İftira ve yalan haber yaymak en kötü fitnelerden biridir. Yalan haberlerle algı oluşturmak, toplum huzurunu dinamitleyen, birliktelikleri dağıtan, toplumsal facialara ve ölümcül çatışmalara yol açan bir davranıştır. Bâtıl ve münkerle mücadele etmek müminlerin en temel görevlerindendir. Rabbimiz “Marufu emredin, münkeri nehyedin.” diye emir buyurmaktadır. Zulme ve her türlü cahiliyeye karşı suskun kalmanın hiçbir mazereti yoktur.
Mümin hiçbir zaman delilsiz, bâtıl bir haberin peşinde olamaz. Vahyin inzal süreçlerinden de biliyoruz ki İslam düşmanlarınca her zaman, hakikat dışı suçlamalarla ümmet aleyhinde bir iklim oluşturulmaya ve İslami duyarlılıklar zayıflatılmaya çalışıldı. Resullerin tarihi bu tarz fitne ve münkere karşı verilen mücadele örnekleriyle doludur. Dün de bugün de dezenformasyon olarak adlandırılan bu fitne; hakkın, adaletin, ahlakın ve sadakatin kısaca maruf geleneğin düşmanı oldu.
Depremin başından beri dezenformasyon fitnesini yoğun olarak yaşar olduk. İktidar karşıtlığı ve ırkçılıkta birleşmiş; siyasetçi, sanatçı, gazeteci vs. çevreler sosyal medya hesapları ve TV’lerden her gün yüzlerce yalan haber yaymakta hiçbir beis görmediler. Dezenformasyon üretmek bu şahısların adeta varlık nedenleri olmuş. Üretilen yalan haberlerin yüzlercesi bizzat İletişim Başkanlığınca ve bazı hakkaniyetli sosyal medya hesaplarınca bizzat delillerle yalanlandı. Tüm bu yalanlamalara rağmen düğümlere üfleyen bu şerli kişiler algı simsarlığı işinden vazgeçmiş değiller.
Dezenformasyon yayan bu kişilerin sözlerindeki ruhsuzluk ve maneviyatsızlığın da çok dikkat çekici olduğunu vurgulayalım. Bâtıl sözün köksüzlüğü; seküler muhtevasıyla gayet açık seçik ortadadır. Bu kafa yapısının mahkûm etmeye çalıştığı söz ise Rabbimizin en güzel, en iyi olarak tarif ettiği kelime olan ‘kelime-i tayyibe’dir. O kelimenin örneği; kökü sağlam, dalları gökyüzünde, Rabbinin izniyle her zaman meyve veren bereketli bir ağaca benzer. O kelime ‘kelime-i tevhid’dir. O söz Din-i Mübin’in asli kelimesidir. O söz, berekettir, ruhtur, harekete geçiren bir haykırıştır, şükür ve hamd ifadesidir. Hayatla yeniden buluşan onu söyler. Rabbine kavuşan onu söyler. Depremin en hikmetli ve bereketli kelimesi yine ‘kelime-i tayyibe: Allahu Ekber’ oldu hamdolsun.
Kriterimiz Doğru ve İspatlanmış Bilgidir
Zan ile hareket etmek ve bilgi paylaşımlarında bulunmak, delilsiz haberlere rağbet göstermek Rabbimizin nezdinde en çok kınanan işlerdendir. Bu tarzda davrananlar fasık olmakla itham edilmişlerdir. “Onlar hiçbir delilleri olmaksızın zanna uyarlar ve yalan söyleyip durmaktadırlar, onlar çoğunlukturlar, onlara uyma.” (Enam, 116). “Ey iman edenler! Fasık bir kimse size bir haber getirdiğinde doğruluğunu araştırın. Bilmeden birilerine zarar verip de sonra yaptığınıza pişman olmamanız için (böyle yapınız).” (Hucurat, 6) Kur’an-ı Kerim’de iftira ile ilgili cezai müeyyide dahi mevcuttur. (bkz. Nur, 4)
İçinde yaşadığımız toplumda dezenformasyonun yaygınlaşması teknolojinin ilerlemesiyle beraber kolaylaştı ve denetimi de zorlaştı. Irkçı fikirlere sahip bazı şahıslar etkileşim alanındaki kitle iletişim araçlarıyla bu fikirlerini yayarak takipçileriyle ortak ağız birliğine gidebilmekteler. Bu çevreler bilhassa depremle ilgili o kadar çok yalan haber yaydılar ki tespit edilen yüzlerce hesap hakkında yasal işlem başlatıldı. Bu hesap sahipleri arasında, sosyal medya fenomeni, siyasi, gazeteci vs. birçok kişi yer almaktaydı. Bugün Türkiye’de bu araçlar üzerinden yapılan algı yönetimiyle birçok aksiyon gerçekleştirilebilmektedir.
Belli kesimler, tüm insanlık tarihinde, resullerin mücadele safhalarında da olduğu gibi bugün bilhassa İslami kesimler aleyhine veya nefsî çıkarlarına ters buldukları kişilere karşı yoğun bir yalan haber yayma çabası içine kolayca girmektedirler. İçinde yaşadığımız toplumda savaş ve nice zorluklardan dolayı ülkelerini terk etmek zorunda kalan mülteci kardeşlerimiz de yaşıyor. Bu çevreler bilhassa mülteciler aleyhine yalan, iftira ve bilgi kirliliğini yaymaya, mülteciler aleyhine dezenformasyon yapmaya çalışmaktadırlar. Deprem münasebetiyle gerek yetkilileri gerekse yardım kuruluşlarını hiçe sayan hatta onların bölgeye hiç gelmediklerini dahi iddia eden TV programcılarına, deprem bölgelerinde ikamet eden mültecilerin buralarda hırsızlık yaptığı zannını yaymaya çalıştıklarına da tanık olduk. Ellerinde son derece popüler medya araçları olan TV, internet ve sosyal medya kanalları aracılığıyla algı oluşturmaya, kirli bilgi yaymaya, yalanlarını doğru gibi göstermeye kalkmaktadırlar. Bu işler bir taraftan yürürken İslami camiadan hemen hemen hiçbir şekilde bu yalancıların yalanlarını yüzlerine vuracak tepkiler neredeyse gelmedi. Evet, Müslümanlar depremzedelere yardım gibi daha hayırlı işlerle uğraşıyorlar ama bu konu öyle ihmale gelecek bir mesele olmamalıdır. Şer ve nifak karşısında da yerine getirilecek sorumluluklarımız olmalıdır. Zira bu nevi zan fitneyle eşdeğer durumlara sebep olabilecek etkinlik gücüne ulaşabilir.
Kendi Kötülüğünü Başkalarına Yakıştırmaya Çalışmak
“Kim bir hata veya günah kazanır da sonra bunu bir suçsuza yüklerse gerçekten o, böyle bir yalanı ve apaçık bir günahı yüklenmiştir.” (Nisa, 112)
“... Onlara şöyle bir baktığında dış görünüşleri sana iyi bir izlenim verir; konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Ama onlar sanki bir yere dayanmış kütükler gibidir. Her gürültüyü kendilerine yönelik sanırlar. Asıl düşmandır onlar, onlardan korun! Allah kahretsin onları! Nasıl da haktan yüz çeviriyorlar!” (Münafikun, 3-4)
“... Asıl güç ve izzet Allah’ındır, resulünündür, müminlerindir; fakat münafıklar bunu bilmezler!” (Münafikun, 8)
“Abdullah b. Übey ve yandaşları olan münafıklar giyim kuşamlarındaki ihtişamla dikkat çeken, kalıpları yerinde, ifadeleri düzgün kimselerdi. ‘Ey Allah’ın resulü’ diye hitap ederek saygılı oldukları izlenimini veren tumturaklı sözlerle Hz. Peygamber’in ve müminlerin kendilerini dinlemelerini sağlarlardı. Ama dinleme sırası kendilerine geldiğinde bilinçsiz, ruhsuz varlıklar gibi, verilen bütün mesajlara kulaklarını tıkarlar, iyi niyetle dinlemeye ve gelişmeye kapalı bir halde dururlar, dinler gibi davranırlardı. Akılları fikirleri hıyanetlerini ortaya çıkaracak, maskelerini düşürecek bir açıklama yapılması veya kendilerine dışarıdan ani bir saldırı gelmesi ihtimaline takılıydı. Bir konuda ilân yapılması gibi dışarıdan yüksek bir ses gelse tedirgin olurlar ve telâşlanırlardı. ‘Onlar sanki bir yere dayanmış kütükler gibidir.’ şeklinde bir benzetme yapılarak akıl ve idraklerini söylenenlere tıkamış oldukları, ‘Her gürültüyü kendilerine yönelik sanırlar.’ ifadesiyle de haince düşünce ve eylemlerinin kendilerini iyice evhamlı hale getirdiği belirtilmektedir. İzzet kelimesi sözlükte ‘güçlü, üstün ve saygın olmak’ gibi manalara gelir. Bir kimsenin kişilik yönüyle; zihinsel, maddi, sosyal yönlerden ve şahsiyetli konumu itibarıyla güçlü, etkin ve saygın olmasını, baskı altına alınamaz bir duruşta olduğunu ifade etmektedir. Acziyet, seviyesizlik, kişiliksizlik anlamındaki ‘zillet’in karşıtıdır. İzzet ile vakarlı, cesur, güven veren ve şahsiyetli duruşlarıyla müminler, zillet ile kibir kıskançlık içinde ve aşağılık hilekâr, gösteriş düşkünü kof kişilik sahibi olarak İslam düşmanı, kalbi nifak dolu, bedbin ikiyüzlü ve münkir din düşmanı inkârcı kesimler kastedilmektedir. Râgıb el-İsfahânî bunu ‘hakiki izzet’, bunların dışında kalanların kendilerinde vehmettikleri izzeti de ‘sun‘î izzet’ olarak değerlendirmektedir.” (DİA, XXIII, 555-556. Bkz. Âl-i İmrân 26; Fatır 10)
Erdemli bir toplulukta erdeme uygun davranışlar her zaman takdir edilerek konuşulur, nezih ortamlarda gündem konusu olur. Çirkinlik ve kötülük ise yalnızca gerektiği kadar dile getirilir. Cahiliye kiriyle inşa olan bu algılara ne yazık ki meftun olan, sözü söyleyenin fiyakasından etkilenen dirayetsiz bir kalp ne kadar da tedaviye muhtaçtır.
Sahih Bilgiyle Düşünmek ve Amel Etmek
“Kendilerine güven veya korku veren bir haber geldiğinde onu yayıyorlar. Hâlbuki onu Resulullah’a ve aralarından yetki sahibi kimselere götürselerdi, içlerinden haberin mana ve maksadını çıkarabilenler şüphesiz onu anlarlardı. Size Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı, azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz.” (Nisâ, 83)
Haberlerin halka duyurulmadan önce “Rasulullah’a (s) ve yetkin kişilere (emir sahipleri) götürülmesi” konusu çok önemlidir. Ayetlerle ortaya konulan çerçeve bellidir: Bir mesele hakkında bir şeyler duyduğunuzda gerekli araştırmaları yapmadan onu yaymamak gerekiyor, böyle bir hata ile şeytanın isteği yerine getirilmiş olur. Ayet-i celile bizlere yalan, iftira ve bilgi kirliliğine karşı tedbir yolunu öğretiyor.
Mümin ‘emin’ kimsedir. Onun kalbinde yalana, şüpheye, zan (ispatlanmamış, spekülatif) habere ve münker işlere yer yoktur. “Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır.” (Bakara, 10) “Allah, erkeğiyle kadınıyla münafıklara ve açıktan inkârcılık yapanlara, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşini vadetmiştir. Onlara bu yeter de artar! Allah onları lânetlemiştir ve onlar için devamlı bir azap vardır.” (Tevbe, 68)
Yalan haber konusu yeni değildir. Allah Resulü (s) ve ailesine de iftira atmak istediler. Bu konuda ciddi kafa karışıklığına yol açtılar, fitne yaydılar. Bazı Müslümanların bu tezvirata inanması Resulullah’ı ve ehlini üzdü; İslam düşmanlarını sevindirdi. “Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur; siz onu kendiniz için bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir ceza) vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise büyük bir azap vardır.” “Onu işittiğiniz zaman, erkek müminler ile kadın müminlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: ‘Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür.’ demeleri gerekmez miydi?” (Nur, 11-12)
"Resulullah (s) üç kere, 'Size büyük günahların en büyüğünü söyleyeyim mi?' buyurdu. 'Evet, söyle ya Resulallah!' dedik. Bunun üzerine Resulullah: 'Allah'a ortak koşmak ve anne-babaya saygısızlık/kötülük etmektir.' buyurdu. Ve sonra şöyle dedi: 'Dikkat edin (bir de) yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmaktır. Dikkat edin (bir de) yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmaktır.' Bu cümleyi o kadar çok tekrarladı ki 'Susmayacak.' dedim.” (Buhârî, Edeb, 6)
Allah Resulü (s) şöyle buyurdular: "Kul yalan söylemeye ve yalan söyleme niyetini taşımaya devam edince bir an gelir ki kalbinde önce siyah bir nokta belirir. Sonra bu nokta büyür ve kalbinin tamamı simsiyah olur. Sonunda Allah nezdinde ‘yalancılar’ arasına kaydedilir. (Muvatta, Kelam, 18)
“Resulullah (s) buyurdular ki: Yazıklar olsun o kimseye ki insanları güldürmek için konuşur ve yalan söyler! Yazık ona, yazık ona!” (Ebu Davud, Edeb)
Toplumda yalan algı yayanlar; tolumun müreffeh kesimlerinde yer alan veya onların koruduğu kimseler arasındalar ne yazık ki! Bu kişiler medya, basın, sanat, sinema, TV sektörü, reklamcılık, bilim, siyaset, ekonomi, spor, turizm vb. alanlarda faaliyet gösteren fiyakalılar takımı. Ve bunlar müreffehler tarafından desteklenen kimseler. Etkinlik alanları genç nesiller…
Yalancı söz ustalarının ve onların etki alanındaki gönüllü provokatörlerin durumu ne de içler acısıdır! “Şairlere gelince ancak amaçsız, havai insanlar onların peşinden gider. Görmüyor musun, onlar her vadiye dalarlar. Ve yapmadıklarını söylerler.” (Şuara, 224-226)
İdeolojik Karşıtlığın Meşru Bir Gerekçesi Olarak Yalan
Bugün ister politika ister başka sosyal zeminlerde sürdürülen yalana dayalı algı çalışmalarının itibar gördüğü bir dünyada yaşamaktayız. Bilgi; üretilen, alınan bir meta hükmünde algılanıyor. Dünyada medya yoluyla önce haber inşa oluyor sonra konu delillendirilerek aleyhte yargılamaya gidilebiliyor. Bu formülün son derece trajik sonuçlarına tanıklık ettik. ABD, Irak ve Afganistan’ı bu gerekçelerle işgal etmişti. Yine, 28 Şubat döneminde basında yer alan haber-yorumlar, üretilen yalan haberler ve köşe yazılarıyla deliller oluşturularak devletin savcısı eliyle (Bu şahıslardan biri; geçtiğimiz günlerde ölen devletin muvazzaf yargı memuru sıfatlı zalim savcısı Vural Savaş idi.) parti kapatmaya kadar gidilebilmişti. Aynı şahıs yine bu dezenformatif haberleri bir araya getirerek şu anki iktidar partisi hakkında kapatma davası açmış, parti Anayasa Mahkemesindeki oylamada bir oy fazlayla kapanmaktan kurtulmuştu. Devletin laik Kemalist zihniyetinin karşısında bir tehdit olarak görülen partiler için basın, medya ve yargılamalardaki ithamlar ve çoğunlukla dezenformasyon ürünü bilgiler delil sayılıyor; o dönem parti kapatmaya kadar gidilebiliyordu. İşte ‘körler sağırlar birbirini ağırlar şartları’ndaki böyle bir olguda dezenformasyonun etki gücü görülebilmektedir.
Müminler için sahih bilgi ve bilginin temin yolları çok önemlidir. Yaşadığımız çağda bilgi çarpıtmasının bu derece yaygın olmasına yol açan sebepler arasında enformatik araçların gelişmişliği yatmaktadır. Tedbir alınmadığında içinde yaşadığımız toplum arasında yoğun bir dezenformasyona tanıklık etmekteyiz. Elbette bu davranışlar insanlığa ait tüm dönemlerde de yapılagelmiştir. Müddessir suresi 45. ayette cehennemdekilerin “Dalıp gidenlerle birlikte biz de dalıp gidiyorduk.” diyecekleri bize haber veriliyor. Yoğun propagandaya, yalana, iftiraya inanmak asla mazeret değildir. Müslüman, haberin kaynağını, niteliğini ve o haberi işin ehliyle karşılıklı değerlendirerek mahiyetinin ne olduğunu kavramaya çalışan kişi olmalıdır.
Bizler bugün, bilgi-haber konusunda yeniden değer, düşünce veya yöntem adına üretilen algı, kavram, dil açılımlarının tasarlandığı bir dönemde yaşamakta olduğumuzu unutmamalıyız. Bu anlamda bizim de bazı şeyleri yeniden tartışmamız gerekiyor. Her yönüyle İslam’a uygun bir yenilenme ve meselelerin hallinde ıslah yöntemlerimizde kendimizi İslami ilkelere uygun yenilememiz icap ediyor. Hakikatin, hak ilkelerin ardından gitmek bizim ana güzergâhımızdır. Doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayırmak dinimizin temel ilkesidir.
Birçok yönüyle etkili olan, ayrıca verili ve kurgulanmış modern hayat bizleri bilim, teknoloji donanımıyla ve kullanılan araç gereçlerle kuşatmamalıdır. Modern hayatın gerek bilgi gerekse sunduğu imkânlar zeminine teyakkuz içinde yaklaşmalı, ilkelerden ahlaktan taviz vermemeliyiz. Çocuklarımızın yetişme ortamlarını dikkate almalıyız. Verilen eğitim, inanç, ahlak ve tarih bilinci bize ait değil. Toplumun hâkim kültüründe biz söz sahibi değiliz. Çocukları ve kendimizi, cahilî kültürden, bu zeminin aktarımları kapsamında olan eğitimden ve algılardan koruyacak diri bir yapı, kendimize ait bir özgünlük ve bilinçli beraberlikler içinde olmalıyız.
Her türlü vasatta tefekkür, tedebbür şarttır. Allah Resulü ve önde gelen mümeyyiz sahabe hiçbir zaman hayatın akışına kendilerini kaptırmamaya özen göstermekteydiler. Onlar şehrin kesif kuşatması karşısında bir Müslüman olarak davet kaygısını da vazife bilerek şehir dışındaki yaşamlara uzanıyor, oralarda ziyaretler gerçekleştiriyorlardı. Bu, onların zinde kalmalarını ve tefekkür etmelerini sağlıyordu. Bugün bizim bunu yapmaya çok daha fazla ihtiyacımız var.
Irkçılar Eliyle Yayılan Bilgi Kirliliği
Yaşanan depremin yıkıcılığından daha beter şeylere tanıklık ediyoruz. Öyle sözler duyuyoruz ki bildiğimiz tanıdığımız insanlara, gariban mültecilere bu iftiraları nasıl da atıyorlar? Artık şunu net olarak ifade etmeliyiz ki bazıları varlığını tamamıyla mülteci düşmanlığına borçlular. Onların bu yalanları halkın belli kesimlerinde karşılık bulmuş durumda ne yazık ki. İşte onları bu konuda sürekli yalan bilgi yaymaya teşvik eden faktör de bu olsa gerek. Daha depremin üzerinden iki gün geçmeden ırkçılar onca acıya aldırmadan ırkçı nefretlerini kusmaya başladılar. Müslüman basında çok az olmak kaydıyla onların bu seviyesiz tavırlarına dikkat çekildi ve emniyetçe bazı müdahaleler gerçekleşti. Bu tavırlar her zaman çok önemlidir. Afganistanlı, Suriyeli aleyhinde yalan haberler yayan çevreler toplumun tamamını temsil etmiyor elbette ama onların ürettikleri yalanları ortaya koymaya çalışmak önemlidir. Yağmalama olayları da ne yazık ki 1999 depreminde olduğu gibi bu depremde de yaşandı. Fakat medyada gösterildiği ölçüde yaygın olmadığı gibi bir uyruğa, ırka veya gruba özgü değildi.
Manipüle edilmiş zihinler bir nevi modern dünya algısına mahkûm oluyorlar. Bu zihin kendi dünyasının dışına kendini kapatıyor, önyargılarına tutsak hale geliyor. Tepkiler ve kabuller kendi gibi olanlarla aynı sıradanlığa sahiptir ve kendini düşünen ve başkalarını hiçbir zaman dikkate almayan boş kalabalıklardan bir insan oluvermiştir. Yakınlarında bir muhtaç veya mülteci var, sıkıntı çekiyormuş umurunda değildir. Dindar olduğunu iddia edebilir, onun için bu adlandırma sadece bir sosyolojidir. Zaten birileri tam olarak da bunu istiyor, sadece kişisel dertlerine bağlanmış kalmış, sürüleşmiş insanlar. Bu insanların zihinleri ırkçı, Kemalist, seküler mihraklarca manipüle edilmeye çalışılırken hedeflenen şey, kendini beğenmiş, imkânlara çökmüş ve egosu yüksek bir azınlığın kalabalığa bâtılı hak gibi kabul ettirmeye çalışmasından ibarettir.
Düğümlere Üfleyen Fitnecilerin Ürettiği Yalanlar
17 Ağustos depremi sürecinde depremzedeler için seferber olan ‘İslami çevreler’ o dönemin müstekbirleri olan asker, basın ve patronların baskısıyla sahadan atılmak istenmişti. Aynı dezenformasyon o dönem de yapılmaktaydı. Şimdi, 6 Şubat depreminin ardından adeta tarih tekerrür ediyor. Kemalist ideolojiye bağlı kadrolar ve uzantıları öncelikli olarak ülkeyi kalkındırmak, refahı ve güvenliği temin etmek için değil, ‘İslami değerleri ve İslam’a duyarlı çevrelerin etkilerini’ hayattan silip atmak derdindeler. Bu şeytani arzuları deprem vesilesiyle bir kez daha tebarüz etmiş oldu. Ama bu tezvirat her zaman müminin mücadele hattında mevcut olacaktır; müminler işlerine bakmalıdırlar. Hayırlarda seferber olmanın ve yardım açısından zaruret arz eden bölgelerde muhtaçlara el uzatmanın önüne hiçbir engel konulmamalıdır. Kötülük ve fitne yayanlar İslami çevrelerin gönüllü çalışmalarını görmezden gelse de hakikat halkın nezdinde yerini almış durumdadır, elhamdülillah. Aslolan bu yönü vurgulamak ve çalışmaları gereğince yansıtmaktır.
Yardımlar konusunda Müslümanlar sahadalar ve kenetlendiler hamdolsun. Depremden kurtarılanların getirdikleri tekbirler hepimize şükür vesilesi ve moral kaynağı oldu. Maddiyat hırsının insanoğluna musibet ve ölümlerden başka bir şey getirmediğini bir kez daha bu acı olayda gördük, yaşadık. Dersler çıkarmalıyız. Kardeşlik, dayanışma, aramızda ülfet çok önemli konulardır. İslami davetin en etkili ve en güzel yönü sahada merhamet dolu insani ve fıtri bir koşuşturma içinde bulunmaktır. Bilgi kirliliği, yanıltan haberler konusunda sosyal medyayı asla ihmal etmemenin gereğini bir kez daha gördük.
Yüce Rabbimiz bizleri; yaşananlardan ders çıkaranlardan ve hayatını sağlam, sahih, maruf ve muhkem Din-i Mübin İslam temeli üzerinde kaim kılanlardan eylesin.