Siyonist Rejim ve Türkiye Arasında İlişkiler Gelişiyor
Türkiye'nin İsrail sefiri David Gurson yerli yahudilerin rahat bir yaşam sürmesinin Türkiye'yle olan ilişkilerini geliştireceğini söyledi.
Siyonist sefir Türkiye'den İsrail'e su verilmesi konusunun gelişme kaydettiğini bildirdi. Bu durum Türkiye'ye "Barış Görüşmeleri"nde rol oynama fırsatı verecek, özellikle de bundan sonra gelişmelerde ve bilhassa Suriye ile olası bir anlaşma zemini hazırlamakta bir ilk adım ihtimali taşımakta.
el-Bilad'ın Türk-İsrail istihbarat birimlerinin ortak açıklamasından öğrendiğine göre, her iki istihbarat örgütü işbirliğini en yüksek noktada sürdürecekler. PKK ve diğer muarız grup ve oluşumlara karşı MOSSAD'dan Türk istihbaratına cihazlar aktarıldığı da gelen bilgiler arasında.
el-Bilad, 16 Temmuz 1994
İşgal Böyle Sürdürülüyor...
İşgal altındaki Gazze Şeridi'nde şu an için Filistinlilerin sözü geçiyormuş gibi görünüyor. Sokaklarda Filistin polisinin araçlarından izin veriliyor, onların hoparlörlerinin sesi duyuluyor. Filistinli devriyeler ve zabıtalar görev yapıyor. Tabii bunların hepsi birer görüntüden ibaret. Hakikatte hakimiyet tamamen Filistin polisinin arkasından Gazze'yi idare eden İsrail generallerinin elinde. Yani İsrail işgali Gazze Şeridi'nde hala sürüyor. İşgal kuvvetleri istedikleri zaman istedikleri gibi Gazze'ye girip çıkabiliyorlar. Filistinliler'e kimlik sorabilen Filistin polisi İsraillilere elbetteki karışamıyor. Tabii bu durum işgalin sürdüğünün kanıtlarından sadece bir tanesi. Bunun bir benzer kanıtı da olmaması gerektiği halde, işgal kuvvetlerinin, Filistin polisinin görev yaptığı saatler içerisinde sanki onları kontrol ediyormuşcasına sokaklarda devriye gezmeye devam etmeleri.
Aslında şu anda durum fiili olarak evvelkinden farklı değil Kontrol mekanizması gene onların elinde. Yani bir ayaklarını kaldırıp diğerini basmış oldular. Artı, şimdi Filistin polisinin olası bir hareketine karşı daha bir güvenle dolaşıyorlar, zira orada şu anda 15 bin İsrail askeri hemen Gazze Şeridi'nin yanı başında konuşlanmış durumda. Bu askerlerin görevi emniyeti sağlamak. Gazze içinde de 4 bin beşyüz asker mevcut. Bunun yanında 5 bin civarında da silahlı sivil Gazze'de ikamet ediyor.
İşgalci kuvvetler genelde bu sivillerin yerleşim merkezlerinin çevresinde ve irtibat sağlayan yollarda bulunuyorlar. Bu kesif rakama izafeten yakında bölge işgal kuvvetleri için elektronik tertibatla denetlenen duvarlar ile çevrili bir kontrol bölgesi haline gelecek. Duvarlar vatandaşları çevreleyecek. Maliyeti 12 bin dolan aşıyor. Duvarlar ayrıca dikenli tellerle çevrili. Bu masraflar elbette Filistinlilere yükleniyor ve giriş çıkışlar da elbette İsraillilerden izin alınarak yapılıyor.
İşte bu şekilde Gazze, işgalcilerin emri atında 800 binden fazla Filistinli için içerden ve dışarıdan çevrilmiş tam bir hapishane. Dolayısıyla Kahire anlaşmasıyla Fiiistinliler'e iktidar verilmesi işgalin tali yollarla sürdürülmesi anlamına geliyor.
Bu arada şunu da belirtelim. Filistin polisi akşamları mescidlerin kapatılması kararı aldı. Aynı şekilde işgal askerlerine karşı tahrikte bulunmak ve bildiri okumak da bundan sonra Filistin polisi tarafından müsamaha ile karşılanmayacak. Evet işgal böyle sürüyor.
el-Bilad, 2 Temmuz 1994
Samir Caca Yargılanıyor!
Lübnan iç savaşı ve İsrail işgali sırasında Filistinli ve müslüman güçlere karşı etkili bir rol üstlenen Lübnan Güçleri adlı sağcı Hıristiyan milis grubunun lideri Samir Caca idam cezasıyla yargılanıyor. Lübnan Adalet Bakanlığı'nca 13 Haziran'da yapılan açıklamada, şu anda dağıtılmış bulunan Lübnan Güçleri hareketinin lideri Samir Caca ile birlikte dört kişinin daha 27 Şubat'ta Cüneyh'teki bir Maruni kilisesinde meydana gelen ve 11 kişinin ölümü ile sonuçlanan bombalama eyleminden sorumlu olduklarına dair deliller bulunduğu bildirildi. 21 Nisan'dan beri tutuklu bulunan Caca'nın yargılanmasına ne zaman başlanacağı henüz kesinleşmedi. Caca'nın suçlanmasına dayanak teşkil eden en önemli kanıtı, yargılananlar arasında bulunan Lübnan Güçleri'ne mensup Girgis Huri adlı bir eylemcinin itirafları oluşturuyor. Her ikisi de kaçak bulunan Lübnan Güçleri'nin operasyon şefi Tony Ubeyd ve güvenlik şefi Gassan Turna da yargılananlar arasında. Gassan Turna, Londra'da yayınlanan el-Vasat dergisine yaptığı açıklamada suçlamaları reddetti ve Girgis Huri'nin Lübnan istihbarat teşkilatının bir ajanı olduğunu ileri sürdü.
Hatırlanacağı üzere Filistin'in el-Halil kentindeki İbrahim Camii'nde siyonistlerce gerçekleştirilen ve altmışdan fazla müslümanın şehadeti ile sonuçlanan katliamın hemen akabinde Lübnan'da meydana gelen söz konusu bu bombalama eylemi ilk anda Batılı ve Siyonist ajanslarca müslümanlara mal edilmeye çalışılmıştı. İsrail sever Türk basınında da "Cami Katliamına Misilleme", "Kiliseye Misilleme Bombası" gibi manşetlerle yer alan haberlerde siyonistlerce gerçekleştirilen katliamı gölgelemeye yönelik mesajlar verilmeye çalışıldığı görülmekteydi. Masum insanları hedef alan ve bir ibadethaneye karşı gerçekleştirilen bu eylemin müslümanlarla bir ilgisinin bulunmayıp, bizatihi işbirlikçileri vasıtasıyla İsrail'in bir komplosu olduğunun ortaya çıkması karşısında aynı çevrelerin sessiz kalmayı tercih etmesi dikkat çekici.
Middle East International, 9 Temmuz 1994
FKÖ Polisinden Camilere Kısıtlama
Gazze camilerinin imam ve müezzinlerine Haziran ayı başında iki polis direktifi bildirildi. Birinci direktif camilerin yatsı namazından sonra kapatılması ile ilgiliydi; buna göre bundan böyle camilerde namaz kılmak haricinde hiç bir etkinliğe izin verilmeyecek ve camilerde bildiri dağıtılmayacak ya da cami panolarına aşılmayacaktı. Diğer direktif de cami imamlarının siyasetten söz etmemeleri konusu ile ilgiliydi.
Han Yunus şehrinde kıdemli bir polis yetkilisi Abassareve Beni Süheyla köylerinin cami görevlilerine cami kubbelerine Filistin bayrağı asmanın yada camilerin içine siyasi afiş yapıştırılmasının yasaklandığını söyledi. Artık polis komutanlığından önceden izin alınmadıkça, camilerde hiç bir siyasi açıklama okunamayacak. Direktife göre, tüm bu uygulamalar "halkın huzuru ve ulusal birliğin geliştirilmesi" amacına yönelikti.
FKÖ polisinin direktiflerinin İslami hareketin faaliyetlerini sınırlamaya yönelik olduğu açıktır. İbadet mekanları olması yanında, camiler tarih boyunca sosyal, siyasi ve eğitim merkezleri olarak hizmet etmiştir. İşgal altındaki topraklarda ise camiler işgal boyunca halka çok yönlü faaliyet alanı sunmuşlardır. Çocuklar ve gençler için okul işlevi görmüşlerdir. Zekatın toplandığı ve yoksullara dağıtıldığı sosyal merkezler, tavsiye merkezleri, halk arasındaki ihtilafların çözüldüğü merkezler olmaları yanında işgale ve uyuşturucu ve diğer sosyal hastalıklara karşı mücadelede öncü bir rol üstlenmişlerdir. Camilerin rolü halkın birliği açısından merkezi bir role sahiptir ve bu durum müslümanlarla birlikte Hıristiyanları da kuşatacak bir şekilde tüm Filistinliler için aynıdır. Camilerin bütün fonksiyonunu bu şekilde marjinelleştirerek birliğin nasıl geliştirileceğini anlamak gayet zordur.
Camilere getirilen bu tür kısıtlamaların Filistinlilerin kültürel ve sosyal yaşamlarına olumsuz etkileri olacağı açıktır. Öte yandan bu kısıtlamalar insan hakları ve ibadet özgürlüklerine yönelik rnuhtemel engellemelerin de işaretçisi olarak görülebilir. Filistin halkı bu duruma karşıdır ve polisin bu uygulamasını yeniden gözden geçirmesini beklemektedir.
Patestine Times, 15 Temmuz 1994
Batı Basınında Yemen İç Savaşı
Yemen iç savaşı tüm önemine ve Arap Yarımadası'nda oluşturduğu sarsıntıya rağmen Batı basınında gereken ilgiyi pek bulamadı. Halbuki aynı batı basını Kore-Amerika krizi, Ruanda olayları, İtalya seçimleri gibi diğer dünya olaylarına bundan daha fazla önem vermişti. Onlarca sayfa ayrılmış, geniş yorumlar yapılmıştı. Fakat Yemen iç savaşı hakkında alışıla gelenin aksine hem uzun yorumlar yapılmadı. Muhtemel senaryolar üzerinde ne savaşın çıkışı, ne de bundan sonra olacaklar hakkında durulmadı. Sadece sebepler üzerinde duruldu.
Fransız Express dergisi Yemen olayını kuzeyin güneye askeri zaferi ile gerçekleşen mahzurlu bir sonuç olarak ele alıyor. Makalenin yazarı radikal İslami tehlikeyi biraz fazla abartıyor: "Şuna işaret etmeliyiz ki, İslamcılar aşağıda verilenlere istinaden Kuzey Yemen'de kontrolü ele geçirdiler.
1. İslami Kuzey Yemen'in zaferi stratejik Babülmendeb boğazını Sana'nın Saddam Hüseyin'in ve Sudan İhvan-ı Müslimini ile Somali Müslüman kabilelerinin eline bırakacaktır. Babülmendeb'in ele geçmesi Kızıl Deniz'i kontrol altına almak demektir. Ve tabii ardından Süveyş kanalı ve Akabe Körfezi'nin ve İsrail'in Akdeniz dışındaki tek kıyısının da kontrol altına alınması demektir.
2. Yemen Araplar'ın Afganistanıdır ve tamamen silahla kaplıdır. 14 milyon nüfusa 50 milyon adet silah düşmektedir.
3. Yemen Cezayirli, Mısırlı, Sudanlı ve Libyalı mücahidlerin sığındığı bir yerdir. Bunun yanında Mısır istihbaratının verdiği rakamlara göre Yemen'den Afganistan'a giderek Sovyetlere karşı mücadele etmiş kişilerin sayısı 5 bin ila 7 bin arasında.
Express müslümanların Sosyalist Parti'den yüzlerce "kafir ve komünisti bertaraf etmiş olduğuna işaret ederek İslamcıların uzak hedefinin Mekke'yi Suudi baskısından kurtarmak olduğu sonucuna varıyor.
Diğer yandan Fransız Le Point dergisi 13.5.1994 tarihli sayısında Suudi Arabistan'ın Yemen'in içişlerine nasıl karıştığına iç siyasetini yönlendirmeye kalkıştığına ve etkili de olduğuna işaret ediyor. Suudi Arabistan Yemen'deki bir çok kabileyi kışkırtıp ayaklanmaya da teşvik ediyor ve Riyad, Sana'nın Körfez Savaşı'nda S. Hüseyin'i desteklemiş olmasını affedemiyor. Buna izafeten S. Arabistan Yemen'in bir kısım toprağında da hak iddia ediyor. Bu toprakların bazılarında petrol bulunuyor. Bu yüzden Hakiki İslam'a (tabir Le Pointe aittir-el-Bilad) çağıran Suudi Arabistan Kuzeyliler'e karşı Marksist Güneyliler tarafını tutarak ayrılığı körükledi.
Newsweek dergisi ise konuya en çok ve en kesin bir dille eğilenlerden. 16.5.1994 tarihli sayısında, 1990 yılında Marksist Güney ve muhafazakar Kuzey'in birleştiğine, geçen sene seçimlerin yapıldığını ve bir petrol kaynağı keşfedildiğine tüm bunların gelecekte en fakir Arap ülkesinin gelecekte en güçlü bir duruma geçebilme şansı vaad ettiğine işaret ediyor ve ardından 60'larda, 7O'lerde çıkan savaşları, siyasi bölünmeyi hatırlatarak Sana'nın mevcut harbin başlatıcısı olduğunu söylüyor.
20 Haziran 1994'de çıkan sayısında Kuzey Yemenli bazı yetkili kaynaklardan Yemenli bir işçinin sözünü naklediyor. "Biz kendi halkımızla savaşıyoruz, halbuki hakiki düşman Suudi Arabistan." Yine bazı Kuzeyli yetkililer Suudi Arabistan'ı Güney'i silahlandırmakla itham ediyorlar. Gene Yemenli bir yetkili şöyle diyor: "Bu savaşa Suud'dan daha fazla sevmen hiç kimse yok."
Newsweek sözlerini en eski sözle bağlıyor: "Suudi'nin mutluluğu Yemen'in helakiyle alakalıdır."
el-Bilad, 9 Temmuz 1994
Cezayir'de Şiddet Tırmanıyor
İslamcı militanların yeni bir saldırı kampanyasına başlamalarının bir işareti olan bir dizi önemli eylem, Cezayir'in güvenlik durumunda açık bir çöküşü ortaya koyuyor. Yabancı ülkeler bu duruma kendi vatandaşlarını Cezayir'i terk etmeye çağırmakla ve Cezayir yönetimini siyasi muhalifleriyle görüşmeye ikna etmeye çağırarak cevap veriyorlar. Sadece 11 Temmuz günü başkent Cezayir'de yedisi yabancı ikisi üst düzey hükümet yetkilisi olmak üzere 11 kişi öldürüldü. Hükümet, saldırılardan İslamcı militanları sorumlu tuttu. İlk olayda Cezayir resmi petrol şirketi Sonatrak'ta çalışan 4'ü eski Sovyetler Birliği, 1'i de Romanya vatandaşı 5 kişi işe gitmek üzere kendilerini taşıyan otobüsün polis üniforması giymiş militanlarca durdurulmasından sonra kurşunlanarak öldürüldüler. Aynı gün daha sonra başkent Cezayir'de yabancı diplomat ve işadamlarının çokça gittiği bir restorantın silahlı kişilerce taranması üzerine iki Yugoslav vatandaşı daha öldü.
Dergi yayına hazırlanırken, 15 Temmuz'dan bu yana kayıp bulunan iki kıdemli Arap diplomatın aranması çalışmaları sürüyordu. Yemen ve Umman elçilerinin kayboldukları başkent Cezayir'in doğu bölgesi, militan eylemliliğin merkezlerinden biri olarak bilinmektedir. Elçilerin arabaları yakılmış bir; halde bulunmuştu. Her ne kadar hiç bir grup bu kişileri elinde tuttuğunu henüz açıklamamış olsa da, kaçırılmış oldukları kesindir. Arap diplomatları bu olayla ilk kez Cezayir'deki iç siyasi çatışmaya dahil edilmişlerdir. Bağımsız el-Vatan gazetesi Cezayirli militanların Kuzey Yemenli İslamcı bir liderle yakın ilişkileri bulunduğunu, kaçırılan elçinin ise Güneyli olduğunu, ayrıca Umman'ın da Güney'in ayrılmasını desteklemekte olduğunu ileri sürmüştür.
Militanların eylemlerindeki artış, 8-10 Temmuz tarihleri arasında yapılan sanayileşmiş ülkeler (G-7} toplantısına tekabül etti. Cezayir'de sürmekte olan siyasi kriz, toplantı arefesinde 7 italyan denizcinin öldürülmesi Üzerine gündeme sokuldu. Denizciler Doğu'daki Cicel limanına yeni varmış bulunan tahıl yüklü bir İtalya ticaret gemisinde gece yarısı boğazları kesilmiş olarak bulundular. G-7 ülkeleri Rusya da dahil olmak üzere sonuç bildirisinde yönetim ile şiddet ve terörizmi reddeden muhalifleri arasında bir diyalog başlatılması çağrısında bulundular. Fakat Fransa'nın itirazları nedeniyle başlıca muhalif güç olan yasaklanmış İslami Kurtuluş Cephesi (FIS)'den, diyalogun bir tarafı olarak söz edilmedi.
G-7 bildirisi batının Cezayir'deki krize nasıl yaklaşmak hususunda taşıdığı farklı yaklaşımları yansıttı. İki başrol oyuncusu Fransa ve ABD konuya ilişkin çok farklı yaklaşımlara sahipler. Fransa Cezayir yönetimini sonuna kadar destekliyor, moral ve mali destek veriyor. Yönetime desteğinin bir işareti olarak 11 Temmuz'da Fransa 1 milyar dolar daha kredi vermeyi kararlaştırdı. Fransızlar bu tutumun alternatifinin daha fazla siyasi karışıklık, İslami köktenciliğin tüm Kuzey Afrika'ya yayılması ve Avrupa'ya mülteci akını olacağına inanmaktalar.
ABD ise Cezayir yönetimini ılımlı İslamcılar da dahil olmak üzere muhalifleriyle görüşmeye zorluyor. ABD'li yetkililer Washington ve Almanya'da sürgünde bulunan FIS liderleriyle görüştüler ve ayrıca diyalog taraftarı laik muhalefet liderlerine açık destek verdiklerini gösterdiler. Bu politika, İslamcı siyasi hareketlerle siyasi bir uzlaşmanın mümkün olduğu inancına dayanmaktadır.
G-7 toplantısında Cezayir'de demokrasinin yeniden inşasından bahsedilmemesi FIS'in sert tepkisine yol açtı. Partinin sürgündeki sözcüsü Rabah Kebir G-7 ülkelerini ordunun FIS'in başarısını engellemek için 1992 Ocağında seçimleri İptal etmesi karşısında sessiz kalmalarından dolayı iki yüzlülükle suçladı. Sonuç bildirisinin sorunun kökenlerini görmezden girdiğini ve Cezayir yönetiminin ülkedeki şiddetin sorumlusu olduğunu söyledi.
Sürgündeki FIS liderliği, Cezayir basınına uygulanan sansür nedeniyle yönetimin sivillere karşı işlediği katliamların gizlendiğini ileri sürüyor. Resmi basın yayın organları güvenlik güçlerinin Öldürdüğü "teröristlerden bol bol söz etmekte fakat yönetimin verdiği kayıplardan çok az bahsetmekteler. Yetkililerin sessizliğine rağmen, bu ayın başında Cicel'de İslamcı gerillaların bir ordu konvoyunu pusuya düşürmeleri sonucunda en az 120 askerin öldürüldüğüne dair çeşitli kaynaklardan haberler gelmektedir. FIS'in aynı hafta içinde yayınladığı bir bildiride ülkenin doğusundaki Batna'da askeri kışlaların gerillalar tarafından havaya uçurulması neticesinde 250'den fazla askerin öldürüldüğü de bildirildi.
Middle East International 22 Temmuz 1994
Cezayir Cihadı Örgütleniyor
Fransa bu ay içinde Cezayir'deki beş Fransız vatandaşının öldürülmesi haberinin yazılmasıyla ikinci bir kez sallandı. Fransa Dışişleri Bakanı Juppe ve Savunma Bakanı François kurbanların yakınlarını sakinleştirmek ve Cezayir'de geride Kalan Fransızlar'ın emniyetlerini sağlamak amacıyla alışılmışın dışında girişimlerde bulundular. Aceleyle kararlaştırılan ziyaret de açıkça göstermektedir ki, Fransa'ya dönüş dalgasını engellemenin doğru olmayacağı gibi "Fransa'nın Cezayir'den tamamen çekilmesinin daha doğru bir karar olacağı fikrinin ağırlık kazanmasıdır. Bazı çevrelere göre de Fransızlar'a yönelik gerçekleştirilen bu saldırılar Paris'e açık bir mesaj niteliği taşımaktadır. "Zira mevcut Cezayir yönetimine Fransa'nın devam eden desteği karşılıksız bırakılmayacaktır." Buna ek olarak, Fransız Dışişleri ellerindeki bilgilere göre meydana gelen karşılıklı olaylarda ölenlerin sayısı haftalık ikiyüzü aşmış bulunuyor. Bu yeni tırmanışın sebebi olarak silahlı İslami cemaatler arasında sağlanan koordinasyona dikkat çekiliyor. Sonuçta da "Silahlı İslami Cemaatlerin konumu "İslami Kurtuluş Cephesi" ve askeri kanadı adına güçleniyor. Bu değişiklik Cezayir'in orta bölgelerinin çoğunun bir dizi çalışmalardan sonra müslürnanların denetimine geçmesine neden oldu. Ve şu anda şiddet olaylarının en çok görüldüğü bölge de bu bölgedir.
Son olarak İslami Kurtuluş Cephesi ve Silahlı Cemaat-i İslami'nin yaptığı açıklamalar da bütün açıklığıyla buna işaret etmektedir. Silahlı İslami muhalefetin içinde meydana gelen gelişmeleri anlamak için geçen Mayıs ayında takriben aynı zamanda meydana gelen iki olaya dönmek gerekir:
İslami Kurtuluş Ordusu'nun kurulmasının ilanı. Abbasi Medeni ve Ali Belhac'ın liderliğini yaptığı bütün grupları içine alan "İslami Kurtuluş Cephesi"nin seri liderlik bayrağı altında birleşmek.
"Birlik Açıklamasında da yer aldığı gibi "Silahlı Cemaat-ı İslami" imzası resmi imza olarak kabul edilmiştir. Ayrıca bütün cemaatlerin "cemaat" çatısı altında birleşmesi ve aralarında Abbasi Medeni ve Ali Belhac'ın da yer aldığı Şura Meclisi'nin oluşturulması benimsenmiştir.
Birbirini takip eden bu olayların verdiği fikir şudur: Silahlı muhalefetin liderliğini kontrol etmek için gruplar arası verilen mücadelenin su yüzüne çıktığıdır. Bunu da son zamanlarda gerek "Silahlı Cemaat-i İslami", gerekse "Kurtuluş Ordusu"nun yayınladığı bildiriler desteklemektedir. Kurtuluş Ordusu ilk kez, dağıttığı bildirilerde "Açık Fetih" (Feth-i Mübin) ilan etmektedir. Zira ülke çapındaki örgütlenmesini tamamlamış bulunuyor. Liderliğine Şubati ve Ba'a ikilisi başkanlık etmektedir. Ayrıca ülkenin doğusunda ve batısında bölgesel birimler oluşturulmuştur. Geçen ayın 29'unda yayımlanan bir bildiride Şer'i İslami Cephe liderliğine yakınlık vurgulanırken bütün silahlı cemaatler cephenin silahlı kanadı çevresinde katılıma davet edilmektedir.
Diğer taraftan "Silahlı Cemaat" bütün silahlı grupların kendi bayrakları altında toplandıklarını vurguladı. Ayrıca cemaatin lideri Ebu Abdullah değişik kesimlerle diplomatik ilişkiler içerisine girerek "Birlik Anlaşması" içinde biat toplamaya başlamıştır.
Bütün bunlar "silahlı muhalif İslamcıların saflarında liderlik mücadelesi mi başladı?" sorusunu akla getiriyor. Ancak örgütlenen iki silahlı grubun da Abbas Medeni ve Ali Belhac'ı lider kadroda görmeleri önemli bir olumluluktur.
Al-Vasat 8-14 Ağustos 1994