25 Eylül 97
Koca bir yaz geride kaldı. Bilgiyi sağlamlaştırma ve amelleştirme kaygılarıyla... Eylül geldi yine. Eylül öyle farklı ki... Geriye sayım başladı. Dostun dediği gibi "Herşey hızla bir sona doğru akıyor"du. Gönüllerimize gül yüzlü kardeşlerin, bir de ana-babanın hasreti düştü şimdiden. Ve yine yollar.. Güneş bir başka yerde bulacak bizi. Öğrenci evlerinin sessizliğe büründüğü saatlerde arayacak birçok göz "o benim" dediği yıldızı. Ve sonra Rabbe güzel kul olmak, "iyi yıldız" olmak için yarışacak mü'minler.
'Son yılım' diye sevinmeye kalmıyor. Haber spikerinin donuk cümleleri ile bölünüyor hasret hüznü, yerini daha farklı kaygılara bırakıyor. Başörtüm yıllar önce nasıl düşmanlık oklarına tutulmuşsa, yine öyle olmuş. Birinci sınıfların kaydı yapılmıyormuş. Öyle kötü ki "muş"larla konuşmak. Televizyonda bildiri okuyan insanların yanlarında olamamak.
Yarın yola çıkıyorum. Yarın, hasret hüznüne değil, üniversite kapısında muhtemel yasaklara karşı direnişe...
26 Eylül 97
'Dua edin' dedim sadece her birine. Dua. Şimdilik yüreğiniz yanımda olsun. Ve koca şehir, anların yaşanıp, günlerin geçmediği koca mektep. Herkes için başka bir tanım bulan şehr-i İstanbul.
Aynı anda ulaştığımız arkadaşlarla hemen okullarımıza koştuk. Bavullarımızı açmadan, "merhaba", "Allahaısmarladık" trafiği ile fırladık... Sanki herşey farklılaşmış; yollar, insanlar, yapılar... Üniversite kapısı taşduvar. İçimde herşey direnişe doğru akıyor. Yüreğimi hazır kılmak için, tekrar soruyorum kendime; 'örtüm ne ifade ediyor'? 'Neden örtüme kin duyuluyor'?
Hıncahınç mücadele dolmuş gözlerimde, "henüz kayıtlar başlamadı" cevabı, anlam bulamıyor. Yüksek Lisansı kazanmış bir arkadaşla karşılaştık. Son gün gelmiş, ama başı açık fotoğraf vermediği için kayıt yaptıramamış. "Ne yapacaksın" diyorum kaygıyla. Vermeyeceğim tabii ki diyor. "Bu basit bir evrak problemi değil" diyor. Rabbim, rabbim... O, daha birşeyler diyor ama işitmiyorum. Zafer! Sarılıyorum. Çölde su bulmuş gibiyim. Direniş var.
Noter tespiti için gidiyormuş. Takıldım peşine. Hayır almıyorlar! Gelen kalabalığın protestosu "Rektör bilir" cümleleri ile yok sayılıyor. Avukatlar açıkça hukuki çözümün uzayacağını, belki olmayabileceğini söylüyorlar. Ve insanlar bilmiyorlar, vergilerini verdikleri, devlet diye sahiplendikleri kurumların bizzat kendi değerlerine savaş ilan ettiğini. Birçok kişi habersiz, başörtüsünden dolayı üniversite kapılarının kapandığını...
Kayıtların son günü uygulanmaya başlanan zulüm nedeniyle, bir müslüman kaydını yaptıramadı diye kayıt düşüyorum.
30 Eylül 97
Hafta sonu, artık kesin kayıt yaptıramayacağım fikri ile son buldu. Tabii "dönüp gidelim öyleyse" demiyorum. Başörtüm adına yapılanın, benim dinime, bizzat Kur'anî değerlere karşı yapıldığını biliyorum.
Kesin olan şu ki, direneceğim. Rabbimin bana verdiği hakkın gasp edilmesini susarak değil, haykırarak cevaplayacağım. Zulümlerini ifşa etmek için ne gerekiyorsa yapmalı... Kaç kişi böyle düşünür, henüz kestiremiyorum. Ama biliyorum ki, "Nice az topluluk Allah'ın izniyle zafere erişmiştir".
1 Ekim 97
Bugün kesin olarak öğrendim ki kayıt yaptıramıyorum. İçim burkulmadı değil. Hayatımı Rabbim için ahdettim elbette ama, gözümün önüne, "kızım okuyor" diye yüreğinde masum duygular barındıran annemi getirdim. Duyunca sarsılacak biliyorum, anlamlandıramayacak. İçimden "off!" diyorum. Bir yığın sancı sonrası edindiğim netliği dudağıma "off!" ile kilitliyorum. Belki diyorum, bu zulüm anlatır "off!" ile kilitlenenleri dudağıma. Kızıp "boyunları devrilesiler" deyişi şimdiden gözümün önüne geliyor gibi...
2 Ekim 97
İnsanlar öyle şaşkın ki! Bu kadar vahim olacağını sanmamıştım. İnsanların İslam'ı kimlik tercihi olarak görmediklerini görememişim. Aslında Edebiyat Fakültesi'nde olanları düşününce şaşmıyorum, insanların "İslam'a hizmet" etiketiyle yaydıkları teslimiyetçi anlayış burada da olacaktı elbette. Ama direnen kazanır. Kazananları görenler pragmatist bir tavırla da olsa, son güne ertelediler istenen resmi vermeyi.
Rabbime hamdolsun ki, "bu İslam'a saldırıdır" diye anlattıklarımız karşılığını buldu. Yaklaşık 60 kişi için dilekçeler yazdık, sonuna kadar uğraşmak üzere sözleştik. Ve bu halkaya, farklı fakültelerden zulme uğrayan insanlar dahil oluyor, her gün artarak... Rabbimize karşı alnımız açık.
Her gece telefon çalıyor. Annelerin, babaların kaygılı cümleleri acı olarak düşüyor yüreklerimize. Kimimizin ailesi kızım "ne olur ki bir resimden" derken, kimileri de "sonuna kadar yanınızdayız" diyerek güçlendiriyor bizi. Ve sabırla anlatıyoruz tek tek; belki her gece aynısıyla, bunun bunun bir kimlik problemi olduğunu. O samimi yüreklerin olayı kavramaları için dualar uçuruyoruz. Ve dualarımızı günışığına eylemlerimiz olarak çıkarıyoruz. Yolumuzu aydınlatan, bizi İslam'la, Kur'an'la şereflendiren Rabb'e hamdolsun.
3 Ekim 97
Okulda buluştuk. "Ne yapacağız" sorusuna cevap aradık. Kayıt süreleri dolmadan sonuç alıcı neler yapılabilir sorusu dolanıyor zihinlerimizde.
Beni dostun acı sözü yaralar. Yine sana sığınıyorum Allah'ım. İnsanlar hukuki çözüm öneriyor. Yapılanın yasalara aykırı olduğu söyleniyor habire. Kızgınım, oysa olayı gördüklerini sanmıştım. "Derdiniz sadece kaydınızı yaptırmak mı" diye bağırdım. Sonra insanların durumunu ve Rasul'ün hakkı aktarma metodunu anımsayarak... "Arkadaşlar" diye başladım söze...
Herşeyden önce biz, İslam'ı seçmiş kişiler olarak bizzat İslam'a yapılan bir yok etme politikasıyla karşı karşıyayız. Bazılarınız hukuka aykırılıktan bahsediyor. Evet kesinlikle bu insanlar kendi yaptıkları yasalara aykırı davranıyorlar. Bu da bize münafıklıklarını göstermiyor mu? Bu insanlar size savaş açmış, bunu da yasalarına dayandırıyorlar. Siz diyorsunuz ki, bu yasal değil. Hayır arkadaşlar bu mantık yanlış. Sizden daha iyi biliyorlar bunun yasal olmadığını. Öyleyse sırf TC anayasası diye takılıp kalmanın anlamı ne?
Arkadaşlar bu uygulama tamamen siyasidir. Lütfen son gelişmeleri düşünelim. Bu sadece başörtüsüne değil, genel olarak müslümanlara açılmış savaşın bir parçasıdır. Bakın müslümanlar cezalar alıyorlar. Gerekçesiz tutulup götürülüyorlar. Bunlar zindanlarını müslümanlarla doldurmaya yemin etmiş gibi davranırken, nasıl olur da "anayasal hakkımız" diye çare ararız. Bu Anayasa'nın değil, Rabbimizin bize verdiği bir haktır.
Daha neler söylediğimi hatırlamıyorum. Ama gözlerde biriken damlalardan anladım ki, yürek frekanslarımız tutmuştu. Karar verdik, pazartesi buluşuyoruz. Pazartesi rektörle görüşeceğiz. Allah'ım günlerden Cuma. Cuma, Cuma...
4 Ekim 97
Direnişi şiar edinen arkadaşlarla görüştük. Çoğu ile sadece selamlaşıyor, bir kısmını ise ilk defa tanıyordum. Umudumu güçlendiriyor bu insanlar. Hep siyah tabloları gördükten sonra... Bazı şeyler de, itiraf etmek istemesem de bomba gibi patlıyor beynimde... Neredeydim ben... Başıma bu musibet gelmeden önce neredeydim? Oysa hep müslümandım, hep tevhidi düşünürdüm.
Ama tek başına. İslam'ın toplumsallığa, birlikteliğe dair anlamlı tanımları gelip buluyor beni. Bir bir yüzleşiyorum cümlelerle. Hiçbir cevapla affetmiyorum kendimi. Sorumluluğu yüklenmemiş omuzlarım bu musibetle sarsıldı. Artık diyorum, bu güzel insanları kaybetmeyeceğim... Artık yasaklar bize değil; biz yasaklara meydan okuyoruz!
6 Ekim 97
Bugün güneş bizimle doğdu. İ.Ü. ana bina kapısı önünde toplandık. Önce kabul etmediler rektörle görüşme talebimizi. Kararlıyız. Oturduk. Pazarlıklar, tartışmalar, içeri alma sorumluluğunu birbirine atan memurlardan sonra içeri girdik... Tabii ki, rektör kesinlikle görüşmeyecek havası estiriliyor. Rektörün zaten binada olmadığı söylendi. Üç kişi hasbelkader içeri girdik... Sürpriz.
Özgür eğitim-eşit eğitim söylemlerini kameralara aktaran rektör(ümüz), meğer içeride Sabancı'ya 9. fahri doktora unvanı veriyormuş... Böylelikle samimiyeti bir kez daha taştı üniversite kapılarından dışarı. Dışarıda haksızlığa uğramış öğrenciler, içeride sermayedarlara fahri doktora unvanları. "Hey arkadaşlar, ekmek bulamıyorsak fahri doktora unvanlarını yiyelim!"
Basın ile beraber Sabancıyı yolcu eden Rektör, bir muhabirin ısrarlı bir biçimde "öğrencilerinizle konuşmayacak mısınız"? sorusuna zorunlu bir kabulle cevap verdi. Sanırım heyecanlıyım. Yasak, karşımdaki insanın dudaklarından çıkmış olsa da, tek sorumlusu olmadığını biliyordum. Ülkenin egemenleri ferman çıkarmıştı: "Müslümanlar tez yok edile!"
Sadece midem bulanıyor. "Tükür ve çık" diye bir ifade hatırlıyorum bir kitapta. "Tükürün ve çıkın". Herkesi davet ediyorum.-.
"Ayetlerimiz hakkında ileri-geri konuşmaya dalanları gördüğünde onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma" (6/68)
Dışarı çıktık; düşmanlığını kelimelere apaçık döken Rektör'ün sözlerini merakla bekleyen basının karşısına. Aslında sadece bir kafir kinini ifşa etti, o kadar demek istedim. 1400 yıl öncesine atfettiği dinimin hiçbir şekilde yaşanmasına razı değil. Rektör, "demokrasi, insan hakları, sizin için (Yani ey müslüman, senin için) üniversite kapısına kadar" diyor. Demokrasiden medet umanlara ithaf ettim sadece. Rektör ben varoldukça bu yasak olacak diyor. Öyleyse dinle. Biz müslümanlar da zulüm varoldukça direnerek var olacağız. Biz, zulme karşı isyancı Hüseyni tanırız; biz Aişe'yi. Zeynep'i biliriz: biliriz direnişi. Direndikçe güçlenmeyi. Ve biliriz Ebu Cehillerin, Firavunların ve yandaşlarının nasıl kaybedeceğini.
''Allah inananların dostudur, onları karanlıktan aydınlığa çıkarır. İnkar edenlere gelince, onların dostu da tağuttur. Onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar" (2/257)
7 Ekim 97
Bugün yine buradayız. Yarın da burada olacağız, gerekirse bir yarın daha... Halka rağmen sözde halktan aldıkları yetkilerle bir yerde olduklarını iddia edenlerin bu zulmünü halka duyurana dek. Basın burada sürekli röportajlar yapıyor. Ne zamana kadar, ne yapacağımız soruluyor.
Bugün ilk basın bildirimizi okuduk. Biz öğrenciler olarak ne için, ne zamana kadar protestomuzu sürdüreceğimizi ilan ettik. Burada, üniversite sembolü olarak bilinen bu kapı önünde yapılan zulmü kamuoyuna duyurana dek oturacağız. Yarın buluşmak üzere ayrılırken başlıyor ezan sesi, Allah bizden yana...
Olayı duyuran sivil örgütler destek için şimdiden gelmeye başladılar. Genişleyecek görünüyor halka. Kendimizi tarih yazmış gibi hissediyoruz. Tarihi biz yazıyoruz.
8 Ekim 97
Artık başörtüsü mücadelesini ablalarımızdan dinleme lüzumu kalmadı. Mücadeleyi biz yaşıyoruz. Elbette artılar-eksiler için dinleyeceğiz. Ama olay iliklerimize kadar işlemiş; pasif dinleyiciler değiliz, artık aktif direnişçileriz.
Arkadaşlarla durum değerlendirmeleri yapıyoruz. Belli kaygılarımız var. Önceki tecrübeleri göz önünde bulundurduğumuzda, kaygılarımızda haklıyız. Herşeyden önce bu, kimliğimize bir saldırıdır.
Burası siyasi şov-reklam arenası değil, haksızlığı ilan ettiğimiz eylem alanı. Kimsenin üzerimizden rant kavgasına girmesini istemiyoruz. Sistemin parçası olan kurum, kuruluş, parti ve kişilerin "destekliyoruz" laflarına kanmak durumunda da değiliz.
Çoğunluğun değil, Kur'anî ilkelerin belirlediği bir mücadele istiyoruz.
Olay salt başörtüsü problemi olmadığından, hiçbir sembol, bayrak vb. burada görmek istemiyoruz, istediğimiz, onurlu bir mücadele, sadece onurlu bir mücadele...
Bunları konuşuyoruz ve bu ilkeleri kabul edenler, biliyoruz ki her şeyi göze almış kişiler. Güzeliz direnirken. Dövizlere yazılanlar da güzelliğini gösteriyor direnişimizin.
Başörtüsü onurumuzdur, koruyacağız!
Eğitim hakkımız engellenemez! Başörtüsü kimliğimizdir! Zulme karşı direneceğiz!
Bizi mutlu eden önemli bir şey de ailelerin, erkek arkadaşların, hatta yasağın İslam'a aykırı olduğunu farkeden açık arkadaşların desteği... Problemi sadece başörtülü kızlara hasretmeyen bu güzel insanlardan Rabbim razı olsun diyoruz. İlk defa iman etmiş, ilk defa örtünmüş gibi heyecanlı çoğumuz.
Gaspedilen hak için eylem yaparken yoğunlaşan duyguların güzelliğini yaşıyoruz. Gelen siyah çelenk ve kınamaların sayısı artıyor. Yarın gene buradayız.
9 Ekim 97
Memurlar iş başında!
Bugün Diyanet'in peruk fetvası ulaştı bize. Diyanet: Kim bu Diyanet? Diyanet ne kelime anne? Allah'ın apaçık hükmünü devletin memurları harıl harıl çalışarak ancak böyle saptırabilirdi. Dövizlere döküyoruz isyanımızı. Dövizlere, ancak ve ancak Kur'an'ı rehber edindiğimizi...
"Diyanet'in peruk fetvasını kınıyoruz"!
Yorgunuz her birimiz, kimimiz yeni yeni kutulara koyuyor eşyalarını, kimimiz yarın yola çıkacak gibi... Telefon trafiği daha da yoğunlaşıyor. Günlerdir bölük pörçük, göçebeler gibi yaşıyoruz. Her zorluğu Rabbim kabul buyurur diye göğüslüyoruz. Şüphesiz hiç unutmayacağız bu günleri.
10 Ekim 97
Gazeteler bizden bahsediyor ve bazı televizyonlar. Tabii hemen ardından telefonlar. Aileler... İyi misin kızım?.. Dün seni TV'de gördüm... Ah! anamın yollara düşen duaları. İyiyim ya, elbette iyiyim. Her gün cennet kapılarını açıp, dolaşıp gelmiş kadar iyiyim. Anacığımı, anacığımı "latahzen innallahe meâna"...
11 Ekim 97
Olaylar, artılar, eksiler midir, bizi böyle kılan. Ama arkadaşlar müthişler. "Zor zamanda konuşmak" diyor bazıları. Müthiş espriler üretiliyor. Moralimiz çok iyi. Üzülmüyoruz, gevşemiyoruz, iman ediyoruz ki, "Zafer bizim". Yılın hit kelimeleri tespit edildi. Mağdur, dayatmacı sistem, kimlik, keyfi uygulama.... Mutluyuz. Mutmainiz Rabbim. Arkadaşlar koşuşturma seyrimize bakıp "Hızlı Gonzales" bile bu kadar hızlı olamaz diyor. Bugün Ankara'dayız.
Başörtüsü Komisyonu'nun Ankara'daki İstişare Toplantısındayız. Bütün gece tren yolculuğundan sonra gözlerimiz konunun önemine binaen açık kalıyor. Tartışmaları, önerileri dikkatle dinliyorum. Bir şey de kopukluk var.
Bizi konuk ediyor Ankaralı müslümanlar, ancak öğrencilerle konuşmalarımızdan sonra karşılıklı şoklar yaşıyoruz. Yıllardır başörtüsüz fotoğraf veren, hatta başörtülü okula girememe gibi durumlarla karşılaşan öğrenciler başlattığımız eylemi ilgiyle dinliyor, hayretlerini dile getiriyorlar. Yıllardır... İşte bir yerlerde olan kopukluk. Hakkı ve sabrı tavsiye ettik birbirimize tüm gece. Sorunla karşılaştığımız andan itibaren yaşadığımız süreci anlattık.
Uykusuzluğumuz şahit olsun...
12 Ekim 97
Muştu... Ankaralı arkadaşlar Salı günü direnmeye başlayacaklarını ilan ediyorlar. Anlatsam anlarsın sevgili günce, ama anlatmaya kelimeler kifayet etmiyor ki...
Memur şehri denen Ankara'dan sanırım hayatımız boyunca işittiğimiz ilk anlamlı karar.
Bu sevinci artık teoriler bile bozamıyor. İnsanların kendilerini aklamak istercesine yaptığı çıkışlar. Beni sadece bacımın dudaklarından dökülen anlamlı karar ilgilendiriyor.
Biraz yağmur, sallanan eller, verilen sözler ve tüm muhteşemliği ile gündüze terkeden güneş uğurluyor bizi. Geldik ve güzel bir armağanla dönüyoruz İstanbul'a. Yolculuğumuz marşlar ve "kadın" üzerine gelişen anlamlı tartışmalarla geçti. Ve uykuya yenik düşmeden ulaştık şehre.
13 Ekim 97
Meydanı iki günlük bir aradan sonra gene şenlendirdik diyorum, Şenlendirdik, çünkü Beyazıt'ın kuşları kuşanmış gibiydi bu sevinci. Bu ikinci hafta... Rektör hâlâ içerde, hâlâ yumuşak koltuğunda diken gibi fikirlerine yaslanarak oturmakta
Rahat mısın BERKARDA!
İki gün kaldı. Kayıtlar sona eriyor. "Anneme, babama selam eder, kızınızın bu yılı ve sonrakileri Rabbi'ne hibe ettiğini saygı ve hürmetle bildiririm".
İpler geriliyor. Çarşamba günü son. Dekan ile görüşmelerimizin yolu hep Rektör'e çıkıyor....
Bugün ilk slogan atıldı. "Habil, Kabil'ce vuruldu, ilk kan toprağa düştü" der gibiyim diyorsun, öyle mi? Var say ki öyle dostum.
Bu anlamlı slogana sevinçle katılıyorum. "Başörtüsü Onurumuz, Koruyacağız!" Zalimlere karşı onurla haykırırken, Mekke'den kırk kişinin seslerini işitiyorum yanı başımda.
Bir bayan öğrencinin attığı slogana erkeklerin katılımı ile mutlu oluyorum. Biz birbirimizle öğreniyoruz herşeyi. Bayanın sesinin tartışıldığı günlerden, burada oturmamızı, hatta sloganı talep eden erkeklerin artık İslami mücadelede kadının olması gereken yerini anladıklarını hissediyorum. Artık kızların ne işi var üniversitelerde anlayışının zihinlerde gömüldüğünü görerek mutlu oluyorum; mutlu oluyoruz...
Mutluluğumuz yarıda kesiliyor. Tartışma işitiyorum iki bayan arasında, "slogan atılmasın", Sonra da "sıfıra sıfır elde var sıfır mı" diyorum ister istemez. Geleneksel anlayışı aşıp üniversiteye gelen, sonra bu meydana gelip oturan, ayrılırken alkış tutan müslüman kızları tebrik ediyorum ama, bu tavra hâlâ mı diyorum? Hâlâ atalar dini silinmedi mi kafanızda. Sesimizin meşruiyyetini tekrar mı tartışacağız. Kalkıp Sümeyyece bildiriler okunuyor, ardından slogan müslüman bayana yakışır mı? deniliyor. Anlamsızlık işte...
14 Ekim 97
Yarın son gün. Şimdiye dek kamuoyunun yeterince haberdar edildiği kanaatinde değiliz. Herkes farklı bir şeyler olmalı diyor. Haklı bir söz.
Bugün Ankara'da eylem başladığı ilan edildi. Hem de sloganlarla. Gözaltına alınanlar olduğu söyleniyor. Bugün gelip demokrasi diyenlere, bir müslüman çıkıp gerekli cevabı verdi. Artık umuyorum ki, demokrasinin şişirilmiş bir balon olduğunu bu iki haftalık süreçte anladı herkes.
15 Ekim 97
Dün gece ikinci haber olarak izledim Ankara'yı. Sistemin maskesi aralanıyor. Bugün artık canlarımızla-mallarımızla sınanışın son ânı. Kazandığımı hissediyorum. Ve kazananlarla birlikteyim. Rabbimiz, bize kazancı vaad ediyor. Tağutun sunduğunu reddetmekle mutluyum. Rabbim doğruyu bulduktan sonra ayaklarımızı kaydırma. Direniş sürüyor, direniş sürecek.
16 Ekim 97
Dün noter götürdük fakülteye, alınmadı. Haksızlıklarını tescil ettirmekten rahatsız oluyorlar. Dün bitti kayıt süresi. Göstermelik bir kayıt yapıldı, Kimlik ve paso alamayacağız. Yani bu demek oluyor ki, yarınlarda bu okulun kapısından giremeyeceğiz.
Adını ne koysak bu ülkenin?
Gazetelerden direnişin kupürlerini kesip dikkatle arşiv yapan arkadaşı izliyorum. Demek öğretmen olamayacak.... Kalkıp hep beraber namaz kılıyoruz. Kur'an'dan ayetler okuyoruz. Her halükârda kazanan biziz.
17 Ekim 97
Bugün Cuma. Nureddin Şirin için 17.5 yıl hapis cezası verildiğini öğrendim. 17.5 yıl... Herşey üst üste olup bitiyor.
Bugün dekan yardımcısı ile konuştuk. Çok netti. "Karar siyasidir, MGK'nın bir sonucudur. Kesinlikle bu yıl okula alınmayacaksınız". Beyazıt'ta Cuma çıkışı eylem yapılmış. Sadece duymaya çalıştım onurlu sloganları.
20 Ekim 97
Annem aradı. "Gel artık kızım" diyor, "baş edemezsiniz onlarla". Zaten biz de kaldıramayacağımız yükü omuzlamış değiliz. Bugün biraz daha kalabalıktık. Bir güzel haber. Bursa'da da direniş başlamış. Bursa'ya, Ankara'ya, İstanbul'dan selam.
21 Ekim 97
Anlamsızlık ortasında anlam yakalamaya çalışıyorum. Ve sorulara, anlamsızlıklara, 'siyasi şov' yapıyor bunlar, diye tanım getiriyorum. Üçüncü haftaya girdik direniş takviminde. İktisat'a kayıt yaptıran öğrencilere, başı açık fotoğraf istendiğini bildiren bir tebliğ ulaşmış. Aksi halde kayıtları iptalmiş...
Bugün 9 kişilik bir grupla Rektör yardımcısı ile görüştük. Elimize tutuşturulan metinde, "pardesü ile küvezden nasıl bebek alınır?" gibi ifadeler yer alıyordu. Anfilerdeki başörtü yasağına buldukları gerekçe. Vay diyorum, İnsanlar üretmek isteyince yaklaşık bir saat konuşuyoruz. Boş, bomboş cümleler...
22 Ekim 97
Yağmur, çamur engel olmuyor hiçbir şeye. Allah bizimle, yağmur eyleme ayarlı gibi. Gün gün büyüyor halka, artık insanlar suskun değil, artık doğal olarak haykırıyor. Öğrenciler burada, Rektör nerede?
Suskunluğu bozuyoruz.
60-70 kişiyle başladığımız halka büyüyor. Zalimler kendi mezarını kendileri kazıyorlar. Artık herşey güzel bir sona doğru akıyor gibi geliyor, güzel bir sona..,.
Biraz daha rayına girdi hayat. Önce gazetelere bakıyoruz her sabah. Her sabah aynı sükût.. Medya, birilerinin isteklerine göre şekillenen medya...
Yarın daha uzun oturacağız. Akşam ateş yakılacakmış. Herşey tek şey için, herşey rabbimizin izniyle, dinimizi hâkim kılmak için...
23 Ekim 97
Gündüz 1'de biten eylem akşam 7'de tekrar başladı. Yasak kalkmıyor. Suskun İstanbul. Oysa çığlıklarımız ilk günkü kadar taze. Ve sonunda ateş yakıldı. İçinde tüm İslam düşmanlarının "düşmanlıkları" yanıp kül olması duasıyla...
Yapılan duaya karşı "amin" sesleri semalara yükseldi. Bir gece vakti Beyazıt aydınlandı.
Ey Ümmeti Muhammed. Artık Muhammedi hatırla. Hatırla ki emperyalistlerin, diktatörlerin sarsılsın rahat koltukları.
Dua yine... Allah bizimle...
24 Ekim 97
Üçüncü Cuma da Beyazıt'ta geçti. Birileri geliyor her gün, birileri bir şeyler söylüyor her gün. Artık daha az inanıyorum mesajımızı anladıklarına; kimseden merhamet beklemiyoruz. Demokrasiden de medet ummuyoruz. Biz onurla karşı duruyoruz.
Başörtülü kayıt yaptıramamam tarih oldu. Dersler başladı. Anneme "sabret biraz daha" demekten vazgeçtim. "Bir gelişme yok mu" diye soruyormuş babam. "Kulakları yok" diyorum, işitmiyorlar değil, müslümanlara karşı işitme duyuları yok diyorum içimden. "Gel artık" diyor annem...
30 Ekim 97
Her vize-final öncesi aynı heyecanları yaşadığımız arkadaşlar derslere giriyorlar. Herkesi oturduğu sandalyede görür gibiyim. Ya onlar, bizlerin boş sandalyelerini fark ediyorlar mı? Neden diye soruyorlar mı? Sorguluyorlar mı acaba kendi varlıklarını, bizim yokluğumuzu...
Okulu özledim. Okurken gözlerim ağrıyıp çay molası verdiğim anları, herşeyden öte arkadaşlarla sohbet etmeyi, velhasıl öğrenci olmayı özledim.
31 Ekim 97
İnsanlar karanlığı, ellerinde meşalelerle yararak yürüyorlar. Karanlık içinden bu muhteşem görüntü kazınıyor beynime. Ve, bir avuç-tuk biz göklere sığmayan, bir avuçtuk cennete susayan...