3 Kasım 1996 tarihinde Susurluk'ta meydana gelen kaza siyasetçi-polis-mafya üçlüsünün "vatan-millet-sakarya" ajitasyonuyla oluşturdukları "devlet çetesi"nin ve bu çetenin kirli çamaşırlarının önemli bir kısmının ortalığa saçıldığı bir gündü. Legal ve illegal bağlantıları içinde taşıyan Mercedes'in Susurluk'ta kamyonun altına gömülmesiyle "derin ve kutsal devlet"in ne menem bir şey olduğu, elle tutulur, gözle görülür bir biçimde netleşmişti.
Bizzat devletin en tepedeki karar alma organı MGK tarafından organize edilen Susurluk çetesi için "Ankara'daki tercihlerden kaynaklanmış, OHAL bölgesinde gelişmiş ve ülkenin büyük merkezlerine taşınmış, oralardaki uygun olay, kişi ve grupları bünyesine alarak genişlemiş" olduğu resmi-bilgisi Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından muğlak da olsa itiraf edilmişti. Faili meçhul cinayetlerden sabotaj ve toplumsal provokasyonlara, yakılıp boşaltılan köylerden artık gizlenemez hale gelen işkencelere, kumar-uyuşturucu-fuhuş gibi kirli, karanlık ticaretin yükselişinden rüşvet ve yolsuzluklara kadar birçok alanda Türkiye halkına karşı girişilen açık-örtülü savaşın organizatörü ve tetikçilerinin yargılanıp mahkum edilmesi için Susurluk skandalı bulunmaz bir fırsattı. Hukuk ve ahlak dışılığın birbirini beslediği, legal ve illegal bağlantıların birbirinden ayrıştırılamadığı devlet gerçeği idi, çırılçıplak ortada duran. Ve bu devlet gerçeği "siyasetçi-polis-mafya" gibi karanlık üçgenlerle, beşgenlerle izah edilemeyecek kadar kapsamlı ve derinlikli fakat bir o kadar da zulmün, zorbalığın, kokuşmuşluğun abidesi gibi acı, korku ve tiksinti ile özdeşleşmiş bir devlet mekanizmasıydı ülke insanının karşısında duran.
Fakat dönemin başbakanı Erbakan'ın "Susurluk dediğiniz faso fiso" ve "Önce neyi soruşturacağımızı soruşturuyoruz" sözleriyle saçmalamayı bile aşan kayıtsızlığının kısa bir süre sonra tam bir acziyete dönüşmesi karartma operasyonu için ilk kırılma noktasıydı. Mahkemelerden teftiş kurullarına, bilirkişi heyetlerine kadar bürokratik makamların Bizans entrikalarını aratmayan manevralarıyla karartma gecelerin ikinci büyük kırılması gerçekleştirilmişti. Birkaç kötü adamın münferit vakıalarının söylemiyle tüm kirli ilişkileri üç-beş tetikçiye yıkıp çete işinden sıyrılma girişimleriydi sahnelenen oyunun adı. Medya da kontrollü bir biçimde kendisine sızdırılan haber ve belgelerle yaşanan hukuksuzlukları komplo teorileriyle açıklama çabalarına hız vererek karartma misyonunda kendine düşen işi bihakkın yerine getiriyordu. Tüm bu örtbas etme çabaları suç ve suçluların net bir biçimde anlaşılmasını engelliyordu.
Bütün bu ve benzeri sebeplerle Susurluk çetesi, Ağar, Bucak ve Eken'le sınırlı, uyuşturucu ticareti, kumar borcu mafya içi hesaplaşmalara bağlı birkaç cinayet etrafında dönen adli bir vakıa olarak lanse edildi devlet merkezli sistematik propagandalarda.
Susurluk kazasının üzerinden sekiz yıl geçti. Susurluk çetesi sanıklarından aşiret reisi ve DYP eski milletvekili Sedat Bucak hakkında dönemin DGM'si tarafından verilen beraat kararı Yargıtay tarafından geçtiğimiz ay bozuldu. İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde aynı davadan yargılanmasına başlanan Bucak, ceza alma riskini gördüğünden olmalı mahkemeye, davanın gidişatını önleyici bazı deliller sundu. Bucak'ın sunduğu deliller, dönemin şartları gereği fotoğraf karesinde olduğu halde çete içinde ifade edil(e)meyen orgeneral figürleriyle doğrudan bağlantılıydı. Bucak'ın çıkışı, çetedeki yoldaşlarına ama daha çok da hiyerarşinin tepe noktalarında konumlanmış olanlara bir tehdit mesajı olarak görülebilir. Ama süreç her halükarda özellikle Ak Parti Hükümeti açısından ciddi bir imtihandır.
Susurluk kazası ile ortaya saçılan kirli ilişkiler listesi, Bucak'ın mahkeme başkanına sunduğu dosya ile yeniden kabarmıştır. Abdullah Çatlı'ya ait olduğu iddiasıyla mahkemeye teslim edilen dosya için "gizli belge, devlet sırrı, açıklanması devlete zarar verebilir" ifadeleri ile Bucak; DYP eski milletvekili, aşiret reisi ve çete elemanı rollerini şahsında topladığını da itiraf etmektedir.
Mahkeme tutanağına göre zarftan çıkan bazı belgeler şöyle:
Çatlı ve Bucak ile aralarında bazı orgenerallerin de bulunduğu üst rütbeli subayların fotoğrafları,
Sakıp Sabancı'nın Mehmet Özbay (Çatlı) adına imzaladığı "Değişen ve Gelişen Türkiye" kitabı,
Yabancı bir ülkenin başbakanı tarafından M. Özbay adına imzalanmış bir belge,
Eken, Bucak ve Çatlı'nın aynı karede olduğu fotoğraf,
Seçkin kişilerin adres ve telefonlarını içeren bir rehber,
Eken'in gizli istihbarata verdiği 21 sayfalık raporun kopyası,
Türkiye'nin Londra Konsolosluğu tarafından Çatlı'ya verilmiş pasaport.
Bucak'ın mahkemeye verdiği deliller özenle seçilmiş ve Mehmet Ağar ve Korkut Eken'le üzerlerine daha fazla gelinirse çetenin tamamını deşifre etme tehdidini açıkça belli ediyor.
Geçtiğimiz aylarda MİT Dış Operasyonlar Daire Başkanı Binbaşı Kaşif Kozinoğlu'nun Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya nezdinde mafya lideri Alaattin Çakıcı'nın dava dosyalarını takip ettiğinin deşifre edilmesiyle yargı mekanizmasının üzerinde zaten var olan güvensizlik bir kat daha artmıştır. MİT-mafya veya mafya-yargı ilişkisi hem yeni değil hem de bilinmiyor değildi kamuoyunca. Bu sebeplerle değil Susurluk gibi doğrudan devletin en tepe kurumlarını ilgilendiren bir davadan, en sıradan adli bir sorunun çözümünde dahi yargı mekanizmasından halkın olumlu anlamda hiçbir beklentisi yok. Bütün zaaflarına ve zikzaklarına rağmen Susurluk çetesinin sebep olduğu karanlığı giderme sorumluluğu Ak Parti Hükümeti'nin omuzlarındadır. Bu sebeple Ak Parti Hükümeti, TBMM içinde geniş yetkilerle donatılmış bir araştırma komisyonu kurmalıdır. Yıllar öncesine dayanan kirli ilişkiler ve icraatlar ağı, zamanı gelince piyasaya sürülen ve statükonun sarsılan dengelerini yeniden oluşturmaya vesile olan danışıklı dövüş sahneleriyle son bulmamalıdır.
Susurluk çetesi ile ast veya üst düzeyde herhangi bir ilişkisi olan, rütbe ve makam ayrımı yapmaksızın TSK mensubu, siyasetçi, bürokrat veya iş adamlarının neden sorgulan(a)madığı izah edilmelidir. Kenan Evren'den Teoman Koman'a, Veli Küçük'ten Mehmet Ağar'a, Süleyman Demirel'den Sedat Bucak'a kadar çete hiyerarşisinde adı geçen kişilerin ifadelerinin alınarak yargılanmalarının önü açılmalıdır. İlişkileri çete ile herhangi bir yerde kesişenlerin dokunulmazlık zırhı, siyasi irade tarafından kaldırılmalıdır.
Bütün bir ülke halkına acı çektiren çetenin, hukukun ve halkın aleyhine olan hiçbir icraatı, "devlet sırrı, gizli belge, devlet zarar görür" bahanesiyle kamuoyundan gizlenmemelidir. 3 Kasım 1996 sonrasında "temiz toplum-temiz siyaset" veya 17 Ağustos 1999 sonrası "artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" tarzı ayrıntıya ve hedef şaşırtmaya endekslenmiş statükocu kampanyalarla dostlar alışverişte görsün mantığı icra edilmemelidir.
Gerek emekli gerekse muvazzaf darbeci generallerden hiçbiri, Susurluk çetesiyle adı birlikte anılanlar dahil, şimdiye kadar yargılanmadılar. Bu tür durumlarda devlet-çete/mafya bağlantısı bağlamında kendi içinde rekabete dayalı ve sınırlı bir operasyon yapılıyor. Oysa devlet-çete bağlantısı Çankaya Köşkü'nden TBMM'ye, MİT'ten Yargıtay'a, TÜSİAD'dan YÖK'e hatta Kızılay'dan medyaya değin köklü ve sağlam ilişkiler içinde. Devlet fetişizminin gölgesinde siyasal iktidar alanı mevcut değildir.
Ak Parti Hükümeti "Aydınlık Türkiye" söyleminde samimi olduğunu göstermek istiyorsa Susurluk çetesinin çamurunu temizlemek için acilen harekete geçmelidir.