Diriliş

Gülşen Demirkol Özer

Duvarlarına hüznün asıldığı küçük bir odada, perdeleri sonuna dek açık olan pencereye bakan bir hasta yatmaktadır. Benzi solmuş, göz çukurları derinleşmiş gözleri bir sürgün gibi hareket etmektedir. Çatlamış dudakları belli belirsiz bir ifadeyi söyleme çabasındadır. 'Son... son yaprak, son yaprak'. Güneş nazlı bir gelin gibi terk eder dünyayı... Akşam olur. Bekleyiş artar. Hasta, göz kapaklarının ağırlığına inat ayırmaz gözlerini pencereden. Koca gövdesi kalın dallarıyla heybetli bir çınarda sabittir hastanın buğulu gözleri.

Sonbahardır ve tüm yapraklar bir bir terk etmektedir bağlarını. Ama bir yaprak inatla ve ısrarla yapışır koca çınara. Günbe gün daha da kötüleşen hasta dostlarının çaresiz bakışları önünde eriyip gitmektedir. Solgun renklerin hakim olduğu bir tabloyu andırmaktadır oda. Nesneler kadar hareketsizdir insanlar, suskundur. Eşyanın değil insanın halet-i ruhiyesi sinmiştir eşyalara. İnsanlar, kendilerini bile inandıramadıkları teselli sözleri söylerler. Sözler eşyalara çarpıp geri döner döküldükleri dudaklara ve kilitlenirler orada. Ama her sözün eylemi sonrasında, içinde kocaman yenilgiler yaşamış olan hasta 'Susun... susun... son yaprak, son yaprak da düştüğü an öleceğim... boşuna kendinizi yormayın... bundan kaçış yok' diye diretir. Yani hasta bir sıfır yenik başlamıştır kavgaya. Baştan hazırdır yenilmeye. Hayatını koca çınarla özdeşleştirip, son yaprağı ruhunun düşüşü olarak inandırmıştır kendini. Çınar kadar yaşlı hissetmektedir bedenini, takvim yaşı tam tersini söylüyor olsa da.

Yaprak düşmez ise 'umudu' dirilecektir. 'Hayata', kendine umut tekrar gelecektir. Yaprağa endekslenmiştir. Umut tekrar gelecektir. Yaprağa endekslenmiş bir umut. Ve bir gün, iki gün derken düşmez son yaprak. Adı doğal olarak umut olur yaprağın. Umut tükenmem eli der dostlardan biri. Umut asla tükenmemeli.

Bir gece şiddetli bir rüzgar başlar. Hasta herkese 'elveda' mesajlı bakışlar gönderir. Bu gece mutlaka son yaprak düşer. Rüzgar dışarıda düşecek yaprakları savururken odanın içinde de bekleşen umutları savurmaktadır. Bütün geceyi şiddetli ağrılar ve sayıklamalarla geçiren hasta sabaha doğru gözlerini, filmin son karesini belirleyecek şeye yöneltir. 'Eğer hala orada isen. hayat beni daha konuk edecek demektir' diye düşünür. Ağır bir melodide vurguya dikkat eder gibi götürür gözlerini pencereye. Gözleri koca çınarı bulduğunda inanamaz. Evet oradadır. Yanlış görmüyordur. Tekrar tekrar bakar. Umut, güneşin dünyaya gelişi gibi gelir doğar yüreğine hastanın. Gözlerinden yaşlar süzülürken 'ey yaprak, rüzgara direnen sen, öğretmen oldun direnç sorusunda bana. Direneceğim. Hayata direneceğim, hayat herşeyi yerle bir eden bir rüzgar da olsa direneceğim' der. Azimle çıkar bu sözler hastanın ağzından. Bir dost vardır odada. Acı acı gülümser. Hasta onu görmez. Bir kaç güne kalmaz hasta ayağa kalkar ve gerçekten iyileşir. Yaprağın hükmü nesh olur. Ama bir sır vardır ki, o acı acı gülümseyen dostun dudaklarında; hasta onu hiç bilmeyecektir. O fırtınalı gecede son yaprağın bin bir güçlükle dala tutturuluşunu hiç öğrenemeyecektir..."

Hikâyenin son perdesi de zihninde kapandığında hafızasına yer etmiş bu hikâyeden kendini sıyırmaya çalıştı. Ama ilk anki gibi sarsıldı-titredi. Nereden nereye... Gene sabah oluyor, gene güneş doğuyor. Elindeki kitaba baktı. Bitmesine az kalmıştı ama birçok yeri tekrar okumalıydı. Ümmet-i Muhammed meseleleri diye gülümsedi. Yaşadıkları, mevcut durum alıp götürmüştü onu okuduğu kitabın satırlarından. İnsanları düşündü... Var olan zulmü ve müslümanları. Daha doğrusu müslümanım diyenleri düşündü. Fakültenin tenha köşelerinden birinde elinde sigara umursamaz kahkaha atarken bir yandan da karşısındaki çocuğun attığı tavla zarının kaç geldiğine bakan başörtülü(!?) kızı düşündü. Sonra bölüm koridorlarında "Selamün aleyküm, aleyküm selam. vize, final notları" dışına çıkmayan konuşmaları düşündü. Sancıya tutulmuş gibi hiçbir işe yaramayan atılan voltalar geçti zihninden. Gerçekten bir yan olup bir bütün edememişler miydi?.. Hepsi yıldız olmak mı istiyordu birbirinden bağımsız, kendini bile aydınlatamayan yıldızlar. Birleşip güneş olmanın önündeki engel ne idi. Evrensel mesajı kabul etmemişler miydi? Öyleyse güneş olmak, bir gereklilik gibi takip etmiyor muydu onları? Acaba dedi "insanlar-müslümanlar" gözlerini düşmek üzere olan bir yaprağa sabitleştirmişlerdi de mi suskundular. Umudu esen şiddetli rüzgarın önünde mi terk etmişlerdi'? Masallara, anka kuşlarına inanmadıklarına göre umudun Kaf dağının ardına gitmiş olması mümkün değildi. Dağı parçalayan bir sorumlulukları olduğunu kabul etmemiş miydi müslüman? Umut dedi. Umut tükenmemeli. Sorumluluğun gereği hakkı ikame etmek olduğunu anımsadı. Onun umut bağladığı ile müslümanın umudunu bağladığı ve güç aldığı bir tutulabilir mi? Zihninde müslümanın yüreğini titreten kitabın ayetleri geçerken, hikayeyi değiştirdi kendince. Yaprak düşüyordu ama hasta ayağa kalkıyordu. Son yaprak diye sayıklamayı çoktan terk eden dudaklar Rahman'dan ayetler söylüyordu "Üzülmeyin, gevşemeyin inanıyorsanız siz üstünsünüz". "De ki, seni gerçekle müjdeledik öyleyse umut kesenlerden olma". "De ki, sapıklar dışında Rabbinin rahmetinden kim umut keser"?

Bu son haliyle hikâyeyi daha da bir sevdi. Zaferi kazanmamış olmak kazınılmayacak anlamına gelmez. Ve kimsenin olmaması benim olmamamı, direnmeyi bırakmamı gerektirmez. "Ve innaallahe meassâbiriyn".