Türkiye'nin kendine has taşımış olduğu özellikler ve onlarca yıldır pompalanan sağcılık-muhafazakarlık ve örtülü laiklik, artık; kendini bu kadar yıldan beri merkez diye niteleyen kesimler açısından bir iflası yaşadığı muhakkaktır. Onlarca yıldır bu ülkenin insanlarına hiçbir şey vermeyen ve her defasında herkesçe malum mutlu ve şımarık azınlığa hizmet eden bu merkez diye nitelenen kesim kendisi ile beraber bizzat rejimin kendisini de tıkanma, tükenme noktasına getirmiştir. Merkezin bu anlam da eriyip bittiğini gören rejimin asıl sahibi, siyasetin asıl belirleyicisi olan üniformalı bürokrasi, boş durmamış ve en azından yürütmenin başına İslami (!) liderlerin gelmesine ses çıkarmamıştır. Sonunda RP çizgisi ile başlatılan bu süreci kıyısından kenarından kırparak, yontarak kendi istediği şekle sokmakta (AKP çizgisi) fazla zorluk çekmemiştir.
Böylece RP-FP-SP çizgisinin söylemi AKP eli ve diliyle boşa çıkartılmış, sonrasında AKP de ürkütülerek aklı gitmiş bir yapıya büründürülmüştür.
28 Şubat'tan sonra daha önce üzerini örttüğü -görmezden geldiği- yok saydığı zaafları, noksanlıkları ve gereksiz duygusallıkları ile yüzleşmek durumunda kalan Müslüman çevre ve bu çevreye ait söylem ve eylemlilikler karşılığını bulmaya çalışıyor. Geniş ve genel anlamıyla İslami kesim hızla değişen dünya dengeleri ile bu dengelerin Türkiye'ye olan olumlu ve olumsuz yansımaları karşısında hazırlıksızlığın, söylemsizliğin ve pek tabi eylemsizliğin işaretlerini veriyordu. Darbe ile birlikte apar topar kapatılan Refah Partisi ve onun devamı olan Fazilet ve Saadet Partisi ile yine kendi içlerinden çıkıp kendilerinden tamamen ayrışma eğiliminde olan Ak Partisi ile düşman kardeşleri oynuyor ve Saadet Partisi bugün itibariyle tamamen Ak Parti karşıtı bir politika geliştirebilme uğruna adeta bir politikasızlık sonucu ulusalcı ve İslam düşmanları ile dahi aynı kulvarda görünebiliyor. Bunu yaparken kendini sorgulama ihtiyacı dahi hissetmiyor. Türkiye'ye ait bir mesajı ve programı olmadığından Kutlu Doğum haftaları, Kur'an hafızlarının adeta ilçe ilçe gezdirilmesi ve son dönemde anti-Siyonist gösterilerini parti mitingine dönüştürme dışında hiçbir şey söylemiyor. Ve yine 28 Şubat darbesi ile beraber üzerine büyükçe bir çarpı konan ağır hasarlı bir binayı andıran Fethullah Gülen ve eğitim ordusu kendisinden ümidi kesmiş içerideki egemenlere yaranmak ve dışarıda ABD'nin ve İsrail'in çıkarlarına ters düşmemek pahasına yapmadığı zavallılık kalmıyor. Milli görüş ve Fethullah Gülen'in olan biteni yorumlayamadıkları, darbe mantığını ve darbecilerin zihniyetlerini tanıyamadıkları ortaya koydukları acziyetten açıkça anlaşılıyor.
Genel anlam ve tanımıyla 1980'lerle birlikte İslami hareket ve İslami söylem alternatifine muhatap olan tevhidi Müslümanların ise kendi söylemlerinin ne anlama geldiğine ilişkin bir netlik ve öngörülerinin olmadığı ve aynı zamanda bu söylemlerin Türkiye ve dünya gerçekliğiyle ciddi tezatlar içerdiği üzerinden çok fazla geçmeden anlaşıldı. Birbirlerine rağmen ayakta durmanın çarelerine başvuran tevhidi Müslümanlar 28 Şubat'ın ardından ne olduklarına ait ciddi ve öznel eleştiriler sonucunda örgütlülüğün, siyaset üretebilmenin, siyaseti kalıcı kılabilmenin, istikrarın ve nokta atışı söylem geliştirebilmenin ince, ufak fakat bir hamle sonrasında kalıcı, etkili ve geniş yollarını görmüş, yakalamış durumdalar. Yeni yeni de olsa ağırlık ve boylarının farkına varan bizlerin nereye basıp nerelere basmayacağımızı, nerelere uzanıp nerelere uzanmayacağımızı anladığımız süreci tamamlamak durumundayız. Haddini bilmek ile de yakından alakalı bu süreci iyi işletmek ve korkunç bir şekilde üzerimize gelmeye hazır durumdaki azgın emperyalistler ve bunların yerli şebekelerine karşı ciddi, azimli, sebatkar, ısrarcı ve yılgınlık göstermeyen bir direnişi hakim kılmak ve yaşatmak durumundayız.
Bu anlamda Türkiye'de yaklaşık bir yıldır sürdürülen başörtüsü direnişleri ciddi bir örneklik olma özelliğine sahiptir. Haftalık olarak Kocaeli, Sakarya ve Ankara'da; aylık olarak ise İzmir'de sürdürülen başörtüsü direnişleri ister içeriden isterse dışarıdan, nereden bakılırsa bakılsın gerek platform bileşenleri açısından ve gerekse iştirak eden katılımcılar ve kitle açısından tıpkı bir okul olma özelliğini taşımaktadır. İzmit'te 70. Adapazarı'nda 50. ve Ankara'da 30. haftasına giren eylemlerin hakkında onlarca olumlu veya olumsuz görüş ve kanaat bildirilebilir. Bir çok yönden eleştirilebilir ve bu eleştirilerin haklı yönleri de olabilir; fakat teslim edilmesi gereken şey, bu insanların bir onur mücadelesini kararlılıkla yürüttükleridir. Yılmadan usanmadan. Allah'ın rızasını aradıklarıdır. Her hafta ciddi bir çaba ile hazırlanan basın açıklamalarında işlenen konular dikkatle incelendiğinde başörtüsü özelinde Türkiye'deki azgın oligarşik yapı, hukuksuz adalet sistemi, askeri vesayet sistemi, bürokratik darbe düzeni, haksız ve ölçüsüz gelir dağılımı ve daha bir çok güncel ve güncel olmayan konuda inançlı ve kararlı bir direnişin örnekliğini sergilemektedirler. Bu yönüyle var olmanın ispatı gibi de görülebilecek bu eylemlerde bilhassa kadın ve çocukların yaz kış demeden meydanlarda yerlerini almaları üzerinde çok ciddi düşünülmesi gereken noktalar olduğu görülmektedir.
Bilhassa 28 Şubat'ın ardından iyice azgınlaşan darbeciler başörtüsü üzerinden İslami kimliği toplumsal hayattan uzaklaştırmak arzusunu hayata geçirirlerken onlara karşı duran, onlara boyun eğmeyen İslami yaşam hak ve taleplerini dillendiren Müslümanlar açısından bu başörtüsü direnişleri yankı bulması gereken, sahip çıkılması ve desteklenmesi icap eden ciddi örnekliklerdir. Hatta bu yönüyle Cumhuriyet tarihinde benzeri bir direniş örnekliğine rastlamak imkansızdır. Zulmü, haksızlığı ve darbeci geleneği örgütleyen zorba ve zalimlere karşı direnişin tek ve kaçınılmaz yol olduğu ve bu direnişin ancak ciddiyet, azim, sebat ve istikrarlılıkla kalıcı kılınabileceği tartışma götürmez bir gerçeklik durumundadır.
Bugün itibariyle ciddi ciddi seçim atmosferine doğru hızla yaklaşan Türkiye'de seçim sonuçlarının ne olacağı, seçim propagandalarının neyin üzerinden gerçekleşeceği şimdiden aşağı yukarı bellidir. Hemen hemen tüm partiler yine, seçim kurgularını ve formlarını başörtüsüne dayandıracaklardır. Hepsi meydanlara çıktıklarında yine başörtüsüne özgürlük vaad edecek, imam-hatipleri övecek, katsayı adaletsizliğini çözeceklerini iddia edeceklerdir. Çok hızlı gelişen ve değişen dünya şartları ve dengeleri egemenler ve onların yerel işbirlikçileri açısından mızraklarını sığdıracakları çuvalları bulamayacakları bir zamanı yaşamaktadır. Her ne kadar kirli ve kafa karıştırıcı da olsa enformasyon o hale gelmiştir ki herkes her şeyi bilebilir, görebilir, duyabilir bir durumdadır.
Müslümanların bunu çok iyi değerlendirmeleri, birlikte hareket edebilme, ortak bir dil ve akıl oluşturabilme, direniş bilincini topluma yayabilmeleri, yaygınlaştırabilmeleri noktasında çok daha kesin ve kararlı düşünmek zorunda oldukları çok açıktır.
Başörtüsü direnişlerinin ortaya çıkardığı gerçeklerden biri ve belki en önemlisi bu ülkede halen sürdürülen zorbalıklara karşı direniş imkanlarının mevcut ve yapılabilir olduğudur. Açık bir şekilde devam ettirilen İslami kimlik eksenli mücadelelerin karşılığını bulmasının daha mümkün olduğudur.
Kendini ifade ederken neyi ne şekilde ve nasıl istediğini net bir biçimde dile getiren bu direniş örneklikleri bir sonraki aşamada daha kapsamlı bir yapıya dönüşebilirlerse üstlendikleri misyonu fazlasıyla yerine getirmiş olacaklardır.
Direnişi ertelemeyen, bir anlamıyla kazaya bırakmayan bu örnekliklerin artması, yine onların kararlılıkları ve gösterecekleri ciddi açılımlar sayesinde olacaktır.