Düzen Müslümanlara Karşı Yargı Silahını Ateşledi

Hüsnü Yazgan

Sivas Olayları olarak bilinen ve meydana geldiği 2 Temmuz 1993 tarihinden beri hiç gündemden düşmeyen dava, Yargıtay'ın sanıklar aleyhine hükmü bozması ile yeniden gündemde.

Sivas Olayları ile ilgili çok şeyler yazıldı, söylendi. Ajitasyonlar yapıldı. Ve dava bu şekilde dördüncü yılına girdi. Olaylarda 37 kişi öldü. 21 kişi dört yıla yakındır zindan hayatı yaşamakta. Olayların baş müsebbibi Aziz Nesin ise Allah'a, evet inanmadığı Allah'a hesap vermek üzere her nefis gibi ölümü tadıp gitti.

Sivas Olayları'nı daha iyi tahlil edebilmek için, olayların gelişim sürecini kısaca izah edeceğiz.

Sivas olaylarının ortaya çıkmasının temel nedeni, emperyalistlerin uşağı Selman Rüştü'nün İslam'a saldırılar içeren kitabını Türkiye'de yayınlamaya kalkan Aziz Nesin'in bir şenlik bahanesiyle Sivas'a davet edilmesiydi.

Sivas Valiliği'nin bu daveti müslümanları öfkelendirmiş ve 2 Temmuz 1993 günü Cuma namazı sonrasında yapılan protesto yürüyüşleri, günün ilerleyen saatlerinde kontrolden çıkarak bilinen otel olayının yaşanmasıyla sonuçlanmıştı.

Gerek Sivas Olayları davasının görüldüğü Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde, gerekse Yargıtay'ın bozma kararında, 2.7.1993 günü sabahı ev ve işyerlerinde kapı önlerine bırakılan "Müslümanlar" başlıklı bir bildiri, davanın önemli delillerinden biri olarak ele alınmıştı.

Yargılamanın başladığı günden bugüne değin bu bildirinin kim veya kimler tarafından kaleme alınıp dağıtıldığı ortaya çıkmadı. Adeta Sivaslı müslümanların anonim malı olarak kaldı. İşkence ve baskılarla alınan polis ifadelerinde bile bu bildiri ile ilişkilendirilen kimse yok. Ancak ne hikmetse, yargılamanın Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde yapılması ve Yargıtay'ın aleyhte bozma kararı, bu bildirinin altında yer alan "MÜSLÜMANLAR" imzasına dayanmaktadır. Bu eylemin Müslümanlar adlı örgüt tarafından organizeli bir biçimde gerçekleştirildiği iddia edilmektedir.

2.7.1993 günü Cuma namazı sırasında Buruciye Medresesi'nde devam eden programda davulun çalınması halkın tepkisine sebebiyet vermiştir. Zaten Aziz Nesin'e duyulan tepki ve yerel basında bu konuda yapılan yayınlar da Sivaslı müslümanların öfkesini artırmış ve namaz sonrası olayı protesto etmelerine sebebiyet vermiştir. Bu protesto sonrası Kültür Merkezi önüne gelen topluluk ile şenliği yapanlar arasında taşlaşmalar olmuş, polisin devreye girmesi ile topluluk protestosunu yürüyüşe dönüştürmüştür. Ancak bu aşamadan sonra birçok müslümanın olay yerini terkettiği, devam eden aşamalara katılmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Aziz Nesin'e ve onu Sivas'a davet eden Vali'ye duyulan öfke ve merak sâiki ile olay mahalline gelen her Sivaslı, topluluğun içinde doğal olarak yer almıştır. Kısa sürede toplumsal bir patlamaya dönüşen olayı hiç kimsenin kontrol etme imkânı kalmamış ve Madımak Oteli önünde toplanan kalabalık polis ve asker kordonuna alınmıştır. Duruşma sırasında yapılan beyanlardan anlaşıldığına göre, oteldekilerin, otelden çıkma imkânları olduğu halde "Lâik Cumhuriyeti koruma" ve "Sivas'ı şeriatçılara bırakmama" adına otelde barikatlar kurup kalmayı tercih etmişlerdir. Yaklaşık yedi saat süren olaylarda polis ve jandarma olaylara müdahale etmediği gibi, adeta kalabalığın dağılmaması için kalabalığı kuşatmış ve onların toplu kalmasını sağlamıştır. Hem de sürekli Sivas olaylarını ajite eden eski SHP şimdiki CHP'nin iktidarda olduğu bir dönemde.

Otelin önünde devrilen araçlardan dökülen benzinin, kalabalık arasında bulunan ve kimliği tespit edilemeyen şahıslar taralından yakılması sonucu rüzgârın etkisi ile kesif duman, otelin kırık pencerelerinden nüfuz etmiş ve 34 kişi karbonmonoksit zehirlenmesi sonucu ölmüştür. Ayrıca Ahmet Alan ve Ahmet Öztürk otelde, Hakan Türkgil ise sokak arasında kurşunla vurulmak suretiyle ölmüştür. Yani "37 insan müslümanlar tarafından yakıldı" ajitasyonu gerçek dışıdır. Müslümanların tepkileri sonrası halkın galeyana gelmesi ve tahrikler neticesi gerçekleşen olay sonucu, önceden öngörülen iradi bir olay değildir.

Adeta bütün Sivaslıların toplandığı, infiale geldiği bir olayın akabinde 124 insan fail olarak seçildi. Önce Sivas ve Kayseri'de davaları açıldı. Güvenlik bahanesiyle ve olayların asıl müsebbibi SHP iktidarının emri ile davalar Ankara'ya nakledildi. Asliye ve Ağır Ceza Mahkemeleri de görevsizlik kararı vererek dosyayı Ankara DGM'ye gönderdiler. Ankara DGM'de yapılan yargılama sonunda eylemin, devlet aleyhine işlenen bir suç olmadığı kanaati ile, sanıklardan bir kısmının beraatine, bir kısmının 2911 sayılı yasaya muhalefetten üçer yıl hapis, bir kısmının ölüme sebebiyet vermekten idam cezası ile cezalandırılmasına, ancak fer'an iştirak ve A. Nesin'in tahriki dikkate alınarak onbeşer yıl ağır hapis, geriye kalan kısmının da kasten adam öldürmek suçundan idam cezası verilmiş, bu fiilin sanıklardan hangisinin doğrudan fiili sonucu olduğu tespit edilememesi ve A. Nesinin tahriki dikkate alınarak bu cezaların da onbeşer yıla indirilmesine karar verilmiştir.

Yargılamada dikkate alınan tek delil, İHA tarafından çekilen görüntülerden elde edilen fotoğraflardı. Bu fotoğraflardaki şahsın pozisyonuna göre olayın içindeki yeri tespit edildi. Ancak bir kısım sanıkların otel önünde veya civarında görüldüğüne dair tanık veya görüntü (resim) olmadığı halde neye göre cezalandırıldıklarını da anlamak mümkün değildir. Mesela Cafer Tayyar Soykök, fotoğraflarda teşhis edilmedi ve otel civarında görüldüğüne dair ikrar veya tanık beyanı da olmadığı halde DGM'ce onbeş yıl ağır hapis cezasına mahkûm edildi ve bu hüküm de idamla cezalandırılması talebi ile Yargıtay tarafından bozuldu. Zaten yargılama sırasında dosya dışı delillerin esas alınacağına dair emareler ortaya konulmuştu.

Birçok sol siyasi tutsağın davasında vekillik yaparken insan haklarını dillerinden düşürmeyip, egemen sistemi zulümlerinden dolayı mahkûm eden bazı müdahil vekilleri, ilginç deliller sundular. Bunlardan biri Cafer'in çocuğunun adının "Hizbullah" olması idi. Öyle ya çocuğuna "Hizbullah" adını takan biri, Hizbuşşeytan nezdinde zaten suçludur. Başka delile ne hacet! Onu çocuğunun isminden mahkum etmek isteyen zihniyet, ikiyüzlülük yaptı. Dürüst ve cesaret sahibi olsalardı, Sivas'ta Buruciye Medresesi duvarlarına Che Guevara'nın, Marks'ın, Lenin'in resimlerini asıp devrim şehitleri için saygı duruşunda bulundukları halde, duruşma salonunda Atatürk'e sığınmazlardı. Darbeci generalleri ve DGM savcılarını aratmayacak şekilde laik, kemalist cumhuriyeti koruma ve kollama görevi üstlenmezlerdi. "Devrim şehitleri için değil, Atatürk için saygı duruşu yapıldı" demezlerdi. İdam cezalarına karşı olduklarını kampanyalarla ortaya koymalarına rağmen müslümanlar söz konusu olunca, idam edilmeleri için çaba sarf etmezlerdi. Ve Sivas sanıklarına idam cezası verilmesi gerekir diye çırpınan devletin mutemet adamı, eski başsavcı Nusret Demiral ile aynı safta buluşmazlardı.

Ve beklenen oldu. Yargıtay Ceza Dairesi suçu, "Laik anayasal düzeni silah zoru ile değiştirip yerine İslam'a dayalı bir devlet düzeni kurmak" şeklindeki devlet aleyhine işlenen bir suç olduğu yolunda vasıflandırdı. Sanıklara el-kol hareketleri ve atılan sloganlar esas alınarak TCK 146/1. madde gereği idam cezası verilmesi gerektiği kanaati ile karan sanıklar aleyhine bozdu. Bugüne kadar bizzat emniyet binası önünde ve basın önünde bir takım işaretler yapıldı, meydanlarda her türlü slogan atıldı. Ama hiçbir zaman bunlar, delil olarak telakki edilmedi. Hatta çoğu zaman soruşturma bile açılmadı.

Son dönemde yargıda "ceberrut devlet" anlayışı, müslümanlar aleyhine açılan davalarla ilgili verilen kararlarda öne çıkmaya başladı. Bunca Refah Partili Adalet Bakanı İle laik kemalist bürokratlar arasında başlayan düellonun payı gözardı edilemez. Bu, Refah Partisi ile hiçbir alakası olmayan müslümanlardan, dolaylı bir öç almaya dönüştü. Rejimin içinde yer alan ve rejim içi işleyişle iktidara gelen bir partidir Refah. Rejim içi politik hesaplaşma, artık yargıya da yansımaktadır. Son dönemlerde, yargılanan müslümanlar için, mer'i hukuk açısından geçerli ve somut delil olmadığı halde tutuklamalar ve mahkûmiyetler yoğunlaştı. Yüzlerce soruşturma geçiren Aczimendiler hakkında, bugüne kadar ya kıyafetlerinden dolayı ya da Atatürk aleyhine suç işlemekten dolayı gözlem altına almalar veya yargılamalar yapıldı. Artık onlar da Terörle Mücadele Yasası kapsamına alındı ve terör örgütü olarak görülmeye başlandı. Gözlemaltı süreleri onbeş güne çıkarıldı. Yasal hiç bir değişiklik olmadığı halde, bu uygulama neden değişti? Nedeni medyada açıklandı. Aczimendilerin ellerinde bulundurdukları ve uçlarına demir taktıkları "âsâ"nın "ruhsatsız ateşsiz silah" olduğu keşfedilmiş. Evet, emniyet güçleri ve medya bu keşfi gerçekleştirdi, fezleke ile savcılıklara intikal ettirecekler ve savcılar da gereğini yapacaklar.

Artık ateşsiz silahlar da icad oldu, egemenlerin işi zor. Devlet aleyhine konuşanları yargılamadan da idam etmek mümkün aslında. Zaten basın yargılamayı yapıp kararını kamuoyu nezdinde infaz ediyor. Üç dört yıl devam eden yargılamalarda maddi deliller yerine zorlamalı yorumlarla karar verilecekse, Türkiye'de esen politik rüzgârdan etkilenecekse ve en önemlisi tutuklamalar tedbir yerine infaz gibi telakki.edilecekse, yargı kararları yerine idari kararlarla yetinilip zaman kaybına da uğramadan sorunun çözümü yoluna gidilebilir. Zaten 1982 anayasası ile birlikte yargı bağımsızlığı yürütmenin gölgesinde kalmıştır. Baskıcı devletler için de bu anlayış kaçınılmazdır,

Yargıtay'ın bozma ilâmı üzerine, dosya yeniden DGM'ye gelecek. Bozma ilâmına uyulması halinde usuli olarak yeniden yargılama yapılıp Yargıtay'ın istemine uygun karar verilecek. Hakkında TCK 146/1. maddesi gereği ceza verileceklere idam cezası verilir. Hâkimin lehe kanaatinin uygulanması (TCK 59. md.) halinde ceza müebbet ağır hapis cezasına çevrilecek. Artık terör kapsamındaki bir suç olacağı için de infaz, 2/5 yerine 3/4 olacak. Terör suçlarında müebbet ağır hapis cezasının infazı fiilen otuz yıl hapistir. Eğer DGM bozma ilâmına uymaz ve eski kararında direnirse, dosya Yargıtay Ceza Kurulu'na gidecek.

Türkiye'nin "hukuk devleti olduğu" gerektiğinde kolaylıkla bir kenara bırakılabilecek temelsiz bir iddiadır. Hele devletin âli menfaatleri söz konusu olunca, eski Arap cahiliyesinin helvadan yapıp acıkınca yedikleri put gibidir. Ama Allah'ın mükâfatı, zalimlerin cezaları ile kıyas kabul etmez.