Edward Said, Filistin asıllı bir Hıristiyan Arap'tı. ABD üniversitelerinde uzun yıllar hocalık yapmıştı. Son dönemde Colombia Üniversitesi'nde İngiliz edebiyatı profesörlüğü yapıyordu.
Onu, daha çok 1978 yılında yazdığı Oryantalizm adlı eserinden tanıyoruz. O bu eserinde, Batı'nın zihninde Doğu'yu nasıl kurguladığını ve bu sayede Batılıların Müslüman Doğu'yu nasıl "ötekileştirdiklerinin" tarihini yazıyordu. Kitabın amacını onun şu sözleri daha iyi veriyor: "Bu kitapta daha önce sözünü ettiğim nedenlerden dolayı Modern Oryantalizm, Avrupa'nın İslam karşısında duyduğu büyük korku ve çekingenliği yansıtmaktadır."
Said, son eseri "Uygarlıklar Çatışması"nın "Sonsöz" başlıklı bölümünde de aynı konu ile ilgili Samuel Huntington'a şu tespitlerle çatıyordu:
"Harvard Üniversitesinden Profesör Samuel Huntington, inandırıcılıktan uzak bir iddia attı ortaya; iddiasına göre, Soğuk Savaştaki kutuplaşmanın yerini 'uygarlıklar çatışması' dediği şey almıştır. Bu tez, birtakım başka uygarlıkların yanı sıra Batı, Konfüçyüs ve İslam uygarlıklarının geçirimsiz bölmeler gibi oldukları, üyelerinin tek derdinin dışta kalan herkesi kendilerinden uzak tutmak olduğu öncülüne dayanır. Mantığa aykırı bir tezdir bu; zira modern kültür kuramındaki en büyük ilerlemelerden biri, kültürlerin melez, heterojen olduklarının neredeyse herkes tarafından kabul edilmiş olmasıdır. Kültür ve Emperyalizm (adlı kitabımda) göstermeye çalıştığım gibi, kültür ve uygarlıklar öyle sıkı bir karşılıklı ilişki ve birbirine bağlılık ağı içinde yer alırlar ki, bunların özelliklerine ilişkin her bütünsel ya da yalın betimleme eksik kalır..."
"... Şarkiyatçılık'ın dolaylı iletilerinden biri de şuydu: Kültürler ile halkları zorla ayrı, farklı soylara ya da özlere bölen her girişim, bunun getirdiği yanlış temsilleri, tahrifleri ortaya koymakla kalmaz, anlama yetisinin "Şark" ya da "Batı" gibi şeyler üretmek üzere iktidarla nasıl bir suç ortaklığı kurduğunu da gözler önüne serer."
Hamingway'e göre Edward Said; Noam Chomsky ile beraber Amerikan dış siyasetinin en popüler eleştirmeni idi. Babası Birinci Dünya Savaşı'nda Amerika'ya kaçmış ve Amerikan vatandaşlığı elde etmiş. Birkaç yıl sonra Filistin'e geri dönmüş ve bu bilinçle oğlunu İngiliz kolejlerinde okutmuştu. Liseyi bitirdikten sonra ailesi tarafından Amerika'ya yollanmış ve kendisini son derece etkileyen sürgün adını verdiği yılları başlamıştı.
İngiliz edebiyatı okuduktan sonra Columbia University'de İngiliz edebiyatı ve karşılaştırmalı edebiyat dersleri vermeye başladı. Kitaplarının başvurulan eserler bölümü son derece uzundu, Korkunç bir tarih, felsefe, edebiyat ve müzik bilgisine sahipti. Muhteşem denemeleri de bulunmakla birlikte başyapıtı hep Oryantalizm olarak anıldı. Bu kitapta bahsettiği "to orientalise the the orient" formülüyle Batı dünyasının kendini daha güzel, akıllı, üstün olarak tanımlayabilmek için Doğu toplumlarını basit, cahil, çirkin olarak gösterdiklerini iddia eder ve her konuyu mutlaka İsrail'in Filistin'i işgaline getirirdi.
Said'in boğuştuğu iki çevre vardı. Bunlardan birisi, mandacı ve mandasever aydınlar, diğeri de doğrudan sömürgecilerdi. Yıllarca, Kenan Mekkiye ve Fuad Acemi gibi mandacı aydın tipinin boy hedefi olmuştu. Onu hafife almaya çalışmışlardı. Son dönemlerde Mısırlı mustağrip Memun Fendi de çatıştıkları arasındaydı. Bunların yanında en büyük hasmı Siyonist akademik çevreler ve bunların uzantıları olan Hıristiyan Siyonistler oldu. Onlara karşı, tabir yerindeyse Filistinli 'Müslüman İseviler' cephesinde yer alıyordu. Hatta Kuds el Arabi yayın yönetmeni Abdulbari Atvan'a göre o, İslâm'ı ve İslâm medeniyetini pek çok Müslümanın savunamayacağı şekilde savundu. Hatta bu yüzden onu, kraldan fazla kralcı ve Müslümanlardan fazla İslamcı ilan ettiler. 1978 yılında kaleme aldığı Oryantalizm kitabı bunun ispatlarından biri olarak görülür. Alev Alatlı'nın çevirdiği 'Haberlerin Ağında İslam' kitabı bu yöndeki önemli bir başka eseridir. Batı basınını gözleyerek yakaladığı çarpık bakış açısını ve yaklaşım pürüzlerini bu kitaplarda ortaya dökmüş ve Batı'nın akademik üstünlük ve tarafsızlık iddiasını boşa çıkarmış ve Batı'yı bu faziletlerinden soymuş ve çıplak bırakmıştır. Hakperest oluşu, oryantalizmin duayenleriyle ve bilhassa Bernard Lewis gibilerle çatışmasını kaçınılmaz kılmıştı.
Edward Said, akademisyenliğinin yanında siyaset dünyasıyla da ilgilendi. 14 yıl Filistin Ulusal Meclisi'nde görev yaptı, İbrahim Ebu Lagat ile Filistin dâvasını savundu. Reagan döneminde Arafat, Said'i, Dışişleri Bakanı George Shultz (1988) ile müzakereleri yürütmekle görevlendirdi. Bununla birlikte Oslo sürecinden itibaren (1991) Arafat'la yollarını ayırdı. Arafat'ın yolsuz yönetimini ve Şaron'un da vahşetini sürekli olarak aşağıladı. Edebiyatla da ilgilenmesine rağmen Amin Maluf gibilerini aşan bir dâva kimliğine sahipti. Kısacası çok yönlü bir kişiliğe sahipti.
Edward Said, 1935 yılında Kudüs'te dünyaya gelmişti. Bilahare 1947 İşgal ve taksim anlaşmasıyla birlikte çalkantılı günlerde ailesiyle Mısır'a göçtü. Sabık Ürdün Kralı Hüseyin ve Aldülmünim Riyad gibilerle İskenderiye'de Victorya Koleji'nde tahsil gördü. Daha sonra Lübnan'a intikal etti. Bundan dolayı bazı fanatik Yahudiler onu Filistinli kimliğinden tecrit etmek istediler. Yahudi asıllı akademisyenler onun otobiyografisi özelliğini taşıyan 'Haricel Mekan' kitabını ağızlarına dolayarak Edward Said'in çocukluk dönemiyle ilgili verilerde tahrifat yaptığını, Kudüs'te doğmadığını, Lübnan'da doğduğunu ileri sürmeye başladılar.
O şöyle diyordu: "Bana yönelik bu hareket, Filistinli mültecilerin yurtlarına geri dönüş ve tazminat taleplerini önceden boş çıkarmaya, bunu önceden önlemeye matuf bir harekettir. Bu yolla 'Filistinliler, Filistin'e ait değildir' tarzındaki tez güçlenmiş olacak..." Bu kampanyaların maksadı Said'in arkasından dâvasını vurmak ve itibarını yok etmekti.
Batı gazetelerinde günlerce bu konu ile ilgili yazılar çıkmıştı. İşlenen iftira, Said'in geçmişini araştıran bir İsrailli araştırmacının Amerika'da çıkan The Commentary adlı dergide yer alan yazısından kaynaklanıyordu.
İsrail'de faaliyet gösteren 'Kudüs Kamu Araştırmaları Merkezi'nin mali desteğiyle 3 yıldır Said'in özellikle Kudüs'teki çocukluk yıllarını araştıran Justus Weiner adlı İsrailli araştırmacıya göre, Said'in Kudüs yılları hakkında yazdıkları, söyledikleri uydurma, yalan; Said, Kudüs'te çocukken gittiğini söylediği Anglikan okuluna hiç gitmemiş, Kudüs'te bulunmamış; Said, Filistinli değil Lübnanlı imiş; dolayısıyla Said'in Filistinliliği bir palavra imiş. Weiner, aynı şeyleri birkaç hafta önce The Wall Street Journal Gazetesi'nde de tekrar etti ve Said'e yalancı etiketini yapıştırmaya çalıştı. İşte bu iftira Said'i, sevenlerini çileden çıkardı ve iftiranın çevresinde hem Amerikalı hem de Avrupalı siyasi ve entelektüel çevrelerde büyük bir tartışma başlarken Said'e destek yağmaya başladı.
The Commentary 'deki son yazı, bu derginin 10 yıldır sergilediği Said aleyhtarlığının son halkası aslında. Bu yazıdan önce de 2 defa Said'i hedef almış, itibarını yok etmeye çalışmıştı bu dergi. Said ise bütün bunlara karşılık, "Son saldırı da aynı şey; eskinin tekrarı. Bunlar benim kendileri aleyhine iftira davası açmamı, bu suretle beni bitirerek iflas ettirmeye çalışıyorlar. Benim arkamda Michael Milken'in parası yok." Diyor. Weiner'in iftiralarını teker teker çürütüyor ve iftiranın sebebi konusunda da şu yorumu yapıyor: "Ben Filistinli mültecilerin, yerinden yurdundan edilen insanların durumunu, konumunu yıllardır ısrarlı ve tutarlı bir tarzda savunan tek Filistinliyim. Bana zarar vermek Filistin halkına da bir şekilde zarar vermektir. Bana yönelik bu hareket Filistinli mültecilerin yurtlarına geri dönüş ve tazminat taleplerini önceden boşa çıkarmaya, bunu önceden önlemeye matuf bir harekettir. Bu yolla 'Filistinliler Filistin'e ait değildir' tarzındaki tez güçlendirilmiş olacak... Bu teze göre, 'Şayet Edward Said bir yalancıysa, o zaman yurtlarından sürüldüklerini iddia eden bütün bu köylülere nasıl inanabiliriz?'... Bu, olmuş olanların hiç olmadığını ortaya atmanın bir parçasıdır."
Bu örnek, Said'in Batı'daki entelektüel ve siyasal gücünün Siyonist çevrelerce ne denli önemsendiğinin altını kalın bir çizgiyle çizmekte.
"Filistinlilerin 1940'taki Yahudiler kadar güçsüz" olduğunu yazan Edward Said, psikopat ve katil olarak nitelediği Şaron'un Nazi soykırımının aynısını Filistinlilere uyguladığını belirterek dikkatleri üzerine çekmişti. Said, İsrail işgali altındaki Filistinlilerin, 1940'takİ Yahudiler kadar güçsüz olmasına rağmen, hala İsrail Başbakanı Ariel Şaron'un, 'Filistin terörü karşısında ayakta kalmak için mücadele ettikleri' davasını sürdürdüğüne dikkat çekerek, "Bu Arap katili, F-16'lannı, saldırı helikopterlerini ve yüzlerce tankını silahsız ve tamamen savunmasız halka yöneltirken, bu iddiadan daha garip bir şey var mı acaba?" diye sordu.
İsrail'in politikasının, bütün bölge için bir felaket olduğunu ve etrafındaki ülkelerde daha fazla tahribat tohumları ektiğini belirten Prof. Said, Şaron'un korkunç hareketlerinin onları temsil etmediğini hisseden insanların, bu davranışlara dur demesini istemişti.
Edward Said, Londra'da çıkan El Hayat Gazetesi'nde yayınlanan "Güçsüzün Dip Noktası" başlıklı makalesinde, Avrupa'daki Yahudi soykırımını, Filistinlilerin şu andaki durumuyla kıyaslamıştı. 60 yıl önce Avrupalı Yahudilerin, toplumsal mevcudiyetlerinin en dip noktasında olduğunu vurgulayan Prof. Said, "Kesinlikle doğru olan bir evrensel gerçek var ki, o da Yahudi soykırımının bir daha onların başına gelmemesi gerektiğinden başka, acımasız ve trajik bir toplu ceza olduğu ve hiçbir halkın başına gelmemesi gerektiğidir. Fakat, her ne kadar denklik aramanın faydası yoksa da oran hissini koruduğunda da paralellikler ve gizli benzerlikler görmede bir fayda vardır" diye yazdı.
Hatalar ve yanlış yönetimlerle dolu geçmişi bir yana, Yaser Arafat'ın, 'Yahudilerin devletinde, kendisini avlanan bir Yahudi olarak hissetmesinin sağlandığını' kaydeden Said, Ramallah'ta yıkılmış merkezinde İsrail ordusu tarafından kuşatılmış olmasındaki en büyük kara mizahın, Arafat'ın çetin imtihanının, Yahudi halkını temsil ettiğini iddia eden psikopat bir lider tarafından planlandığını ve İsrail işgali altındaki Filistinlilerin, 1940'taki Yahudiler kadar güçsüz olduğunu söyledi.
ABD tarafından desteklenen İsrail ordusunun, İşgal altındaki Batı Şeria ve Gazze'de tamamen savunmasız sivil halk üzerinde taş üstüne taş bırakmadığını belirten Edward Said, "Genel protestolar tüm dünyada artarken, örgütlü Siyonist tepkisi, anti-semitizmin artmasından şikayet etmek oldu. İsrail politikasının eleştirilmesi, artık düzenli olarak Siyonistler ve müttefikleri tarafından, Yahudi soykırımının sebebi olan antisemitizmle eş tutuluyor" demişti.
Edward Said, Güney Lübnan İsrail işgalinden kurtulduğu gün oradaydı ve işgalcileri taşlayan gençlerle birlikte o da taş atarken, Radikal, bu fotoğrafı sayfalarına taşıdı. Fotoğraf en son Haksöz Dergisi'nin arka kapağında yayımlandı. Bu taş atma fotoğrafı hakkında da şaibeler üretilmiş; ama kendisiyle konuşan gazetecilere "Evet, o bendim" diyor ve ekliyor: "Taş atarken çok hoş duygular yaşadığımı inkâr edemem. Galiba bir tanesini de isabet ettirdim."
Son söz olarak bir yazarın onun arkasından yazdığı şu satırlarla bitirelim; "Hiç zalime taş attınız mı? Bırakınız taşı, bunca zulmün irtikap edildiğini görüp dururken hiç caddelere inip haykıranlarla birlikte haykırdığınız oldu mu? İnsanlar ölürken siz hastalandınız mı? Hapishane duvarı, mahkeme kapısı bilir misiniz? Ayıp olur değil mi dostum; ilim adamının vakarına yakışmaz böyle hafif işler; alim dediğin ağır oturmalı, batman götürmeli, değil mi?!"
Gönlü onur ve erdem dolu bu Filistin dostunun gıyabi cenaze namazını ne kadar da kılmak isterdik...