Dergi yayıncılığı gazete, roman, panel, tiyatro gibi modern anlatı ve iletişim araçlarından birisidir. Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh öncülüğünde çıkartılan Urvetu’l Vuska, İslami hareketlerin ilk dergisiydi. Bu derginin ürettiği fikri, siyasi, stratejik açılımlar ve maddi gücü, aynı adlı Urvetu’l Vuska Teşkilatı’nın istişari zemininden besleniyordu. İslami dergiler modern çağda, öncelikle sahip olunan İslami birikimden kaynaklanan bakış açısını fikri ve ameli sahalarda Müslümanlara ve İslam’a ilgi duyan herkese ulaştırmak konusunda en önemli tebliğ, irtibat ve diyalog aracı olarak kullanılmıştır.
Dergiler, kolektif çalışmaların ürünleridir. Zamanla hem biçim hem de içerik açısından kitap ve gazete arasında geniş bir alanı doldurmuşlardır.
İnsanların ürettiği kitap formu, genellikle zaman genişliği içinde bir konunun detaylı incelemesine imkân sağlamakta ya da müfredat oluşturan eğitim aracı olarak kullanılmaktadır. Ekip çalışmasına dayanan gazete ise siyasi, sosyal, ekonomik veya fikri gelişmeleri günlük olarak haberleştiren bir yayın tarzıdır. Başka bir yayın çeşidi olan dergi formu ise haftalık, aylık, üç aylık periyotlarla dikkat çeker. Dergi, değişik zamanlardaki etkinlik ve gelişmelerin envanterini oluşturması; hayatın farklı alanlarıyla ilgili çeşitli bilgi yollarını göstermesi; bütünsel perspektif kazanımı ve bu konularda sorgulama imkânı sağlaması açısından daha imkânlı bir yayın aracıdır. Dergi de ekip çalışmasına dayanır.
Bu bağlamda Cemil Meriç’in tartışma açan yaklaşımını da hatırlamak gerekir: “Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak. Kitap, çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekâlar topluluğunun. Bir neslin vasiyetnamesidir dergi; vasiyetnamesi, daha doğrusu mesajı.” Dergi tanımını, bir neslin veya ekibin mesajı bağlamında ve onların zekâlar topluluğunu veya istişari birikimlerini ifade etmesi şeklinde yapmak güzel bir değerlendirme. Ama “hür tefekkür” vurgusuyla kastedilenin, entelektüel farklılıklar mı, istişari üretim zenginliği mi olduğu açıklanmaya muhtaç.
Kâğıt, Çin’den ancak M.S. 800’lü yıllarda İslam dünyasına gelebilmişti. Haçlı Seferleri’nden sonra da Avrupa kâğıtla tanıştı ve sonra matbaa bulundu. M.Ö. Mısır’da ve Roma’da papirüs ve parşömenlerle çıkartılan gazete mahiyetinde yayın faaliyetlerinden bahsediliyor. Çin’de 1931 yılına kadar yayınlanmış King Pau adlı gazete yaklaşık 900 yıl yayın hayatını sürdürmüş. Matbaanın bulunmadığı ve dağıtım ağlarının ulaşım teknolojisiyle güçlenmediği dönemlerde de dergi-gazete türü yayınlardan yararlanılmıştır. İbn-i Tumert (Ö. 1130) öncülüğünde 12. ve 13. yüzyılda kurulan Muvahhidler hareketinin Tunus’tan Cezayir’e, Fas’tan Endülüs’e kadar yaygınlaştırdığı örgün ve yaygın eğitim süreçlerinde, o dönemin şartları içinde eğitime ve iletişime katkı sağlayacak 8–10 veya 16 sayfalık el yazısıyla çoğaltılan konulu Kur’an, tefsir, fıkıh çalışmaları ve şura meclisinin ve liderliğin açıklamaları bülten türünde çoğaltılıp alt birimlere ve eğitim kurumlarına dağıtılmıştır.
Dergicilik, Avrupa’da 1830’lardan sonra kurulan dağıtım ağları sayesinde modern bir kitle iletişim aracı haline gelebilmiştir. Dergiciliğin sektör haline dönüştüğü ilk ülke olan İngiltere’de bu süreçten sonra sanat, düşünce, moda, eğlence ve uzmanlık dergileri yaygınlaşmıştır. Güncel sorunları tartışarak gündemle ilgili teklif, analiz veya eleştiri sunan fikri ve siyasi dergiler de en fazla bu süreçle birlikte önem kazanmıştır.
Avrupa’da bilinen en eski dergi Hamburg’da 1663–1668 yılları arasında yayınlanmış olan “Örnek Aylık Düşünceler”dir (Erbauliche Monaths-Unterredungen). Avrupa’da 19. yüzyılın üçüncü çeyreğinden itibaren zorunlu hale gelen eğitim sisteminin dergi ihtiyacını körüklemesi ve dağıtım açısından 1879’da Amerika’da başlayan ve diğer ülkelerde de yaygınlaşan dergiler için düşük posta ücretleri sayesinde hem dergi türleri çeşitlenmiş hem satış oranları artmıştı. Böylece 19. yüzyılın sonundan itibaren Batı’da dergi tirajları yüz binler veya milyonlarla ifade edilmeye başlanmıştı.
İslami hareketlerin ilk dergisi olan Urvetu'l Vuska'nın ilk sayısı 13 Mart 1884 tarihinde Paris’te yayınlandı ve 18 sayı çıktı. Derginin yayınlandığı dönemde İslam coğrafyasına hâkim olan istibdat ya da sömürge yönetimleri vardı, Paris’te ise uygun bir fırsat yakalanmıştı. Dergi, İslam ülkelerine bedava gönderiliyordu. Her sayının ilk sayfasında “Tüm Doğu ülkelerine ücretsiz gönderilir. Durumu iyi olanlar için posta ücreti yıllık 5 Frank olarak tespit edilmiştir.” ifadeleri yer alıyordu. İngiliz emperyalizmi, derginin Rusya’dan Osmanlı topraklarına, Cezayir, Mısır, İran, Afganistan’dan Hindistan’a kadar Müslümanlar arasında fikri ve siyasi bir irtibat ağı oluşturmasından ve Müslümanlara fikri, siyasi ve ekonomik sömürgecilik karşısında yol-yöntem gösterme konusunda öncülük yapmasından çok rahatsız olmuştu. Avrupa’da emperyalist basın Urvetu’l Vuska’ya karşı kampanyalar başlattı. Hindistan için İngiliz Hükümeti, “Üzerinde el-Urvetu'l Vuska'nın bir sayısı bulunan kimse iki yıl hapis ve 100 Sterlin para cezasına çarptırılır.” yazılı bir kanun çıkarttı. Aynı şekilde İngilizler, Mısır Bakanlar Kurulu'nu derginin Mısır'a girişini yasaklamaya ve “üzerinde bir sayısı bulunanı 5 Cüneyh'ten 25 Cüneyh'e kadar para cezası ödemeye” varan bir yasanın çıkarılmasına zorladı. Nihayet dergi, sömürgeci ilişkiler ağının oluşturduğu baskılar ve yasaklar karşısında yayınını 26 Eylül 1884’te durdurmak zorunda kaldı.
Urvetu’l Vuska, modern bir araçtı ve yayınlanması için egemen sistem ve sistemlerin iznine bağlıydı. Bu çerçevede Afgani ve Abduh, vahiy dışı sistemlerin aracını kullanma konusunda, vahiy temelli bir çözümlemenin fıkhi öncülüğünü yaptı. Onların amacı, bu iletişim aracı ile hem Müslümanları yeniden Kur’an ve sahih sünnetle bilinçlendirmek, kavramlarını ve kimliklerini netleştirmek; hem istibdada ve sömürgeciliğe karşı İttihad-ı İslam ve direniş fikrini sosyalleştirmekti. Onlar, ıslah/köklü değişim çabaları açısından egemen cahili bir sistemde veya emperyalizmin işbirlikçi olan bir sistem içinde, sistem içi bir aracı kullanmanın ilkelerini ortaya koydular. Bu ilkelerin sacayağı için gerçekleştirdikleri üç şey vardı: Vahyi sorumlulukları yerine getirmek için Kur’an temelli bir usul ve perspektif yeterliliği ve bu yeterliliği taşıyan bir kadro; finans ve dağıtım sorunlarını çözecek aynı perspektif ve amaçlara sahip bir ilişki ağı veya teşkilat.
Urvetu’l Vuska dergisinin açtığı arınma ve ıslah yolu, yaşanan sorunlara vahiy temelli yaklaşım, tebliğ ve iletişim çabaları daha sonra Kahire’de, İstanbul’da, Kuzey Afrika’da, Hindistan’da yeni açılımlara kapı açtı ve Menar, Sırat-ı Müstakim-Sebilürreşad, Tercümânü’l-Kur’an dergileriyle devam etti. Mısır’da yayınlanan Menar dergisi M. Reşid Rıza editörlüğünde 1898 tarihinde çıkmaya başladı ve yayınını Rıza’nın vefat ettiği 1935 yılına kadar devam ettirdi. İstanbul’da 1908 tarihinde çıkmaya başlayan Sırat-ı Müstakim, 1912 yılından itibaren Sebilürreşad adını aldı. Bu derginin editörlüğünü ise Eşref Edib, Mehmet Akif yapmışlardı. Kuzey Afrika’da Menar benzeri Cezayir'de Şîhab (1926), Tunus'ta da Mecelletu'z-Zeytuniyye (1936) dergileri yayınlandı. Editörlüğüne 1932 yılında Ebu’l Âla Mevdudi’nin getirildiği ve Hindistan’da çıkan Tercümânü’l-Kur’an da 1927’de yayınlanmaya başlamıştı. 20. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren yükselen İslami uyanış sürecinde İslami hareketlerin çıkarttığı dergilerin ölçü ve örnek aldığı ilk modeller bu periyodik yayınlardı.
Kitlesel iletişim imkânı sağlayan dergi/mecmua aracı, modern dünyanın ürettiği etkin ve kitlesel bir iletişim tarzıydı. Ötekilerin geliştirdiği tekniği ve yabancı araçları kullanmanın fıkhı ise Urvetu’l Vuska örnekliğinde uygulamalı olarak çözümlenmişti. Gelenekçi ve milli dindar kesim ve çoğu resmi akademisyen, İttihad-ı İslam ve ıslah çabalarını sürekli modernist, nevzuhur, taklitçi olarak gösterme ve dışlama eğilimi içinde oldular. “İslamcı” olarak nitelenen ve ilk defa Urvetu’l Vuska’yı çıkartan İslami dirayet ve ıslah çabaları ve kullandıkları dergi aracı, sözünü ettiğimiz taraflarca “modern dünyanın bir ürünü” veya “Avrupa merkezli siyasi arzular doğrultusunda” oryantalizmden etkilenmiş mağlubiyet psikolojisinin davranışları olarak karalanmaya çalışıldı.
Oysa ıslah çizginin İslami görüş ve çözümlemelerinin Batı kaynaklı bir aracın formuyla sunulmasının, modernizm ile eş değer olarak gösterilmesi hakikatten uzaktı. Adaletten uzak bu yüzeysel ve düşmanca tepki, rakip potansiyelin itham altında tutulması açısından da emperyalistleri memnun ediyordu. Bu ithamcıların en çarpıcı suçlamalarından birisi, Urvetu’l Vuska dergisinin en önemli yazarı Muhammed Abduh’un Fil Suresi’ndeki “bazı mecazi lafızları pozitif bilimlerin ölçüleriyle değerlendirmiş” olduğu iddiasına dayanır. Oysa Fil Suresi’ndeki siccîl’in (taşların) çiçek ve kızamık hastalığı/mikrobu olduğu yaklaşımını Abduh; İkrime ve Yakub bin Utbe gibi ilk dönem râvilere ve rivayetlerine dayandırmıştır. Yine bunlar, Afgani’nin tebliğde bulunmak, iç işleyişlerini ve amaçlarını tanımak için Mısır Mason Locası’na girmesini, daha sonra tartışıp bu mekanizmayı İngiliz emperyalizminin 5. Kol faaliyeti olarak ifşa etmesindeki hikmetli ve inkılâpçı eylemini de bir modernleşme suçlamasıyla yaftalamaya çalışırlar. Oysa İslami kimliği gizlenmeden kurulan diyalog ve tanışma ayrı bir şeydir, işbirlikçilik ayrı bir şeydir.
Tabii ki vahiy dışı sistemlerin her aracının hadâret taşıyan veya kontrol görevi gören etkileyici işlevleri vardır. Ama modernist olmama hassasiyeti dolayısıyla ezan okurken (“gavur icadı” diye) hoparlör-mikrofon kullanmayan veya zararlı etkileri nedeniyle fotoğraf ve televizyon kullanmayan bazı tasavvufi ve selefi tepkiler, tevhidi duruş olarak mı değerlendirilmelidir? Oysa Urvetu’l Vuska pratiği, vahiy toplumu olmayı yitirmiş ve cahili sistemlerde yaşayan Müslümanların yeniden toparlanabilmeleri için sistem içi elverişli araçların gerektiğinde nasıl kullanılacağının ilkelerini uygulamalı olarak ortaya koymuş ve basiretli bir fıkhi örneklik sunmuştur.
Türkiye’de Dergiciliğin Seyri
Dergi ve benzeri yayınlar 1840’lar Avrupa’sı ve Amerika’sında eğitim ve propaganda amaçlarıyla kullanılan kitlesel etkin iletişim araçları haline gelmişti. Osmanlı’daki ilk dergi de 1862 yılında resmi olarak çıkartılan Mecmua-i Funun dergisi idi. Bu araçlar, tüm imkansızlıklara rağmen, Müslümanların dağılmış ümmet yapısını yeniden canlandırmak ve irtibatlarını kurmak amacıyla tüm statükocu, kaderci ve tarih dışı yorum ve ithamları aşarak vahyi ölçüler çerçevesinde 1880’li yıllarda kullanılmaya başlandı. İslami çabalar açısından dergi formunun ilk kullanımı da Afgani ve Abduh’un fıkhi çözümlemeleri, örnek alınacak ve bugünlere de ışık tutabilecek sahih açılımlarıyla bir tebliğ, diyalog ve dayanışma aracı olarak değerlendirilmeye başlandı.
Urvetü’l Vuska, 19. yüzyılın son çeyreğinde irtibatları kopmaya başlayan ve Avrupa sömürgeciliği karşısında var oluş mücadelesi veren dünya Müslümanlarını İslami bilgilenme ve yöntem konularında en fazla uyarmaya, ilgi ve faaliyetlerini birleştirmeye çalışan etkin ve çağdaş bir araç oldu. Türkçede Urvetu’l Vuska etkisindeki ilk dergi Sırat-ı Müstakim’di. Ama bu dergi gerek Osmanlıcılıktan gerek yeni yeni üretilen Türk milliyetçiliğinden yeterince arınabilmiş değildi. Sırat-ı Müstakim çizgisinin 1960’lı yıllardaki en önemli dergisi ise Hilal oldu.
Türkçe’de Urvetu’l Vuska gibi tamamen tevhidi kimliğe ve İslam’ın evrensel ilkelerine yönelen ilk dergimiz 1970’lerin ortalarında yayınlanmaya başlayan Düşünce oldu. İslami bilgilenme ve yöntem konularında Müslümanları en fazla uyarmaya, ilgi ve faaliyetlerini irtibatlandırmaya çalışmasıyla temayüz eden Düşünce dergisinden sonra bu çizgiyi değişik alan ve biçimlerde devam ettiren kronolojik sıraya göre en önemli Türkçe aylık veya haftalık dergiler şunlar oldu: (1970) Kriter, Talebe, İslami Hareket, Tevhid, Aylık Dergi, Hicret; (1980) İktibas, İnsan, Girişim, Kelime, Kalem; (1990) Tevhid, Yeryüzü, Haksöz, Umran, Değişim, Genç Birikim. Bu çizgide devam ederek ve gelişerek 21. yüzyılda varlığını sürdüren ise dört dergimiz bulunmaktadır: İktibas, Haksöz, Umran, Genç Birikim.
Dergilerin muhatapları farklılık gösterirler. Bazıları kendi kanaatlerini pekiştirmek ve meşrulaştırmak için dergi okur. Bazıları ilgilendikleri alanlarda tahkik ve araştırma için dergi okur. Bazıları haberlerin detaylarını öğrenmek ve olayların yorumlanmasından yararlanmak için dergi okur. Bazıları muhtelif dergiler arasında fikri ve siyasi konular üzerinde adeta sörf yaparak ekol ve yorum farklılıklarının seyrini takip etmek için dergi okur. Bazılarının okuduğu dergiler ise popüler kültürle izah edilebilecek mahiyettedir. Bazıları için dergi okumak tercih ettiği hayat görüşü konusunda bilgi ve perspektif kazanmaktır ki; bu fikri ve siyasi mahiyette de olabilir, moda ve eğlence tarzında da olabilir. Bir de gönül, ekol veya kulüp bağı gibi nedenlerle veya zaman geçirmek ve oyalanmak için alınan, bakılan fakat genellikle okunup kafa yorulmayan dergiler söz konusudur. Çoğu kez propaganda amacıyla pazarlanan dergileri de bu son kategoride değerlendirmek gerekir.
Artık haber, moda, eğlence amaçlı dergiler, internet ve haber-eğlence televizyonculuğu karşısında etkinliklerini kaybetmişlerdir. Bu tür dergiler kapitalist ülkelerde meşgul insanların özet bilgiler edinmek için hala yararlandıkları araçlardır; ama gazeteler dahil olmak üzere bu tarz araçlarla işlenen konular, yenilenen iletişim teknolojisi ile klasikleşen internet ağından daha güçlü elektronik iletişim buluşlarına taşınmaktadır.
İletişim ağının teknolojik gelişmelerle kuşatıldığı ve eski formların sarsıldığı bir gerçek. Bu nedenle broşür mahiyetinde kullanılan dergiler dışında, haber dergileri kadar popüler dergiler de varlıklarını devam ettirebilmek için oldukça zorlanmaktadırlar. Ancak dergi formu olarak hala işlevselliğini sürdürebilen ve sürdürebilecek olan üç veya dört alan mevcuttur. Bunlardan ilki fikir ve misyon dergileridir. İkinci alan uzmanlık veya ihtisas dergileridir. Üçüncü alan ise fikri veya siyasi çerçevede platform dergileridir. Sanatsal veya fikri çerçevede gençlere hitap eden dergiler ise bir nevi egitim ve öğrenime açık atölye çalışması özelliği taşır.
Televizyon ve internet ağlarının, dergi yayıncılığı ile gündemleştirilen konulara el atmasıyla dergilerin, trajlarıyla da ölçülen etki alanları daralmaya başlamıştır. Artık dergilerin trajları on binler, yüz binlerle ifade edilmekten çıkmıştır. Bu konuda 1960’lı yıllar Türkiye’sindeki dergi trajlarını hatırlatabiliriz. O dönemde en etkili iletişim aracı olan radyo devlet tekelindeydi, dolayısıyla kültürel-siyasi iletişim alanı bâkirdi. 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi’nden sonra fikri-siyasi dergiler sağ ve sol olarak ayrışmışlardı. Amerikan yaşam tarzının değerlerini muhafazakarlığa bulayarak sunan haftalık Ses ve Hayat gibi popüler dergilerin tirajları ise 50’şer bin civarındaydı.
1960’dan sonra yayınlanan sol Kemalist veya sosyalist milliyetçi dergilerden Yön, devletçi bir Türkiye modelini empoze ediyordu. Doğan Avcıoğlu ve Mümtaz Soysal isimlerinin öne çıktığı bu derginin trajı 30 binin altına düşmemişti. Yine Yön’ün mimarlarından olan Doğan Avcıoğlu’nun 1969’da çıkarttığı Uğur Mumcu, Hasan Cemal, İlhan Selçuk, Uluç Gürkan gibi isimlerin yazdığı ve TSK içinde Cemal Madanoğlu cuntası ile iş tutup amaçlarını askeri müdahale ile iktidara getirmek isteyen haftalık Devrim dergisi, 30 bini bulan trajı ile parlamento dışı muhalefetin sesi gibiydi. Devrim dergisi kadrosundaki Uluç Gürkan, gençliği ‘mobilize’ etmekle, Hasan Cemal ise ‘irticaya dikkat çekerek’ askeri kışkırtmakla görevliydi. “Halkın dışında kurtarıcılar beklemenin yanlış ve zararlı bir tutum olduğu”nu belirten Sosyal Adalet dergisi ise, 1963’te Yön’den kopan sosyalist yazarlar ve TİP (Türkiye İşçi Partisi) çevresindeki aydınların birleşmesiyle yayınlanmaya başlanmıştı. 1967’de aynı çizgide daha radikal bir yayıncılık yapmaya yönelen Ant dergisi, Marksist kavramları, enternasyonal sol bir perspektifi ve uluslar arası sosyalist hareketlerin haberlerini Türkiye’ye taşımaya başladı. 20 bin trajlı Ant dergisi Türkiye’deki sosyalist söylemin mayalanmasında önemli roller üstlendi. Türkiye’de sol veya sosyalist bir arayışa yönelen insanlar ise genellikle sol’un bu Kemalist-devletçi-milliyetçi akımı ile (Yön, Devrim), evrensel-devrimci-batıcı akımının (Sosyal Adalet, Ant) etkisinde kaldı ve mozaik kimliklerden kurtulamadı.
Sağ’daki dergiler ise 1960’lı yıllarda ‘Türkçü” ve ‘İslamcı’ olarak iki kısma ayrılıyordu. İki kısımda da farklı tanım ve tevillerle de olsa milliyetçilik, sağcılık ve devletçilik savunuluyordu. İslam’ı “şeriat” olarak dile getiren sağcı dergiler ‘İslamcı’ olarak, şeriatçı olmayan sağcı dergiler ise ‘Türkçü’ olarak değerlendiriliyordu. 1960’ların ilk siyasi ve fikri sağcı-Türkçü dergisi Düşünen Adam’dı. Ötüken, Toprak gibi bu çizginin başka dergileri de oldu. Sebilürreşad, Büyük Doğu, İslam, Hareket gibi dergiler sağ-İslamcı dergiler olarak 1960 öncesinden yayınını sürdüren neşriyatlardı. Bu dönemde İslami düşüncenin yaygınlaşması açısından en önemli dergi Hilal idi. O da sağcı ve muhafazakar kimlikten yeterince arınamamıştı; ama okuyucusunu 1961’den itibaren İslam dünyasındaki tevhidi yönelimlerle tanıştırmaya başlamıştı. 1965’ten sonra satışı 6-7 bini biraz aşmıştı. Mehmet Şevket Eygi ise 1961 yılında Mahir İz’den devraldığı haftalık Yeni İstiklal dergisini 1960’lı yılların ortasında Nakşibendi-tasavvuf ekolünün sağcı perspektifiyle 30 bin traja ulaştırmıştı ki daha sonra bu tabana dayanarak Bugün gazetesini çıkarttı. Nurcu cemaate ait haftalık İttihad dergisi de 1967 yılında yayınlanmaya başlandı.
Batıcı sol bir eksene oturan Varlık edebiyat dergisinin trajı onbinlerle ifade edilebiliyordu. O yıllarda Sezai Karakoç editörlüğünde çıkan ve İslami kesimin en önemli edebiyat dergisi olan Diriliş’in satışı ise 2-3 bine ulaşabiliyordu.
Dergilerin yüksek trajları nitelikli, alternatif ve üretici bir yayın çizgisinde olduklarının delili değildir. Örneğin 1980’den itibaren liberalleşme sürecine ilgi duyanlarla yükselen dalgayı yakalayan haftalık Nokta haber dergisi trajını 40-50 binin üzerine çıkartmıştı. Mutasavvıfların Nakşibendi- Erenköy Cemaati (Mahmut Sami Efendi) çizgisine bağlı Altınoluk dergisinin 1990’lardaki trajı da 60 bini aşmıştı. Bu traj, derginin fonksiyonunu veya okunulurluğunu değil, daha çok tüm tarikat bağlılarının ve yakınlarının ibadi bir şevkle bu dergiye abone yapıldığını gösteren bir organizasyon başarısını ifade ediyordu. Öte yandan 2009’a gelindiğinde 700 bin gazete trajına ulaşan Zaman gazetesi ekibinin çıkarttığı haftalık Aksiyon haber dergisinin, Zaman gazetesinin okuyucu kitlesine ve geniş F. Gülen cemaatine dayanmasına rağmen 25-30 bin trajla sınırlı kalması da internet ve haber televizyonlarının ezici üstünlüğünü göstermektedir.
Yani dergiler için internet ve haber televizyonculuğunun dakik ama bilgi bulanıklığı veya spekülasyon üreten canlılığı karşısında iki yol görünüyor: Ya yükselen trendlere ayak uydurarak veya cemaat üyelerine abone kampanyası adı altında broşür gibi dağıtılarak popüler veya sıradan bir traj gücüne dayanacaklar. Ya da trajı pek önemsemeden bir misyonun veya fikri açılımların güçlendirilmesinde canlı ve katılımcı roller üstlenecekler. Birincisi tutumun tercihi konjönktürel şartlara veya cemaat himmetine bağımlılığı ifade etmektedir. İkinci tutumun tercihi ise dinamik, talepkar-dayanışmacı ve üretici bir ocak olma imkânını gerekli kılmaktadır.
Dergilerin Ocak Olma Misyonları
Urvetu’l Vuska dergisinin gösterdiği gibi bu sistem içi aracı kullanma fıkhını kavramadan, aktüel dalgalara veya yükselen trendlere dayanarak ve gençlere hitap etmeye çalışan atölye çalışması gibi amatör heveslerle veya sisteme eklemlenerek bir imkan alanı oluşturmak amacıyla çıkan şu veya bu söyleme ait dergiler etkili ve sürekli misyonlar yüklenemezler. Müslümanlar için dergi aracını değerli, devamlı, sahici ve üretici kılacak olan ocak ve ekol olma misyonudur. Önemli olan imaj ve okuma kolaylığı sağlayan dergilerin fiziki yapısından çok, ocak ve ekol olma vasıflarıdır. Form ve isimler değişse bile önemli olan içeriğin devam ettirilebilen tutarlılığıdır. Bu açıdan Urvetu’l Vuska’daki özün Manar’da, Sırat-ı Müstakim’de, Tercümanu’l Kur’an’da ne kadar yaşadığı önemlidir. O özün 1970’lerden sonra Düşünce, İktibas, Haksöz gibi dergilerde gelişerek büyüdüğünü söyleyebiliyoruz.
Ocak olmak, içinde yaşadığımız küresel kapitalizmin egemen olduğu bu köhnemiş çağda ve işbirlikçi rejimlerin tasallutuna karşı temiz, arı, duru pınarlarımızı yaşatabilmek demektir. Vahyi kaynağımızla talepkâr insanları nasıl buluşturacağımız ve küresel kirlenmeye karşı saflığımızı nasıl koruyup doğrulara hayat vereceğimiz sorumluluğu, fikri ve siyasi istişari çabalarla açılım sağlayabilir. İşte Urvetu’l Vuska örnekliği ile ortaya çıkan ocak olmanın şartı: Kur’an temelli bir usûl ve perspektif yeterliliği ve bu yeterliliği taşıyan kadrolar yetiştirebilmek için gerekli olan istişari tanıklık, dayanışma ve ilişki ağlarını geliştirebilmek.
1960’larda Türkiye’nin nüfusu 35 milyondu, 5 veya 6 şehirde üniversite vardı; ama aylık ve haftalık dergiler 5, 10, 30 binlik trajlarla düşünsel ve siyasal alanlarda karşılık bulabiliyorlardı. Bu dönemde insan yeteneklerini geliştirici olumlu veya olumsuz ideolojik temalar ve doktrinel/akidevi tartışmalar büyük ölçüde dergiler aracılığı ile saha oluşturabiliyordu. Ama gerek iletişim teknolojisindeki gelişmeler gerek hayat görüşleriyle ilgili değerlerin yabancılaşmasını ifade eden liberal politikaların bireyselleştirici rolü sonucunda Türkiye’deki yayıncılık alanının her türü, liberal ekonomik amaçlar ve eğlence sektörü karşısında yenik düştü. ABD ve AB’deki entelektüel yayınların etkinliğinden ve yüksek tirajlarından bahsetsek bile, bu çabalar fıtrata uygun alternatif üretimleri değil, fıtrata yabancılaşan kapitalist tüketim kültürünün biçimlerini ifade etmektedir.
Türkiye’de karşılık bulması beklenen önemli bilgi ve analiz içeren kitapların baskı adetleri bile artık reel alanda bin rakamına düştü. Cemaat faaliyetleri ve arz oluşturucu popüler çabalar sonucunda bu tirajlar daha yükseklere tırmandırılsa da, okuma ve anlama oranları bahsettiğimiz reel ortalama baskı adetlerini geçmiyor. Maalesef ki bu tablo, devlet kurumlarının gücü ile piyasa için basılan kitaplar için de geçerlidir.
Ancak kuşatıldığı yerel ve küresel cahili sistemi aşmak, fıtri ve vahyi değerlerini yaşadığı çağda tanıklaştırmak azmini ibadi bir sorumluluk olarak gören her ideal sahibi, ideallerini sosyalleştirip kültürleştirecek ve geliştirecek bir mektep ve hareket ocağına sahip olmak ister. İşte dünya gerçekliğine akidevi, fikri ve siyasi değer ve çözümlemeleriyle cevap verecek böyle bir ocağı diri tutacak ve hayatla barışık kılacak en önemli araçlardan birisi de dergi formudur.
Tevhidi ölçü ve perspektif taşıyan her aksiyoner öbek ve ekolün dergi formunu kullanma veya yaşatma çabasıyla elde edeceği kazanımları üç maddede özetleyebiliriz:
1-Evrensel muhkem ölçülerden kalkarak oluşturulan metod ve bakış açısından derinleşmek. Elde edilen ölçü ve perspektifle biçimlendirilen hayatla ilgili tespit ve yorumlar, hayatın akışı içinde güçlendirmek veya yeniden yorumlayıp geliştirmek. Aylık periyoda sahip bir fikir veya misyon dergisi, sürekli tezlerini tartışmaya açmak ve muarızlarını cevaplamak ihtiyacı içindedir. Dolayısıyla da dergi ekseninde somutlaşan bu zorunlu ihtiyaç, sürekli bir üretimi ve yenilenmeyi gerekli kılar.
2- Kendi yorumlarını güçlendirmek veya yenilemek ihtiyacı, dergi yayınıyla ilgilenen insanların araştırma-inceleme azimleri, misyonlarının temsiliyeti ve analiz güçleri açısından yetişmelerine katkıda bulunan üretici bir sorumluluğu dinamikleştirir.
3-İstişare temelli misyon veya ekol dergileri okuyucularının kanaatlerini güçlendirici ve meşrulaştırıcı önemli katkılarda bulunur. Okuyucuları ile hayata bakış istikametleri benzer olan dergiler, hem okuyucularınapaylaştıklarının üstünde yeni bilgi, belge ve açılım getirmek için çaba gösterirler, hem de okuyucularının sağladığı malzeme ve açılımlardan, eleştirel katkılarından yararlanırlar.
Ortak ölçü ve istikametlerde buluşan yayıncı-okuyucu ilişkisinin istişari zeminleri yaygınlaştırıldığı oranda, aylık bir misyon dergisini diğerlerinden farklı kılan avantajlar yakalanmaya başlanır. Çünkü böyle bir dergi artık yazan ve okuyan olarak aynı ekolün müşterek katkılarıyla çıkan bir periyoda dönüşür. Bu çerçevede baktığımızda bir misyon dergisinin zaafları da üstünlükleri de okuyucu yayınca ilişkisiyle doğru orantılıdır. Ve böyle bir iletişim ve ilişki ağına bağlanan bir derginin fonksiyonelliği artık (sadece) traj gibi nicel ölçülerle değerlendirilmemelidir.
Yayıncı-okuyucu ilişkilerinin fonksiyonelliği bir misyon dergisinin yazar kadrosunu hem yenilemeli hem genişletmelidir. Tabii ki bu amaç ilk önce diyalog, tebliğ, öğrenim ve tanıklık süreçleri için hedeflenmelidir. Bu konudaki kazanımlar öncelikle yazar yetiştirmek şeklinde değil, ortak ilke ve perspektiflerin yeterli temsiliyeti, araştırma ve analiz gücünün derinleşmesi olarak ele alınmalıdır. Temsiliyet, istişari katılım ve üretici açılımlar bakımından oluşturulan niteliksel kazanımların önemi; hatip, yazar veya faaliyet becerisinden çok daha önceliklidir.
Temsiliyet, istişari katılım ve üretici açılımlar içinde olan dava insanını yetiştirmek, her tevhidi çalışmanın veya hareketin arzu ettiği üst hedeflerdir. Rasulullah (s) ve onunla birlikte olanların gecenin belirli vakitlerinde Kur’an eğitimi almaları ve basiret üzere insanları hakka davet etmeleri, arzu edilen bu hedefin davranışsal örnek modelini oluşturur. O model ki tevhid ve adaletin şahitliğini oluşturan vasat bir ümmeti ifade ediyordu. Rabbimizin “Hayırlarda yarışan, emr-i bil maruf nehy-i anil münkeri yerine getiren içinizden bin ümmet olsun” dediği insanlar, Kur’an vahyinin temsiliyetini, istişari katılımı ve üretici açılımları ifade eden bir niteliği yaşamlaştırıyorlardı. Dergi aracını kullanmak da, birbirleriyle kardeşlik hukukunu özde yani inanç ve eylemde perçinlemiş olan böyle bir sosyal nüveyi oluşturma ibadetinin bir unsuru olduğu zaman değer ifade edecektir. Çıkartılan ve okunan dergiler, sünnetullaha uygun bir tebliğ aracı halinde algılandığı müddetçe değerlidir ve fonksiyoneldir. İşaret ettiğimiz gibi bu fonksiyonelliğin sorumluluğu da iki taraflıdır.
Yayıncı ve okuyucu taraflar, aktif ve pasif kutuplardan katılımcılık ve paylaşım dairesinin içine katıldıkça, dergi aracının sünnetullaha uygun bir çizgide kullanılmaya başlandığından bahsedebiliriz. İfade ettiğimiz gibi sünnetullaha uygun bir katılımcılık iki tarafın da yükümlülüğüdür. Bu yükümlülüğü yerine getirebilmek için araştırma ve incelemeye sevk edilen yayıncı ve yazarlar kadar, okuyucu da yazılanları tahkik ve muhakeme etmeli, paralel veya karşıt tezler taşıyan misyon dergilerini de güçleri oranında takip edip mukayeseler yapabilmelidirler.
Paralel misyon taşıyan çevre ve cemaatlerle diyalog ve dayanışma içinde olmak, zulme karşı ve hayırlara yönelik birlikte iş yapabilmek sorumluluğumuz kaçınılmazdır. Tanışma, dayanışma ve birlikte iş yapabilmek için öncelikle diyalog imkânlarını zorlamak gerekmektedir. Diyalog muhatabımızı bilgi portföyü, bakış açısı, üslup ve davranış biçimi olarak tanımak kadar, yakınlaşmamızı ve karşılıklı paylaşmamızı da sağlar. Ancak muhataplarımızın çıkarttıkları kendi kimliklerini izhar eden telif eserleri ve hayatın akışını yorumlayan dergileri var ise diyalogla amaçladığımız hedefe daha somut ve anlaşılır adımlarla ilerlememiz mümkündür. Bu nedenle bir oluşumun temsil makamında olanları ve yayıncıları kadar, katılımcıları ve okuyucuları da öncelikle kendi süreli yayınlarındaki görüş ve bilgileri irdeleyerek okumalı, değerlendirmeli ve gündemleştirmelidir; ayrıca paralel misyon taşıyan aylık dergilerin de gündemleştirdiği tez taşıyan veya yeni açılımlar getiren yazı ve yorumlarını ilgiyle takip edebilmelidirler. Sorumlu insanlar için böyle bir ilgi, çoğu zaman insanı meçhul internet yorumlarına veya plansız sörflerine kapılmaktan, liberal veya ulusalcı haber televizyonlarındaki tek taraflı ve dışarıdan tartışmaları izleme oyalanmasından arındıracaktır.
Şükürler olsun ki başta 21. yüzyıl öncesinden yayınını sürdüren tevhidi uyanış sürecinin misyon taşıyan dergilerinin reel satış ve okunuş oranları, reel kitap satışlarından fazladır. Yukarıda izah ettiğimiz teknolojik iletişimin güçlü olmadığı dönemlerdeki tiraj alışkanlıklarına veya bazı cemaatlerin broşür seviyesine düşürdüğü abone kampanyalarının oluşturduğu satış miktarlarına aldırmadan, okunup-anlaşılır ve fıkhedilir olmayı önceleyen bir yaklaşım içinde olunmalıdır.
Dergiler, düşünce ve hareket ekolleri için yeşeren filizler mesabesindedir. Filizi büyütmek, meyveye ve dahi tohuma yöneltmek, o filizi ekicisi ve gözetleyicilerine bağlıdır. “Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur” deyişini bu bağlamda düşünmek mümkündür. Düşünce dergisinden bu yana 34 yılı, İktibas dergisinden bu yana 28 yılı, Haksöz dergisinden bu yana 19 yılı aşkın bir tevhidi uyanış süreci yaşadık. Dün bastığımız topraklar çoraktı. Bugün ise meyve veren ağaçlarımız henüz model olacak bir insicam kazanamadı. Ama 30-35 yıllık arınma, donanım ve mücadele sürecimiz, -değerlendirmesini bilenler için- ayaklarımızı bastığımız toprağı mümbit/verimli bir düzeye getirdi. Bu verimli veya imkânlı arazi üzerinde filizlenme sürecimize küsmenin de filizlenme sürecimize sahip çıkıp geliştirmenin de sorumluluğu bizlere ait.