Türkiye genç nüfusun yoğun olduğu bir ülkedir. Bu gerçeğe bağlı olarak eğitim ve öğretim politikalarının bu genç nüfusu kuşatması gerekmektedir. Bu anlamda devlet büyük bir sorumluluk altındadır. Ancak ekranlardan ve gazetelerden şahit olduğumuz skandal haberleriyle bu sorumluluk bilincinin olmadığı kanıtlanmıştır.
Türkiye'de her yıl yaklaşık 8 bin çocuk, çeşitli nedenlerle korunma altına alınıyor. Bu nedenler arasında ölüm, boşanma, ekonomik yetersizlik, buluntu, deprem, aile içi duygusal ve fiziksel istismar vb. yer alıyor. Toplam 17.887 çocuk, korunmaya muhtaç kapsamında yurtlarda ve yuvalarda barınıyor.1 Türkiye'nin nüfusu açısından bakıldığında bu rakamlar göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür. Ki bunlara tam olarak kayıt altına alınamayan sokak çocukları da eklendiğinde devletin üzerine düşen görevin ne kadar mühim olduğu ortaya çıkıyor.
Yıllardır süregelen sistemde korunmaya muhtaç bu çocuklar, kimsesiz çocuklar yuvası ve bir takım yurtlarda eğitime tabi tutuluyor (!), barındırılıyor. Fakat yurtların soğuk havası ve yuvaların gerekli aile sıcaklığını vermediği iddiasıyla Türkiye'de AB ülkelerinde de uygulanan koruyucu aile ve köy modeli gündeme getirilmiştir.2 Bu konuyla ilgili proje hazırlayan Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı, önce 1992'de İstanbul Bolluca'da bir çocuk köyü, sonra da 6 Aralık 1997'de İzmir Urla ilçesi Barbaros Çocuk Köyünü hizmete açıyor. Ve bu açılışı dönemin DSP'li Devlet Bakanı Hasan Gemici gerçekleştiriyor.3
Barbaros Çocuk Köyü yaklaşık iki aydır tüyler ürperten taciz ve tecavüz iddialarıyla gündemde. Yaşları 12-18 arasında değişen ve çoğunluğu kız, çocukların ırzlarına geçildiği iddiasıyla aralarında "bakıcı anne"lerin de bulunduğu birçok kişi savcılığa sevk ediliyor.4
Urla Cumhuriyet Başsavcısı Murat Gök, olayı iki aydır Urla Jandarma ve il Jandarma istihbarat ekiplerinin araştırdığını, köyde rızayla ve rıza dışı arkadaşlık ötesi karşıt cinsler ve hemcinsler arası ilişkilerin yaygın olduğunu ifade ediyor. Taciz suçlamalarından dolayı bakıcı annelerin de gözaltına alındığını bu annelerden birinin 16 yaşındaki bir erkek çocuğuyla ilişkisinin tespit edildiğini belirtiyor.5
Bir de bu rızaya dayalı ilişki söz konusuymuş. Bu çocuklardan biri (A.B.) soruşturma sırasında kendisini muayene etmek isteyen görevlilere Hürriyet gazetesinin iddiasına göre "Beni muayene etmeyin, bakire değilim ama aşık olduğum genç var." demesine rağmen muayeneden geçiriliyor. Hürriyet gazetesi o bildik tavrıyla ve sekiz yıl önceki çığırtkanlığını örtmek maksadıyla olsa gerek "A.B.'nin duygularına, haklarına kimse saygı göstermedi." diyor.6 Doğrusu aynı olay kendi çocuklarının başına gelseydi bahsettikleri saygıyı, o derin hissiyatı ve soğukkanlılığı gösterirler miydi merak ediyoruz. Olayın rızaya dayalı ilişki olduğunu ve abartıldığını iddia eden CHP milletvekilleri Bülent Baratalı, Kemal Anadol'a da aynı soruyu yöneltiyor ve taciz iddialarının bugüne kadar sadece İzmir'in Urla ilçesinde yaşanmadığını, yurtlardan ve yuvalardan sürekli tüyler ürperten haberler geldiğini hatırlatmak istiyoruz.
SHÇEK (Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu) Başkanı İsmail Barış, olaylarda ihmallerin bulunduğunu kabul ediyor. Yargıya intikal eden 400 fuhuş vakıasını da "400 değilse bile vardır." diye açıklıyor. 0-18 yaş grubunun bir arada yaşamasının yanlış olduğunu gördüklerini, bu yanlışı görmek için de olayların yaşanması gerekmediğini vurguluyor.7 Çocuk Esirgeme Öğretmenleri Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Kemal Arslan, vakıanın ne boyutlarda olduğunu şöyle açıklıyor: "Son on yıldır Çocuk Esirgeme Kurumu maalesef aile şirketi gibi yönetildi. Cinsel taciz ve fuhuş olayları yaşandı. Hatta bazı yöneticilere pazarlanan çocuklar oldu. Mesela Ankara'nın göbeğinde AYAŞ Kız Yetiştirme Yurdunda 80 kız, fuhuş için artık piyasaya çıkmaya başladı. Bu olaylar tamamen yönetim zafiyetinden kaynaklanıyor."8
Bu iddiaların çocukların ve çocuk denecek yaştan gençler üzerine konuşulması akıllara durgunluk veriyor. Yaşananlara önlem olarak yada bir anlamda ceza olarak öngörülen çözüm ise bir yerden bir yere nakilden ibaret. SCHEK Başkanı İsmail Barış, artık erkek çocukların; 0-6, 7-13, 13-15, 16-18 yaş grubu şeklinde kalacaklarını, böylece birbirlerine fiziksel güç ve baskı uygulayamayacaklarını söylüyor.9 Yaşanan olaylardan sonra bu belki geçici bir önlem. Fakat temel ahlak ilkeleri öğretilmeden ve çocuklar dini eğitime tabi tutulmadan bu evlerde benzeri skandalların yaşanmayacağı bir ortam nasıl hazırlanacaktır? Çalışan personelin, Kamu Personeli Seçme Sınavına göre alındığını söyleyen Barış, nitelikle personel seçiminde yetersiz kalındığını, bu tür hassas kurumlara özel testlere tabi tutularak personel alınması gerektiğini, benzeri olayların önünün ancak nitelikli personelle alınabileceğini söylüyor.10
Devlete emanet edilen bu çocuklar; bakıcı anneleri, müdürleriyle hassas kurumların ve skandallarının pençesinden hayatlarını kurtarmaya çalışıyorlar. Köy müdürü Erdal Tunce ve oğlu Rasim gözaltına alınmış.11 Ve tüm olaylarda 10'u tutuklu 20 kişi hakkında 2-15 yıl arasında değişen hapis cezası istemiyle davalar açılıyor.
18 yaş altı için başarı elde edilmiş ve olaylar hiç yaşanmamış gibi adı geçen CHP milletvekilleri köy modelini ısrarla savunup bu modelin gençlere uygulanmadığından dolayı AKP'li Bakan Güldal Akşit'i ağır ihmalle suçluyorlar.12 Medyanın olayı abartmaması gerektiğinden, çocukların yıpratıldığından dem vuruyorlar. Çocukların bu rezaletten en ağır şekilde etkilendiği ortada. Fakat asıl suçlular, görevini ihmal edip kötüye kullananlar ve "3-5 kızın başına gelmiştir, olayı abartmayın" diyenlerdir ve çocukların onuru ve gelecekleriyle oynayanlar mutlaka hesap vermelidir.
Hürriyet, Milliyet ve bu yayın grubuna ait diğer gazetelerde skandal, hak ettiği yeri bulamadı. Buna karşın Vakit, Yenişafak ve Zaman gazeteleri konuyu gündemde tutmaya çalışıyor. Yenişafak gazetesi yazarlarından Taha Kıvanç 4 Şubat 2005 tarihli köşe yazısında "Bir Haklıymışsınız Diyen Yok" başlığıyla zamanında anlatmaya çalıştıkları meramlarını bugünlerde tekrar gündeme getiriyor. Yine aynı gazeteden Kürşat Bumin, köyde yaşanan olayları birkaç gün üst üste köşesinde konu ediniyor, bir takım tartışmalara yol açan Prof. Dr. Çiğdem Kağıtcıbaşı'nın konuyla ilgili şu alıntısını yapıyor: "İslam hukuku kan bağılarını esas aldı için evlat edinmeyi onaylamaz. Yine de Osmanlı'da yüzyıllar boyu aileler kimsesiz çocukları evlatlık aldı. Ev işlerinde kullandı, yaşı gelence evlendirdi. Ama evlatlık, ailenin çocuklarıyla eşit hakka sahip değildi. 1926'da Medeni Kanun evlat edinmeye yasal statü getirirken gelenekten etkilendi. 40 yaşın üzerinde evlat sahibi olamayan çiftlere hak tanındı. Diyanet İşleri Başkanlığı geçmişte yaptığı bir açıklamada nüfusa geçirilmediği durumlarda evlatlık edinmenin sevap olduğunu, evlatlığa miras hakkı verilemeyeceğini ve evlatlıkla evlenilemeyeceğini belirtiyordu. Bu çağdaş dünyada kabul edilemeyecek bir yaklaşımdır."13 Konuyla ilgili bilgisinin olmadığını ifade eden Bumin, okuyucuların tartışmalarını isteyerek konuyu gündemde tutmaya çalıştı. Bumin'in konuşalım, tartışalım ısrarı üzerine gazete yazarlarından Sami Hocaoğlu da "İslam Hukuku ve Kimsesiz Çocuklar" başlığıyla iki günlük bir yazı dizisi kaleme aldı.14 Gündemin Kürşat Bumin'in katkısıyla dönüp dolaşıp miras hukukuna dayandırılması, her zaman olduğu gibi birilerinin faturayı yine İslam'a kesmelerine yol açtı.
Bugünün Türkiye'sinde içkiye başlama yaşı 15'in altına inmiş durumda. Tribünlerde birbirlerini bıçaklayan çocuklar, aynı kaosun içine bir de futbolda iddia davasıyla hayatlarının gündemlerine uzak kalarak karışıyor. Benzer rezaletlerin müsebbibi olan birçok medya organı, özgürlük adına birçok ahlaksızlığı imrendirirken, sahih kültürümüzden uzak toplum ve aile yapısı oluşturmak için adeta birbiriyle yarışıyor. Amerika'nın Irak'a yapmış olduğu vahşi saldırılırda yaralanan ve öldürülen masum insanların görüntülerini çocuklarımıza göstermememizi psikiyatriler aracılığıyla öğütleyen medya, aynı çocukların hayatlarından neleri aldığının bilerek ve isteyerek farkında olmuyor.
Bizden, çocuklarımıza yalan söylememizi, onları aslında dünyanın çok güzel olduğuna ve o müthiş(!) özgür ortamın varlığına inandırmamızı istiyorlar. Türkiye'de yaşanan onca işkence olaylarının yanında dillendirilen bu gösterişli sözler, gün geliyor Barbaros Çocuk Köyünün duvarlarında balon gibi sönüyor.
Islah evindeki çocuklara da türlü işkenceler yapılıyor. Ve işkence iddialarını ortaya çıkaran insanlar (dönemin DSP Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt) bulundukları konumdan alınıyorlar. 13-14 yaşında, elektrik, işkence havuzu, ağaca asma, tazyikli su ve daha çeşitli işkence muamelelerine karşı direnmeye çalışan çocuklar, herhangi bir savunma hakkından yararlandırılmaksızın ıslah evlerinde tutuluyor.15
Çocuklarımıza vermemiz gereken dini eğitim-öğretimin 15 yaşından sonraya ertelenmesini öngören mevcut sistem, bu suçların müsebbibidir. Yaşanan bunca rezaletten sonra çocukları kurtarabilmenin tek yolu, emanete sahip çıkarak onlara birinci elden, kuşatıcı bir bilinçle sahih kültürümüzü tanıtmaktır. "Onlar kendilerine verilen emanete ve ahde riayet edenlerdir." (Mearic, 32)
Dipnotlar:
1- 09 Şubat 2005, Zaman
2- 07 Şubat 2005, Radikal
3- 09 Şubat 2005, Vakit
4- 03 Şubat 2005, Vakit
5- 14 Şubat 2005, Vakit
6- 04 Şubat 2005, Hürriyet
7- 13 Şubat 2005, Vakit
8- 09 Şubat 2005, Zaman
9- 03 Şubat 2005, Vakit
10- 11 Şubat 2005, Zaman
11- 18 Şubat 2005, Radikal
12- 06 Şubat 2005, Radikal
13- 07 Şubat 2005, Yenişafak
14- 14 -15 Şubat 2005, Yenişafak
15- TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Yayınları, Yayın no: 3, Ankara 2000