Kötülük, düşkünlük ve seviyesizlik yayılmacıdır.
Sığlık, beğeni kısırlığı, çirkinlik ve duyarsızlık; insani bütün alanları inanılmaz bir hız ve cesaretle işgal eder. Ölgünlüğü, kötülük ve körlüğün yaygınlık kazanması ve toplumsal dolaşım alanlarını kirletmesi için fazladan bir şey yapmaya gerek yoktur. Hele hele bugün itibariyle, ulaşılan nokta açısından bu, her zamankinden daha çok böyledir.
İyilik ise, arkasızdır. Çoğu zaman mecalsiz, taraftarsız, sahipsiz kalır. Onu büyütmek, berkitmek, biriktirmek gerekir. Güzellik, dostluk, incelik, erdemlilik ancak çaba gösterilerek birtakım insanlara ulaştırılabilir. Onur ve değer sahibi olmak, bir çiçek gibi üzerine titrenilerek korunabilir, idame ettirilebilir.
Kötülük ve çiğlik kendiliğinden türerken, güzelliği ve iyiliği üretmek, çoğaltmak, pekiştirmek ve hatta sürekli onarmak gerekir. Yozluk, ilkellik ve vurdumduymazlık yıkıcı yaklaşımlar eşliğinde hızla ve sinsice örgütlenerek, insani değerler bağının meyve veremez hale gelmesine sebebiyet verir. İnsani iklim ise, mesaisini direnmeye, var olma savaşımına harcamaktadır.
İnsan olmayı, insan olarak kalmayı, iyilik ve güzelliğin tarafında bulunmayı gündemleştirmenin, özümseyerek paylaşmanın en değerli okullarından biri de şüphesiz edebiyattır, sanattır. Nitelikli sanatçı hem zulme, zorbalığa hem haksızlığa bulaşmak İstemeyen hem de aslında kötülüğün kalesini kalemiyle, sözüyle, sanatsal enstrümanlarıyla kazan insandır. İyi ve ilkeli kullanıldığında sanat bir güzellik yumağı olabilir. Saygıya değer sanatsal çaba, bir güzel eyleyiş formuna dönüştürülebilir. Bunu yapmak için illa ki ideolojik davranılması, propaganda amacının güdülmesi gerekir, demiyoruz. Bireysel yaklaşımlarda bile bir direniş çıngısına, etkileyici bir insanlık durumuna, bir dönüştürme bilincine rastlanılabilir. Çünkü düşünen, üreten, ciddiyetle okuyup yazan, zihnini ve gönlünü uyuyup arındırmaya çalışan insan, tabiatıyla, kuru ve ruhsuz kalabalıklar, çirkef ve egemen düzenekler tarafından en çok itilip kakılan, horlanıp küçümsenen ve saldırılara maruz kalan insandır.
Hangi kesimden olursa olsun hödükle, görgüsüzler ve sadece pazı kaslarına güvenenler; etiğin, estetiğin ve inceliğin düşmanıdırlar.
Edebi, uğraş ve ürünler, hakiki insan seslerini çoğaltıp yayma çabalarının yanı sıra kimi zaman bir kalkan, munis ve müzeyyen bir direngenlik cephesi olma işlevini de görürler.
Kolaycılığa, utanmazlığa ve şeytanın fısıltılarına râm olmayan öbeklenmeler de, sonuçta, güzel insanların durakladığı canlı, sevimli ve bereketli bir "mahalle" gibidir. Kültür, sanat ve edebiyatın toplumu birtakım kompartımanlara ayırarak değerlendirmesi, doğru ve yerinde bulunmasa da durulan ve ulaşılmak istenilen yerin iyi tespit edilmesi ehemmiyetlidir. O yere tutunmanın ve onu sağlıklı bir bünyeye kavuşturmanın önemi aşikârdır. Tükenenler, çorak ve kuytu bir yere tüneyip kalanlardır.
Bugün medya, kitle iletişim araçları, reklamcılık gibi araçlarla insanlar yönlendirilmeye; "herkes" yada "hiç kimse" olmaya itiliyor.
Bu araçlar üretim ve tüketimde, arz ve talepte hakem rolünü üstleniyor, belirleyen konumuna yükseliyor. İnsanların yönlendirilmesi de, kendi istek ve iradelerini rehin bırakıp başkaları tarafından maniple edilmesinde bu mekanizmaların büyük rolü var. Bireyleri ve toplulukları sürekli ve hatta amaçsız bir biçimde para harcamaya, gösterişe, günübirlik yaşamaya, bedensel hazlara, sıradanlığa, acımasız bir rekabete, aşağılanmaya itiyor bütün bunlar. İnsanı hayalci ve yüzeysel kılıyor. Benlik parçalanması çoğullaşıyor ve hayat bir düş kırıklığı viranesine dönüşüyor.
Eğitime, kültüre, sanata, insan yetiştirmeye yönelik yatırım da boş, gereksiz olarak görülüyor bu arada. Ahlâkî ilkeler, derinlikli ve değer aşılayıcı etkinlikler, güzellikler alabildiğine budanıyor.
Unutmayalım ki ümitsizlik, yılgınlık yayılmacıdır.
Edebî çabalar, kültür-sanat dergileri işte bu yüzden önemli. Bir dalgakıran olabilir onlar; bir direniş formu, kolektif bir İnsan kalma ameliyesi olma boyutuna ulaşabilir.
Kara siyasaya, kirli piyasaya, yılışık ilişkilere, bungunluğa, ekonomik ve sosyal çöküşün getirdiği bunalımlara, her şeye rağmen kalemin ve kelâmın gücüyle karşı durmak hâlâ mümkün. Yozluğu, kabalığı ve modern bağnazlığı bir nebze de olsa okuyup yazarak, konuşarak, üreterek, dostluklar kurarak geriletebiliriz. Güzellik salonlarını değil, dergileri, okuma salonlarını, güzel ve anlamlı ürünleri çoğaltmalıyız önce. Yüzümüzü her şeye rağmen insana, hayata dönerek yapmalıyız bunu. Mahallemizi terk etmeden, kendimizi inkar etmeden, ulûfecilerin merhametine sığınmadan, vicdanımızı yutkunmadan hareket etmeliyiz. İnsan kalarak; insanlığa, fıtrata sahip çıkarak, namuslu bir işçiliğin önemine inanarak başlamalıyız her işe.
Edebiyatçı, sanatçı bu kadar sıkleti, bunca sorumluluğu kaldırabilir mi peki?
Şairler, yazarlar, düşünürler de elbette ve öncelikle insandır. Ve kabul ederiz ki iyiliği üretip çoğaltmak; emek ve bedel ister.
Unutmayalım ki, "güzel söz"le "kötü söz"ün mücadelesinden bahsediyor Kur'an.
Unutmayalım ki, "Her insan, herkes karşısında, her şeyden sorumludur." diyor Dostoyevski.