Egemenler telaşta... Çünkü İslam'ın yükselen gücü zalimlerin kalbinde korku, mazlumların dünyasında umut oluyor. Telaş ve korku, mantıksızlığı ve dayatmacılığı körüklüyor. Ve sistem maskesini sıyırmak zorunda kalıyor. Zalimlerin zulmü, baskısı, sömürüsü ve hukuksuzluğu arttıkça düzenin yaldızlı lafları bir bir çürüyor. Önce demokrasiden, insan haklarından, barış içinde birarada yaşama edebiyatından ve sonra da hukuk devleti olma aldatmacasından vazgeçiliyor. Sistem halk nezdindeki meşruiyetini kaybettikçe küstahlaşıyor. Küstahlaşan sistem, teba edindiği halk için değil, laik ve batıcı değerler için var olduğunu bir kere daha ilan ediyor; İslam karşıtı kimliğini brifingleriyle, güdümlü mahkemeleriyle, gözaltında işkence seanslarıyla, joplarıyla, tanklarıyla, hapishaneleriyle açıkça ortaya kokuyor. "Ya Sev Ya Terket" tekerlemesi "Öncelikli iç Tehdit" suçlamasıyla infaz adresini belirliyor. İslam'ın insanlığa tevhid ve adalet bahşeden alternatif gücü, tağuti güçlerin korkulu rüyası oluyor.
Artık sivil toplumculuğun, demokratlığın, aynı gemide yaşama edebiyatının balonu patladı. İslam düşmanlarıyla birarada yaşama sırnaşıklığına rağmen kapılarını kapatanlar yine onlar, iflas etmiş söylemleri Amerika'yı yeniden keşfediyormuş gibi ısıtıp ısıtıp müslümanların gündemine sokanların da kredileri çoktan tükendi. Artık kimliğimizi netleştirmenin, vahyin şahitliğini üstlenmenin, mücadeleyi yüklenmenin aciliyeti ve ertelenemez sorumluluğu ile karşı karşıyayız. Susarak, lafı uzatarak, mücadele platformlarından kaçarak, tavırsızlığı tedbir diye yutturarak kendimizi aşmak mümkün değil. Kaçamak tavırlarla; liberal, demokrat hatta Atatürkçü ve laik maskelerle İslami kazanımlarımızın kirletilmesine hoşgörüyle bakmamız beklenmemeli. Cennetle cehennem arasında üçüncü bir alternatif yok.. Ya kendi dinimizin şahidi olacağız, ya da bize dayatılan kimliğin gönüllü kölesi. Şefaati egemenlerde aramanın ve uzlaşmacılığın mazereti yok. Onların dininden olunmadığı müddetçe, onların müslümanları benimsemeyecekleri ilahi ve toplumsal bir yasa değil mi?
Zaman günlük ve ucuz hesaplarla oyalanma zamanı değil. İnsan olarak, müslüman olarak, tevhidi bilincin taşıyıcıları olarak, tarih, önümüze önemli bir sınav alanı açıyor. Tarih, ilerilere ertelenen mücadele ve sınav beklentilerini önümüze reel bir tercih zorunluluğu olarak sergiliyor. Ya teslimiyet ya direniş. Kaçmak yok kendini ve insanları aldatmak, yan gelip sedirine yatmak... Sistem kendi kimliğini bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor. Artık tevile, gizlenmeye gerek yok. İki yol var: Hak ve batıl. Ve üstelik sistem, muhalifleriyle uzlaşmayacağını açıkça ilan ediyor. Artık düzenin ve içimizdeki bazı beyinsizlerin tüm saldırı ve dayatmaları karşısında tasfiye edilecek olan, İslami mücadele sürecinin sağladığı kazanımlar değil; saflarımızı çürüten takiyyeci, sığınmacı, uzlaşmacı, yılışık anlayışlar; kimliğini gizleyen, bulandıran veya netleştirmeme konusunda inatlaşan tutumlardır. Ve düzenin yargısıyla, kolluk güçleriyle, istihbarat birimleriyle, yasama organlarıyla üzerimize üzerimize geldiği bu dönemde çok daha fazla direnişe ihtiyacımız var. Mevcut halimizi muhasebe etme ve kendimizi yenileme sorumluluğu, bugün İslami direnişin sağladığı sıcaklıkla da çok daha aydınlatıcı ve verimli imkanlarla iç içedir. İnanıyor ve yaşıyoruz ki bu dönemde katlandığımız acılar, kendini Kur'an'ın şaşmaz rehberliğinde yenileyebilenler için sızlanma, korku ve sığınma duygularını değil; bilgi, inanç ve eylem bütünlüğünü üstlenen tanıklıkları yaygınlaştıracaktır.
Tanıklığı tanımlayan Direniş, Adalet. Özgürlük çağrımız; zulme karşı, hakkı gözeten ve tevhide yönelten bir çağrıdır. Kur'ani ilkelerin sosyalleştirilmesi görevi bu çağrı bünyesinde saklıdır. Bu çağrının en güzel açılımını Rasulullah(s)la birlikte bir avuç insan, vahyin ilk inzal olduğu Mekke toplumunda her türlü baskıya, tehdite, küçümsemeye, şiddet ve işkenceye rağmen ortaya koymuştur. Bize düşen de bu güzel sünnetin ilkelerini bulunduğumuz ortamın cahiliyyesine ve tağutlarına karşı yeniden yaşamlaştırabilmektir.