İnsanlık serüveni, kan döken alelade bir canlı niteliğindeki beşerin, yeryüzüne halife kılınmasıyla başlamış, (Allah’a itaat ile O’na isyan arasında seçim yapma konusunda) hesap gününe kadar devam edecek bir imtihan süreciyle devam etmiştir.
İlk peygamberden son peygambere kadar risalet ve nübüvvet müessesesiyle imtihana muhatap kılınan insanoğlu, hak-batıl denkleminde sürekli iniş ve çıkışlar yaşamıştır. Şeytan ve dostlarının peşine takılan topluluklar ilahi mesajı unutup bozulmaya yüz tuttukça onlara hakkı hatırlatıp doğru yola çağıran, cahilî kirlerden temizleyip arındıran, Allah’a isyanda ısrarcı olmaları halinde uğrayacakları korkunç akıbet konusunda uyaran elçiler gönderilmiştir.
Bu tebliğ ve uyarı görevini son peygamber Hz. Muhammed (s)’den sonra onun yolunu takip eden mümin birey ve topluluklar üstlenmiş, tevhid bayrağını günümüze kadar taşımışlardır. Cahilî düşünce ve beşerî sistem temsilcilerinin Müslümanlara yönelik saldırılarından kaynaklanan zararları, ilahi mesajın güçlü altyapısı ve bu altyapıyı hikmetle, azim ve karlılıkla sunan davetçiler sayesinde en aza indirilmiştir. Ama ne zaman ki İslam düşmanları insan psikolojisini kavrayıp ona müdahale etmeyi öğrendiler, Müslümanlar ise bu alanlardan uzak durdular, işte o zaman İslam âlemi, sonuçları bakımından altyapısı ve içeriği güçlü bir mesaja sahip olmanın onlara sağladığı avantajı yitirdiler. İslam düşmanları, birey psikolojisini istedikleri şekilde yönlendiren kitle iletişim araçlarını keşfetmekle Müslümanlar, tebliğ ve propaganda savaşında üstünlüğü düşmanlarına büsbütün kaptırdılar. Zira mesajınız ne kadar güçlü ve değerli olursa olsun düşmanınızın, (psikolojik engel ve gürültü) duvarlarını aşarak alıcıya ulaşamamışsa tebliğiniz gerçekleşmemiş demektir.
Osmanlı’yı teknolojik ve ekonomik güçleriyle önce zayıflatan sonra ümmet coğrafyasını aralarında paylaşan emperyalist güçler, işgal ettikleri yerlerden çekildikten sonra da Müslüman halklara rahat vermemişlerdir. Arkalarında, siyasi ve ideolojik işgali devam ettirmek üzere kukla yönetim ve yöneticiler bırakmışlardır. Bu yönetimler, çöreklendikleri ümmet topraklarının yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin büyük bölümünü efendilerine hamilikleri karşılığında akıtmış, işleyen tezgâhı kalıcı hale getirmenin yollarını aramışlardır. Yerel kuklalar eliyle ümmetin parçalanan coğrafyasına dayatılan yönetimlerin kimisine krallık, kimisine emirlik adı verilmiştir. Osmanlı bakiyesi Anadolu topraklarına ise adında bile ümmete dair bir iz bırakmamak için ‘Türkiye Cumhuriyeti’ adıyla koyu ırkçı, Batı menşeli bir sistemin hâkim kılınması uygun görülmüştür. Diğer coğrafyalardaki Müslüman topluluklarda olası bir kıyam ya da öze dönme umudunun oluşmasına ihtimal vermemek için Kemalist cumhuriyetin inşasıyla özel ilgilenilmiştir. Yeni sistemin toplum tarafından kabul edilmesi için evvela toplumu harekete geçirme ihtimali olan din âlimleri İstiklal Mahkemelerinde astırılmış, ardından adına inkılâp dedikleri dil, din ve eğitim yasaklarıyla toplumu çok kısa bir sürede tarihiyle, kültürüyle ve beslendiği dinî kaynaklarıyla olan bağlarını zorla koparma yoluna gidilmiştir. Ortadoğu, Asya ve Afrika’daki Müslüman toplumlar da benzer zorbalıklarla sindirilmiş, asimilasyona maruz bırakılmışlardır.
Batı, Müslümanların İslami değerlerini sulandırmak ve inançlarını besleyen kaynaklarıyla bağlarını gevşetmek için kültürel saldırı planları hazırlama biriminin adı olan oryantalizmi üretmiştir. Bu birimin hazırladığı eylem planları kimi entelektüellerde kafa karışıklığı oluşturmuş, bu da toplumun diğer normal kesimlerine zihinsel kirlenme olarak yansımıştır. İşte bu yüzdendir ki son yüzyılın İslam davetçilerinin yükü diğer dönemlerdekilere göre ağır olmuştur. Bu yük, günümüzün bilgi çağında Batı'nın geliştirdiği ve kullanımını büyük oranda tekelinde tuttuğu bilgi-iletişim teknolojileri sayesinde çok daha ağır hale gelmiştir. Çünkü yüzde seksen oranında bilişim araçlarıyla yaşanan günümüz savaşları, artık düşman toplumun zihni işgal edilerek başlıyor, kontrol ve idare etmek için ihtiyaç duyulursa fiziki, askerî müdahalelere başvuruluyor.
Toplumsal değişimin sağlanmasında bilişimin en güçlü araçlarından oldukları için İslami davette dergicilik, önemli bir davet aracıdır.
Dergiciliği hak-batıl mücadelesinde aldıkları konum ve kendilerine biçtikleri görev itibarıyla üç sınıfta değerlendirmek mümkündür:
İlki aleni bir şekilde batılın savunucularının görüş mesafesine pek girmeden bireylerin vahiyle kopan bağlarını onarmaya, zihin ve amellerdeki kirlenmeyi tezkiye ile arındırmaya çalışan sınıftır. Davet misyonu dolayısıyla müminlere büyük katkılar sağlayan bu çalışmaları, Müslümanlara her taraftan saldırıldığı İslami mücadele boyutuyla bir miktar eksik ve pasif bir tarz olarak gördüğümü söylemeliyim.
İkinci türde ise usuli, derin mevzulara hiç girilmez, Müslümanların genel kültürünü artırmaya ve zayıflayan kimi ahlaki değerleri canlandırıp güçlendirmeye çalışılır. Güncel, riskli siyasi alanlara girmese de kendi çapında Müslümanlara katkı sağlamaktadır.
Üçüncü tip dergiler ise bireyleri vahiyle buluşturup arınmalarına yardımcı olmakla yetinmez, ilahi mesajı yaşanmakta olan güncel örneklerle somutlaştırır. Hak-batıl savaşında batılı temsil eden medya ve iletişim araçlarıyla göğüs göğse çarpışarak İslami mücadeleye katkı sağlarlar.
Mücadelede yer alınan aktif roller dolayısıyla netameli yönleri fazla olan bu tür bir dergiciliğin en zor yönü vahyî güncele taşıma zorunluluğudur. Dine davet ve İslami mücadeleye katkı görevlerini bu yolla yerine getirmek isteyenler, dinin kaynaklarına vakıf olmakla yetmeyip, bu vukufiyetin pratik hayatta da sahih karşılığını yerine getirmelidirler. Bunun için yaşanan ortamı, bu ortamı etkileyen iç ve dış etkenleri doğru tespit etmek, güncel gelişmelerin arka planlarını çok iyi okumak zorundadırlar. Ama daha da önemlisi uzun soluklu bu mücadelede nefeslerinin yettiği yere kadar yürümeye azmetmeleri, yıkıcı ve yoldan savurucu darbelere karşı ayakta durmayı başarmalarıdır. Zalimlerin saldırılarından korkup sinmeden yollarına devam etmeleridir. Zamanın zorba kudretlilerinin gölgesinde yol alma zilletine düşmeden ya da kof kalabalıklara karışarak gözlerden sakınma kolaycılığına kaçmamalarıdır. Çünkü bu cesaret, ilkeli duruş ve Kur’an merkezli anlayıştan yoksun olanlar Müslüman kitleleri yönlendirme misyonunu yüklenemezler. Zira 28 Şubat gibi yoğun korku anlarında savrulmalara engel olmak, bilgi kirliliğinin bu kasvetli günlerinde dezenformasyon kasırgalarına karşı mümin zihinlerin kirlenmesini engellemek davetçilerin temel vazifesidir.
25 yıldır davet misyonunu azim ve kararlılıkla yürüten, mücadele zemininden kaçmadan, zorba güçlere karşı eğilip bükülmeden, gerektiğinde içe dönük özeleştiri yapmaktan geri durmadan ıslah bayrağını diğer kardeşleriyle beraber bugünlere taşıdıkları için Haksöz dergisinin emektarlarını gönülden tebrik ediyor, bu çabalarının Rab katında güzel bir mükâfatla karşılık bulacağına inanıyorum.
Selam ve dua ile…
Batman M Tipi Cezaevi