9 ülkenin askerî bütçesinin toplamına denktir."
Kennedy'nin belirttiğine göre, Amerika'da yeni mâlî yılda askeri bütçede sadece arttırılması önerilen 48 milyar dolarlık rakam, İtalya'nın tüm askerî bütçesinden iki kat ve İngiltere'nin tüm askerî bütçesinden ise (32 milyar dolar) üçte bir oranında daha büyüktür. (Halbuki İngiltere, nitelik açısından dünyanın ikinci önemli askerî gücüdür.)
Kennedy'ye göre böylesine devasa bir bütçenin sadece askerî harcamalara ayrılmasını mümkün kılan tek şey Amerikan ekonomisinin gücüdür. Kennedy, "Büyük Güçlerin Yükselişi ve Çöküşü" adlı kitabında 1980'lı yılların sonundaki Amerika'yı, gayrî sâfî yurt içi üretimi, dünyadaki tüm üretimin yüzde 22'sine denk olduğu için tükenmekte olan bir güç olarak nitelemişti. Son makalesinde ise Amerika'nın gayrî sâfî yurt içi hasılasının tüm dünyanınkinin aşağı yukarı yüzde 30'u olduğunu belirtmekte ve bu devasa askerî bütçenin, Amerikan gayri sâfî yurt içi hasılasının yüzde 3.2'sine ulaşmamasından dolayı rahatlıkla tahammül edilebilir2 olduğunu ifade etmektedir.
Böylesi bir gücün liderliği tarafından alınacak kararların, uluslararası ve bölgesel değişimlerde tayin edici etkiler yaratacağından hiç kuşku duyulmamalıdır. Şüphesiz Amerikan ekonomik ve askerî gücü, Amerikan dış politikasında uygun bir tercüman bulmuş ve bu da onun etkinliğini ve işlevselliğini arttırmıştır. Bu yüzden Amerikanın uluslararası tavırları ve bu tavırların nasıl oluştuğu son derece önemlidir. Amerikan dış politikasının esaslarının belirlenmesinde yardımcı olan her şey, küçük bile olsa etkili olduğu için son derece büyük bir öneme sahiptir.
Amerikan hükümetinin dış politika ile ilgili konularda karar alma sürecinin niteliğine ve sınırlı bir süre için karar verici organların başkanlığında yer alan şahısların güçlerinin sınırlılığına dair nesnel ve gerçekçi bir bilgi kazanmanın zarureti, son derece önemlidir.
Bilgisizlik, eksik bilgi, tahmine, zanna, ön yargıya, mesnetsiz varsayımlara dayalı yaklaşımlar, ülkelerin ulusal çıkarları için vahim zararlara sebep olabilir.
Bu genel esaslar çerçevesinde, Yahudilerin Amerika'daki nüfuzları ve oynadıkları rol, ancak gerçekçi bir şekilde incelenip nesnel veriler halinde ortaya konarak anlaşılabilecektir. Bu noktada hedef, İsrail yanlısı lobilerin Amerika'daki karar alma süreci üzerinde nasıl ve ne ölçüde etkili oldukları konusunda ön yargıdan uzak, nesnel ve titiz bilgiler kazanmak olmalıdır.
Açıktır ki, ciddi bir şekilde kendi ulusal çıkarlarının peşinde olan devletler, Amerika'daki karar alma sürecinin nasıl gerçekleştiğini anlamaya olağan üstü bir önem vermekle kalmıyorlar; bu anlamayı, bu süreci etkilemenin bir ön adımı olarak da değerlendiriyorlar.
Bu yüzden geçtiğimiz on yıllar boyunca, dış politika alanında mevcut Amerikan yasalarının3 tanıdığı serbestlik sayesinde şekillenmiş olan ve çoğunlukla millî ve dinî telkinlere dayalı baskı grupları (lobiler), kendi görüşleri doğrultusunda Amerikan dış politikasında son derece önemli bir rol oynadılar.
Amerikalı Almanlar, Amerikalı İrlandalılar, Amerikalı Kübalılar vs. gibi gruplar, bu noktada dikkate değerdir. Resmî Amerikalı Yahudi lobisi de esasen bu çerçevede ele alınmalıdır.
Bu doğrultuda gerek büyük gerekse orta halli tüm dünya ülkeleri, Washington'da farklı derecelerde nüfuz grupları oluşturmakta ya da bu grupları desteklemektedir. Bu gruplar, kamuoyunu ve hükümeti, çeşitli şekillerde etkilemek için yoğun bir şekilde çalışmaktadır.
Amerika'daki Yahudilerin Rolü ve İsrail Karşısında Amerikan Devlet Politikası
Amerikan Başkanı George Bush'un Cumhuriyetçi Parti'de 24 Haziran 2002 tarihli konuşmasını, bir Amerikan başkanının yaptığı sadece en İsrail yanlısı konuşma değil, temsilciliğini Ariel Şaron'un yaptığı en İsrail sağı yanlısı konuşma olarak değerlendirmek mümkündür. Bu noktada asıl şaşırtıcı olan, böylesi bir tutumun Cumhuriyetçi bir hükümet tarafından sergilenmiş olmasıdır. Zira Cumhuriyetçiler, Demokratlara oranla çok daha az İsrail yanlısı idi ve sürekli olarak Araplarla da normal ilişkiler kurmaya çalışırlardı.
Bush, İsrail'in Batı Şeria'ya yönelik saldırısının ilk günlerine denk gelen 4 Nisan 2002 tarihli önceki konuşmasında açıkça "İsrail'in Batı Şeria'dan çekilmeyi başlatmasını" istemişti. Kendisi, yaklaşık olarak bir hafta sonra da bu isteğini ikinci kez çok daha vurgulu bir şekilde ifade etmişti. Fakat, İsrail yanlısı lobiyle onların Amerika'daki destekçilerinin seferber olması üzerine, bir kenarda durup İsrail'in işgal altındaki topraklarda gerçekleştirdiği operasyonları izlemeğe mecbur olmuştu. Bush'un, Şaron'u işgal altındaki topraklardan çıkarma konusundaki güçsüzlüğü, Powell'ın 2002 Nisanında, İsrail'in işgal altındaki topraklardaki saldırılarını sürdürdüğü bir sırada bölgeye yaptığı neticesiz ziyaret ve son olarak da Bush'un 24 Haziran'daki konuşması, Amerika ile İsrail'i birbirine bağlayan stratejik, siyasî, kültürel ve dinî bağların gücünü göstermektedir. Bu, kongre, kamuoyu, seçimler ve seçim yatırımları gibi hususlar düşünüldüğünde Amerikan ulusal çıkarlarına aykırı dahi olsa, Amerikan politikacıları açısından İsrail etkisinden uzak kalmanın oldukça zor olduğunu göstermektedir. O kadar ki, hatta bir başkan bile kendinin ve partisinin siyasî konumunu ve itibarını korumakla, ilan edilen politikalardan taviz vermek arasında tercihe zorlanmaktadır. Nitekim Amerika, İsrail'in yaptıkları yüzünden birçok ülke tarafından eleştirilmekte ve kınanmaktadır.
George Bush'un 24 Haziran'daki konuşması, 4 Nisan'dan beri yaptığı konuşmalar içerisindeki en olumsuz konuşmaydı. Halbuki o, 4 Nisan'da açıkça "Bir Filistin devleti kurulması hedefini" desteklemiş ve İsrail ile kurulacak Filistin devletinin bir arada yaşamasını bir çözüm yolu olarak ortaya koymuştu. Daha sonraki konuşmasında "Filistinliler demokrasiyi kabul etmeleri, yolsuzlukla mücadele etmeleri ve terörü şiddetle reddetmeleri durumunda Amerika'nın geçici bir Filistin devleti kurulmasına yönelik desteğini bekleyebilir." dedi.
Bush, 24 Haziran'daki konuşmasında barışın gerçekleşmesinin "yeni ve farklı bir Filistin liderliğine" bağlı olduğunu söyledi ve Amerika'nın, kurulacak bir Filistin devletine olan desteğinin, Filistin halkının "yeni bir liderliğe ve yeni kurumlara sahip olmasına ve komşularına karşı yeni güvenlik tedbirleri almasına" bağlı olduğunu söyledi. Ayrıca "Bugün Filistin liderleri, terörizme karşı çıkmıyorlar, tersine onu destekliyorlar." dedi.
Bush, Colin Powell ve Rumsfeld'i de yanına alarak Beyaz Saray'da yaptığı bu konuşmasında daha önceki konuşmasının aksine İsrail'in Batı Şeria'dan çekilmesine yönelik olarak hiçbir şey söylemedi. Halbuki bu konuşmanın yapıldığı sırada bu bölgedeki 7 büyük şehir, İsrail'in çeşitli derecelerdeki işgali altında bulunuyordu.
Bush, İsrail'in Eylül 2000 öncesi (İntifadanın başlamasından önceki) duruma dönmesinin güvenlik konusunda sağlanacak ilerlemelere bağlı olduğunu ifade etti ve şunları söyledi: "İsrail, vatandaşlarının öldürülmesi durumunda kendisini savunmaya devam edecektir."4
Bush'un 24 Haziran 2002'de söyledikleri, Likud partisi tavrının bir Amerikan başkanı tarafından kabul edilmesi demekti ki böylesi bir şey daha önce hiç gerçekleşmemişti. Bundan daha da önemlisi böylesi bir tutumun Cumhuriyetçi bir hükümet tarafından sergilenmiş olmasıdır. Bu durum yaşanmakta olan değişimin önemini çok daha fazla arttırmıştır.
Carter ve Regan dönemlerinde ABD'nin İsrail büyükelçiliği görevini yürüten Sam Lewis'in deyimiyle: Bush'un bu açıklamaları, "Bir ABD başkanının, İsrail sağının barışın sağlanması için atılması gereken ön adım konusundaki yorumunu neredeyse tamamen kabul ettiği anlamında kesin bir hüküm içeriyordu. Ayrıca bu açıklama, Bush'un terörizmle mücadele konusunda hangi önceliğe inandığını da göstermektedir."
Bu konuşma Bush'un: "Bizim dışımızdakiler, terörizmle mücadelemizde ya bizden yanadırlar ya da teröristlerden yanadırlar" sloganıyla tam bir uyum içerisindedir. Bununla Ortadoğu şartlarında "Filistin liderliği" teröristlerden yana bir konuma yerleştirilmektedir. Bu ise Şaron hükumetinin uzun zamandan beri propaganda etmekte olduğu şeydir.5
Bu konuşmadan sonra birçok kişi, Bush'un bu sözlerinin Ortadoğu gerçeklerine dayalı olmadığını, bunun Amerikan iç politikasını göz önünde bulundurarak yapılmış bir konuşma olduğunu fark etmiştir. Sadece Yahudi lobisi ve Amerika'daki Yahudi seçmenler değil, Bush'u iktidara getiren koalisyonun önemli bir kısmını oluşturan sağcı Hıristiyanlar ve "Yeni Muhafazakarlar" da bu konuşmanın en önemli hedef kitlesiydi. ABD'de yapılan bir kamuoyu araştırması, Filistinlileri destekleyenlerin oranını yüzde 15'ten az gösterirken, Amerika'daki siyasî aktivistlerin dikkate değer bir kısmının İsrail yanlısı olduğu bilinmektedir.
Amerikan ölçütlerine göre işlerini yürütmeyi ve yeniden seçilmeyi düşünen bir ABD başkanının kendi çıkarına olan bir yolu tercih edecek olması doğaldır. Nitekim çoğu kimse baba Bush'un 1992'de işgal altındaki topraklarda yeni Yahudi yerleşim merkezleri kurmaya çalışan sağcı İsrail hükümetiyle ters düşmesinin onun seçim yenilgisi almasında çok etkili olduğunu düşünmektedir.
Sonraki bölümlerde göreceğimiz üzere Yahudi lobisi, ve özellikle de İsrail'in Yahudi olmayan taraftarları, Bush'un yukarıda söz konusu edilen iki konuşması arasındaki üslup farkında çok etkili olmuştur. İsrail yanlısı lobilerin ABD kongresi üzerindeki nüfuzunun, onların yürütme gücü üzerindeki nüfuzlarından çok daha fazla olduğu konusuna ilişkin ileride daha açıklayıcı bilgiler verilecektir.
Geçmiş
Yahudilerin Amerika'daki karar alma süreci üzerinde etkili olma yönündeki ciddi çabalarının geçmişi, 2. Dünya Savaşı sonrasının ilk yıllarına uzanmaktadır. Bir taraftan İsrail'in kurulması, diğer taraftan da Amerika'nın 2. Dünya Savaşı'ndan en güçlü ülke olarak çıkması, Amerikalı Yahudileri, İsrail devleti için Amerikan desteğini kazanma arayışına sevk etti. Onlar, tersi bir durum olması durumunda yani Amerika'nın Arap ve İslam ülkelerini desteklemesi ya da bir anlamda tarafsız kalması durumunda, hem İsrail'in hem de kendilerinin Yahudilerin genel çıkarlarını temin etmek üzere başka bölgeler aramak zorunda kalacaklarından şüphe etmiyorlardı.6
İnsan hakları boyutu ve Yahudi meselesine olan sempati, Amerika'daki Yahudi gücüne ait nüfuzun şekillenmesini başlattı.
Yahudilerin Avrupa'da incitilmesi ve bazı Amerikalıların iki dünya savaşı arasında Yahudilere yardım etmemekten kaynaklanan suçluluk duygusu, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Yahudilerin Amerikan toplumuna çeşitli düzeylerde kabul edilmesine uygun zemin hazırladı.
Daha sonra soğuk savaşın başlaması ve iki süper gücün nüfuzlarını Ortadoğu'ya yayma konusunda rekabete girişmesi, Yahudi meselesinin jeopolitik ve stratejik boyutlar kazanmasına sebep oldu. Bu mesele, özellikle 1967 yılındaki 6 gün savaşından sonra artan bir önem kazandı.
Bu konuya eklenen diğer bir boyut da taraflarını "demokrasi"de birleşir tarzda ortak bir siyasal düzene ve muhtemelen ortak toplumsal ve siyasal değerlere inanmalarıdır.
Daha ileri düzeyde bakacak olduğumuzda Amerikan toplumunun belli bir kısmının, itikadî meselelerde Yahudi-Hıristiyan müştereklerini de bu bütüne eklediklerini görmekteyiz. Bütün bu faktörler, Amerika'daki Yahudi toplumunun faaliyetleri için uygun zeminler yarattı.
Yahudiler, 2. Dünya Savaşı'nın hemen ardından Amerikan toplumundaki nüfuzlarını kararlı bir şekilde genişlettiler ve bu yöndeki çalışmalarını hukukî ve medenî alanlarda ve bir azınlık olarak onların konumlarını doğrudan etkileyen temel özgürlükler alanında genişlettiler.
Onların faaliyetlerinin ilk adımı Demokrat Parti'de oldu ve bu hâlâ devam etmektedir. İsrail'in kurulması da Amerikan Yahudilerini dış politikaya ilgili kıldı, bu süreç özellikle 1967'de hız kazandı.
Amerikalı Yahudiler, çok uzun bir süre boyunca sadece iki defa geri adım attılar. Birincisinde Süveyş Kanalı'nın İsrail, Fransa ve İngiltere tarafından ele geçirilmesi sırasında Eisenhower'ın ültimatomu (Kruschev ile birlikte) söz konusu üç ülkenin geri çekilmesine sebep oldu. Bu ise Amerikalı Yahudilerin Cumhuriyetçi Eisenhower hükümetine öfke duymasına yol açtı. İkincisi, 1990'lı yılların başlarında (Baba) Bush dönemindedir. Yahudiler, bu dönemde Bush'u İsrail karşıtı adımlar atmakla suçlamışlardır.
Onların rahatsızlığı, İsrail'in, Irak'ın kendisine yönelik füze saldırısına karşılık vermesinin Amerika tarafından engellenmesiyle başlamıştı.
Bush'un ve Dışişleri Bakanı James Baker'in İzak Şamir hükümetini 1991 Ekimindeki Madrid Barış Konferansına katılmaya zorlaması, ABD'li Yahudileri kızdıran bir başka husus oldu.
Nihayet Bush hükümetinin işgal altındaki topraklarda Yahudi yerleşim merkezleri kurulmasına muhalefet etmesi ve Kongreden İsrail'e yapılacak maddi yardımı ertelemesini istemesi, Washington'daki İsrail yanlısı lobi açısından bardağı taşıran son damla oldu.
Bazıları, Bush'un 1992 seçimlerinde Clinton karşısında aldığı yenilgiyi, Yahudi lobisinin Bush'a karşı olmasıyla açıklamaya çalıştı. Bush'un yenilgisinde oy oranı itibariyle Yahudi lobisinin rol oynamış olması imkansızsa da Demokratların, o dönemde Cumhuriyetçiler ile Yahudiler arasındaki ayrılıktan en üst düzeyde faydalanmaya çalıştığından şüphe yoktur.
Clinton'un yardımcısı Al-Gore, 2000 yılında düzenlenen bir AIPAC toplantısında şunları söyledi: "Aşağılayıcı ilişki kavramını propaganda eden ve böylece İsrail'e ayrılan ödeneği İsrail'i korkutmak için bir sopa gibi kullanmaya çalışan Bush'un danışmanlarına karşı çıkışımı hatırlıyorum."7
Savaştan sonraki 15-20 yıl içerisinde kilit noktadaki birkaç siyasal tavır, Amerika'daki Yahudi azınlığın etrafında gizemli bir siyasal güç halesi oluşmasına yardım etti. Bu, Yahudi örgütlerinin açıkça kavrayamadıkları, ama buna herkesi inandırmaya çalıştıkları bir güç halesiydi. Burada önemli olan, Amerika'daki tüm siyasî yelpazenin bunu ciddiye almalarıydı. Amerikan Arap Enstitüsü başkanı James Zogby: "80 Kongre üyesi, İsrail'den çok Arap-Filistin tezine yakın olmasına rağmen, bunların çoğunun İsrail lobisinin gücü konusunda oluşmuş olan kanaatten dolayı, bu düşüncelerini açıklamaktan çekinmekte" olduklarını söylüyor.8
Senatör Charles Percy'in (Illinois eyaleti Cumhuriyetçi adayı) 1984'teki yenilgisi, Yahudilerin onun rakiplerine geniş ölçüde seçim yardımında bulunmasına bağlandı. Yahudilerin Charles Percy'den rahatsızlıkları, onun bazı askerî teçhizatın özellikle de Awacsın Suudî Arabistan'a satışı sırasında oynadığı rolden kaynaklanmaktaydı.
(Percy, zihinlerin bir köşesinde saklı kalsın) Daha sonraki yıllarda öyle bir noktaya gelindi ki, pratikte temsilcilerin zihni, oy zamanı yaklaştığında İsrail'e yönelik tasarı ve tekliflerle meşgul olmaya başladı. Yahudi gazetesi Forward'ın yazı işleri müdürü J.J. Goldberg'in deyimiyle: "Kongrede 'Yahudilerin kırmızı çizgisinin geçilmemesi gerekiyor, aksi taktirde isminin altı çizilir' şeklinde bir yargı oluştu." O, daha sonra sözlerine şunları ekliyor: Yahudilerin böylesi bir zımnî tehdidi hayata geçirmeye güçlerinin yetip yetmeyeceğinin çok fazla bir önemi bulunmuyor; çünkü birçoğu, onların bunu yapabileceklerine inanıyor.9 Kongredeki Yahudi gruplar, "Terörizme karşı mücadele olarak İsrail ideali" ve "Ortadoğu'daki tek demokrasi" söylemlerinin, seçmeni ve Amerikan kongresini motive eden etkenler olduğunu iddia etmektedirler. Yahudi grupları bu iddianın ispatı için şu örneği zikretmektedirler. Kongrede İsrail lehine ve Filistin aleyhine gündeme getirilen tasarılara, İsrail yanlısı lobilerin beklentilerinin bile üstünde bir öncelik verilmektedir.
Amerika'daki Yahudi liderlerin söylediklerinden ve yazdıklarından şu iki konuda kaygılandıkları ortaya çıkmaktadır. Birincisi, İsrail'in yok olmasıdır.10 (İsrail ordusunun dünyanın en güçlü dördüncü ordusu olarak nitelendirilmesine rağmen) İkincisi ise, Yahudi kavminin tarihî tecrübesinin de ortaya koyduğu gibi, Amerikan siyasî gücünden yararlanılmaması durumunda Amerikan toplumunda ve dünyanın diğer bölgelerinde çeşitli tehlikelerle karşılaşılmasıdır. Sonuç olarak tüm alanlardaki siyasî faaliyetler, Amerika'daki Yahudiler açısından bir çeşit "siyasî fariza" haline getirilmiştir.
Yahudiler, geçen yarım yüzyıl boyunca Amerika'nın Ortadoğu politikaları üzerinde her zaman belli bir nüfuza sahip olmuştur. Ama onların bu etkinlikleriyle orantılı başarıları, 11 Eylül'den sonra her zamankinden çok daha fazla artmıştır. Bu durum hem Kongreye hem de kamuoyu yoklamalarına yansımıştır. Filistinlilerin İsrail'deki şehadet operasyonları da bu meselede çok etkili olmuştur. Çünkü "bu operasyonlar İsrail'de başarıya ulaştıkça dünyanın diğer yerlerinde de başarıya ulaşacaktır, 11 Eylül de bunun bir benzeridir." tarzında birçok propagandalar yapıldı. Sonuç olarak daha önce Amerika'da İsrail'e yönelik böylesi bir desteğin benzeri görülmüş değildi, tarih boyunca da bir ülkenin içinde bir başka ülkeye bu kadar büyük bir desteğin verildiği çok az görülmüştür.
11 Eylül'den sonra Amerika'daki İsrail yanlısı lobi, 11 Eylül'ün İsrail'e yönelik olumsuzluklarını gidermek, terörizm konusunda Amerikan ve İsrail görüşlerini birbiriyle kaynaştırmak, terörizmle mücadeleyi Amerika ve İsrail'in ortak savaşı olarak propaganda etmek hedeflerine dönük olmak üzere tüm alanlarda seferberlik başlattı. Bu çerçevede şu örnek zikredilmeye değerdir. 13 Eylül 2001'de Richard Pearl, Frank Gaffney, William Kristol ve Kirk Patrick gibi Amerikalı muhafazakarlar tarafından kurulan "Demokrasileri Savunma Vakfı" 'eğer "intihar stratejisi" bir yerde başarılı olursa, her yerde zafer kazanacaktır' içeriğine dayalı bir televizyon reklamı yayınlatmaya başladılar.11
Yahudilerin nüfuzu, Amerikan kamuoyunda ve Kongrede İsrail'e destek şeklinde tecessüm etmektedir. Onların medyadaki, devlet kademelerindeki ve bazı araştırma merkezlerindeki nispeten sınırlı nüfuzları daha sonra gelmektedir. New York birinci senatörü Charles Schommer ve Amerikan senatosundaki İsrail'in en ateşli taraftarlarından biri olan bir senatör, Amerika'da İsrail taraftarlarının siyasî güçleri konusunda üç alandan söz etmektedir. O, Kongrenin Amerika'daki diğer kurumlardan çok daha fazla İsrail yanlısı bir kurum olduğunu belirtmektedir. Onun tabiriyle, Amerikan kamuoyu, ikinci sırada, Beyaz Saray ise son sırada yer almaktadır.
ABD'deki Yahudi Gücünün Asli Üsleri
Aşağıda ABD'deki Yahudi gücünün üslerine kısaca işaret edilecektir.
Kamuoyu
ABD'deki olumlu kamuoyu, Yahudi örgütlerin bu ülkedeki faaliyetleri için uygun zemin yaratmakta ve ABD ile İsrail arasında yakın ilişkiler kurulmasını sağlamaktadır.
Amerikan halkının olumsuz görüşlerinin, Yahudi lobilerinin kurduğu dengeyi bozacağından şüphe yoktur. Fakat geçen on yıllar boyunca yapılan geniş kamuoyu yoklamaları, ABD kamuoyunun çoğunlukla İsrail yanlısı olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu açıdan mevcut göstergeler, Avrupa ile ABD kamuoyunun İsrail konusundaki yaklaşımlarının birbirinden oldukça farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Nisan 2002 tarihindeki İsrail ile Filistinli mücahitler arasındaki çatışmaların doruk noktaya çıktığı bir sırada ABD'de yapılan geniş kapsamlı bir miting, İsrail'in lehine gerçekleştirilmiştir. Halbuki Avrupa şehirlerinde Filistin taraftarları, muhaliflerine oranla daha büyük mitingler gerçekleştirdiler. 5 Mayıs'ta New York'ta düzenlenen "İsrail'e karşı İslam" yürüyüşünün tertip komitesi başkanının iddiasına göre, Bu yürüyüşe katılmak için 100 bin kişi ismini yazdırmış ve 700 ila 800 bin kişi de bu gösteriyi izlemek üzere caddelere çıkmıştır.12 15 Nisan'da Washington'daki İsrail lehine yapılan bir başka gösterinin tertip komitesi başkanının iddiasına göre de bu gösteriye 60 bin kişi katılmıştır. Bağımsız ya da muhalif kaynakların bildirdiklerine göre de bu rakam 25 bin ile 40 bin arasında değişmektedir. (Bu miting bir bakıma George Bush'un 4 Nisan'daki konuşmasına itiraz amacıyla yapılmıştı.) Kamuoyu araştırmaları, ABD'lilerin çoğunluğunun İsrail'i destekler tavrını daha açık yansıtmaktadır. Bu kamuoyu araştırmalarına göre her 3 ABD'liden biri İsrail'i desteklemektedir. Halbuki Avrupa'da bu rakam 2'de bir oranında Filistinlilerin lehinedir. Nisan 2002 tarihinde Gallup ve NBC tarafından yapılan bir kamuoyu araştırması, ABD halkının İsrail'e olan sempatisinin 5 yıl önce yapılan kamuoyu araştırmalarına göre % 10 oranında artmış olduğunu ortaya koymaktadır. Bu kamuoyu araştırmalarına göre ABD'de Filistinlilere yönelik sempati, yüzde 11 iken bu rakam geçmişte yüzde 15 oranında bulunuyordu. Aynı kaynağa göre nisan ayında ABD'lilerin yüzde 59'u İsrail'in Batı Şeria'daki askerî operasyonlarının "Amerika'nın Afganistan'da Usame bin Ladin'e karşı gerçekleştirdiği askerî operasyonlardan farksız" olduğuna inanmaktadır. Bu ankete cevap verenlerin yüzde 70'i Filistinlilerin taktiklerini bir savaş olarak değil, "terörizm" olarak görmektedirler. Buna karşın bu ankete cevap verenlerin yüzde 53'ü İsraillilerin Filistin hedeflerine yönelik girişimlerini savaş olarak nitelemekte ve sadece yüzde 30'luk bir kesim, bunu "terörizm" olarak görmektedir.13
Kongre
ABD kamuoyunun İsrail yanlısı eğilimi, Kongreyi İsrail çıkarlarına sevk eden önemli bir rol oynamaktadır. Ayrıca kamuoyunun şekillenmesinde ve bunun sonuçlarının en üst düzeyde gerçekleşmesinde, Yahudi lobilerinin izlediği taktiklerin çok önemli bir rolü bulunmaktadır. Kongre, 1980'li yılların sonlarından beri, ABD'nin İsrail'e yönelik yaptığı 3 milyar dolarlık özel ekonomik ve askerî yardım konusunda çok önemli bir rol oynamıştır. Kongrenin İsrail lehine olan bu tür tasarıları kabul etmekle oynadığı rol, İsrail'in daha fazla desteklenmesini sağlarken, Araplara yönelik baskının da daha da artmasına ve ülkedeki medya propagandasının oluşumuna yardım etmiştir.
Temsilciler Meclisi'nde ve Senato'da 2 Mayıs 2002'de kabul edilen iki karar, İsrail yanlılarının ABD yasaması üzerindeki nüfuzunu açıkça göstermektedir. Bu iki kararın yürütme üzerinde ilzam edici bir yönü bulunmuyorsa da yürütme gücü, Ortadoğu politikalarını oluştururken, bu kararları dikkate almazlık edememektedir. İsrail'in nisan ayında Batı Şeria'ya yönelik giriştiği saldırıların ve İsrail güçlerinin Cenin'de gerçekleştirdiği cinayetlerin hemen ardından kabul edilen bu iki karar, Kongre'nin İsrail'e ve Şaron'un işgal altındaki topraklarda giriştiği cinayetlere tam destek verdiğini ortaya koyuyordu.
Senato'daki, 100 senatörden 94'ü bu karar tasarısına olumlu oy verdi. 2 senatör buna, muhalif oy verirken, 4 senatör de oylamaya katılmadı. Senato'daki karardan çok daha sert olan Temsilciler Meclisi'ndeki oylamalarda ise, 435 kişiden oluşan temsilcilerin 352'si, karara olumlu oy verirken sadece 21'i buna karşı oy kullandı. Temsilciler meclisindeki kararda "Yaser Arafat'ın barışı gerçekleştirme konusunda uygun bir ortak olmamasından" endişe edildiği belirtilmekteydi. Senato'daki ve Temsilciler Meclisi'ndeki bu iki kararda "Amerika ve İsrail'in terörizme karşı birlikte mücadele ettikleri" belirtilmekte ve İsrail'in Filistin topraklarında yaptıkları, terörist alt yapıyı yok edip, halkının güvenliğini sağlamaya dönük tedbirler olarak tanımlanmakta ve bununla dayanışma içerisinde olmak gerektiği bildirilmekteydi.14
Dikkate değer bir Arap nüfusun yaşadığı Michigan Eyaletinin Demokrat Partili senatörü olan David E. Bonior, Temsilciler Meclisindeki kararla ilgili olarak şöyle demiştir: "Bu karar, İsraillilerin Filistinlilere yönelik olarak yaptıklarını körü körüne desteklemekte ve Filistinlilerin nesiller boyunca katlandıkları sıkıntıları, tümüyle yok saymaktadır." Senato'daki karara olumsuz oy veren senatörlerden Ernest B. Hollings, (D. South Carolina) ve Robert C. Byrd, (Democrat of West Virginia) senatörlerin, seçim sırasında maddî yardım almak peşinde olduklarına işaret etmiştir.
Çoğunluktaki Cumhuriyetçilerin, aynı zamanda da Hıristiyan sağcıların lideri olan Dick Armey, Temsilciler Meclisi'ndeki oylamadan önce Oslo Anlaşması aleyhinde bile konuşma yapmıştır. MSNBC televizyonundaki Hardball programındaki mülakatında şöyle demektedir: "İsrail'in tüm Batı Şeria'yı kendi topraklarına katmasından memnun olacağım." Bu programın devamında kendisine yönelik yöneltilen bir soruya cevaben de: "Artık Filistinlilerin bu bölgeyi terk etmesi gerektiği inancını taşımaktayım" demişti. Armey, birkaç saat sonra, önceki sözlerini biraz düzeltmeye çalışarak şöyle demektedir: "Yalnızca terörizmi destekleyen Filistinliler sürgün edilmelidir."15
Senato'daki çoğunluğun lideri olan ve aynı zamanda da 2004'teki başkanlık seçiminde Demokrat Partinin muhtemel adaylarından biri olan Tom Dashell AIPAC'taki bir toplantıda Avrupa'yı, Arapları ve BM makamlarını eleştirerek onları anti semitist olmakla ve Yahudi devleti konusunda samimi olmamakla suçlamış ve şöyle demiştir: "ABD'nin, İsrail'e olan desteği mutlak ve sarsılmaz olmalı ve ABD, İsrail'in askerî üstünlüğü konusunda verdiği taahhüde bağlı kalmalıdır."16
Elbette İsrail'in aşırı bir şekilde desteklenmesinden dolayı ABD'nin arabulucu konumunun zayıflamasından endişelenen bazı insanlar da mevcuttur. Saygın bir dış politika uzmanı olan Cumhuriyetçi senatör John Warner oylamadan önce kendisine yöneltilen Filistin karşıtı karara oy verip vermeyeceğine ilişkin bir soruya: "Henüz karar vermedim... Amerika'nın bölgede oynadığı arabulucu rolünün zayıflatılmasına gerek var mı diye endişe ediyorum"17 şeklinde cevap vermişti.
Yahudilerin ABD kongresindeki nüfuzlarında kamuoyunun, ülkedeki genel havanın, Yahudi seçmenlerin ve onların yaptıkları seçim yardımlarının dışında hem resmî Yahudi lobisinin örgütlü faaliyetlerinin hem de buna karşı çıkan örgütlü bir muhalif sesin bulunmamasının çok önemli bir etkisi bulunmaktadır. Meclis uluslararası ilişkiler komitesi başkanı ve Temsilciler Meclisi üyesi Henry Hyde son durumu açıklarken: "İsrail yanlısı lobi, Temsilciler Meclisi üyelerinin üzerinde fazlaca konuşmasını gerektirecek bir şey değildir." demekte ve Ortadoğu meselesi ile ilgili olarak İsrail yanlısı lobilerin kendisine müracaat ettiklerini; ama Arap ya da ABD'li Müslüman grupların kendisinin yanına bile gelmediklerini belirtmektedir. Hyde, ayrıca bundan dolayı kendisinin başkanlığını yaptığı komitenin uzun yıllar boyunca İsrail çıkarlarına hizmet eden kararlar aldığını ve bu yüzden de "küçük Knesset" diye ün yaptığını ifade etmektedir.18
Kongre, mâlî konulardaki rolü itibariyle İsrail'e yaptığı yıllık 3 milyar dolarlık ekonomik ve askerî yardımla İsrail açısından kader tayin edici bir rol oynamaktadır. 1989 yılından beri artarak devam eden bu yardımlar, hiçbir kayıt ve şart olmaksızın en iyi koşullarda yapılmaktadır. İsrail yanlıları, bu yardımların İsrail hükümetinin izlediği politikalarla hiçbir ilgisinin bulunmaması konusunda hassasiyet göstermektedir.
ABD kongresinde Yahudilerin artan orandaki mevcudiyetleri de kongrenin İsrail çıkarlarını güçlü bir şekilde savunuyor oluşunda önemli bir etkendir. Tarihsel açıdan Yahudiler, yoğun faaliyetlerine rağmen seçimle yüksek mevkilere gelememiş idiyse de, bu durum geçen on yıl içerisinde değişmeye başladı. Mevcut kongrede (107 kişi) 10 Yahudi bulunmaktadır (yüzde on) bu cümleden, etkili isimlerden Joseph Liberman 2000 yılındaki başkanlık seçiminde Al-Gore'un başkan yardımcısı adayıydı. Yahudiler Temsilciler Meclisi'nde de 27 üye ile (yüzde 6) temsil edilmektedir.
Bu arada Kongre üyelerinin kendilerinin güçlü, tehditkar ya da saldırgan bir lobinin etkisi altında kaldıkları yönündeki ifadelerden alındıklarına ve bunu kendileri için bir hakaret saydıklarına da dikkat çekmek gerekmektedir. Onlar, dış politikayla ilgili olarak kendi yargılarına ve değerlendirmelerine göre karar verdiklerini iddia etmektedirler.
Yürütme gücü
Hükümetin tayini üzerindeki nüfuz, ABD'deki Yahudilerin gücünü gösteren diğer bir unsurdur. ABD'deki yürütme organı, Kongre ve genel kamuoyuna göre İsrail yanlısı lobilerin etkisinde daha az kalmaktadır. Demokratlarla Cumhuriyetçilerin İsrail yanlısı lobilerin nüfuzu karşısında farklı tavırlar takındıkları bu son döneme kadar, CIA ve Dışişleri Bakanlığı, Yahudi nüfuzuna karşı direnen önemli merkezler olarak söz konusu edilirdi. Fakat şimdi her iki parti farklı şekillerde de olsa, dikkat çekici bir şekilde söz konusu lobilerin etkisi altında bulunmaktadır.
Clinton döneminde, birer Yahudi olan Dennis Rose ve yardımcısı Aaron Miller Clinton'un İsrail Filistin meselesi konusundaki özel temsilciliği görevine getirildiler. Yine Clinton, ilk defa bir Yahudi'yi, Martin Indyk'i ABD'nin İsrail büyükelçisi olarak tayin etti. (Bu arada şunu da söylemek gerekir ki, bunların hepsi, İsrail İşçi Partisinin görüşlerine ve barış karşılığı toprak fikrine inanan insanlardı.)
Clinton'un ABD Yüce Divanı için atadığı iki yargıç Yahudi'ydi. Clinton'un ulusal güvenlik danışmanı Sandy Berger, tarım bakanı Daniel Glickman ve daha onlarca üst düzey yönetici Yahudi'ydi. Partisinin önemli bir ayağını Yahudi olmayan İsrail taraftarları olan Yeni Muhafazakarlar (neo conservatives) ve Hıristiyan sağcılardan oluşturan ve seçimlerde onlardan büyük bir destek gören Bush, Yeni Muhafazakar Yahudi unsurlardan birçok kişiyi hükümetin önemli makamlarına tayin etti. Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, planlamadan sorumlu Savunma Bakan Yardımcısı Douglsh Feith, Savunma Politikası Kurulu Başkanı Richard Pearl vs. Bush hükümetinde önemli makamlara getirilmiş olan Yahudilerdendir.
Bununla birlikte siyaset dışı profesyonel gövdenin [bürokrasinin] İsrail yanlısı lobinin etkisinde çok fazla kalmamış olması ABD yürütme gücü ile ilgili olan önemli bir husustur. Bu lobi de diğer lobiler gibi, seçimle iş başına gelen makamlara seçim yardımları yaparak nüfuz edebilmektedir. Askerî makamlar, dış politika ve istihbarat makamları gibi bürokratlar üzerinde fazla bir etki yapamamaktadır. Bu yüzden söz konusu lobiler, uzun yıllar boyunca bu tür makamlara karşı onları itibardan düşürmek ve onlar tarafından ortaya konmuş uzman görüşleri tezyif etmek amacıyla aleyhte propagandalar yapmışlardır. Bu çerçevede söz konusu lobi unsurları, bu tür bürokratik makamları ve bazı ABD Dışişleri Bakanlığı mensuplarını Arabist (Arapçı) diye adlandırmaktadır. İsrail lobisinin ABD Dışişleri Bakanlığı yöneticilerine ve bürokratlarına karşı giriştiği propagandalara ilişkin örnekler aşağıda yer almaktadır:
Tam anlamıyla bir Siyonist yayın organı olan New York Post gazetesi, Bush'un 24 Haziran 2002 tarihli konuşmasından sonra bu durumu, "Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Savunma Bakanı Rumsfeld ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Condelesa Rice gibi kararlı İsrail taraftarlarının, İsrail'e daha fazla talep dayatmak peşinde olan Dışişleri Bakanlığındaki Arabistlere karşı zaferi" olarak nitelendirdi.19
Washington'daki Güvenlik Politikası Merkezi20 başkanı Neo-Muhafazakar Frank Gaffney, Neo-Muhafazakar görüşleri yansıtan sağcı National Review adlı yayın organında şunları yazdı: "… Başkan Bush, CIA başkanı George Tenet'e Saddam rejimini devirme talimatı vermiş olsa da CIA, Dışişlerindeki Arabistlerle bir olup, klasik yöntemlerle Washington'da bu girişime muhalefet etmektedir. Bu açıdan onlar, Irak Ulusal Kongresini itibardan düşürüp zayıflatmak için büyük bir çaba içerisine girmiştir." Gaffney, daha sonra şu neticeye varıyor: "Dışişleri Bakanlığı ve CIA, Irak Ulusal Kongresini zayıflatarak, yüz binlerce ABD askerinin konuşlandırılması gerektiğini söz konusu edip komutanların buna muhalefet etmesini sağlayarak bunu gazetelere sızdırıp Saddam'ın devrilmesini gerçekleşmeyecek bir iş olarak göstermeye çalışmaktadır."21
Radikal Siyonistlerden William Safire de New York Times'ta yazdığı makalesinde Colin Powell tarafından 2002 Haziranında söz konusu edilen geçici bir Filistin devletinin kurulmasına bile karşı çıkarak şöyle demiştir: "Dışişleri Bakanlığının Arabistleri, iddia etmektedirler ki bu, Bush'un İsrail'e verilen kesin destekten uzak durduğunun bir göstergesi olacaktır."22
İsrail'deki sağ cenahın sözcüsü olan Jerusalem Post da 2002 Haziranında "Amerikan Dışişleri Bakanlığının Arabistlerini" şu şekilde suçlamaktadır: "Mısır, Suudî Arabistan, İsrail solu ve Amerikalı Yahudiler arasındaki destekçileri, bu cümleden Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığındaki Yahudiler, el birliği yaparak yıllar boyunca Arafat'ın hâmisi oldular."23
2002 Haziranında gazetelerde yayımlanan haberlerden ve ABD Genelkurmayına bağlı generallerin Saddam'ı devirmek için yüz binlerce askeri seferber etmenin mantıklı bir şey olup olmadığı konusunda tereddütlerini dile getirmesinin ardından, İsrail yanlısı lobiye bağlı unsurlar, gazetelerinde onları "korkak" diye adlandırdılar.
İsrail yanlısı lobi, Amerikan istihbarat çevrelerine de güvenmemektedir. Hatta bunlar, bu lobi tarafından bazen "Yahudi düşmanı" olmakla bile suçlanmaktadır. CIA'nın İsrail casusu "Jonathan Pollard"ın affedilmesine karşı çıkması bunun sebeplerinden biridir. (Pollard, ABD deniz kuvvetlerinde karşı istihbarat görevi yapmakta olan bir kişiydi ve İsrail adına casusluk yapmak suçlamasıyla tutuklanıp mahkum edilmişti.)
Amiral Baby Ray Ainman İsrail yanlısı lobinin askerî ya da sivil bürokratlara yönelik karalamalarına ilişkin bir örnektir. Clinton'un kendisini Savunma Bakanlığına aday göstermesinden sonra Amerikan sağcı Yahudilerinden William Safire, New York Times'de yazdığı makalede onu "Jonathan Pollard'ın ağır cezaya mahkum edilmesinde rol oynamak"la suçladı. Ainman ise buna cevaben, kendisi 1981'de CIA başkan yardımcılığı makamındayken İsrail'e ABD gizli bilgilerine ulaşma konusunda sınırlama getirilmesine ilişkin talimat verdikten sonra William Safire'in dönemin CIA Başkanı William Casey'yi bu karardan vazgeçirmeye çalıştığını yazdı. Nihayet Ainman bunu, yeni Mccartyism olarak niteleyip itiraz ederek çekildi.24
ABD Hükümetindeki Yahudi Nüfuzu
Tarihsel geçmiş, iç politika ve hassasiyetler, Amerika'da Yahudi lobisi üzerine konuşmayı güçleştirmektedir. Yahudi nüfuzu fiilen öyle bir noktada bulunmaktadır ki, Washington'da onlar hakkında çok az sayıdaki politikacı, aleni olarak konuşmaya yanaşmaktadır. Onlar bu konuda ya hiç konuşmamayı ya da çok özenli ve ölçülü konuşmayı tercih etmektedir. Bu lobilerden söz etmek, Kübalıların ve Suudîlerin lobilerinden ya da petrol ve silah lobileriyle kişisel lobilerden söz etmek gibi değildir. Yahudilerin siyasî nüfuzları hakkında eleştirel konuşmak daima tehlikeli bir şey olarak görülmektedir. Çünkü "Yahudi düşmanı" olmakla, "küresel Yahudi komplosu"na inanmakla vs. suçlanabilirler. Ayrıca halihazırda veya gelecekte seçimlere katılma niyetinde olan politikacılar çok daha dikkatli bir yol izlemektedir. Buna karşın seçime katılmak ya da görev almak gibi bir uğraş peşinde olmayan politikacılar, İsrail ve Yahudiler hakkında daha açık konuşabilmektedir.
Örneğin Jimmy Carter, New York Times'te yazdığı bir makalede Şaron'u, tüm barış anlaşmalarını reddetmesinden, Filistinlilerin evlerini ve köylerini tahrip etmesinden, George Bush'un işgal ettiği toprakları terk etmesi yönündeki isteğine açıkça karşı çıkmasından ötürü eleştirmiş ve ABD hükümetinden elindeki iki kozdan birini kullanmasını istemişti. ABD'nin elindeki birinci koz, İsrail ordusunun saldırılarda -Cenin'de yapıldığı gibi- ABD silahlarını kullanmasının önlenmesi; ikinci koz ise, İsrail'e yapılmakta olan ekonomik ve askerî yardımların durdurulması şeklindedir. O, bu makalede "ABD'de İsrail'in iknasına dönük çabaların olağanüstü hassasiyet içerdiğini anlamakta" olduğunu belirterek ABD hükümetinden İsrail konusunda yaptığı diplomatik girişimlerin sonuç vermemesi durumunda "daha fazla güç" içeren adımlar atmasını istemektedir.25
Amerika'da Yahudilerle Yahudi olmayanlar arasındaki karşılıklı tereddüt ve kuşkuları gösteren bir başka örnek de Beyaz Saray'da ortaya çıkan bir bant olmuştur. Bu bant, Nikson ile 60'lı, 70'li yıllarda Beyaz Saray'ın resmî papazı olan rahip Billy Graham'ın konuşmalarını içermektedir. Bu bantta Graham, Nikson'a şöyle diyor: "Yahudiler, çevremi kuşattılar, bana dostluk gösteriyorlar; çünkü benim İsrail'in dostu olduğumu düşünüyorlar. Halbuki benim kendileri hakkında nasıl düşündüğümü bilmiyorlar." Yahudi karşıtı duyarlılıklarıyla meşhur olan Nikson ise buna cevaben şöyle diyor: "Bunu anlamalarına izin vermemelisin" Bu kasetin yayınlanması Amerika'da büyük gürültülerin kopmasına sebep oldu. Newsweek konuyla ilgili olarak şunları yazdı: Yahudiler, başkalarının kendileri hakkındaki gerçek düşüncelerinden ve başkalarının yapacaklarından çok nadir olarak emin olmaktadır."26
Yahudi nüfuzunun ABD siyasî karar alma düzenini tazmin ettiği böylesi şartlarda Yahudiler, ABD toplumundaki temel, nesnel ve maddî unsurlardan yararlanarak bu yolla kendi çıkarlarını güvence altına almaktadırlar.
ABD'deki Yahudi gücünü genel olarak resmî ve gayrî resmî lobi olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. ABD'de küçüklü büyüklü yüzlerce Yahudi örgütü faaliyet gösteriyor olmakla birlikte onların çok az bir kısmı resmî ve müstakil olarak İsrail çıkarları için çalışmaktadır. Bu örgütlerin büyük bir kısmı, konuşma yapma, sergi düzenleme, çeşitli programlar için konu hazırlama vs. gibi alanlarda eğitim vermekte ya da iletişim ve tartışma forumları düzenleme alanlarında faaliyet göstermektedir. Bu örgütlerin eğitim faaliyetlerinden bazılarının da siyasî sonuçları olmaktadır. Örneğin bazı örgütler, seçilmiş bazı kişileri ya da adayları çeşitli konularda konuşma yapması için davet etmektedir.
Bu tür programlar, Amerika'da İsrail'e verilen desteği örgütlemek için eğitim ve iletişim üslerini oluşturmaya dönüktür. Bu tür örgütlerin doğrudan İsrail çıkarlarına yönelik siyasî faaliyetlere ilgisiz davranmalarının sebebi, ABD vergi kanununun gayri intifaî kuruluşların (sivil toplum örgütleri) siyasî faaliyetlerini yasaklamış olmasıdır. Böyle olmaması durumunda halk yardımlarının bu örgütler tarafından toplanması da vergi imtiyazlarının lağvedilmesi sebebiyle çok zor olmaktadır.
Yukarıdaki sebeplerden dolayı Amerikalı Yahudi örgütler, İsrail lehine resmî ve müstakil faaliyet yapma görevini, sınırlı sayıdaki bazı örgütlere bırakmakta ve onları karşılaştıkları problemler konusunda desteklemektedirler. Kamu Meseleleri İçin Amerikan İsrail Komitesi (AIPAC) ve Amerikalı Yahudi Örgütleri Kongresi bu türdeki örgütlerin başlıcalarıdır. Bunlar, kongre ve hükümet nezdinde İsrail çıkarlarını korumaya dönük olmak üzere doğrudan faaliyet göstermektedir.
Aynı şekilde Amerika'daki sağcı Hıristiyanlar ve muhafazakarlar da İsrail'i himaye etmekle meşguldür. Hatta onlardan bazıları, Yahudilerden çok daha faal ve serttir. Genel kamuoyunda oynanacak rol, Yahudi azınlığın tutumu ve Yahudilere oy verme konusunda örneklik vs. de ABD'deki İsrail yanlısı gayri resmî lobinin faaliyetleri arasında sayılabilir. İsrail'i destekleme açısından resmî ve gayri resmî, şekillerin ABD politikalarında yaptığı etki, bazı noktalarda birbirine karışmakta ve birbirinden ayrılamaz bir hale gelmektedir.
Bu yüzden "Yahudi lobisi" kavramı, gerçeğin bir kısmını ifade ediyorsa da "ABD'deki İsrail yanlısı lobisi" kavramı daha kapsamlı ve gerçekçi olarak gözükmekte ve bu lobinin gözettiği hedefleri daha iyi yansıtmaktadır. Bu temelde İsrail yanlısı lobiyi şu şekilde tarif etmek mümkündür: "İsrail yanlısı lobi, ABD politikalarını İsrail'i himaye etme doğrultusunda doğrudan ve dolaylı olarak etkilemeye çalışan resmî ya da gayri resmî aktörleri kapsamaktadır."
ABD'deki Resmî Yahudi Lobisi
ABD'deki Yahudi toplumu, kendi görüşlerini hayata geçirmek üzere ABD başkentinde resmî örgütler kurmuşlardır. Bu örgütler, karmaşıklık, örgütlülük, mâlî güç ve şantajdan, mazlum gözükmeye varıncaya kadar çok çeşitli taktiklerden yararlanma açılarından Washington'da eşsiz diye nitelendirilir.
ABD Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Komitesi eski başkanı ve Uluslararası Wodrow Wilson kurumunun şimdiki başkanı Lee Hamilton, Washington'daki araştırmacılar için "görev yaptığı dönemde Kongrede Amerikalılar ile İsrailliler arasında nasıl bir kültürel ve psikolojik yakınlık bulunduğunu ve bunun Amerikan dış politikasını en güçlü bir şekilde etkileyebilecek bir faaliyete nasıl dönüştüğünü" anlatıyor. Hamilton'a göre Amerika ve İsrail ilişkileri, son derece kompleks, demokrasi, serbest Pazar, Hıristiyan ve Yahudi mirasına dayalı olmak ve Amerikalılarla İsraillilerin kişisel irtibatlarına dayalı olmak gibi ortak değerler üzerine oturan bir ilişkidir. Hamilton'un deyimiyle: "Amerikalı Yahudilerin böylesi bir temel üzerine kurdukları bazı lobiler, komplekslilikleri, örgütlülükleri ve mâlî güçleri açısından Washington'da rakipsizdir. Onlar soldan işçi sendikalarıyla, sağdan da İncilci Hıristiyanlarla kurdukları ilişkilerle, her akımı İsrail'i destekleme konusunda seferber etmeyi başarmıştırlar... Bu, benim ABD federal devletini etkileme bakımından ortaya konan ömrüm boyunca gördüğüm en şaşırtıcı ve en göz alıcı siyasî olgudur."27
AIPAC
Kamu Meseleleri İçin Amerikan ve İsrail Komitesi28 ABD devletinin muhtelif kesimlerini İsrail'i himaye etmeye sevk etmek için kurulmuş doğrudan ve resmî olarak faaliyet yürüten bir örgüttür. Daha önceki adı, "Genel Meseleler İçin Amerikan Siyonist Komitesi" olan bu örgüt 1991 yılında ABD Dışişleri Bakanlığının muhalefetine rağmen Kongreden İsrail'e yardım yapmasını istemek amacıyla kuruldu. Bu grubun elebaşları her yıl İsrail menfaatine olan 100 planın ABD kongresinde kabul edilmesine yardım ettiklerini iddia etmektedir.29
AIPAC'ın halihazırda tam gün çalışan 140 görevliye ve yaklaşık olarak 412 milyon dolarlık bir bütçeye sahip olduğu söylenmektedir. 30 Bu yönüyle Washington'da ABD dış politikası üzerinde lobi faaliyetlerinde bulunan diğer örgütler ile kıyaslandığında adeta bir dev gibidir.
Fortune dergisi Washington'da faaliyet gösteren lobiler üzerine yayımladığı bir sıralamada AIPAC'ı ABD'nin en güçlü 4. lobisi olarak belirtmiştir. Halbuki AIPAC'ın önünde yer alan üç örgüt (Ulusal Tüfek derneği, Amerikan Emekliler Derneği ve ABD Ticaret Odası) ABD iç işlerini ilgilendiren menfaatler alanında faaliyet göstermektedir. Bu sıralama doğrultusunda AIPAC'ın açık arayla ABD dış politikası üzerine faaliyet gösteren diğer lobilerin en güçlüsü olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.31
AIPAC'ın geçen nisanda Washington'da düzenlediği yıllık siyasî kongresi, bu örgütün insanları seferber etme gücünü ve konumunu ortaya koymaktadır. Bu kongrede ABD'nin her tarafından AIPAC'a bağlı 5 bin (önceki yılın 2 katı) temsilci hazır bulundu. Ayrıca 100 Amerikalı senatörün 50'si, Temsilciler Meclisinin 90 üyesi ve Bush hükümetinin 13 üst düzey yöneticisi, bu cümleden Beyaz Saray personel başkanı Andrew Card bu kongreye katıldı. Senato'da çoğunlukta bulunan Demokratların lideri Tom Dashell ve Temsilciler Meclisi'nde çoğunluğu oluşturan Cumhuriyetçilerin organizatörü Tom Delay kongrede konuşma yaptı.32
AIPAC, genellikle kongre üzerinde yoğunlaşmıştır; ama gücünün belli bir bölümünü de Amerikan yürütme gücü üzerinde sarf etmektedir. AIPAC mensupları kongre üyeleri ile olan yüz yüze temaslarının yanı sıra Senato'daki ve Temsilciler Meclisi'ndeki muhtelif komitelerde ve alt komitelerde de hazır bulunmakta ve İsrail'i ilgilendiren çeşitli konularda konuşma yapmaktadır. AIPAC, icra komitesinde 4,5 milyon üyeye sahip 40 Yahudi örgütünün başkanlarının hazır bulunduğunu bundan dolayı da Amerika'daki Yahudilerin çoğunluğunun temsilcisi olduğunu iddia etmektedir.
AIPAC, siyaset dışı olduğunu, yani ABD'deki başlıca iki siyasî partinin rekabeti konusunda tarafsız kaldığını iddia ederek meclis üyeleri hakkında değerlendirmede bulunma, onları teyit etme ve onlara mâlî yardımda bulunma gibi işlere resmen karışmamaktadır.
AIPAC, Amerika'daki mevcut siyasî partilerden hiçbirine taraftar olmama anlamında siyaset dışı kalmaya özen göstermekte ver her iki parti nezdinde de kendi çıkarlarını kollamaktadır. AIPAC, daima Amerikan ulusal çıkarlarının temsilcisi olduğunu iddia etmekte ve İsrail'in desteklenmesini de bu çerçevede gündeme getirmeye çalışmaktadır.
AIPAC, bir taraftan ABD'nin İsrail'e yönelik yaptığı yıllık ekonomik ve askerî yardımlar örneğinde olduğu üzere özellikle kongrenin rol oynadığı kararlarda İsrail çıkarlarının korunmasına ve teminine çalışmakta diğer taraftan ise Amerikan hükümetinin muhtelif kesimlerinin İsrail'in zararına olacak bir kararı almaması noktasında gözetmen rolü oynamaktadır. AIPAC'ın faal elemanları, kongre çalışmalarının ayrıntılarını ve yapılması gerekenleri bilen, daha önce kongrede görev yapmış kişilerden seçilmektedir.
AIPAC'ın yaptıkları, lobi yapma konusunda başvurulan normal taktiklerin daha ötesindedir. AIPAC, Amerikan Yahudi toplumunu seferber etmek için kurulmuş bir şebekeye dayanmaktadır. Bu şebekenin İsrail'i bir şekilde destekleyen 75 muhtelif Yahudi örgütünden oluştuğu söylenmektedir.33 Bu örgütler çoğunlukla yasal açıdan lobi çerçevesi içerisinde faaliyetler yapabilme durumunda olmayan kurumlardır. Fakat onların bazılarının temsilcileri, AIPAC yönetim kurulu üyesidir ve yürütülen çeşitli süreçlere yardım etmektedir. Bu örgütler yayın teşkilatlarına da sahip oldukları için üyeler arasındaki bilgi akışının hızlanması mümkün olmakta ve sonuçta onların kongreyle uyumlu bir şekilde harekete geçmeleri sağlanmaktadır. kongre üyelerinin seçim bölgelerindeki sözde halk faaliyetleri ile onlar üzerinde baskı oluşturulması bu etkinliklerin bir parçasıdır.
AIPAC'ın geçen 20 yıl boyunca kendi görüşlerine muhalif oy veren kongre üyelerini bir çeşit izlemeye aldığı söylenmektedir. Bu noktada dört veya beş defa onların muhaliflerini destekleyerek yenilmelerine sebep oldukları meşhurdur. Bu durum kongre üzerinde ağır bir hava yaratmıştır ve gerek kongre üyelerinin gerekse kongre üyeliğine aday olan şahısların AIPAC'ın gücünü göz önünde bulundurmalarına sebep olmuştur. Bir BBC muhabirinin Amerikan senatörlerinden birinin asistanından naklettiğine göre: "İsrail söz konusu olduğunda ABD Kongresiyle kıyaslandığında Knesset'te (İsrail Parlamentosu) daha fazla özgürlük mevcuttur."34 Aynı muhabir, Lübnan asıllı Amerikan kongre üyesi Dara Lisa'nın İsrail'deki bilinen en kötü politikacı olmasına rağmen Şaron'un seçim sonrasında İsrail Başbakanlığına getirilmesini tebrik eden karara oy verdiğini, buna oy vermeyen az sayıdaki kişiden biri olmak istemediğini belirttiğini nakletmektedir. Söz konusu muhabirin belirttiğine göre Dara Lisa, İsrail yanlısı lobi hakkında konuşmaya yanaşan tek kongre üyesi idi.35
AIPAC ve diğer Yahudi aktivistler, genel olarak kongredeki diğer lobileri desteklemeyi hedefleri açısından daha uygun görmekte ve bu amaç doğrultusunda sendikalar, Hollywood, Hıristiyan din adamları, üniversiteler ve zenci liderler gibi diğer aktif akımlarla koalisyonlar kurmak yönünde geniş çaplı faaliyet göstermektedir.
AIPAC'ın Hıristiyanlarla çalışmaya dönük programları bulunmaktadır ve bu amaç doğrultusunda "İsrail için Ulusal Hıristiyan Önderlik Konferansı"36 adlı bir teşkilat kurmuş ve İsrail yanlısı olan ya da İsrail'e eğilim duyan Hıristiyan gruplar arasında koordinasyon gerçekleştirmiştir.
Temel Amerikan Yahudi Örgütleri Başkanları Konferansı37
Temel Amerikan Yahudi Örgütleri Başkanları Konferansı, 55 muhtelif Yahudi örgütünün başkanlarından oluşmaktadır. Bu örgüt temelde dış politikayla ilgili çeşitli meselelerde "Yahudi tutumunu" belirleyip düzenleme görevini üstlenmiştir. Böylece İsrail yanlısı lobi, ilgili konularda görüş birliği içerisinde olmaktadır. AIPAC, faaliyetlerini Kongre üzerinde yoğunlaştırmışken Konferans da Yahudi toplumuyla Amerikan yürütme gücü arasındaki ilişkiyi sağlamaya dönük çalışmaktadır.
Yazının "Amerika'daki gayri resmî Yahudi lobisi" ile ilgili bölümü inşaallah gelecek sayımızda yayınlanacaktır.
İran'da bulunan 'Stratejik Araştırmalar Merkezi' yayın organı Rahbord dergisinden çeviren Alptekin Dursunoğlu
Dipnotlar:
1- Bu araştırma, devleti belli bir toplumsal kesimin ya da sınıfın temsilcisi olarak gören devlet teorisini değil; devleti, karar verici bir sistem olarak gören yeni devlet teorisini esas alarak hazırlanmıştır. Bu teoriye göre bir devletteki karar alma süreci, nüfuz sahibi örgütlü grupların etkisi altındadır.
2- Paul Kennedy, "The Eagle has Landed", Financial Times, (London) 2 February 2002
3- Amerika'da lobilerin kurulması ve yürütecekleri faaliyetler, özel bazı yasalara ve yönetmeliklere tabidir. Fakat bu kısa makalede bu yasaları ve yönetmelikleri ayrıntılı bir şekilde ele almanın imkanı yoktur.
4- New York Times 25 June 2002
5- Christian Science Monitor, 26 June 2002
6- Yahudi liderler, daima üstün ve kazanan bir gücün yanı başında yer almaya özen göstermişlerdir. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde Yahudiler, etkin bir şekilde İngilizlerin yanında yer aldılar. İki büyük dünya savaşı arasında mihver devletlerin karşısında yer aldılar. Nihayet savaşın sona ermesinin ardından ABD ile işbirliği yapıp Sovyetlere karşı çıktılar.
7- Michael Lind, "The Israel Lobby", Prospect, April 2002, p.22.
8- United Press İnternational, 10 May, 2002.
9- The Chicago Tribune, April, 16, 2002, p.16
10- İsrail'in yok olma ihtimalinden kaynaklanan kaygı ifadeleri, daha çok Yahudi'nin oraya seferber edilmesi ve dayanışmanın güçlendirilmesine yönelik bir taktik de olabilir.
11- New York Times, 13 Mayıs 2002
12- New York Times, 6 Mayıs 2002
13- New York Times 13 Mayıs 2002
14- Washington Post, Powell'ın Kongre'nin bu girişimini ertelemesine ve Beyaz Saray'ın kararlardaki sert üslubu dengelemesini sağlamaya yönelik bir çaba gösterdiğine dair ayrıntılar vermektedir. Bu noktada Beyaz Saray'ın açıklaması, çok daha sert bir üsluba sahip olan Temsilciler Meclisi'ndeki karala kıyaslandığında daha yumuşak olan Senato kararına uygun hale getirilerek Temsilciler Meclisi'ndeki karar metni dengelenmiştir. The Washington Post 2 Mayıs 2002
15- New York Times, 3 Mayıs 2002
16- Washington Times 23 Nisan 2002
17- Financial Times, (London), 2 Mayıs 2002, s.10
18- The Chicago Tribune, 16 Nisan 2002, s. 16
19- The New York Post, 25 Haziran 2002
20- The Center For Security Policy
21- Frank Gaffney Jr. "Tenet Must Go" National Review, 18 Haziran 2002
22- William Safire, "Powell's Trial Balloon" The New York Times, 17 Haziran 2002
23- The Jerusalem Post 13 Haziran 2002
24- Michael Lind, The Israel Lobby, Prospect, Nisan 2002, s.28
25- The New York Times, 21 Nisan 2002
26- Newsweek 1 Nisan 2002 US Edition
27- James Kitfield, "The Ties That Bound and Constrain" The National Journal, Vol.34 No:16, 20 Nisan 2002
28- American Israel Committee for Public Affairs
29- www.aipac.org
30- United Press International 10 Mayıs 2002
31- The Fortune Magazine, 28 Mayıs 2002
32- United Press International 10 Mayıs 2002.
33- Mitchell Bard, "The Israeli and Arab Lobbies" Jewish Virtual Library www.us-israel.org
34- Steven Sauckur, A Lobby to Reckon with BBC Radio 4-8 Mayıs 2002 8:30 PM
35- ibid
36- National Christian Leadership Conference For İsrael
37-Conference of Presidents of Major American Jewish Organisations