İslami mücadeleyi, İslam dışı bir düzleme (mesela demokrasi düzlemine) yerleştirerek İslami bir hedefe varmak isteyenler, bu durumlarıyla tuzağa yakalanmış olurlar, fakat tuzağa yakalandıklarını fark etmezler; böyle bir tuzağı kabul de etmek istemezler. Tuzağı kabul etmedikleri, demokrasiyi tevil etmeye çalışmaları noktasında kendini gösterir. Çünkü onlara göre demokrasi, netice itibariyle 'bir amaç değil, bir araçtır."
Demokrasiye araç olma değeri izafe etmek, onu sübjektif bir yararın istekleri doğrultusunda kullanma niyetini içinde taşır. Bu durumsa, böyle bir niyet taşıyan kimseyi kendi kısır döngüsünün içine düşürür. Çünkü söz konusu çıkar ve yarar faktörü hürriyeti bağlayıcı bir rol oynar. Böylece insan sürekli biçimde, içinde bulunduğu duruma bağlı kalır.
Kaldı ki, sadece araç olma değeri izafe edilen bir kurumun (yani bir bakıma süfli görülen bir şeyin), amaç olarak değer yüklediğin (yani bir bakıma kutsal saydığın) bir hedefin hizmetine nasıl koşulacağı ayrı bir soru konusu teşkil eder.
Kullanılan araç, ona nasıl bir değer izafe ediliyorsa, onu kullananı ancak o değerin sınırları içinde kalan bir yere götürebilir, Bu fikri şöyle de ifade etmeyi deneyebiliriz: Yüksek değer izafe edilen bir amaca gene yüksek değer taşıyan bir araçla ulaşılabilir. Böylece amaçla araç arasında kurulabilecek bir meşruiyet ilişkisini dile getirmiş oluyoruz. Bu suretle de takiyyeli, muvaazalı, fırsatçı vb. her türlü kapkaççı, kurnazlık gerektiren, oportünist yöntemi dışlamış oluyoruz. Ve kendimizi İslam'ın kendi halis yöntemiyle baş başa bırakmış oluyoruz.
İslami bir hedefe ulaşmada demokrasinin araç olarak kullanılmasında içine düşülen tuzağın fark edilmeyişinde, içinde bulunulan durumun hasıl ettiği bilinç körleşmesinin payını da hesaba katmalı. Bir defa demokrasi ile yola çıkmaya karar verdikten sonra, demokrasinin gerektirdiği kurumlar karşısında talepkar olmak sonucu ortaya çıkar. İslam dışı düzen (yani küfür düzeni), cuma namazı vaktini, bayram günlerini kendi uyruğu olarak yaşayan müslümanlara tatil olarak vermiyorsa, bu durumda müslümanların lideri durumunda olanlar bu tatillerin arkasına düşer. Veya kanunlarda müslümanlar için kısıtlayıcı başka hükümler varsa, bu hükümlerin kaldırılması çabası içine girilir. Bu çabalar başarıya ulaşsa bir türlü, akim kalsa başka bir türlü bilinç körleşmesine maruz kalınır. Başarı elde edilirse, rejimin sahipleri, müslümanlara: "Daha ne istiyorsunuz? İstediğiniz her şeyi elde etmediniz mi?" itirazı ve defi ile karşı çıkarlar. Başarı elde edilemediği zaman da, müslümanların hedefi, küfür düzeni içinde cuma namazı vakitlerinde tatil elde etmekten ibaretmiş gibi görünen bir sonuca dönüşür. Her iki durumda da asıl hedef gözden kaybolur; onun yerine düzmece hedefler geçer ye düzmece bir mücadele yürütülür. Böylece kendisini gerçek mücadelenin içinde sananlar aldanmalarıyla baş başa kalırlar.
1 Temmuz 1995 Yeni Şafak