Yeni Şafak'ta çıkan "Zulümle Abad Olmanın Sonu" yazısında Hüseyin Irmak'ın müslümanların zulme karşı tepkilerini dile getirirken yetersiz kaldıklarını, zalimlere cevabın, mazlumları sevindiren, zalimlerin kalbine korku indiren bir boyutu olması gerektiğini belirtiyor. Ardından da Beyazıt Camii önünde gerçekleştirilen Cuma eylemlerinin kendini tatmin aracına dönüştüğünü söylüyor.
Biz Hüseyin Irmak'ın endişelerine -eğer gerçekten samimiyse- tamamen haksız olmadığını düşünüyoruz. Doğrusu müslümanların Türkiye'de gerçekleştirdikleri eylemler henüz emperyalizmi sarsacak ve bölgede güç dengelerince dikkate alınacak bir eylem tarzı sergileyebilmiş değil. Özellikle de belirli sınırlar içinde eylem gerçekleştirildiğinde polisin müdahale etmemesi ve eylemi gerçekleştiren müslümanların bir tedirginlik hissetmemesi bunun bir göstergesi.
Hüseyin Irmak'ın genel anlamdaki endişelerine katılmakla, müslümanların gerçekten zalimleri tedirgin edici eylemler gerçekleştirmesi gerektiği görüşünü paylaşmakla birlikte Beyazıt Meydanı'ndaki eylemlerin küçümsenerek bir tatmin aracı olduğu, tepkilerin deşarj edilerek tesirsiz hale getirildiği tespitine katılamayacağız, dahası aynı gazetede bu yazıya çıkan cevaptaki kardeşimizin belirttiği gibi bunu insaf ölçülerini aşan bir değerlendirme olarak görüyoruz.
Biz eğer bir olguyu eleştireceksek, her şeyden önce kendi pratiğimizi ortaya koymak ya da en azından eleştirdiğimiz şeyin yerine gerçekçi bir alternatif önermemiz gerekir.
Beyazıt eylemlerini eleştirebiliriz. Fakat asıl yapılması gereken, var olan bir eylem biçimini küçümseyerek onu yok saymak değil, bu eylem biçiminin daha da geliştirilmesi, gerçekten egemenleri tehdit eden bir boyuta sahip olması için uğraşı vermek, mücadele etmektir.
Sonra zulme karşı bir şekilde tepki geliştirmek müslümanın en temel vazifesidir. Tepkinin biçimi ve yöntemi önemli olmakla birlikte, asıl olan, zulme karşı susmamaktır. Türkiyeli müslümanlar henüz kimliklerini oluşturma ve bağımsızlaşma sürecini yaşamaktadırlar. Ortada bir İslami hareketin varlığından bile söz edemiyorsak, Türkiyeli müslümanların kitleleri kuşatıcı bir güçleri yoksa, herhalde müstekbirlerin korkulu rüyası haline gelecek eylem biçimleri geliştirmek en azından mevcut aşamada zordur. Bunları müslümanların yetersizliğine gerekçe üretmek ya da onu kamufle etmek için söylemiyoruz. Biz de müslümanların şu aşamada mevcut güçleriyle hâlihazırda gösterdikleri tepkilerden çok daha olumlu ve etkili eylemler geliştirebileceğini düşünüyoruz. Fakat vakıayı, gerçekleri de görmek, var olanı yerden yere vurmak yerine, onu geliştirme yönünde cehd ve gayret göstermeli, her şeyden önemlisi etkisiz olsa bile müslümanların eylemlerini sahiplenici bir tavırla eleştirmeli, mücadeleyi biz de omuzlamalıyız.
Ayrıca Beyazıt eylemlerinin etkisiz olduğunu da söylememiz mümkün değil. Sorun bu tepkilerin Türkiye sınırlarını aşmasını sağlamada. Bunu Lübnan müslümanlarının Türkiye'de gerçekleşen eylemlere yönelik olumlu tepkilerinde de gördük. Soruyoruz size sayın Irmak, Türkiye'nin hiçbir yerinde eylem gerçekleşmeseydi ve Lübnan ve Filistinli müslümanlar Türkiye halkının hepsinin Türkiye-İsrail anlaşmasına onay verdiklerini düşünseydi daha mı iyiydi? Sizin deşarj mekanizması ve kendini tatmin aracı olarak gördüğünüz eylemler, Lübnan İslami Direnişi'nin yayın organı konumundaki el-Bilad dergisinde kapaktan veriliyorsa ve onlar bu tepkileri önemsiyorsa... bizim ne dememiz gerekir? Bu eylemleri Hizbullah'ın televizyonu olan Menar TV'den yayınlayacak kadar önemsiyorlarsa Beyazıt eylemleri üzerinde bir kez daha düşünmemiz gerekmez mi? Ayrıca müslümanların tek etkinlik alanını Beyazıt'a indirgemek yüzeysellik midir, yoksa farklı etkinlikleri gözardı eden kasıtlı bir manipülasyon mudur?