Türkiye'de hemen her konuda olduğu üzere insan hakları ve hukuk alanında da yapılan edilenlerin pek çoğu göstermelik ve makyaj kabilinden düzenlemeler olma özelliği taşımakta. Özellikle son yıllarda AB sürecinin ivme kazanmasının da getirdiği bir eğilim olarak siyasi, hukuki, ekonomik ve diğer uygulamalarda mevcut uygulamalara yönelik olarak AB standartlarına uyum yada uyumsuzluk kriteri sıkça öne çıkmakta. Öyle ki değişmesi gerektiği düşünülen yada uygulamaya konulması istenen pek çok konu mutlaka AB standartları çerçevesinde bir yere oturtulmaya çalışılmakta.
Ortada insanları rahatsız eden, hukuk devleti ilkelerine uymayan, insan hakları ve özgürlükler açısından sorunlu bir takım durumlar varsa, bunun sona erdirilmesi gerektiğine dair bir talep yada eleştirinin elbette AB kriteleri yada bir başka gereklilikle savunulması çok önemli sayılmayabilir. Son kertede önemli olan yanlışın giderilmesi, çarpıklığın düzeltilmesidir. Bununla birlikte bu yaklaşım tarzının giderek bir siyasi tarza dönüşmesi ve özünde çıkarcı bir mantığı yansıtması aynı zamanda tehlikeli bir gidişin habercisi olarak değerlendirilmeyi de gerektirebilir. Tehlike şuradadır ki, aslında talep edilen şey insanlık ve hukuk adına, insan haysiyet ve şerefini yüceltme adına değil, düz politik çıkar kaygıları ön planda tutulmak suretiyle formüle edilmiştir. Dolayısıyla çok hayati görülen, vazgeçilmez sanılan pek çok şey konjonktürün değişimine bağlı olarak rahatlıkla gözden çıkarılabilir.
Bu bağlamda hapishanedeki DEP'li milletvekillerinin durumu hakkında sergilenen tutumlar çarpıcı boyutlardadır. Ortada en genel hatlarıyla birbiriyle çatışma halinde iki ana tutum mevcut: Statükonun bekçileri ile sözde demokratlar.
Birileri ısrarla ve inatla DEP'lileri içerde tutmanın hukuk ve insanlık dışı mücadelesini sürdürmekteler. Bunlara kalsa aslında bu "terörist"lerin çoktan yağlı kazığa oturtulması gerekmekteydi. Ne var ki, imkansızlıklar nedeniyle ancak bu kadar "eziyet" gerçekleştirilebilmiştir; dolayısıyla da elden geldiğince zindanda çürütme politikası devam ettirilmelidir. Bu yaklaşımı şimdilerde sesleri biraz kısık çıkmakla beraber asker-sivil bürokratik iktidar bloğunun mensupları ve sağcı-devletçi politikacılar savunmaktadır.
Bunun karşısında ise DGM'den biraz anlayış, biraz esneklik ve konjonktüre uyum dilenen politik pragmatistler yer almaktadır. Hükümetten, medyaya, iş dünyasına kadar geniş bir kesimi yansıtan bu yaklaşımın ortak paydasını "AB ilişkileri" teşkil etmektedir. Bunlara göre DEP davası Türkiye'yi zora sokmaktadır, AB sürecinden dışlanmaya kadar uzanabilecek tehlikeleri barındırmaktadır, istikrarı tehdit etmektedir vs. vs.
Peki ya hukuk, insan hakları, adalet? Maalesef, bu kriterler gündem dışıdır. Sözde demokrasi ve insan hakları savunucuları soruna bu çerçeveden bakmamaktadırlar. Belki içlerinde bu konunun bu yönüyle de ciddi bir sorun teşkil ettiğini düşünenler vardır ama bunu açıkça dillendirme cesareti gösterememekte ve "Türkiye'nin zarar görmemesi", "AB ile ilişkilerde sorun yaşamama" vb. gerekçeler öne çıkartılmakta yada bunların ardına sığınılmaktadır.
Oysa mesele tam da burada düğümlenmektedir. DEP davası öncelikle hukukdışı bir işleyiş sonucunda verilen temelsiz, abartılı ve gözdağına yönelik bir cezalandırma niteliğiyle eleştirilmeyi gerektiren bir davadır. Bu yüzden de eğer bir yanlış düzeltilecekse bu "AB ile ilişkiler" adına değil, bu ülkenin insanlarıyla ilişki zemininde ele alınmalı ve yaşanmış acıların kaynaklarıyla mutlaka hesaplaşılmalıdır. Bu yapılmayıp konu DGM'yi uyum göstermeye ikna çerçevesine sıkıştırılınca ve statükonun bekçilerinin himmetine sığınılınca sonuçta zerre kadar inanılmadığı kesin söylemler ortalığa saçılmakta ve "yargının bağımsızlığı"ndan dem vurulmaktadır.
Oysa DEP davası denilen davada illa da bir bağımsızlıktan söz edilecekse, DGM'nin adeta "hukuktan bağımsız" davrandığından söz edilebilir. Dokunulmazlıklarının kaldırılmasından, gözaltına alınmalarına, yargılanmalarına kadar geçen tüm süreçte DGM, İstiklal Mahkemesi, Sıkıyönetim Mahkemesi geleneğine yaslandığını ispatlamış ve delilsiz, mesnetsiz ağır cezalar yağdırmıştır.
Aslında sorun tek başına DEP davası olarak da görülmemelidir. DEP davası hukuksuzluğun gemi azıya aldığı bir süreçte verilen haksız, hukuksuz kararlar zincirinin bir halkası ama gösterişli bir halkası olmuştur. Bu yüzden de sadece bu dava ile sınırlamayıp bu süreçte işlenen tüm hukuk cinayetlerini sorgulamaya dönük bir tavrın göstergesi olarak ayrım yapmaksızın tüm siyasi mahpusların serbest bırakılmalarını getirecek bir affın gündemleşmesi açık bir ihtiyaç olmuştur.