Çağdaş Ebrehe’nin ordusu, diz çöktüremediği bir coğrafyadan sarsak ve ödlek tilkiler gibi palas pandıras çekiliyor nihayet. Ardında büyük yıkımlar, acılar, utançlar, tartışmalar, hikâyeler, beklentiler, belirsizlikler bırakarak çekiliyor. Rezil olarak çekiliyor, rezalete doymayanlara seri taklalar attırarak çekiliyor. 11 Eylül saldırılarını bahane ederek girdiği, zücaciye dükkânına dalan fil misali yakıp yıktığı, devasa bir mezarlığa dönüştürdüğü Afganistan’ı bütün bir dünyanın üstüne yayarak, yapıştırarak, yuvaştırarak çekiliyor.
Farklı anlayış ve kesimlerden milyonlarca insan, “Taliban Afganistan’ı” ile yatıp kalkıyor artık. Herkes kurdunu, karnında kalanı, eteğinde birikeni oraya bakarak döküyor. Acı, hız kesmiyor elbette. Kan, susmuyor. “Kardeş kavgası”, silah çatmaya yanaşmıyor. Topuklar, sırtlarını dövecek yeni ayakkabılar arıyor. Fitne, kılıcını bilemeye devam ediyor. Dış kınama ile baş etmek zaten imkânsız; iç kanamayı azaltmaya da güç yetmiyorhenüz.
Ders ve ibretlerle, çarpıcı insan manzaralarıyla, yeni hiza denemeleriyle dolup taşan bir laboratuvar var şimdi herkesin önünde. Elin yedi kat yabancısı, yerlisinden daha fazla dertleniyor üstelik. Ara sıra avaz eden sevinç ve umut da hemen ıslıklanıyor. Ani bir aydınlanma eşliğinde, yaşadığın ülkenin ve kurucusunun kıymetini anlıyorsun oraya bakarak meselâ. Yarı çıplak bir vaziyette meydanlara koşuyorsun, kadın hakları eylemi yapmak için. Şehrinde hakaret ettiğin, öldürmeye yeltendiğin Afgan bacıların için tencere tava çalıyorsun. İslam’a sövmenin bir yolunu da buluyorsun bu sayede. Rakının, plajın, onuncu yıl marşının kıymetini daha iyi kavrıyorsun aynı zamanda.
Müslümanların umutlanması kadar ders almasını, utanmasını, toplu bir silkinme için elini çabuk tutmasını gerektiren bir tablo da söz konusu şüphesiz. Ölümü göze alarak Batı’ya kaçmak isteyenler, yollarda perişan olanlar, patlama ve iç çatışmalarda can verenler; bizi hem üzüyor hem de düşündürüyor. Fakat bunların bir kısmının gerçek ve süreğen müsebbibi olan yalancı ve istilacı dış düşman ile evdeki akrebi de aklımızda sımsıkı tutmamız gerekiyor. Öyle bir dünyadayız ki sağduyulu sandığımız kişi ve çevreler bile acımasızca katledilen yüz binlerce masuma değil; iki elin parmak sayısını geçmeyen işgalci ABD askerine ağıt yakıyor artık. Harabeye dönen koca şehirler, apar topar havalanan iki uçak kadar gündeme gelmiyor. Dahası; kana bulanan, kefen bezi bile çok görülen ebeveynlerin çocukları bir anda herkesin “kıymetlisi” oluveriyor. Kucağında bebeklerle poz veren birkaç asker, azize mertebesine yükseltiliyor hemen. Timsah gözyaşları, Afganistan’ı sadece Halid Hüseyni’nin romanlarından bilen mankurtlaşmış hümanistler için bir köşede hazır bekliyor zaten.
Oysa, bozkırın atları yaman ölüyor hâlâ. İzzet, onarılmış uçurtmalar gibi yekineceği günü bekliyor. Dağlar, yarasını sarmak için gürültünün azalmasını istiyor. Kan gölünün içinde iri bir gözyaşı çırpınıyor.