Sezai Karakoç, "müslümanlar"ın Batı karşısında yaşadığı inanç ve güven bunalımını aşabilmek için, 196O'lı yıllardan itibaren yoğun bir şekilde düşünsel, kültürel, edebi ve siyasi çabalar içinde bulunmuş bir şahsiyettir. Onun diyalektiği, medeniyetler çatışması içinde belirir. O, "İslam Medeniyetini idealize eden bir tasavvura sahiptir. Lakin Karakoç'un bu tasavvurunu, -son dönem yazı ve röportajlarından da anlaşılacağı üzere1- hayatı boyunca ciddi bir tahkike tabi tutmadığı, yüzeysel ve hamasi bilgilere dayandırdığı kanaatindeyiz. Ama tüm düşünce örgüsünü ve faaliyet programını, geçmişle şekillenen bu tasavvuru üzerine bina eder. Adanmış bir dava adamı istikrarı içinde, ilke ve ideallerini hayatı boyu taşır. Ona göre kurtuluş; Batının soluğu bizi kuşatmadan Önce "cennet'i andıran yaşantımızı2 (İslam medeniyetini) yeniden canlandırmakla mümkündür. Bunun için de yeniden İslam'ın Diriliş Nesli'nin oluşturulması gerekmektedir. Karakoç'un sahip olduğu düşünce ve idealler, 1960'lı yıllar Türkiye'sinde, İslami kesim için yeni bir arayış ve ifade tarzıdır. Yerel ve tarihi sorunlar içinde evrensel duyarlılıklara açılmak isteyen bu söylem, öncelikli olarak düşünce ve sanat alanında aydın bir kadro oluşturma ve kamuoyuna açılma azmi taşımaktadır. Kendini dillendirmek ve güçlendirmek isteyen bu söylem,1960 yılında iki sayı çıktıktan sonra kapanan; ama 1966 yılında dikkat çekici bir çığlık ve dolgunlukla Türkiye İslami uyanış sürecinin gündemine oturan bir dergi olarak şekillenmiştir. "Diriliş" adı verilen ve 1992 Şubat'ına kadar değişik biçim ve periyotlarda çıkan bu dergi, Öncü bir oluşumun mektebi olma kaygısını taşımıştır. Kendi ölçeğinde ve özellikle Sezai Karakoç'un takipçileri arasında da ekolleşmiştir.
Diriliş Dergisi'nin, kendisini çıkış veya yeniden başlama yazılarıyla tanımlamaktan kaçınması ilginçtir. Bu tutumu yanında o, yayın programıyla, bir ekol dergisi olduğunu, bir medeniyet projesi doğrultusunda, yeniden bir İslami Diriliş nesli oluşturmak amacı taşıdığını sürekli olarak hissettirmişti. Ancak bu tutuma rağmen, yayın döneminin İlk sayısında çıkış nedeni ve gelişimiyle ilgili kısa bir başlangıç yazısına yer verildi: "1960 yılının o olağanüstü havası içinde gün yüzü gören Diriliş Dergisi, bu ruhun ilk dışa vuruşuydu. Sonra, 1966'da dergi, ilk büyük çiçeklenişini yaşadı3."
Diriliş, askeri darbelerin gerçekleştirildiği tarihlerde hep yayınına ara vermek durumunda oldu. İlk sayısı Nisan 1960'da çıkan dergi, 2. sayısıyla birlikte, Mayıs 1960 yılından itibaren uzun bir sessizlik dönemine girdi. 1966 Martı'nda yayınlanmaya başlayıp, son üç sayısı müşterek basılan 12 sayılık ilk önemli atılımdan sonraki Üçüncü dönem Diriliş'in, son sayısı Ocak 1971 tarihini taşıyor. Beşinci dönem Diriliş'in, son ve 12. sayısı ise Eylül 1980'de çıktı.
6 Mayıs 1976 - 3 Ağustos 1978 tarihleri arasında tek gazete sayfası ebadında, haftada iki sayı olarak çıkan Diriliş, altıncı döneminde 7 Ocak 1983 - 17 Haziran 1983 tarihleri arasında tek yaprak günlük gazete olarak yayınlandı. Yedinci veya son döneminde ise 23 Temmuz 1988 - 5 Şubat 1992 tarihleri arasında 16 sayfa ve haftalık olarak çıktı. Nisan 1960'tan itibaren otuz üç yıllık süre içinde Diriliş Dergisi, farklı periyotlarla ve zamanlarda 396 sayı çıktı. Sayı sıralaması ve periyod olarak karışıklık içeren bu yayın sürecini, yedi döneme ayırarak belirginleştiren A. Turan Karataş'ın yaptığı tasniflerine4, yararlandığımız ve Diriliş'in tanıtımını kolaylaştırıcı bir çalışmadır.
Birinci Dönem:
(Nisan 1960-Mayıs 1960)
İkinci sayısından itibaren altı yıllık bir ara dönem yaşayacak olan Diriliş'in ilk imzaları, Sezai Karakoç, Şevket Eygi, Erol Güngör, Kadir Mısıroğlu ve Sait Mutlu idi. Jenerikte ise, Nevzat Yalçıntaş, Nuri Pakdil, Mehmet Çavuşoğlu ve Gökhan Evliya'ya yer verilmişti. Diriliş'in bu ilk iki sayısında, Diriliş Nesline duyulan özlem hissettirilmekle birlikte, kadrosu arasında uyumlu bir çizgi belirginleşmiyordu. Ancak bu dergiyle birlikte Sezai Karakoç, sistemleştirmeye çalıştığı düşünce ve ideallerine bir ad koymuş oldu.
İkinci Dönem:
(Mart 1966-Mart 1967)
Altı senelik aralıktan sonra, 1966 Mart'ında yeniden yayınlanmaya başlanan Diriliş'in 12 sayı süren bu ilk ciddi serüveninde, yoğun bir katılım ve ilgilenilen alanların fazlalığı hemen göze çarpar. Diriliş'in en önemli yayın dönemi olarak algılayabileceğimiz bu aşamada, dergi içeriğine baktığımızda iyi bir kalkış için ciddi bir ön hazırlığın yapıldığı fark edilir. "Çiçeklerime" olarak vasfedilen bu dönemde, "İslami Diriliş" başlıklı yazı dizisinde, Diriliş Neslinin bakış açısı, eğitim ve hareket programı şekillendirilmeye çalışılır. Diriliş imzasıyla yayınlanan ve daha sonrada kitaplaştırılan Sezai Karakoç'a5 ait bu yazı dizisinde ortaya konan tespit ve ilkeler, tez içeren daha sonraki dergi yazılarının ve dergiyle oluşturulmaya çalışılan misyonun temel belirleyenleri olarak algılanabilir. Çok sistematik bir şekilde işlenmese de mağlubiyetlerimizin ve İslami dirilişin nedenleri. İslami direniş ve uyanış akımları, diriliş için Kur'an'la irtibat ve Kur'an'la oluşturulacak aksiyon arzusu, "İslam Medeniyeti" kaynaklarından yararlanma isteği, toplumsal kurtuluşa öncülük yapacak bir "İslam aydını" kadrosu oluşturma amacı, müslümanların şuurlandırılması, "İslam Birliği" ideali ve müslümanların yeni baştan medeniyet hamlesine yöneltilmeleri gibi konular, bu çalışmanın başlıca vurgularını oluşturmuştur. Ancak Karakoç'un, ne anlama geldiği pek anlaşılamayan, kültürümüzdeki "gelenekleşmiş bölümler"i yıkma arzusuna rağmen6 tasavvuftan hadis anlayışına, grek felsefe çevirilerinden akaid alanına kadar oluşan birikimi, muhkem-muharref ayırımı yapmaksızın "İslam Medeniyeti" olarak öncelediğini gerek şiirlerinde, gerek düz yazılarında görmek mümkündür.
1966-67 yılları arasında yayınlanan derginin bu döneminde, daha sonraki dönemlerle mukayese edilemeyecek bir yoğunlukla, İslam coğrafyasındaki sorunlarla ilgilenilir ve önemli çevirilere yer verilir. Okuyucu Seyyid Kutub, Mevdudi, Muharnmed Abduh, Malik Bin Nebi, Muhammed Hamidullah gibi isimlerle tanıştırılır. Seyyid Kutub'un şehadeti, Karakoç'un "Şehidin Mirası Zaferdir"7 başlıklı yazısı ile gündemleştirilir. Diriliş ekolü bu yıllarda "sağ", "devlet", "millet", "Allah'ın halifesi" gibi kavramları Kur'an'la irtibatlandırma arzusu yanında, belirginleşen kavramlaştırma yanlışlarına rağmen -ki bu kaostan Diriliş çizgisi son döneme kadar kurtulamamıştır-; dönemin İslami kesimi kuşatan ulusçu, mezhepçi, taklitçi, Amerikancı söylemlerini aşma konusunda, Türkiye'deki İslami uyanış ve bilinçlenme sürecine hizmetlerde bulunmuştur. Dirilişin bu hizmetleri, dönemin Hilal Dergisi'nde görülen söz konusu sahih çabalarla olumlu bir etkileşim alanı oluşturmuştur.
Diriliş'in İslam Medeniyeti'ni önceleyen ve yaşam soluğu açısından idealize eden yaklaşımını, entellektüel planda Toynbee'nin medeniyetlerin ölümü tezi zora sokmaktaydı. Medeniyetlerin özünü korudukları sürece düşünce, ideal ve duyarlılık bağlamında son bulmayacakları tezini işleyen Sorokin'in tespitlerinin, hem Toynbee'ye hem de tarihi değerlerinden yabancılaşmış elitlere uygun bir cevap temeli oluşturduğu görülmüş olmalıydı ki Erol Güngör, bu kişinin konuyla ilgili yazılarını dergi için çevirdi8. Ayrıca derginin yayın hayatı boyunca sahip olduğu düşünce ve sanat alanındaki bakış açısına katkı sağlayan, Batı kaynaklı görüşlerin çevirilerine özen gösterildi.
Derginin kendini çiçeklenme dönemi olarak belirlediği bu periyodda, tez içeren veya ufuk açan düşünsel yazılar -Karakoç'unkiler hariç- genellikle çevirilerdi. Yani Sezai Karakoç'tan başka Diriliş Neslini oluşturacak düşünce temelli bir kadro henüz ortada yoktu. Ama Diriliş çağrısını şiir, hikaye, deneme sahalarında seslendirip çiçeklendirebilecek ufak ve etkin bir kadrolaşma ümidi belirginleşmekteydi. Ancak yıllar ilerledikçe, bu Diriliş havzasında fiili veya zihni aidiyetleri zayıflayan, o yılların önemli isimleri şunlardı: Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Sedat Ümran, Halim Uğurlu, Alaaddin Özdenören, Said Çekmegil, Nuri Pakdil, Kamil Öztürk. Bir de Erol Güngör, Ali Arslan, Mehmet Maksutoğlu, Ergun Göze gibi çevirileriyle katkıda bulunanlar vardı.
Karakoç, dergi yazılarında, Kur'an'daki hakikatlerin teorik bir anlatışla değil, aksiyonla birlikte inzal olan vahiyler olduğunu belirterek, Diriliş erlerini İslam'ın kültür ve bağımsızlık savaşına davet eder. Bu konuda en beliğ örnek olarak Şehid Seyyid Kutub'u gösterir. Ancak şu anda Uhud'dan kaçınıp, Bedir'e hazırlanabilmek için, Hendek aşamasında olduğumuzu da ilave eder. Aksiyondaki eksiğimiz olarak, aksiyonun arka planındaki ve altyapısındaki inanış, düşünüş ve duyuş zayıflıklarını gösterirken, şehidlerin kanının tarihe rengini verdiğini belirtir. Ancak bu duygulan okşayan tespitlere rağmen teori-pratik, doktrin-aksiyon bileşiğinde safha arayışına geçer ve ilgi alanlarını ayırma temayülü gösterir. Klasik saray doktrininden ve muharref akaid disiplininin etkisinden kurtulamaz ve kendini tasavvufi kültürün etkisiyle de inanç-amel ayrımına sevk eden bir yanılgıya sürükler. Ona göre Mekke dönemi, ruha öncelik verilen düşünce ve inanış aksiyonudur. Yaşadığımız safha budur. Ancak ikinci dönemde, davranış aksiyonuna geçilecektir9.
Karakoç, Kur'an çalışmalarındaki ilgi ve irtibat yeniliğinden olsa gerek, Mekke'deki vahyin inzal ortamını, vahiyle yaşanan sorunlar arasındaki ilişkinin müminlere yüklediği sorumlulukları yeterince kavramış görünmemektedir. Mekke'de inzal olan ayetlerin muhatapları, Kur'ani hakikatleri kendi safhalarının pratiği içinde amelleştirmek ve kendi safhalarıyla ilgili olarak da güçleri oranında hayata müdahale etmek yükümlülüğündeydiler. Yeni bir nesil diriltme azmindeki müslümanların, en fazla yoğunlaşmaları gereken alan tabii ki Mekke dönemidir. Ancak o dönemde inzal olan ayetler bütünü, iyi tefekkür edildiğinde de görüleceği gibi, Mekke döneminde müslümanların oluşturduğu inanç ve bilgilenme süreci, hiç de pratikten ve pratik sorunlardan kopuk değildi.
Diriliş Dergisi'nin bu yıllarda, bilinen doğruların toplumsal planda şahitliği, yaşanan zulme karşı güç oranında mücadele, yaşanan sorunlar konusunda kamuoyunda inisiyatif oluşturma, egemen sistemin tuğyanını ifşa edip, cahili yapıdan ayrışma gibi güncel mükellefiyetler yükleyen, kitlelerdeki İslami duyarlılığı besleyip güçlendiren ve pratik sorunlar karşısında pratik tavırlar geliştiren veya geliştirme temayülü gösteren çok belirgin bir siyasi çizgisi olmadı. Türkiye'deki tevhidi bilinçlenme sürecinin yeniliği ve birikimsizliği gözetildiğinde, eylem planında böyle bir beklentinin fazla abartılı olacağı söylenebilir; ama düşünce olarak da olsa bu alanlara duyulan ilgi zayıflığı ve özellikle bu konuların Medine safhası olarak algılanan savaş stratejisiyle irtibatlandırılması, önemli bir bilgilenme ve bilinç zaafiyetiyle izah edilebilir.
Yeni bir nesil oluşturma konusunda safhasıyla Kur'an hükümlerini, ayrıca yaşanan pratikle metod ve mücadele stratejisini gereğince irtibatlandıramayan tespitler, gerçeklik ve tutarlılık temelinden uzaktırlar. Diriliş dergisinde bu tespitimizin örneklerini görmek mümkündür. Suudi Arabistan Devleti tarafından teklif edilen "İslam Paktı"na yöneltilen umutlar10; Kral Faysal'ın Ankara ziyaretinde caddelere "Kelime-i Tevhid" armalı Suud bayraklarının asılmasıyla yaşanan samimi ve sıcak duygu ve beklentiler11, dergi sayfalarına yansıyan gerçeklikten kopuk değerlendirmelerdir.
Siyasi pratikten kopuk birikimlerle, pratik sorunlara eğilindiğinde çelişki ve bulanıklıktan kurtulunamayacağına en çarpıcı örnek olarak; "Diyanet Krizi" başlıklı yazıyı gösterebiliriz. Bu konu, dergide Türkiye'de yaşanan pratik sorunlarla ilgili çok nadir yazılardan biridir. Diyanet Teşkilatı'nın yönetim sorunuyla ilgili olarak; kaleme alınan bu yazıda, başlangıç olarak "Diyanet Başkanlığı, İslam prensiplerine aykırı bir kuruluştur. Çünkü İslam adına konuşan, hüküm veren, bir davranışta bulunan hiç bir şahıs ve kurum, İslam kaynağından doğmamış bir sultaya bağlanamaz" ifadeleriyle ortaya konulan doğru tespitler, ilerleyen çözümlemelerde sistemi tanıma ve kavrama konusunda ciddi kafa karışıklıklarını ve çelişkileri sergilemektedir. Diyanetin statüsünü "demokrasi ve laikliğe aykırı" olmakla eleştiren bu yazı, sistem içi çözüm önerisi sunarken, gayri meşru gördüğü çizgiye kendi düşmekte ve "Diyanet İşleri Başkanı, ehillerince ve ilgililerce gösterilecek adaylar arasından Meclis'çe seçilmeli değil miydi?"12 diye sormaktadır.
Derginin son üç sayısı müşterek olarak çıkartıldıktan sonra ilan edilmeksizin yayına ara verilir.
Üçüncü Dönem:
(Ekim 1969-Ocak 1971)
Üçüncü dönem Diriliş, kitap biçiminde 64 sayfa roman boy olarak yayınlanmaya başlamıştır. Bu dönemde Cahit Koytak, Durali Yılmaz, İsmail Kıllıoğlu gibi yeni isimlerin, şiir ve hikayeleriyle karşılaşırız. Ancak Diriliş'in ikinci dönem kadrosunda yer alan bazı isimlerin artık katkıda bulunmadıkları anlaşılmaktadır. Karakoç da artık dergiyi çıkartırken bu eylemini kişiselleştirmekte, paylaşım ve kadro oluşturma hassasiyetini terk etmektedir.
Bu süreçte Diriliş, mahkeme koridorlarıyla tanışmaya başlar. Kasım sayısında "İslami Diriliş" davasından beraat edildiği haberinin ardından, "Yazılar" davasının devam ettiği bildirilir13. Anlaşıldığı kadarıyla hukuki baskılar, ekonomik sorunlar ve çiçeklenme sürecini terk eden dostların bıraktığı boşluk nedeniyle, dergi periyotlarında yaşanan aksaklıklar yeniden belirginleşir ve üçüncü dönem Ocak 1971'de son bulur. 12 Mart muhtırasından sonra da üç buçuk yıllık yeni bir sessizlik dönemine girilir.
Dördüncü Dönem:
(Eylül 1974-Şubat 1976 / 6 Mayıs 1976 - 3 Ağustos 1978)
Bu dönemde, dergi boy 48 sayfa olarak başlanılan yayın hayatına, 6 Mayıs 1976 tarihinden itibaren haftada iki kez tek sayfa yayınlanmak üzere gazete boy olarak devam edilir.
Diriliş başlığının altında, "Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş, bir insanı dirilten bütün insanlığı diriltmiş gibidir" ayet mealine yer verilişinin, diriliş idealine vurguyu taze tutmak yanında, ideolojik çatışmaların silahlı mücadeleye dönüştüğü o dönem sürecine de bir uyarı görevi içerdiği söylenebilir.
Gazete boy Dirilişte ise, basit haber aktarımları yanında, Sezai Karakoç'un "Gündönümü" ve "İnsanlığın Dirilişi" başlıklı yazıları dikkati çeker. Karakoç, bu yazı dizilerinde eski tezlerini güçlendirme çabası içindedir. Oysa Diriliş'in bu yayın döneminde, Türkiye'deki tevhidi bilinçlenme periyodu, ilk kitlesel mayalanma sürecini çok canlı bir şekilde yaşamaya başlamıştır. İslami hareketlerin türkçeye aktarılan usuli ve metodik birikimi, genç kuşak İslami çevrelerde büyük bir heyecan oluşturmuş ve geleneğe, emperyalizme, egemen sisteme ve devlete karşı ortak bir dil edinme gayreti gittikçe gündemleşmeye başlamıştır. S. Kutub'un "Fizilal" çevirisinin etkisiyle, Kur'an'a yöneltilen ilgiler, Mevdudi'nin "Dört Terim" ile başlayan İslami kavramları yeniden tahkik ve yanlış tespit ve tanımlardan arınma çabaları ile bütünleşerek, önemli bir bilinç silkinmesine imkan hazırlamıştır. "Sağ", "millet", "devlet" gibi kavramlar Kur'an'la yeniden sorgulanırken; mezhep, tasavvuf, tarih, medeniyet, emperyalizm, ulusçuluk, egemen sistem, toplum hakkındaki yerleşik anlayışlar, ciddi anlamda yeniden değerlendirilmeye başlanmış; cahili ve eklektik anlayış ve duygulardan arınma sürecine kapı açılmıştır.
Türkiye'deki İslami duyarlılığa bilinç düzeyinde önemli katkılar sağlayan bu süreçte ise Sezai Karakoç, kendini tekrar eden ve kendi tespitleri ve düşünce kurgusuyla yetinen bir halet-i ruhiye içine girmiştir. Karakoç bu tutumuyla, 196O'lı yıllarda tüm eklektisizmine rağmen, ümmeti önceleyen evrensel kaygılarıyla yakaladığı olumlu tespitlerini geliştirmek, yanlışlarından uzaklaşmak ve İslami hareketlerin evrensel ve meşru dilini paylaşarak kendi birikimini ve kimliğini tevhidi ilkelerle yeniden tanımlamak fırsatını adeta reddetmiş ve kendini çevresindeki gelişmelere kapatmıştır.
Karakoç'un kendisi de, bu dönemde gittikçe yalnızlaştığını şu tespitleriyle itiraf etmektedir; "Kimileri görünüşe aldanarak, Diriliş akımını bir edebiyat gelişimi gibi görmekte veya almaktadır. Bu yüzdendir ki, nice az veya çok yetili genç, Diriliş Akımına girdiler, fakat ufak bir edebiyat ünü yapar yapmaz da bırakıp gittiler. Çünkü, onlar bir nevi edebiyat türü sanısıyla özdeşleştirmiştiler Dirilişi. Fakat yeten süre içinde Diriliş edebiyat çığırıyla birlikte düşünce ve inanç, davranış ve durum alış yanını da belli belirsiz sezince, ya da onların bu sınırlı Diriliş anlayışına. Yaşayan ve Oluşup Gelişen Diriliş sığmayınca, bir bocalama dönemi oldu. Doğmamızı istemeyenlerin de yardımıyla bu bocalama bir şaşırtmaya ve küçümsemeye dönüştü"14.
Demek ki akımlaştırılmak istenen ilk Diriliş kadrosu, genellikle Diriliş'i bir "Hakikat Akımı" olarak değil, bir "edebiyat akımı" olarak kavrama yanlışı15 içindeydi. Peki bunca "yeten süre" içinde bu azimli gençler, Diriliş sistematiğini kavrayamadığı veya "durumalış"tan korktuğu için mi saflardan ayrılıyordu? Oysa pratik mücadeleyi erteleyip, kendini düşünsel ve kültürel çabalarla sınırlayan Diriliş, sistem karşısında hangi risk veya bedeli üstlenecek bir durumalış önerisinde bulunmuştu ki? Diriliş ekolü engelleniyor muydu, yoksa Türkiye'de yaşanan tevhidi bilinçlenme sürecine ayak mı uyduramıyordu? Ve bu ayak sürçme, Diriliş çizgisinin etkisinden tam olarak kurtulamayan kişilerin tevhidi bilinç düzeyindeki gelişimlerine yardım mı etti, yoksa kişiliklerinde yerlilikle-evrensellik, tasavvufi ilkelerle-İslami ilkeler, sağcılıkla-müslümanlık, devletçilikle-devrimcilik, düşünce ve sanat adamlığı ile dava adamlığı arasında çifte kimlikler mi oluşturdu? Diriliş Dergisi çevresine takılıp geçenlerin veya uzaktan da olsa gönül bağlarını sürdürenlerin toplam pratiğine baktığımızda, bu sorulara olumlu cevaplar vermek mümkün değildir.
Beşinci Dönem:
(Ekim 1979- Eylül 1980)
12 Eylül darbesinin hemen ardından yayın faaliyetine ara verilen olan bu dönem de Diriliş Dergisi, katılım ve muhteva olarak en zayıf dönemini yaşar. Karakoç'un bu dönemde yazı kadrosu olarak en vefalı dostları şair Sedat Ümran, çevirmen Yüksel Peker'dir. Ama Sezai Karakoç adanmış bir dava adamı kararlılığıyla moralini bozmamaya çalışır. Tezlerini sosyalleştirme imkanını oluşturamasa da, "Görev" başlıklı yazısında ideallerini diri tutmaya çalışır: "Diriliş Toplumunun üyesisin sen. O toplum şimdilik hiç ortalıkta gözükmese ve senden başka o toplumun üyesi olmaya aday tek kişi olmasa da. Değil mi ki sen varsın, o toplum vardır. Bir tohum halinde, bir potansiyel halinde de olsa, Diriliş Toplumu vardır."16.
Önceleri şiirlerini, sahip olduğu düşünce ve ideallerinin estetik bir aktarım aracı olarak kullanan Karakoç, bu dönemlerin seziş ve duygularının bir ifadesi olan "Leyla ile Mecnun"undaki şiirlerinde ise, içine düştüğü yalnızlık ve karamsarlığı pek gizleyemez. Onun şiirindeki İslami imajı irdeleyen İzzettin Hanifi'nin, "Leyla ile Mecnun" üzerine vurguları çözümleyicidir: "Kuşkusuz şair Allah'a sığınmayı ve yakarmayı hayatının ve şiirinin hiçbir döneminde terk etmemiştir, ihmal etmemiştir. Ama şiirinin gelişim çizgisi kavgayı-mücadeleyi terk edip, Leyla'sını aramaya bile artık bir son verip, uçsuz bucaksız çöllerde hedefsiz dolaşmayı daha çok tercih eder gibi gözüktü bize. Gerçekten 'Leyla ile Mecnun'un O'nun en son kitabı olması bu konuda manidardır. "17.
Altıncı Dönem:
(7 Ocak 1983- 16/17 Haziran 1983)
Diriliş, 7 Ocak 1983 tarihinde, tek sayfalık günlük gazete şeklinde kesintisiz 161 sayılık yeni bir yayın dönemini başlatır. Diriliş'in bu günlük döneminde, Sezai Karakoç'tan başka kimse dikkati çekmez ve Anadolu Ajansının flaş haberleri özensiz bir şekilde gazete yaprağına serpiştirilir.
Diriliş imzasıyla Karakoç'un kaleme aldığı ve niçin günlük yayına geçildiği ile ilgili ilk çıkış yazısı, "niçin gazete" sorusunu kendi mantığı içinde açıklamaktadır: "1960'dan bugüne kadar, Diriliş düşüncesi de, aylık dergi ve kitaplarda daha çok teorik planda, iç birikimini yapmış, fakat aktüel alandan da büsbütün kopuk ve uzak durmamıştır. Zaman zaman günlük gazetelerde, sütunlarda görünmüş... (...) Ancak, bugünkü çıkış aktüel plana inişin süreklilik kazanması anlamına gelmektedir."18
Karakoç, gazete yazılarını 1986'da iki kitap halinde yayınlamıştır. Bu yazılarına baktığımızda, İslam dünyasındaki önemli gelişmelere ve bu gelişmelerin Türkiye'deki etkilerine sanki bilinçli olarak idrakini kapatmıştır. Örneğin, 20. yüzyılın en önemli olaylarından birini oluşturan İran İslam Devrimi'ne -herhalde kendi projesiyle bağdaşmadığı için olacaktır ki- tamamen ilgisiz kalmıştır. Fakat "Irak-İran savaşının anlamsızlığıma vurgu yaparken, çözüm olarak Arap şeyhlik yönetimlerinin tekliflerini tekrarlamakla yetinmiştir19.
Karakoç, 1966'larda yakalamaya çalıştığı tevhidi bilinçlenmenin evrensel kazanımlarını artık gündemine bir daha getirmez. Seyyid Kutub'un şehadetine duyduğu takdirlerini, "Yoldaki İşaretler" in kendi tezini önemseyen, ama tashih eden "Yeniden Bir Kur'an Nesli Oluşturma" çağrısına yöneltmez.
1960'lı yıllarda evrensel İslami hareketin düşünsel ürünlerine yer veren Diriliş, giderek tevhidi bilinçlenme sürecinin zihni ve ameli kazanımlarından uzaklaşır. Adeta tevhidi dünya görüşü yerine ikame edilen İslam Medeniyeti tasavvuru, süreç içinde Karakoç'u ırkçılığa karşı oluşturduğu tüm söylemine rağmen, ırk temelli yanlış açılımlara sevk eder. Karakoç'a göre ırkların farklı mizaçları vardır ve bu mizaçlarıyla medeniyete katkıda bulunurlar: "Arab'ın mizacı bitim ve düşünceye yatkınsa, İslam medeniyetinin bilim ve düşünce yönünü geliştirmiş. Acem mizacı, sanat ve edebiyat yönünü, Türk mizacı da yönetim ve örgütleniş cephesini, sosyal yapı cephesini açmaya yaramıştır."20
Türk ulusunun mizaç yetilerini keşfeden Karakoç, İslam ülke/eri uyanıp birleşme sürecine girerken gündeme gelecek olan, "Liderlik hangi ülkede olacaktır?" sorusunu da ilerleyen yıllarda tabii ki kolayca çözümleyecektir. Çünkü, "Diyelim ki Pakistan, Türkiye, Mısır ön planda olabilir. Bunlardan herhangi birisi diğerinden daha fazla liderlik şansına adaydır. Ancak her halükarda, Türkiye'nin, bu birliğin oluşmasında ön planda bir yeri olduğuna şüphe yoktur.21 Bir de İslam ülkelerinin başkentini tayin etme sorunu vardır. Eğer İslam medeniyetinin yönetim ve örgütleme yönünü Türk mizacı halletmek zorundaysa zaten adres de bellidir. "Ortadoğu'nun başkentidir İstanbul; bu, biz istesek de böyledir istemesek de. Eğer biz İstanbul'u başşehir yapmazsak, Ortadoğu'nun yeni düzeninin idare merkezi, yani başşehri olarak, başkaları yapacaktır,22 Belki Farslar, belki Araplar hatta Kürtler. O halde Türk mizacı uyanık davranmalı, işi kapmalıdır. Ancak bu mizaç epey kirlenmiş olacak ki, tevhidi bilincin örgütlülüğü ve hareketliliği bakımından, Türk ulusunun yaşadığı yöreler en zayıf havzaları oluşturmaktadır.
Peki bu zayıflığı gidermek için, Türk ulusunun mizacındaki hasletlerin yeniden ortaya çıkartılması için mi çalışılacaktır? Eğer öyleyse bu çabayı, rejimin üretmek istediği "Türk İslamı" tezini kurumlaştırma gayretlerinden ne düzeyde ayırabileceğiz-? İşte 1960'lı yıllarda Mehmet Akif'in düşüncelerinin oluşumunu, evrensel İslami uyanış çabalarından ayrıştırarak Türkiye'ye özgü kılmaya ve Türk toplumuna dayandırmaya çalışan anlayışın23, "Türkiyecilik" sevdasından, "tevhid ve ümmet" sevdasına gereğince inkılap edememesinin sonucu, öncelikler konusunda yaşanan İslami kimlik bunalımıdır. Peki tüm bu tartışmalar içinde "İslamın Diriliş Nesli" nendedir ve hangi ırk ve coğrafya havzasında şekillenecektir?
Yedinci Dönem:
(23 Temmuz 1988-5 Şubat 1992)
Beş yıl aradan sonra Diriliş, 16 sayfa ve haftalık olarak çıkmaya başlar. Artık Karakoç'un takipçileri, Diriliş Nesliyle değil ama Diriliş Dergisi'nin dirilişiyle ilgili sevinçlerini izhar etmektedirler. Karakoç, ideallerini yaşatacak bir neslin oluşumunu görememiştir ama kendini önemli bir düşün ve sanat adamı olarak kabul eden/sevenleri vardır; hiç değilse onları kuşatacak bir proje geliştirmelidir. Kendini "üstad" olarak gören taltiflere fazlaca itibar etmeye başlamış olacaktır ki, artık Türkiye'de elde edilen tüm tevhidi birikim ve kazanımları görmeyen ve paylaşmayan bir tutumla, kendi bildiği doğrultunun şakşakçılarıyla düşüp kalkmaktadır. Hatıralarını yazar alkışlanır; Turgut Özal'ı yazar alkışlanır, Mevlana'yı yazar alkışlanır. Ancak bu gürültüler kapalı odalarda kalan akislerden başkası değildir. Karakoç için artık bir aldanışlar dönemi başlamıştır. Ruhlarda dirilişi gerçekleştirecek bir neslin Mekke'sini yaşatabilmek için, Necip Fazıl'ın "Büyük Doğu'sundaki aksiyonerliği terk eden Karakoç, 25-30 yıl sonra ideal temellerini 150-200 yıl önceki "Osmanlı Türk-İslam Medeniyeti"nde gördüğü Medine döneminin aksiyonerliğine geri dönmeye kalkışır ve siyasi bir parti kurma gayreti içine girer.
"Parti ve Biz" başlıklı yazısında, "Allah'ın izniyle, biz diriliş görüşü sahiplerinin de partisini kurma zamanı yaklaşıyor"24 ifadeleriyle duyurusunu yaptığı Diriliş Partisi'ni 1990'da kurar. Artık Diriliş Dergisi, Diriliş Partisi'nin emrindedir. Aynı yazıda, bu partinin "ülkenin geleceği için en büyük fedakarlıkları göze alacak idealistlerin teşekkülü" olacağı ifade edilir. Nasıl oluyorsa bu idealistler, yıllar süren Diriliş Nesli çağrısına kulak verip Diriliş eri olma fedakarlığını sergileyememişlerdir. Demek ki ruhlarındaki dirilişi gerçekleştiremeyen insanları, ülkenin geleceği için parti aksiyonu içinde de fedakarlıklara sevk etmek mümkün görünmektedir. Ve Diriliş'in aldanışı başlamıştır. Artık nesil oluşturmak yerine, vatan kurtarmaya yönelinmiş ve reel politika adına İslam'ın Özgünlüğü, ülkenin çıkarlarına feda edilmiştir. Türkiye'deki tevhidi bilinçlenme süreci ile kucaklaşamayan Karakoç: "çiçeklerime dönemi" dediği İslami arayış ve arınma yıllarında, anlayışsızlıklarına muhatap olduğu25 sağcı dostlarıyla, tekrar Türkiye'nin yüksek menfaatleri ortak paydasında kucaklaşmaya başlamıştır.
Sezai Karakoç artık bir imajdır. Mütefekkirdir. Şairdir. Hikayecidir. Türk kültürüne hizmet eden büyük bir bilgedir. Ve artık onun ne söylediği değil, ne olduğu önemlidir. Devletine ve toplumunun değerlerine bağlı her müslüman Türk insanı için o, artık Anadolu veya Türk kültürünün önemli temel taşlarından birisidir. Maalesef ki onun imajı parladıkça misyonu kararmış, İslami berraklığa açılan misyonu bulandıkça da sağcı-muhafazakar kesimlerdeki mevkii güçlenmeye başlamıştır. Ama bu imajıyla bile kendisine sevgi besleyen bazı vefalı dostları, halkla bütünleşmek adına düştüğü zayıflığa üzülmektedir. İşte Partisinin Gebze'de yaptığı toplantıdaki konuşmasının bir seveninin kaleminden değerlendirilmesi: "Konferansın bir an önce bitmesi için sabırsızlanıyordum. Toplantı bir siyasi partinin toplantısına hiç benzemiyordu. Dinleyicilerin de Üstad'ın anlattıklarıyla ilgili olmadıklarını sezer gibi oldum. Bir kısmı Diriliş'te yayınlanan Hatırat'taki şairi arar gibiydi. Kimisi de Monna Rosa'yı içten içe tekrarlayarak hayranlıkla şairi izler gibiydiler. O an içimden yanına gidip, 'ben sizi şair ve mütefekkir olarak seviyorum ve öyle kalmanızı istiyorum. Siyaseti başkalarına bırakın' demek geldi içimden."26
Diriliş serüveninin mimarı Karakoç'un, 2000'li yıllara girerken sistemin saldırılarıyla uğraşan ve ciddi bir özeleştiri sorumluluğu ile karşı karşıya bulunan Türkiye'deki müslüman kamuoyunda gündemleşen rolü; maalesef ki sıra dışı bir konudur. Böyle bir süreçte Karakoç'un, ilgililerine keyif veren bir aşk şiiri ile gündemleştirilmesi, Diriliş Nesline duyulan umutları düşündüğümüzde, sonbahar hüznünden de öte büyük bir elemdir. Dışarıdan bakanlarca "Diriliş'in çocukları"veya "küçük kardeşleri" olarak görülen27 Edebiyat, Mavera, Yönelişler, Yedi İklim, Kayıtlar gibi dergi kadrolarının bu acı sonucu görme ve uyarma konusunda hiç bir basiret gösterememeleri de, "yerlilik" takıntıları ve eklektik din anlayışıyla neler kaybedildiğinin önemli bir belgesidir.
Dipnotlar:
1-Fehmi Koru, "Konuşa Konuşa, Şair, Düşünür ve Diriliş Partisi Lideri Sezai Karakoç", Zaman, 12 Ocak 1992. (Aynı röportaj için bkz: S. Karakoç, Tarihin Yol Ağzında, s. 25, Diriliş Yay.. 1996)
2-Diriliş Dergisi, (Zülkif Canyüce müstearıyla)"Yitik Cennet", Eylül-Ekim 1974. (Ayrıca Bkz: S, Karakoç. Yitik Cennet, s. 7, Diriliş Yay. 3. Baskı, 1979.)
3-Diriliş Dergisi, Ekim 1979.
4-Yedi iklim, "Sezai Karakoç'un Dergiciliği", Sayı. 44-45, 1993.
5-Sezai Karakoç, İslami Diriliş, 5. Baskı, Diriliş Yay., 1979.
6-A.g.e.,s. 54.
7-Diriliş Dergisi, Ağustos 1967.
8-Pitirim Sorokin, Bir Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri, Bilgi Yay. 1972. (E. Güngör'ün çevirdiği metinlerin tümü bu kitabın bölümleriydi.)
9-İslam'ın Dirilişi, s. 43-47.
10-Diriliş Dergisi, Mart 1966.
11-Diriliş Dergisi, Ağustos 1967.
12-Diriliş Dergisi, Ekim 1967,
13-Diriliş Dergisi, Kasım 1969.
14-Sezai Karakoç. Gündönümü, s. 61, Diriliş Yay., 3. baskı, 1979.
15-A.g.e.,s.61-62.
16-Diriliş Dergisi, Kasım 1979. (Ayrıca bkz: Sezai Karakoç, Makamda, s. 13. Diriliş Yay. 1980)
17-İzzettin Hanifi, "Sezai Karakoç: İkinci Yeni Ya Da İkinci Öncü", Kelime Dergisi. Ağustos 1987.
18-Diriliş Gazetesi, 7 Ocak 1983.
19-Sezai Karakoç, Çağ ve İlham IV, "Son Saldın", s.38-39, Diriliş Yay., 1986.
20-Sezai Karakoç, Düşünceler I, s. 11, Diriliş Yay., 2. baskı. 1995.
21-S. Karakoç, Tarihin Yol Ağzında, s.59.
22-A.g.e,s.25.
23-Sezai Karakoç, Mehmed Akif, s. 20-21. Diriliş Yay, 7.baskı., 1996.
24-Diriliş Dergisi, 20 Ekim 1989.
25-İzzettin Hanifi, A.g.m,
26-Metin Yüksel, Selam Gazetesi, "Şairini Kuşatan Şiir: Monna Rosa"
27-Yedi İklim, A.g.m.