Kübra Türker
- Basına yansıdığı kadarıyla sizleri Türkiye'de yaşayan Çeçen asıllı olarak tanıttılar. Kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
Rabia Türker:. Ankara doğumluyum. Çeçen asıllı değilim, ama Çeçen sorununa duyarlıyım. Tıpkı Filistin, Irak, Afganistan veya benzer sorunlara duyarlı olduğum gibi.
Kübra Türker: Polisler de bizi Çeçen asıllı zannediyorlardı(!). Zaten ilk kapıyı açtıklarında ilk soruları "Aa! Siz Türk müsünüz?" olmuştu. "Elhamdülillah biz müslümanız." cevabını verdik.
- Gözaltı olacağına dair bir beklentiniz ya da sezginiz var mıydı?
K.T.: İlk olarak yazın evimize sivil polisler geldiler ve yokladılar. O zaman da ben bir şeyler bekliyordum. Fakat bunun Putin'in ziyaretinden dolayı olabileceğini düşünmüyordum. Çünkü kardeşim başörtülü olarak üniversiteye gidemediğinden eğitimini Suriye'de sürdürüyordu. O yüzden olabileceğini düşünüyordum.
Putin'in Türkiye'ye yapmayı planladığı fakat Beslan'daki okul baskınından dolayı ertelenen ziyaretinden bir hafta önce de yine polis veya MİT tarafından böyle bir araştırma yapılmış, işyerimize uğranmış. Daha öncesinde muhtara sorulmuş, mahallede hakkımızda araştırma yapılmış.
- 2 Aralık 2004 Perşembe sabaha karşı kapınıza polisler dayandı, sonra neler oldu?
R.T.: Henüz şafak söküyordu. Zilimize bastılar. Kimsiniz sorusuna "Polis! Açın kapıyı, yoksa kırarız!"cevabını verdiler. Kapıyı açmamla birlikte ellerinde silahlar üzerimize doğrultulmuş şekilde on taneden fazla polisin içeriye girmesi bir oldu. Şaşkın bir haldeydik. Biraz kendimizi toparladıktan sonra "Arama emriniz var mı?" diye sorabildim ancak. Kütüphanemizdeki kitaplara baktılar.
K.T.: Kütüphaneyi dağıtıyorlardı. Öncelikle Seyyit Kutup, Ali Şeriati, Mevdudi ve Kur'an'la ilgili kitapları karıştırıyorlardı. Çeçenlerle ilgili kitaplar da ilgilerini çekti. Haksöz dergileri, Özgür-Der ve Mazlumder bültenlerini sordular. "Bunları da mı tanıyorsunuz?" dediler. Takip eden her insan gibi, her sivil toplum örgütü gönüllüsü gibi ben de tanıyorum dedim. Bu sırada tabii kütüphanem yerle bir edilmişti.
- Polislerin tavırlarından bahseder misiniz?
K.T.: Açıkçası ben şoke oldum. Sonuçta ellerinde silahlar ancak filmlerde seyredilen sahneler gibi evinizi basıyorlar. Yapabileceğim en iyi şeyin bir an önce evimizi terk etmelerini sağlamak olduğunu düşündüm. Sorularına sakin bir şekilde cevaplar verdim. Annem ilk anda çok sinirlenmişti. Onu sakinleştirmeye çalıştım. Polisler de sözde "insancıl" bir şekilde konuşmaya başladılar. Fakat kitaplarım onların gözünde pek hoş karşılanmamış olacak ki maalesef aynı "insalcıl" muameleyi onlar göremedi.
- Evde tüm bunlar yaşandıktan sonra neler oldu?
R.T.: Kızımı bırakıp beni gözaltına alacaklarını söylediler. Öne sürdükleri suçlama Çeçen mültecilere yardım yapmamdı. Suç isnatları da bizim mahallede 2000 yılında yerleşmiş bir Çeçen aileye yardımcı olmaktı. Çünkü yardım yaptığım Çeçen ailede savaşta komutanlık yapmış ve gazi olmuş biri de vardı. Zannedersem bu onlar için bir gözaltı sebebiydi.
- Kübra hanım siz sonra neler yaşadınız?
K.T.: Polisler evi terk edince ilk iş olarak telefona sarıldım. Madem sivil toplum kuruluşu olan Özgür-Der ve Mazlumder benim başımı "belaya" sokmuştu, ben de onları bu olaydan haberdar etmeliydim. Sonrasında Özgür-Der avukatlarından Necip Kibar gelişmelerle ilgilendi.
Emniyette polislerden biriyle aramızda şöyle bir konuşma geçti: "Bu gözaltılar bir göz boyamadır. Annenin suçsuz olduğunu biliyoruz. Diğer gözaltına alınanların durumu da annen gibi. Bu Putin'i karşılamak için yapılan bir gösteridir "
Bir ülke devlet başkanının yapacağı ziyaret için Türkiye'de devlet kendi vatandaşlarını mağdur ediyor. Bu insanlar dört gün boyunca yaşamdan, ailesinden, insanlardan, tecrit edildi. Herhangi bir suç yok, suç olmadığı devletin kendi memuru tarafından bile itiraf ediliyor işte. Gerçekten trajikomik bir tablo.
- Putin'in gelişiyle alakalı olarak biri bayan 12 kişi daha gözaltına alındı. Onları tanıyor muydunuz?
R.T.: Gözaltına alınanların tümü Vatan'daki Emniyet Müdürlüğü'nde sorgulandılar. Orada herkesi duvara doğru çevirdiler. Çeçenleri tanıyıp tanımadığımı anlamak için onları bana gösterdiler. Ben de hiçbirini tanımadığımı ve ilk defa burada gördüğümü söyledim. Onlar da beni tanımadıklarını söylediler.
Perşembe gününden savcılığa çıkarıldığımız pazar akşamına kadar dört gün nezarethanede kaldık. Kaldığımız yer oldukça soğuktu. Yerde bir sünger ve sadece bir battaniye vardı. Yanımdaki Çeçen bayan verilen yemeği kabul etmedi. Ve hiç bir şey yemeyince fenalaştı.
- Siz ihtiyaç sahibi insanlara yardımlar yapan ve bu yönünüzle tanınan bir insansınız. Bunlardan da bahseder misiniz?
R.T.: Çevremizde bazı ailelere yardımlar yapıyoruz. Çeçenler 2000 yılında gelmişler ve bir yıl sonra da taşınmışlardı. Çeçen Rus savaşından dolayı Türkiye'de sürgün yaşayan insanlar var çevremizde. Bunlara da imkanlar dahilinde yardımlar ulaştırmaya çalışıyoruz.
Yardıma ihtiyacı olan bu insanların Çeçen olup olmasına değil, muhtaç olup olmadıklarına bakıyorduk. Çeçenmiş, Lazmış, Kürtmüş, Türkmüş… buna bakmıyorduk. Ben Müslümanım ve bu benim görevim. Ama yardım ettiğim insanlar Çeçen olunca "teröre yardım ve yataklık" suçu isnat edilebileceğini de öğrenmiş olduk bu vesileyle.
- Tüm bu yaşadıklarınızdan sonra neler söylemek istersiniz?
R.T.: Bu olay benim içimdeki azmi daha da arttırdı. Bu yapılanları benim gibi duyarlı insanlara bir gözdağı vermek olarak algılıyorum. Doğru bildiğim yolda aynen devam edeceğim. Emniyette polislere de söyledim bunu. Bu insanlar ülkelerindeki savaş yüzünden buraya sığınmışlar. İhtiyaç sahibi insanlar. Biz yaptıklarımızın karşılığını Rabbimizden bekliyoruz.
K.T.: Türkiye'nin I. Dünya Savaşı sonrası imzaladığı bir antlaşmaya dayandırılan bir durum söz konusu. Türkiye batıdan gelen zorunlu göçlere açık fakat doğusundan gelecek zorunlu göçlere kapalı. Bu sebeple gelen bu insanlara Türkiye kapılarını kapatmasa da resmi olarak ne bir mülteci statüsü ne de bir barınma olanağı sağlıyor. Çeçenlerin Türkiye sınırları içerisinde mülteci statüleri bile yok. Herhangi bir işte çalışamıyorlar, gelen insanlar ancak duyarlı insanların ve derneklerin çabalarıyla yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar.
Bu yaşadığımız olaya dönüp baktığımda Rabbimin bir imtihanı olarak algılıyorum. İnsan hayatı her an değişik olaylara gebe. Bu da bizim için bir yaşam tecrübesi oldu. Gözaltı vesilesiyle bizleri arayan, soran ve sıkıntımızı faylaşan insanlara teşekkür ediyoruz.
Röportaj: Muharrem Baykul