Ders Notları

Fatma Betül

İnsan olmaklık çöküyor yine üzerime bugün. Hüzün değil. Yüzyılların ağrısı alıyor beni. Yine sökün ediyor hücrelerime geçmişin ve geleceğin sarsıntısı. Kulaklarımda uğultu oluveriyor hayat. Savamıyorum başımdan insan olmaklığın ağır ve sessiz ve toprak kokulu sancısını. Savamıyorum da altında ezilmeye duruyorum. Çaresiz, mütevekkil. Birşeyleri anlamaya, anlamlandırmaya, notlar düşmeye çalışıyorum el yordamıyla. Duyumsadığım uğultunun korkunç bir senfoni olduğunu farkeder etmez. Bildiklerimi ve bilmediklerimi bulup çıkarmaktan, kendime itiraf etmekten aldığım haz hafifletiyor üzerime çöken karabasanların ağırlığını.

Ben.

Yerle bir olmak isteyeceğim anlar yaşayacağımı bilmezdim elbet. Uçmayı kuşlara öğreteceğim anlar yaşayacağımı da. Bir solukta içeceğim nice sevgiler ve nice acılar beklerken yollarımın üstünde. Hücrelerime ölümün griliği çökerken, göğüs boşluğumu dolduracak kan kırmızı coşkuları yudumlayacağımı da bilmezdim. Bu iki yokuşta soluk soluğa tırmanırken ben, insan olmanın, ne demek olduğunu yılların öğreteceğini bilmezdim. Üçyüzaltmışbeş günlük derslerin en etkili dersler olduğunu...

İnsan olmaklık çöküyor yine içime. Hüzün denilen şey belki de bu. Kendini taşıyamaz oluyor kendim. Bir toprağa bir göğe ilişiyor gözlerim. Yüreğim göğe gözlerim yere bakıyor. Bu iki nokta arasında gide gele çiziliyor yaşam haritam. O'na giden yolda oyalanıp duruyorum. Ne oldurduğum ne öldürdüğüm sevdamı taşıyorum sırtımda. Ne yardan, ne serden geçecekmiş bu beden. Bilmezdim.

Kitaplardan sayfalardan müstağni okuyuşlarmış meğer insana birşeyler veren. Hayatı okumak, hecelemek için bir nefes alıyorum. Kalemimi, duyuşlardan notlar derlemek için oynatmaya başlıyorum. Tek bir devinim için yıllar geçecekmiş bilmezdim.

Görüyorum ki acılar yoğurunca cümleleri, noktalar anlamım bulurmuş. Söz kurşun olurmuş, beste olurmuş yaşanınca, bilmezdim. Görülmemiş mesafeler katedermiş. Mekan tutarmış boyutsuzluk aleminde.

Sonra.

Veya önce.

Izdırap gergefi dokurmuş meğer hayatı. İnce dokunuşlu, yakıcı, bin nakış, bin ton, bin motif saklıymış bu gergefin her karesinde. Rehavetin kaba, kalın duyumsayı şiarına inat, ızdırap anlatırmış bize hayatı. Onunla, ona rağmen varsak varızdır belki de bu büyük oyunun içinde. Bilmezdim.

Hudutsuz bir bahçeden derilen çiçeklermiş meğer mutluluk, sevinç ve benzeri duygular. Bir yerlerden haber verirler sonra vefasızca çekip giderlermiş. Kokladığın anda soluveren bir manolya gibiymiş, insanın peşinde koştuğu bu anlar "bir varmış bir yokmuş" muş meğer. Öte alemin habercileri belki de. Hayat falında görünen küçük nasiplermiş. Bilmezdim.

Bilmezdim zamanın keskin gözleri olduğunu. Biraz acıyarak biraz eğlenerek insanların ardından bakan. Nesil nesil, soy soy giden insanların ardından. Bir muazzam yanılgıya, kendisiyle kapıldığımız zaman, "Zamana andolsun"lara rağmen bizi aldatan bizden gizlenen, bizden beslenen zaman. Bu kadar uzun ve bu kadar kısa olduğunu hiç bilmezdim. Gözgöze geldiğimiz ana andolsun ey zaman. Senden önce çizeceğim gözlerimin altına derin oluklar. Anlamlarını sen bile okuyamayacaksın.

Bilmezdim "için"lerin de anlamını. Herkesin en çok soluduğu kelime. Önüne binlerce süslü, tamlamalı, acımaklı cümleler oturttuğu kelime. Aslında o da bilir ki herkesin "için"inin önünde çoğu zaman kendi vardır. Bilir de açığa vurmaz. Bekler. Hayatın hangi sahnesinde oynanacak diye sahibinin oyunu, bekler durur. İçinler anlamlarını hayalın "için"de bulur. Bir an gelir. Sahte söylemler sırıtıverir küçük bir tercihin sağ alt köşesinde ve artık imzaya da gerek yoktur.

Bilmezdim.

Meğer herşeyin sağlamasını hayat yaparmış. Ağır ağır içten içe sorarmış sorularını. İnsanı insanla sınarmış. İnsanı dostlukla, insanı korkuyla, dertle ve hem dermanla sınarmış. Kendine hırsla sarılanları tekdüze namelerle oyalarken mütevekkil cehdlere, dua kokulu taleplere açarmış kollarını. Onları emzirirmiş en saf en temiz nimetleriyle... Bilmezdim.

Ve yine bilmezdim söylemini, çağrısını işte bu hayatla yoğuran 'bu hayatı yoğuran' bir ele sarılmaya ne denli hasret duyduğumu.

Ey elçi;

Bilmezdim. Sensizlik dokununca mızrabına hayatın, soğuk, kuru, acı bir besteden başkasının duyulamayacağını...

Ey elçi

Gel.

Hep gel. Yine gel.

Bana hayatı ve vahyi, bana insan olmaklığı yine öğret. Yeniden öğret. Bana kitabı da hayatı da sen oku.