İsrail'in tarih inşa etme çabası ile Yahudilerin başına geleni ısrarla vurgulayarak bir trajediden zafere dönüştürdüğü olay, Hitler Almanyası'nın malum Nazi soykırımı ve holacoust kamplarında maruz kalınan uygulamalardı. Bu uygulamaların anlatıldığı şekli ile ve yaşanmışlıkları ile ilgili gerçeklik boyutunu tartışmak lüzumsuzdur. Lüzumsuz olduğu kadar da İsrail'in adeta bu olay dolayımıyla zihinlere ve dillere adeta pranga takarak bir antisemitist yafta oluşturma tehdidinin gölgesinde bunu yapmak da oldukça yiğitlik gerektirmektedir.
İsrail, kitle iletişim araçları ve sahip olduğu finansal araçlarla dünyada hegemonik bir güç olarak karşısında bulunuyorken, dünya entelijensiyasının bu olayları çok da serbest bir şekilde irdeleme şansları kalmamaktadır. Garaudy'in girişimlerinin Fransa'da maruz kaldığı tecrübeler ve herhangi bir platformda bir sinema oyuncusu ya da yönetmeninin (Marlon Brondo) ya da bir sporcunun, kamuoyunun yakından izlediği herhangi bir ünlünün bu konulardaki fütursuzca (!) açıklamalarının karşılaştığı veya karşılaşacağı tepkiler bu noktada akla gelen en çarpıcı örneklerdir. (Aslında Bosna'da yakın tarihlerde Avrupa'nın beşiğinde gerçekleşen insanlık dışı soykırımın da zamanla böyle bir zafere dönüşme potansiyeli var. Ama bu konuda Bosna'nın böylesi bir performans sergilediği şüpheli ya da niçin bu performansı ortaya koyamadığı, holocaust'un gölgesinde kalmasının gerekliliğinden mi böyle olduğu ilgiye değer bir konu ama konumuz bu değil.)
Bazen düşünce dünyasına pranga vuran ve dokunulmazlık zırhına bürünmüş isimler, kavramlar, olaylar ve olgularla karşılaşmak olağan bir şeydir.
İslam düşünce dünyasının tarihi irdelendiğinde bununla ilgili örnekler bulunabilir. Muaviye ve Ali arasındaki polemik ilk akla gelenidir. Bu tarihsel bir olayın günümüzde maruz kalabileceği sansürle ilgili bir örnektir.
Mikail Bayram'ın Mevlana'nın meşhur ve dillere destan hoşgörüsü ile ilgili olarak O'nun Ahi Evran' la (Nasreddin Hoca) giriştiği mücadele arasındaki tezatı resmeden ya da Mevlana'nın düşünceleri, hayat tarzı ile ilgili görüşlerine yönelik tepkiler yine bununla ilgilidir.
İsrail veya siyonizm örneğindeki antisemitist tehdide benzer bir durum İslam tarihinde Haricilik yaftasının bir tehdit olarak kullanıldığı durumlara benzer sonuçlar doğurmuştur çoğu zaman. Ne zaman üretilen sistemi eleştiren, çizgidışı bir söylem çabası, alternatif düşünsel veya pratikle ilgili bir tavır açığa çıksa, geri çekilmesinin ya da kendisini revize etmesinin önemli bir gerekçesi olarak bu tehdit belirleyici olmuştur. Böylece İslam düşünce dünyasının ve siyasi tarihinin eleştirel bir zeminle dinamizm kazanmasının önünde bu durum oldukça büyük bir engel oluşturmuştur. Bu yüzden de İslam kültürü; edebiyatı, sanatı, siyaseti, fıkhı, kelamı ve tasavvufi cereyanları ile bir saklambaç kültürüne dönüşmüştür. "Ben böyle demek istememiştim"cilerle, "batıni anlamı böyle değil" diyenlerin ve de "kalbini bilemeyizciler"in kalabalıkları oluşturduğu samimiyetsiz bir kültürel bataklık içindeki çiçekler teselli kaynağımız oluyor.
İslam düşüncesindeki eleştirel üslup ve yaşantılara tahammülsüzlüğün en çarpıcı örneklerini çoğaltmak mümkünken, bunların sebepleri üzerinde düşündüğümüzde daha şaşkınlık verici bir durumla karşılaşıyoruz; o da sanıldığının aksine bir farklılık ve de eleştirel bir üslup olarak hariciliğin bir zihniyet olarak dıştalanan ve de farklılığı ile tepki gören bir unsur olarak lanetlenmesidir. Yahudiler hakkında konuşmanın kolaylıkla anti-semitizmle yaftalanma riskine benzer bir durum haricilik kavramı için de geçerli. İsrail en vahşi ve de insanlık dışı uygulamalarını ortaya sererken bir kale gibi bu durumdan faydalanırken, dünyada insanlık değerlerini alt üst eden en berbat yaşantılara İslami kulp giydirenlere ve ahlaki yozlaşmışlığın zirvesinde İslam edebiyatı yapanlara yönelik itham ve töhmetler de kolaylıkla haricilik nitelendirmesi (yafta) ile bertaraf edilerek her türlü trafik kuralını ihlal etmenin dayanılmaz zevki tadılmaya çalışılmaktadır.
Aslında buraya kadar söylenenleri vecizleyen söz şu olsa gerek: Dışlayanlar dışlananlar tarafından dışlanmaktadır.
İşte bu paradoksun içinde nemalanan pek çok söylem ve çabanın örtüsünün açığa çıkmasının gereği ortadadır.
Günün koşulları ve yaşamsal pratiklerinin belirlendiği değersizlik dünyasında "dünyaya ayak uyduramamak" töhmeti de en az diğerleri kadar işlevsel. Bundan dolayı tüm kişilik ve değerleri alt üst olduğu kadar, sarılacak herhangi bir imani prensibi kalmamış insan kalabalıklarının düşünce ve hayat tarzlarının onaylanmadığı her türlü düşünce ve tavra bu töhmetle karşılık verilmiştir. Peşi sıra bu töhmeti, evrimini tamamlamış zihniyetin ürünü bildik şu ifadeler izlemiştir: "Hangi dünyada yaşıyorsunuz?" ya da "Biz bunları çok gördük, aştık, siz daha oralarda mısınız?"
Seyyid Kutub merhumun da dediği gibi, "İnsanlık büyük bir uçurumun başında yok oluş tehdidi altındadır. Bu tehdidin sebebi de değersizlik bataklığıdır."
Bu bataklığa işaret etmek; biliyorum en başta merhum Seyyid Kutub'a harici yaftası olarak geri dönmüştü. Belki de şu dediklerine: "Ümmet artık yok, onu tekrar canlandıracak öncü bir toplulukla ancak ümmet geri dönecektir."
Ara ki ümmeti bulasın, merhum haklı ve haklı olduğu kadar da değersizlik bataklığındaki çiçeklerle avunanlar için bu durumun hemen bir yafta ile üstünün örtülmesi gerekir o da şu, bildik oyun: "Seyyid Kutub bir haricidir." Ne kadar kullanışlı bir üslup değil mi, İsrail yıllardır deniyor.
"Yolların ayrılış noktasında İslam" başlıkları da bu tür bir dışlamanın izlerini taşıyor. Uzak durmak lazım, günün siyaseti ve tavrı hoşgörü olsa gerektir. Ya da Irak'a insan sevgisi, hümanizma ve demokrasi, özgürlük eşitlik ne varsa hepsinden uçaklar dolusu atma vaktidir. Yolları ayırmanın vakti değildir hem hariciliktir bunun adı…