Destekçi Devletler ve Suriye Direnişi: Yabancı Etkinin Sınırları

Thomas Pierret

Suriye’deki ayaklanmaların devlet desteği tartışmalarının çoğu, şu iki önemli sorunla ilgilidir: İlki, destekçi devletlerin başarmaya çalıştıkları nihai hedefler (İran’ın bölgedeki etkisine karşı koymak, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt ulusalcıları zayıflatmak); ikincisi de söz konusu devletlerin muhalif ortakları bağlamındaki öncelikleridir. (İslami gruplara yönelik sempati ya da düşmanlık, Katar destekli belli gruplara karşı Suudi desteği ve tam tersi durumlar.) Bununla birlikte sorunun sıklıkla gözden kaçan yönü, Suriye’deki ayaklanmayı destekleyen devletlerin, gerçekte sınırsız maddi imkânları bir yana birlikte çalıştıkları muhalif grupları kontrol etmedeki güçleri ve sonuç alıcı yetenekleridir (ya da bunlardan yoksun olmaları).1 İran ile karşılaştırıldığında Körfez sultanlıkları, Ürdün ve Türkiye, siyasi ikilemler ve tecrübe eksikliği nedeniyle yarı askerî grupları desteklemeye gelindiğinde önemli bir dezavantaja sahiptir.2

Bu dengesizliğin önemli bir nedeni, İran rejiminin devrimci yapısına karşılık, Suriye’deki ayaklanmayı destekleyen devletlerin devrimci olmayan tabiatıdır. Bu ayrım, söz konusu devletlerin 2011 Arap devrimlerine yönelik tutumlarına değil, daha ziyade rejimlerinin asıllarına dayalıdır: İran İslam Cumhuriyeti, 1979 devriminin ürünüyken Körfez sultanlıkları ve Ürdün, 1950’lerden bu yana devrimci değişimin birbirini takip eden bölgesel dalgalarına direnmiş muhafazakâr rejimlerdir ve Türkiye’nin siyasi düzeni (şu ana kadar ilkesel olarak) askerî vesayetin sivil güçlere geçişinin ürünüdür. İran gibi devrimci ülkeler (İslam Devleti gibi proto-devletler), yurtdışında yıkıcı eylemler gerçekleştirmek istediklerinde iki avantaja sahiptir.

1) Devrimci ideolojiler, doğal olarak evrensel ve militandır. Bu nedenle yabancı muhalifler tarafından yinelenebilir bir model sunarlar. İran’ın, Lübnan ve Irak’taki devlet-dışı temsilcileri (Hizbullah, Bedir, Asaibu Ehli’l-Hak) katı Humeynici militanlarken hiçbir Suriyeli muhalif grup Suudi ya da Katar sultanlıkları tarzında, yönetimin babadan oğula geçtiği bir düzeni aktif olarak desteklemez. Şüphesiz, Suriyeli muhalifler arasındaki ılımlı gruplar Türkiye’deki AK Parti deneyimini desteklemektedir fakat o, muhtemelen bizzat ayaklanma seferberliği için bir şablon olmaktan ziyade devrimci sürecin nihai sonucu olarak görülen ve doğal olarak militan olmayan bir modeldir. Suriye’deki ayaklanmayı destekleyen devletlerin devrimci bir ideolojik tutuma sahip olmamaları sonuç olarak dava yönelimli üçüncü tarafların önemini belirginleştirmektedir. Çünkü muhalifleri destekleyen devletler, şiddet seferberliğini destekleyen kendilerine ait ideolojik gerekçeler ortaya koyamamaktadırlar. Bu boşluk, demokrasiyi destekleyen yerel aktivistlerden, evrensel cihatçılara uzanan bir yelpazede devlet dışı aktörler tarafından doldurulmaktadır. Mamafih açıktır ki, bu tür üçüncü taraflar, İran’ın milis temsilcileriyle ilişkilerinde ortaya konulan avantajlardan dikkat çekici bir biçimde yoksundur.

2) Devrimci rejimlerin; devrim ihracı gündeminin bir bölümü olarak, yabancı militanlarla ilişkilere önem veren seçkin bir kesimi, devlet aygıtı olarak içerdiği gerçeğidir. Sözgelimi bu seçkin kesim, devrimci süreçte önemli bir rol oynamakta, uluslararası hedeflerini desteklemek uğruna önemli bir kaynak tahsisi için devlet içinde önemli çabalar sarf etmektedirler. İran, bölgesel temsilcilerini, yabancı milisleri silahlandırmada, eğitmede ve kontrol etmedeki deneyimini, 30 yılı aşkın, kesintisiz bir sürede elde etmiştir ve onları, tam uzman bir devlet aktörü olan İslam Devrim Muhafızları Ordusu (Pasdaran) aracılığıyla idare eder. Suriyeli muhalifleri destekleyen ülkelere gelince onlar bunu, temel endişesi iç güvenlik olan ve ara sıra da yapabiliyorlarsa yurtdışında çökertme/sarsma işleriyle ilgilenen istihbarat teşkilatları aracılığıyla yapıyorlar.3 Başka bir deyişle devrimci devletler, muhalifleri destekleyen devletlerin karşılaştığı başlıca problemleri en aza indirebilmektedirler: Siyasi önceliklerin farklılaşması.4 Olay budur çünkü devrimci devletler, şiddet seferberliği yolunda muhalif ortaklarına, bir arada tutan, ideolojik bir mantık tedarik etmektedirler. Onlar, temsilcilerini kendi imajlarına uygun olarak şekillendirmede daha fazla, daha iyi örgütsel ve insani kaynaklara sahiptirler.

Çünkü böylesine avantajlardan uzak devrimci olmayan devletler, değişimci stratejilerin idaresinde dört temel zaaftan mustariptir:

1- Onlar muhalif ortaklarının örgütsel yeteneklerine büyük oranda bağımlıdırlar ve onların bu yeteneklerini geliştirmede pek az araca sahiptirler.5

2- Devlet dışı üçüncü tarafların, kayda değer müdahalesi ile mücadele etmek zorundalar. Bunlar ya direnişin kontrolünü ele geçirmede (muhtemelen aşağıda gösterileceği gibi yabancı devletlerin temsilcilerini yok ederek) destekçi devletlerle yarışan ya da bu devletlerle muhalifler arasında arabuluculuk yapan kesimlerdir.

3- Devrimci olmayan devletlerin muhalif ortakları, özellikle de bu muhalif grupların ideolojileri, birden fazla destekçi ülkeye uygunsa destekçi devletlerarasındaki rekabetten yararlanırken ortaya çıkan önemli aksaklıklardan hoşnut olmaktadırlar.

4- Uluslararası sistemdeki konumlarına bağlı olarak, devrimci olmayan devletler, hegemonik küresel güçlerden, bu bağlamda Amerika’dan gelecek baskılara karşı daha yumuşak başlıdır.

Bu bölümde, olumsuz sonuçlarına odaklanarak, yabancı güçlerin Suriye muhalefeti üzerindeki etkisinin sınırlarını göstermeye çalışacağım. Özelde de -başarılı olsalar da olmasalar da- Suriye’deki muhaliflerin, dış desteğe ihtiyacına kıyasla doğal nitelikleri ya da kusurlarının üzerinde daha fazla duracağım. Burada odak noktam, Suriye muhalefetinin genel performansı değil, son yıllarda benzer ve aksi durumlarla karşılaşan bu gruplar arasındaki farklılıklardır: Bunların ilki, bir yanda yarı gönüllü yabancı destekçilerinden aldıkları yardımdaki bariz dengesizlik bir yanda da çatışmada, İran ve Rusya’nın Esed rejimi yanında daha kararlı tutumlarıdır. İkincisi, muhalifleri birkaç cephede savaşmaya zorlayan ve yabancı destekçi ülkelerin stratejilerini Esed ile mücadele pahasına dönüştüren, İslam Devleti (IŞİD) ve Demokratik Birlik Partisi (PYD) gibi üçüncü tarafın yükselişidir.

Suudi Arabistan: Pek Çok Başarısızlığın Hikâyesi

Suriyeli muhaliflerin başlıca bölgesel destekçileri arasındaki Suudi Arabistan, muhalefetin alacağı ya da almaması gereken şekil konusunda en net fikri olanıydı. Gerçekten İran karşıtı jeopolitik hesapların ve ülke içi meşruluk çabasının yanında, öyle görünüyor ki Riyad’ın 2012 baharındaki Suriye ayaklanmasına destek vermeye başlama kararı, anti-İslamcı bir duruş tarafından tetiklendi. Daha özelde de bu kararda, Müslüman Kardeşler ve/veya Katar ile yakın ilişkili grupların artan etkisi önemliydi. Bu gruplara örnek olarak, Sivillerin Korunması Komitesi’ni verebiliriz. Bu komite, 2012 Şubat ayından beri Suriye’nin orta kesimlerindeki birkaç muhalif grubun birlikte hareket etmesini sağlamaktadır ve Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) kurucusu Albay Riyad el-Esed ile resmen müttefiktir.6 Suudiler tarafından belirlenen Mustakbel Partisi milletvekili Ukab Sakr gibi ilk Lübnanlı arabuluculara, Suriyeli muhataplarından birinin özetle belirttiği şu emir verildi: “Herkese yardım edin ama İslamcılar hariç!”7

Pratikte “İslamcılar hariç!” ifadesi; General Mustafa eş-Şeyh, Albay Kasım Sa’du’d-Din ve Yüzbaşı Mahir en-Nuaymi ve ÖSO etiketi taşıyan ideolojik olarak belirsiz gruplara işaret ediyordu.8 Suudi bağışlarından faydalanan ilk muhalif gruplardan birisi, Humus’taki Faruk Tugayı idi. Bu, ayaklanmanın ilk yılında, Suriye’deki muhalif gruplar içinde belki de en güçlü ve en zengini idi.9 Faruk Tugayının temin ettiği maddi kaynaklar, sadece Suudi desteğinin değil, daha ziyade birbiriyle rekabet eden kaynakların, desteklerini garanti altına alma konusundaki (“devrimin sermayesi” olan öncü muhalefet) gücü ve prestijini kullanabilme yeteneğinin sonucuydu. Eylül 2012 itibarıyla Suriye’nin Özgürlüğü İçin İslami Cephe’ye katıldı. Bu cephe, alenen Suudi rejimini küçümseyen ve Katar ile yakın ilişkilerini ifade eden emektar Suriyeli ideolog Muhammed Surur Zeynelabidin ile ilişkili Selefi iletişim ağı tarafından finanse edilen ulusal ittifak idi.10

Çok ve değişken sadakatlerin yanında Faruk Tugayı, örgütsel başarısızlıklarıyla Suudi Arabistan’ı ve diğer destekçilerini hayal kırıklığına uğrattı. Grubun liderliği, 2011’den sonra direnişe katılan, amaca özel askerî sığınmacılar koleksiyonu (Teğmen Abdurrezzak Tlass), sivil devrimci güçler (Hamza eş-Şimalî) ve vaizlerden (Emced el-Bitar) oluşuyordu. Faruk Tugayının gevşek idari yapısı; daha fazla kaynak bulduğu ve kendisini, sınır geçişlerini kontrol altına alarak Türkiye’ye baş ortak haline getirdiği, ülkenin (Suriye) kuzeyine doğru genişleme konusunda kayda değer satın alma gücünü kullandığında daha da tartışılır hale geldi.11 Kuzey Faruk Tugayları, yaygın bir şekilde büyük ölçekli haraç almakla suçlanan ve sonra da bu konuda Halep’te kurulmuş olan muhaliflerin mahkemesinde idam edilmiş olan ve prens diye de bilinen tartışmalı Navras el-Muhammed tarafından idare ediliyordu.12 2012 sonlarında, Faruk Tugayı kişisel çekişmeler nedeniyle parçalanmaya başladı. Tlass ve el-Bitar gibi önemli figürler, müfrezeden uzaklaştırıldı ve Bağımsız Faruk Taburları gibi küçük gruplar kuruldu.13 2013 ortalarında Faruk Tugayı küçük bir gruba dönüştü ve bir yıl içinde iç tartışmalar grubun geri kalanını da tüketti.14 Önceki Faruk Tugayı liderleri Hazm Hareketi’nin kuruluşunda yer aldılar.15 Bu grup, 2015’in başlarında Nusra Cephesi’nin saldırıları sonucu hızla dağıldığı zaman, zayıflığı net olarak ortaya çıkan Amerikan destekli bir gruptu.16

Kayda değer miktarda Suudi parası, 2013 yılının ilk yarısında asker firarilerinin yönetimindeki ulusal ittifaka yani Ahfadu’r-Rasul Tugaylarına harcanmıştır. Öyle görünüyor ki bu tugay, en büyük İslami koalisyon ile yarışabilecek düzeye gelmişti.17 Faruk Tugayı gibi Ahfadu’r-Rasul de başlangıçta Katar ve Suudi Arabistan’dan destek görme konusunda, yeterince sempatikti. Ayrıca Faruk Tugayının liderliği gibi onunki de düzgün çalışmayan ve cihadî rakipleri tarafından birbirini takip eden öldürme olaylarına direnemeyecek (zayıflıkta) bir ittifak üreten gevşek (kısmen kabilevî) bir ağa dayalıydı: 2014 yılının ortalarında IŞİD, Ahfadu’r-Rasul’ün Fırat vadisindeki başlıca kalesini ortadan kaldırdı18 ve aynı yılın sonunda Nusra Cehpesi, Ahfadu’r-Rasul ve İslamcı olmayan Suud destekli Cemal Maruf’un Suriye Şehitleri adlı diğer bir örgütün birleşmesinin ürünü Suriye Devrimcileri Cephesi’nin kuzey kolunu bitirdi.19 Suriye Devrimcileri Cephesi’nin kuzey kolu, tamamen yok edildi. 2015’in başlarında, kuzey Suriye’de gruplara yaptığı yatırımlarda kaybeden Suudi Arabistan’ın; Ahraru’ş-Şam, Katar ve Türkiye’nin bölgedeki başlıca İslami ittifakıyla temkinli uzlaşıdan başka bir alternatifi kalmamıştı.20

Uzun vadede dayanıklılıklarını kanıtlayan Suudi ortaklar, Riyad’dan destek görmenin dışında göreli başarılar elde ettiler. Şam’ın doğu banliyölerinde, Zahran Alluş’un İslam Ordusu (Ceyşu’l-İslam), rejim güçlerine karşı üç yıllık kuşatmaya rağmen, hayatta kalmasının yanında bölgede kendisini baskın muhalif güç olarak (bazen İslam Ordusu tarafından rakip gruplara karşı -2015 yılının başlarında Ümmet Ordusunun ortadan kaldırılması örneğindeki gibi- doğrudan askerî müdahalede bulunarak) kabul ettirdi, IŞİD’in uyuyan yerel hücrelerini etkisiz hale getirdi, Nusra Cephesi’ni kontrol altında tuttu ve ülke çapında büyüdü. Yine de İslam Ordusu, neredeyse Suudi üretimi bir ordudur. İslami gruplarla iş görmek konusunda isteksiz olan Riyad’ın büyük istisnası olan21 ve bir zamanlar Katar ile işbirliği yapmış olan Selefi bir grup (Suriye İslami Özgürlük Cephesi -SİÖC- ve İslami Cephe) Surur’un sahip olduğu ağlardan destek görmektedir. Grubun Suudi Arabistan ile bağlantısı, Selefi bir âlim olan Alluş’un babası ile Suudi dinî düzeni arasındaki uzun süreli bağlantılarından kaynaklanmaktadır. Aslında Suudi karar mekanizmaları, İslam Ordusuna güvenmemektedir. Her halükârda grubun örgütsel yapısının sağlamlığı (Bu sağlamlık, savaş öncesi sık örülmüş yarı gizli dinî ağdan dolayıdır.), çeşitli destek kaynakları üzerinde etkili ve onlar açısından çekici olmuştur.22

Suudi Arabistan’ın diğer başlıca ilgi alanı Der’a’dır. Bu kent, Riyad’ın öncelediği büyük oranda “İslamcı olmayan bir direnişin” var olduğu ve uzun vadede de devam ettiği neredeyse tek yerdir. ÖSO çatısı altındaki geniş koalisyon yani Güney Cephesi, şu ana kadar bu kentteki en baskın güçtür. İslamcı muhaliflerin sadece dört rakamlı savaşçı sayısının aksine bu cephenin en az 25 bin savaşçısı vardır. Bu istisna, bir etkenler bileşiminin sonucudur ve bunların arasında; İslamcı karşıtı eğilimi, Suudi Arabistan’dan daha fazla telaffuz edilen Ürdün yönetiminin, muhaliflere destek hattının sıkı kontrolü de yer almaktadır.23 Suriyeli muhaliflerle ilişkilerinde, Amman büyük ölçekli ve başarılı istihbarat ekibiyle avantajlıdır. Yani o, coğrafi yakınlığına bağlı olarak güney Suriye’nin toplumsal ve kültürel şartlarına aşinadır. Bununla birlikte bölgesel muhaliflerin, birleşmeyi başarabilme imkânları sınırlıdır. Aralarında büyük ideolojik bölünmeler olmamasına, tek lojistik kaynağa hep birlikte bağımlı olmalarına rağmen Güney Cephesi üyeleri, ayrı idarî yapılarını sürdürmekte ve sadece koordinasyondan, tam bir bütünleşmeye doğru gidememektedirler.24 Her ne kadar Ürdün daha bütünleşmiş bir Güney Cephesi’nden korkuyor olabilirse de Amman’ın söz konusu ittifak içinde birleşme çabalarını, aktif bir şekilde etkisizleştirmeye çalıştığına dair bir kanıt görünmüyor. Dış etkiden ziyade, bu “sürekli bölünmüşlük” konusundaki önemli sorun, güneydeki ayaklanmanın toplumsal yapısıyla ilgilidir. Yani sıkı bir şekilde kendi bölgesel cemaatlerinde kök salmış bir gruplar koalisyonu var ama o, tam birleşmenin sağlanması için gerekli güven düzeyini sağlama açısından, birbirlerine gevşek bağlarla bağlı bir koalisyon.

Katar ile Türkiye Bütün Kartlarını Oynuyorlar

2013’te Katar, Suriyeli muhaliflere küçük bir grup Çin malı, Sudan kaynaklı FN-6 omuzdan atmalı savunma sistemleri (MANPADS) verdi. Dağıtımlar kesintiye uğramadan önce, bu cömertlik gösterisinden faydalanan sekiz grup, muhtemelen Amerikan baskıları altında, geniş bir ideolojik ölçekte yaygınlık kazanmıştı. Bu gruplardan bazıları şunlardı: Batı destekli ÖSO’nun bölgesel Askerî Şuraları, Müslüman Kardeşlerle ilişkili Kalkanlar Komitesi ve sertlik yanlısı Ahraru’ş-Şam.25 Bu uzlaştırmacılık eğilimi, küçük emirliğin (Katar) iki temel karakteristiğinin şekillendirdiği bir stratejiyi yansıtmaktadır:

1- Devasa maddi yardımlarına rağmen, yabancı savaşçılarla ilişkileri idare etmede küçük, sınırlı kurumsal ve insani kaynaklara sahiptir.

2- Diğer Körfez sultanlıklarının aksine, es-Sâni ailesinin ülke içi yönetimindeki istikrara çok güvenmesi nedeniyle yabancı ortaklarının ideolojik eğilimine göreli kayıtsız oluşudur.26

Katar’ın Suriyeli İslamcı gruplarla ayrıcalıklı ilişkileri, Emirlik ile yakın bağlarını uzun süredir devam ettiren devlet dışı üçüncü taraflarca, bu grupların Doha’nın etki alanına sokulmaları anlamında, bir tür dış kaynak olarak yorumlanabilir. Basitçe söyleyecek olursak bu taraflar, gerçekte Suudi Arabistan ile iyi geçinemeyen, tüm bölgesel Sünni örgütler (network) idi. Bu örgütler şunlardır: Bölgesel yöneticilerce Katar’daki faaliyetlerine hoşgörüyle bakılan cihadî hareketleri (Nusra Cephesi) destekleyenlere ek olarak, Müslüman Kardeşler (2014’te adını Şam Alayı diye değiştiren Kalkanlar Komitesi yani Sivilleri Koruma Komitesi) ve aynı zihniyette ama onlarla ilişkili olmayan gruplar (Dımeşk’teki Ecnadu’ş-Şam, Halep’teki Mücahidler Ordusu), Surur Zeynelabidin’e ya da Kuveyt’teki Selefi Hareket bakiyelerine (2013’ün sonlarında İslami Cephe’yi oluşturmak için SİÖC ile birleşen Ahraru’ş-Şam’ın Suriye İslami Cephesi) bağlı Selefi aktivistler.27

Buna rağmen, Katar’ın Suriye ayaklanmasına yönelik politikası, tek biçimli İslamcı yanlısı bir politika değildir. Doha, askerî firarilerce yönetilen ÖSO’ya bağlı gruplara da yardım etmektedir. Gerçekten Katar Emirliği’nin İslamcı gruplarla ortaklığında, ideolojik öncelik daha az etkilidir. O, daha ziyade devlet dışı üçüncü tarafların simsarlığını kullanmaktadır. Hiçbir şey Katar’ı, tüm kartları oynayarak yani hem İslamcıları hem ulusalcı grupları destekleyerek etkisini en üst düzeye çıkarmaktan alıkoymamıştır. 2012 ve 2013’te, askerî firarilerce yönetilen ÖSO grupları (Yüksek Askerî Şura, Karargâhlar, Mahalli Askerî Şuralar) kurulduğunda, Katar bu yapılar içinde Suudi etkisiyle atbaşı gitmeye ve Suriye’deki ayaklanmaya Batı desteği konusunda muhtemel bir kanal olmak suretiyle payını almaya çalıştı. Bu örgütsel şema, 2013’ün sonlarında çöktü. Amerika, “ılımlı” muhalif gruplara yabancı yardımını, iki operasyon odası oluşturarak yeniden organize etti: Ürdün merkezli Askerî Operasyonlar Komutanlığı (AOK) ve Türkiye merkezli Müşterek Operasyon Merkezi (MOM). Merkezî Suriye liderliği ile yola devam etmektense yardım (özellikle Amerikan yapımı Suudi kaynaklı TOW antitank füzeleri), doğrudan deneyimli (genellikle İslamcı olmayan) muhalif gruplara aktarılacaktı. Katar yine sahnedeydi hatta kendi sınırları içinde, TOW füzesi kullanıcılarına eğitim toplantılarına ev sahipliği yapıyordu.28 Bu arada Doha, İslami grupları desteklemeyi sürdürdü ve 2015 baharı itibarıyla Türkiye ile birlikte Esed rejimi askerlerini İdlib şehrinden çıkaran Fetih Ordusu (Ceyş’ül-Feth) adlı ittifakın başlıca destekçisi oldu.29

Özetleyecek olursak Katar’ın Suriyeli muhalifleri destekleme siyaseti, bir fırsatlar (devlet dışı aracıların varlığı) ve sınırlılıklar (Suudi Arabistan ile rekabet ve Batı’nın baskısı) bileşkesi tarafından şekillendirilmekteydi. Doha’nın muhalif gruplara yönelik, baştan sona tamamen pragmatik stratejisi, ona her iki konumun en iyisini bahşetti. Çünkü Doha,  AOK/MOM bileşenleri ile daha saygın bağlantılarını sürdürürken ayaklanmanın en etkili ve en esnek bileşenleri şeklinde beliren İslami gruplarla (özelde 2014’te kaynaklarının ve liderlerinin çoğunu kaybettikten sonra, diğer grupları kendine katarak büyümesini sürdüren Ahraru’ş-Şam)30 kendini ayrıcalıklı ilişkiler içinde buldu. Bu, açıkça geniş bir müşteri yelpazesi elde etme konusunda maddi imkânları olan ve ülke içinde devrimci ideallerin yaygınlaşmasından korkmaya gerek görmeyen bir devlet için en akli eylem rotasıydı.

Ahraru’ş-Şam gibi uyumlu ve etkili gruplarla Katar’ın birlikteliği, onların başarısının ardındaki kayda değer unsurun, Katar desteği olduğunu akla getirmemelidir. Çünkü Doha’nın desteği, uzun vadede daha az ikna edici görünen gruplar için de söz konusudur. Sözgelimi, Tevhid Tugayı (2015’te Şam Cephesi adını aldı.), başlangıçta el-Cezire destekliydi ve 2012 Temmuz ayında, Halep’in doğu bölümünün ele geçirilmesinde başat rol oynamıştı. Bununla birlikte karizmatik askerî lideri Abdülkadir Salih’in suikasta uğramasının ardından, kötü disiplin ve iç hizipçiliğin sonucu olarak yavaş yavaş gücünü kaybetti.31 Buna karşılık da dış yardımlar azaldı. Çoğu Şam yakınlarındaki Seydnaya hapishanesinde birlikte hapis yatmış ve daha sağlam bir cihad tecrübesi olanların sağlam ağı üzerine kurulmuş olan Ahraru’ş-Şam’dan farklı olarak, Tevhid Tugayı, Salih’in karizmasıyla, 2012’de rejime karşı kısa süreli ezici başarılarla ve yabancı, büyük oranda da Katar’ın parasal desteğiyle bir arada tutulan kırılgan bir yerel gruplar koalisyonuydu. Diğer yabancı devletler (yani Suudi Arabistan ve ABD) MOM’a tedarik edilmiş TOW füzelerine ulaşmasına izin verilmeyen Tevhid Tugayları/Şam Cephesi’nin zayıflaması dolayısıyla da 2015 baharında 1. Alay gibi alt grupların oluşturulmasına katkıda bulundu.32 Bu durum, geçen yıl Müslüman Kardeşler ile sözümona bağlantıları nedeniyle Suudi Arabistan tarafından engel olunan Mücahidler Ordusu’ndan ayrılır ayrılmaz TOW füzelerini elde etmeyi garantileyen diğer bir Halepli grup, Nureddin Zengi Hareketi’nde gözlemlendi.33 Yine de Ahraru’ş-Şam’ın MOM’un dikkatle hazırlanmış listesinin dışında tutulması, onun sürekli küçük grupları içine almasına engel olamadı. Öyle görünüyor ki yabancı baskıların, muhalif grupların birlikteliği -bu birliktelik kırılgan olduğunda- üzerinde zararlı etkileri var.

Sonuç ve Siyasetin Etkileri

Nicelik bakımından önemli olsa da Suriye’deki ayaklanmalara yabancı desteği, muhalif yararlanıcıların elastikiyetini ve birlikteliğini sınırlı oranda etkilemektedir. Faruk Tugayı, Ahfadu’r-Rasul Tugayları gibi bir zamanlar müsrifçe desteklenen gruplar ya parçalandı ya da üzücü bir şekilde zayıfladı. Ahraru’ş-Şam gibi diğerleri geçici kaynak kayıplarına rağmen serpilmeye devam ettiler ya da İslam Ordusu örneğindeki gibi büyük askerî ve lojistik korkunç şartlara maruz kaldılar. Her halükârda bu grupların başarısı ya da başarısızlığını belirleyen bağımsız değişken, aldıkları dış yardım düzeyi değil, liderliklerinin tabiatıdır: Bir yanda uzun vadeli ortakların sık örgülü örgütsel ağları bir yanda da bunun aksine geçici koalisyonların gevşekliği. Aynı şekilde Dera ve Halep örnekleri, ideolojik bir hegemonik ayaklanma sahnesi ve muhalefet liderliğinin parçalı toplumsal yapısından kaynaklanan işleyiş bozuklukları üzerinde, tek hegemonik yabancı destekçi ülke (biri Ürdün diğeri Türkiye) tarafından ya da aracılığıyla yabancı nüfuz uygulandığında, yabancı destekçileri aşmanın zor olduğunu göstermektedir. Yukarıda açıklanan gelişmelerin büyük politik etkisi şudur: Destekçi ülkeler muhalif ortaklarına ne tür maddi kaynaklar aktarırlarsa aktarsınlar liderliği işlevsiz olduğunda ne bir muhalif grubu başarılı hale getirebilirler ne de onların tabii merkezcil dinamiklerine karşı muhalif grupların sürekli birlikteliğini dayatabilirler. Tam olarak bütünleşmiş Özgür Suriye Ordusu projesinden (daha mütevazı AOK/MOM yaklaşımı lehine, “çok arzulu” birlik planlarının yerini alan koordinasyonla ve savaş sürecinin Darwinci doğal seçilim sonucu ayakta kalabilen ılımlı grupları seçmek için doğrudan sağlanan destekle) vazgeçildiğinde, bu tür imalarda zaten bir ölçüye kadar bulunulmuştur. İhraç edecek militan bir ideolojiye ve bu ideolojiye sarılacak yabancı savaşçıları destekleyecek tam yetkili ajanlara sahip olmayan devletlerin yani gerçekte devrimci olmayan her rejimin, Suriye’deki ayaklanmayı şekillendirme hedefini küçültmesi, muhtemelen en gerçekçi stratejidir.

 

Dipnotlar:

1- Estimates of the amount of foreign funding for the Syrian rebels are purely speculative. Pro-Asad Lebanese newspaper Al-Akhbar has claimed that by the end of 2015 Syrian insurgents had received a total of $US 6 billion in external funding (al-Akhbar, 21 March 2016, http://www.al-akhbar.com/node/254596).

2- For a rare discussion of the imbalance between the policies of Iran and the Gulf states in Syria in terms of capabilities, see Emile Hokayem, “Iran, the Gulf States and the Syrian Civil War”, Survival, 56/6 (2014), 59-86.

3- Hokayem, “Iran, the Gulf states”, 81.

4- Idean Salehyan, Kristian Skrede Gleditsch, David Cunningham, “Explaining External Support for Insurgent Groups”, International Organization, /65 (2011), 709–44.

5- Here, I follow Paul Staniland’s argument that the organisational capabilities of insurgent groups principally stem from the prewar social networks upon which their leadership is built, and that the impact of foreign funding on those capabilities is limited. See Paul Staniland, Networks of Rebellion. Explaining Insurgent capabilities of insurgent groups principally stem from the prewar social networks upon which their leadership is built, and that the impact of foreign funding on those capabilities is limited. See Paul Staniland, Networks of Rebellion. Explaining Insurgent Cohesion and Collapse, Ithaca, Cornell University Press, 2014.

6- “The Free Syrian Army and the Committee for the Protection of Civilians Form a Joint Command Council” (in Arabic), Middle East Panorama, 29 February 2012, http://www.mepanorama.net/

7- Interview with a Damascene activist who participated in discussions over arms deliveries from Lebanon, Istanbul, August 2015.

8- This pattern was clearly illustrated by the Saudi-organised delivery of Chinese-made HJ-8 antitank missiles in the spring of 2013. See Thomas Pierret, “External support and the Syrian insurgency”, Foreign Policy, 9 August 2013, http://mideast.foreignpolicy.com/posts/2013/08/09/external_support_and_the_syrian_insurgency.

9- Interview with a Syrian rebel leader from Homs, Istanbul, August 2015.

10- Thomas Pierret, “Salafis at War in Syria: Logics of Fragmentation and Realignment”, in Francesco Cavatorta and Fabio Merone (eds.), Salafism After the Arab Awakening: Contending with People’s Power, London, Hurst, 2016.

11- Rania Abouzeid, “Syria’s Up-and-Coming Rebels: Who Are the Farouq Brigades?”, Time, 5 October 2012, http://world.time.com/2012/10/05/syrias-up-and-coming-rebels-who-are-thefarouq-brigades-2/.

12- Interview with a Syrian analyst, Istanbul, August 2015; “Sharia Court in Aleppo executes leader of Faruq Battalions in the North (in Arabic)”, Al-Dorar al-Shamiyya, 21 April 2015, http://eldorar.com/node/74664.

13- See Al Jazeera’s interview with Farouk leader Usama al-Junaydi, Youtube, 17 June 2013, https://www.youtube.com/

14- Announcement of the dismissal of Usama al-Junaydi, Youtube, 20 July 2014, https://www.youtube.com/watch?v=Rph11Qn5Fp8.

15- Jeffrey White, “Rebels Worth Supporting: Syria’s Harakat Hazm”, The Washington Institute Policy Watch 2244, 28 April 2014, http://www.washingtoninstitute.org/policy-analysis/view/rebels-worth-supporting-syrias-harakat-hazm.

16- “U.S. Syria strategy falters with collapse of rebel group”, Reuters, 5 March 2015, http://www.reuters.com/article/us-mideast-crisis-syria-hazzm-idUSKBN0M10GV20150305.

17- Nicholas Heras, “Alwiya Ahfaad ar-Rasool: A Growing Force in the Syrian Armed Opposition”, Fair Observer, 20 May 2013, http://www.fairobserver.com/region/middle_east_north_africa/alwiya-ahfaad-ar-rasool-growing-force-syrian-armed-opposition/.

18- Saddam al-Jamal, a prominent commander of Ahfad al-Rasul in Abu Kemal, defected to IS and became its emir in the region. On the role of tribal ties in Ahfad al-Rasul, see Hassan, Hassan and Michael Weiss, IS: Inside the Army of Terror (Reagan Arts, 2015), p. 202.

19- “The rise and ugly fall of a moderate Syrian rebel offers lessons for the West”, Washington Post, 5 January 2015, https://www.washingtonpost.com/world/middle_east/the-rise-andugly-fall-of-a-moderate-syrian-rebel-offers-lessons-for-thewest/ 2015/01/04/3889db38-80da-4974-b1ef-1886f4183624_story.html.

20- Hassan Hassan, “Syria’s revitalized rebels make big gains in Assad’s heartlands”, Foreign Policy, 28 April 2015, http://foreignpolicy.com/2015/04/28/syrias-revitalized-rebels-makebig-gains-in-assads-heartland/.

21- The two other main exceptions are the Front for Authenticity and Development (FAD), a politically moderate coalition supported by al-Turath (‘Heritage’), a quietist, Saudi-aligned Salafi association based in Kuwait, and the Nur al-Din Zanki movement in Aleppo, which was affiliated with the FAD in 2013 but whose ties to Saudi Arabia rely on personal connections rather than on ideological affinities.

22- Pierret, “Salafis at war in Syria”; interview with Jaysh al-Islam’s spokesman Islam ‘Allush, Istanbul, August 2015.

23- International Crisis Group, “New Approach in Southern Syria”, Middle East Report n° 163, 2 September 2015, http://www.crisisgroup.org/~/media/Files/Middle%20East%20North%20Africa/Iraq%20Syria%20Lebanon/Syria/163-new-approachin-southern-syria.pdf

24- This situation contrasts with the findings of Ostovar and McCants, who in 2013 identified ideological differences and multiple sources of funding as the major impediments to rebel unity in Syria. See Afshon Ostovar and Will McCants, “The Rebel Alliance. Why Syria’s Armed Opposition Has Failed to Unify”, CNA, Analysis and Solutions, 2013.

25- Other recipients of FN-6 missiles were the Ahfad al-Rasul Brigades, the FSA-affiliated al-Qusayr Brigade, the Front for Authenticity and Development in Aleppo, and the Syria Islamic Liberation Front-affiliated Fath Brigade in Aleppo. FN-6 recipients have been identified by the author thanks to videos uploaded by these factions to Youtube throughout 2013.

26- Roula Khalaf and Abigail Fielding-Smith, “How Qatar seized control of the Syrian revolution”, Financial Times, 17 May 2013, http://www.ft.com/cms/s/2/f2d9bbc8-bdbc-11e2-890a-00144feab7de.html.

27- Pierret, “Salafis at war in Syria”. The Qatari sphere of influence among rebel factions was clearly illustrated by the list of signatories of the Revolutionary Covenant, a moderate platform that was prepared at a meeting convened by Qatar in Turkey: Islamic Front, Sham Legion, Army of Mujahidin, Ajnad al-Sham, and the Furqan Brigades, an Islamist group operating in the province of Qunaytra (Skype interview with an official from one of the signatory factions, May 2014).

28- “Main rebel factions that received TOW missiles: ‘We received them from friendly states, and were trained in their use in Qatar’”, Aksalser, 25 April 2014, http://www.aksalser.com/?page=view_news&id=1d842ceddd4e5675291936be40531a20.

29- Hassan, “Revitalized Syrian Rebels”.

30- In the first half of 2014, Ahrar al-Sham lost its oil wells in the east to the Islamic State, while some of its Kuwayti financiers were sanctioned by the US Treasury. In September, dozens of the top leaders of the movement, including its general commander Hassan ‘Abbud, were killed in an explosion during a meeting in the province of Idlib. On Ahrar al-Sham’s absorption of other groups, see Aron Lund, “Islamist mergers in Syria: Ahrar al-Sham swallows Suqour al-Sham”, Syria in Crisis, 23 March 2015, http://carnegieendowment.org/syriaincrisis/?fa=59471.

31- “Divisions shake the Tawhid Brigade” (in Arabic), Aksalser, 5 July 2014, http://www.aksalser.com/?page=view_articles&id=dedf8a71626f82bdae322177bd39c182.

32- “Ideological differences and US pressures. Al-Sharq al-Awsat reveals the reasons for the dissolution of the Levant Front” (in Arabic), Al-Sharq al-Awsat, 20 April 2015, http://aawsat.com

33- International Crisis Group, “Rigged cars and barrel bombs: Aleppo and the state of the Syrian war”, Middle East Report 155, 9 September 2014, p. 23, http://www.crisisgroup.org/en/regions/middle-east-north-africa/syria-lebanon/syria/155-rigged-cars-and-barrel-bombs-aleppo-and-the-state-of-thesyrian-war.aspx.

 

Çev: Murat Kayacan