10 Haziran tarihinde İDKAM'da "Demokratikleşme Tartışmaları Ne İfade Ediyor" konulu bir program tertip edildi.
Rıdvan Kaya'nın yönettiği panele Avukat Muharrem Bakı ve Yeryüzü Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Burhan Kavuncu konuşmacı olarak katıldılar..
Giriş konuşmasında Rıdvan Kaya, demokratikleşme tartışmalarının ne ifade ettiğine geçmeden önce, müslümanlar olarak konuya nasıl yaklaşmamız gerektiğini ve hükümetin belirlediği gündemin saptırıcı boyutlarına karşı dikkatli olma zorunluluğunu belirtti.
Kaya, Cumhuriyet'in başından beri en genel anlamıyla dahi Türkiye'de demokrasiden söz edilemeyeceğini 12 Eylül'ün kalıntılarının temizlenmesi iddiasıyla, demokratikleşme adı altında oluşturulan havanın, bir aldatmaca olduğunu; şeffaf karakol vaadiyle iktidara gelen mevcut koalisyon hükümetinin karakolları şeffaflaştırmak yerine sokakları karakollaştırdığını söyledi. Hükümetin göz boyamaktan başka bir şey yapmadığını söyleyen Kaya, "Mesela güvenlik soruşturması 12 Eylül'ün getirdiği bir yasaydı,, mevcut hükümet bunu kaldırmakla övünüyor ancak yönetmeliklerle aynı uygulamayı devam ettiriyor" dedi.
Kaya, sözlerini "hiçbir şekilde demokrasi müslümanlar için ne ara çözüm ne de nihai çözüm olmadı ve olamaz da" diyerek bitirdi.
Muharrem Bala demokratikleşme deyince akla ilk gelenin Anayasa'da yapılacak değişiklikler olduğunu belirtti. Bu düzenin hiçbir zaman demokratik olmadığım ve olmayacağım belirten Balcı demokrasiyi meşrulaştırmamak şartıyla mevcut düzenin vermiş gözüktüğü hakların aranması gerektiğini, bu noktada diğer müslümanları dışlamamak gerektiğini, nihayetinde herkesin belli bir demokratik platformda mücadele ettiğini söyledi.
Burhan Kavuncu hak ve özgürlük talebinin çok doğal olduğunu bunun kınanacak bir tarafının olmadığını ayrıca bunun bizden kaynaklanan bir problem olmadığım haklarımızın gasp edildiğini belirtti. Kavuncu "Ancak sadece bir haksızlığa takılıp kalmak yanlıştır" dedi.
Burhan Kavuncu, Hüseyin Hatemi gibi bir şahsiyetin bile Adalet Bakanlığı'nın kendisinden istediği bir rapora şunları yazabildiğim söyledi:
1-Düşünceyi kısıtlayan maddeler kaldırılmalı, ifade özgürlüğü serbest bırakılmalı,
2-"İnsan haklarına saygılı" bir devlette örgütlenme özgürlüğü kısıtlanabilir.
3-"İnsan haklarına saygılı" bir devlette düzeni yıkmak için ayaklananlara idam cezası verilebilir.
Kavuncu, burada yapılanın bir takım laf oyunları ile mevcut laik düzenin şiddet uygulamalarına kılıf bulmak olduğunu, Türkiye'de bir hukuk devletinden değil, bir polis devletinden bahsedilebileceğini söyledi.
Demokratikleşme isteğinin insanlık tarihinin olumlu bir aşamasını oluşturduğunu, Osmanlı'nın son dönemindeki taleplerin de saltanat rejiminden daha ehven-i şer olduğunu söyleyen Kavuncu, bu sözleri doğrusal bir tarih anlaşım savunmak amacıyla veya modernizmin etkisiyle söylemediğini de vurguladı.
Osmanlı'da Batı'nın yaptığı baskılar neticesinde bir takım demokratikleşme adımlarının atıldığım yoksa devletin kendi halkına bunu çok gördüğünü söyleyen Kavuncu, M. Kemal'in de Batıcı ve demokratik bir Türkiye arzuladığını, yine bu yüzden devlet eliyle bir burjuva sınıfı yaratılmaya çalışıldığını ve liberal politikalarının uygulanmaya çalışıldığını söyledi. M. Kemal'in Ziya Gökalp ve Durkheim'den etkilendiğini, 1946'da çok partili siyasi hayata geçişin aslında Atatürk'ün fikirlerini fiiliyata geçirme çabası olduğunu ve T. Özal'ın yaptıklarının da Atatürk'ün misyonunun devamı olduğunu vurguladı.
Daha sonra M. Balcı söz aldı ve "hukuk devleti" kavramının toplumun kendi içinden değil, dışarıdan burjuva yönetimlerce dayatıldığını, farklı tarihi ve toplumsal altyapılar söz konusu olduğundan onların "hukuk"tan "kanun"u bizim ise "hakk"ı anladığımızı belirtti.
Balcı, MGK'nın tavsiye niteliğindeki kararlarının bile kanuni olarak algılandığını mesela Ali Kırca'nın programında "MGK'nın tavsiyelerinden dönen oldu mu?" şeklindeki sorusuna "Hayır" cevabı geldiğini, bunun da iplerin kimin elinde olduğunu gösterdiğini belirtti. 12 Eylül'den sonra kadınların ve gençlerin yani toplumun yaklaşık 2/3'nün siyaset yapmasının yasaklandığını söyleyen Balcı, bundan genç insanların İslam'a meyletmesinin ve Atatürkçülerin yaşlılardan oluşmasının etkisi olduğunu belirtti.
8. Maddenin dünyanın tüm devletlerinde toprak bütünlüğünü korumaya yönelik olduğunu, bizdekinin amacının ise ülke sınırlarını değil, rejimi korumaya yönelik olduğunu vurgulayan Balcı, asıl kaygının mutlu azınlığın menfaatlerinin elden girmesi olduğunu da ekledi.
Balcı, "Evet 8. madde kalkmalı ama düşünce özgürlüğünü yasaklayan diğer maddeler de kaldırılmalıdır. "Ümmet"in yerine "ulus"u "din"in yerine "laiklik"i koymakla asıl bölücülüğü devlet yapmıştır ve bunlar 312. maddede değerlendirilebilir. Müslüman hukukçular olarak biz fikir özgürlüğüne tam destek vereceğiz ama maddelerin hangi çerçevede tartışıldığı önemlidir" dedi.
Balcı son iki-üç yıla kadar 312. maddenin müslümanlara uygulanmadığını artık terörle mücadele kanununun yerini bu maddelerin aldığını söyledi. Birkaç maddenin kaldırılmasının çözüm olmadığını söyleyen Balcı, bu maddelerin yerinin başka maddelerce doldurulmasının zor olmadığını, Türk Ceza Kanunu' nun 72 yılda 48 defa değiştirildiğini, böyle bir durumun Afrika'nın klan kabilelerinde bile görülmediğini söyledi. Demirel'in "öyleyse orduya soralım" sözlerinin aslında gücün kimin elinde olduğunu ve Türkiye'nin nasıl yönetildiğini gösterdiğini belirtti.
Daha sonra Burhan Kavuncu 163. maddenin kaldırılmasının konjonktürden kaynaklandığım, bunun da en çok tarikatçılar ve Nurcular'a yaradığını, yerine getirilen Terörle Mücadele Kanunu'nun ise daha çok Kürt sorunuyla ilgili kullanıldığını, bu kanunla tüm muhalefetin susturulduğunu yani rejimin amelsiz imandan rahatsız olmadığını vurguladı.
Kavuncu, rejimin kendi propagandasını yaptığını, kendi ideolojisini örgütlediğini ama bu hakkı başkalarına vermediğini oysa müslümanın düşüncesini uygulamaya geçirmesinin Allah'ın emri olduğunu söyledi.
Türkiye'de laiklerin tüm örgüt ve kurumlarıyla müslümanlara tek taraflı saldırıya geçtiklerini, bu durumun müslümanlardan kaynaklanmadığını dolayısıyla bir arada yaşamayı ısrarla savunanların tam bir gaflet içinde olduklarını vurguladı.
Müslümanların harekete geçmesinin ancak cemaatlerine zarar geldiğinde söz konusu olduğunu, 163'e karşı çıkanların, 312.'den pek çok müslüman ceza almasına rağmen bu maddeye kaşı çıkmadıklarını söyleyen Kavuncu, "RP bile, Erbakan aleyhine bu maddeden dava açılmasına rağmen bu maddeye itiraz etmedi." dedi.
Rıdvan Kaya ise 8. maddenin değiştirilmesi konusundaki devletin tavrının tam bir güç gösterisi olduğunu, devletin son derece yüzeysel ve sınırlı bir değişikliği bile bu derece abartarak ve direnerek statükodan taviz vermeye asla razı olmadığını ortaya koyduğunu söyledi.