Sınır ötesi operasyon tartışması uzunca bir süredir Türkiye gündeminin sıcak başlıklarından birini oluşturuyor. PKK eylemlerinin artışı ve bu eylemlerde asker kayıplarının çoğalmasına paralel biçimde ısınan, hararetlenen bu tartışma 17 Ekim tarihinde Meclis'ten geçen yetki kararıyla birlikte yeni bir evreye girmiş oldu. Mecliste CHP, MHP ve DSP'nin de desteğiyle onaylanan hükümet tezkeresi PKK militanlarına karşı gerektiğinde Irak toprakları içerisinde askeri operasyon yapabilme yetkisi içeriyor.
Bir yıl süreli yetkinin hükümet tarafından nasıl kullanılacağı şimdilik belirsiz. Tezkerenin kamuoyu baskısını azaltmaya ve PKK'yı frenlemeye dönük bir girişimden ibaret olduğu, hükümetinse aslında böylesi bir operasyona pek sıcak bakmadığı şeklinde görüşler yanında; sürecin giderek hükümeti etkisiz kılma yönünde işlediği, siyaset üzerinde askeri vesayetin yoğunlaşmasına yol açtığına ilişkin iddialar da gündemde tartışılmakta.
Militarizmin Operasyon Tutkusu ve AK Parti
Gelişmelerin seyrine bakıldığında hükümetin bir anlamda "sınır ötesi"ne yönlendirildiği, hatta mahkum edildiği söylenebilir. Seçim sürecinde yoğunlaşan, adeta kampanyaya dönüşen operasyon çığlıklarının AK Parti hükümetini ne büyük baskı altına aldığı hatırlanacaktır. Tam da seçim arifesinde PKK saldırılarının yoğunlaşması ve adeta ülkenin dört bir yanına saçılan asker cenazelerinin AK Parti'yi yıpratmaya yönelik etkili bir propaganda silahına dönüştüğü görülmekteydi. Başta Genelkurmay Başkanı olmak üzere askeri zevat ve milliyetçilik yarışına girişen partiler sanki histeri krizine girmişçesine "operasyon" lafını tekrarlayıp durmaktaydılar.
Bu süreçte PKK'nın eylemlerini hızlandırması, hatta sadece askeri hedeflere değil, kent merkezlerinde sivillere yönelik kanlı saldırılara da girişmesi doğal olarak militarist kampın elini güçlendirmişti. Siyasi-ideolojik kimliği büyük ölçüde bulanıklaşmış, varlığını adeta Abdullah Öcalan'ın cezaevi koşularının iyileştirilmesine indirgemiş bir örgüt haline gelmiş PKK'nın son kertede militarizmi palazlandıracak bir tutuma yönelmesinin başta Kürt halkı olmak üzere, egemenlerle çelişki içindeki her kesim ve oluşumu zor duruma soktuğu aşikardı. Bu durum bekleneceği üzere PKK'nın kendi programını icra eden bağımsız bir örgüt olmaktan ziyade, belli güçlerce yönetilen/yönlendirilen bir oluşum olduğuna dair iddiaları da beslemekteydi.
Öyle ki, PKK'nın Türkiye'yi istikrarsızlaştırmak için ABD tarafından kullanıldığı ya da siyasi sürece daha fazla müdahil olabilmek için İmralı üzerinden Genelkurmay tarafından yönlendirildiği şeklindeki iddialar dahi kamuoyunda giderek daha geniş bir kesim arasında paylaşılabiliyordu. Gerçekten de sonuçlan açısından bakıldığında PKK eylemlerinin getirişi düşündürücüydü. Seçim sürecinde ülke genelinde milliyetçi duyarlılığı fazlasıyla kışkırtan PKK eylemliliği MHP'nin Meclis'e taşınmasına önemli katkıda bulunacaktı.
AK Parti'yi gayri millilikle, bölücülere hizmet etmekle, teröre karşı irade zayıflığıyla suçlamak isteyenler için "sınır ötesi operasyon" konusu adeta bulunmaz Hint kumaşıydı. Bu söylemin sahiplerine göre, AK Parti "teröristlerin Kuzey Irak'ta konuşlandıkları kamplara yönelik askeri harekâta olur vermemekle gençlerimizin öldürülmesi"ne dolaylı iştirak suçunun faili konumundaydı! Cenaze törenlerini siyasi şova dönüştürenler aynı zamanda da hamaset, maceraperestlik, ilkellik ve şovenizmi zirveye taşımaktaydılar.
Bu tarz belden aşağı vurmalara karşın AK Parti o süreçte soğukkanlı bir tutum sürdürmeyi becermiş ve maceracılığa prim vermemişti. Ve aksi yöndeki tüm iddialara rağmen de seçimlerden kayıpla değil, kazançla çıkmıştı. Ne var ki, "sınır ötesi bela arayışı" bir miktar dinmekle beraber tümden gündemden düşmüş sayılmazdı. Nitekim PKK'nın kime ve neye hizmet ettiği belirsiz saldırıları neticesinde yeniden savaş tamtamları çalmaya başladı. 7 Ekim'de Şırnak'ta meydana gelen çatışmalarda 13 askerin ölümü hükümet sözcüsü Cemil Çiçek'in ifadesiyle "sözün bittiği yere gelindiği"ni işaret etmekteydi. 21 Ekim sabahı Yüksekova'nın Dağlıca bölgesinde gerçekleştirilen PKK saldırısında 12 askerin ölümü ve 8'inin de kaçırılması ise ortamın daha da gerilmesine yol açtı. Artık tartışmaların odağına oturan şey tezkerenin kullanılıp kullanılmayacağı değil, ne zaman kullanılacağı olmuştu.
Militarist cephe ne kadar sevinse yeriydi çünkü seçim sürecinde tüm tazyiklere karşın soğukkanlılığını koruyan ve tuzağa düşmeyen AK Parti de savaşın dilini konuşmaya başlamıştı. Artık savaş çığlıkları bizzat Başbakan'ın ağzında yankılanmakta. Bir tarafta hamaset yüklü açıklamalar, meydan okumalar, vururuz, kırarız söylemleri gırla giderken; öte yandan DTP'lilere yönelik suçlamaların dozu giderek yükselmekte. Milliyetçi atmosferin yükseltilmesine paralel olarak siyaset kanalı tıkanmakta, militarist söylem akılları teslim almakta.
Son yıllarda defalarca sürüklendiği çıkmaz sokağa ülke bir kere daha itilmekte. Savaş tamtamları ne söze, ne fikre, ne de soru sorulmasına imkan bırakmıyor. Bir kere daha güvenlik merkezli endişe ve arayışlar her şeyin üstüne çıkıyor ve köklü sorunları örten bir şala dönüşüyor. Acil olarak atılması gereken adımlar, artık daha fazla ertelenmemesi gereken düzenlemeler militarist rüzgarlarca adeta kapıp götürülüyor. MHP lideri Bahçeli'nin sınır ötesi operasyonu eleştirenleri "PKK yandaşlığı" ile suçlaması örneğinde de görüleceği üzere her türlü aykırı ses, itiraz, hatta soru büyük bir tahammülsüzlükle mahkum edilmek isteniyor.
Çok Fonksiyonlu Politik Bir Araç Olarak "Sınır Ötesi"
Sınır ötesi operasyon konusu statüko güçlerine pek çok açıdan kullanışlı bir malzeme sağlamakta. Bütün sorun, tüm sıkıntıların kaynağı, çekilen acıların menbaı hep sınırın ötesinde! Bu gündem her vesileyle kendisine methiyeler düzülen ordunun asli görevini yapma konusunda son derece başarısız kaldığı gerçeğini gizlemek için iyi bir mazeret teşkil ediyor. Kimse Tunceli'nin, Lice'nin, Bingöl'ün sınıra uzaklığını sormuyor.
Sınır güvenliği konusunda, "terör kampları" konusunda Türk devleti ve ordusu haricinde herkes suçlu ve sorumlu! Merkezi Irak hükümeti, işgalci ABD ordusu, bölgesel Kürt yönetimi sürekli suçlanıyor ama bir türlü sınırın bu tarafının güvenliğinin neden sağlanamadığı sorulmuyor! Hangi okulda kaç tane başörtülü öğrencinin derse başörtülü girdiğinden, hangi kasabada çocuklara "illegal" Kur'an eğitimi verildiğine kadar bir dizi konuda "büyük istihbarat başarısı" kaydeden ordunun "bir avuç eşkıya" karşısında düştüğü acziyeti sınırın ötesine süpürme gayretkeşliği elbette nedensiz değil. Bu şekilde sadece askeri başarısızlık değil, aynı zamanda devasa sorunlar da uzaklara sürülmüş, gözden ırak kılınmış oluyor.
Herkes koroya katılıp sorunu "PKK terörü" şeklinde tanımlayınca doğal olarak çözüm de "PKK terörünün alt edilmesi" zemininde aranıyor. Oysa "PKK terörü" denilen şeyin bir sonuç olduğu, asıl yapılması gereken şeyin sebepler üzerinde yoğunlaşmak olduğu görülmüyor. Görülmek istenmiyor.
Farz edelim ki, kamuoyunda oluşturulan PKK'nın hemen Irak sınırının gerisinde konuşlandığı ve sabit üsler oluşturduğu algısı gerçek olsun ve askeri müdahale ile bu yapılanma dağıtılsın. Sorun bitecek mi? Kürt sorununun kaynaklık ettiği sancılar, rahatsızlıklar ve şiddet eğiliminin tekrarlanmayacağını düşünmek mantıklı mı? Ülke içinde milyonlarca insan kendisini 'dışlanmış', haksızlığa uğratılmış görüyorsa; devlet adına konuşan birileri her ağızlarını açtıklarında halkın bir kesimi kendisini 'yabancı' hissediyorsa ve buna rağmen hâlâ birileri olan bitenden hiç ders almayıp kutsal inek mantığıyla resmi İdeoloji dayatmasından vazgeçmeye yanaşmıyorsa, burada toplumsal sorunları çözmenin bir zemini olabilir mi?
Yaşanan hal Nasreddin Hoca hikayesini hatırlatıyor: Kapısının önünde aranıp duran Hoca'ya komşuları "Hayrola, ne arıyorsun?" diye sormuşlar. Hoca "Ahırda yüzüğümü düşürdüm, onu arıyorum."demiş. Bunun üzerine komşuları Hoca'ya "Madem ahırda kaybettin, ne diye kapının önünde arıyorsun?" diye sorunca, Hoca "Ne yapayım, orası çok karanlık!" diye cevap vermiş!
Kürt Sorununda Yaşanan Çözümsüzlük Sınır Ötesi Macerası ile Daha da Derinleşebilir!
Kuzey Irak, askeri müdahale, sınır ötesi operasyon tartışmalarının sağlıklı, tutarlı bir zemininin bulunmadığı görülüyor. Konu şu haliyle, askeri başarısızlığı izah sadedinde başvurulan bir mazeret kaynağından başka bir şey değil. Bu yönüyle sınır ötesi meselesinin sorun çözmekten öte psikolojik açıdan rahatlatıcı bir işlev taşıdığı söylenebilir. Buna karşın muhtemel gelişmelerin iki temel tehlikeye kaynaklık etme boyutu içerdiği de göz ardı edilmemeli.
Öncelikle kapsamlı bir operasyon/müdahale girişiminin içeride militarist söylem ve etkinliğin artmasına yol açması kaçınılmaz olacaktır. Türk ordusu zaten "devletin biricik koruyucusu" ve "toplumun resmi ideoloji doğrultusunda ilerlemesinin öncüsü" rolüyle sadece savunma alanında değil, toplumsal hayatın her kesitinde etkin bir güç. Şimdi bu güç bir de "savaş" konsepti ile hareket ettiğinde siyaseti ve toplumu daha yoğun bir kuşatma ve belirleme hakkını kendinde görecektir. Özellikle AK Parti hükümeti gibi pek hazzedilmediği her vesileyle ihsas ettirilen bir kadro ile yaşanan gerilimler düşünüldüğünde, askeri kuşatma olgusunun çatışmanın boyutlanmasına bağlı olarak kendini biraz daha güçlü bir meşruiyet zeminine oturtacağı görülebilir. Son yıllarda sağlanan gelişmeler penceresinden bakıldığında bu durumun bir geri adım oluşturacağı kesindir.
Öte yandan konunun bir de uluslararası boyutu bulunmakta. Irak'ın hem merkezi hem de bölgesel hükümetleri Türkiye'nin müdahalesine karşılar. Dolayısıyla bu müdahalenin uluslararası bir soruna dönüşme riski yüksek. Bilhassa Kürt federal yönetimi Türkiye'nin müdahalesinin asıl amacının PKK'yı etkisiz kılmaktan çok, bağımsız Kürt devleti oluşumunu engellemek hedefine matuf olduğundan kuşkulanmakta.
Gerçekten de Türkiye'de militarist çevrelerde sürdürülen operasyon tartışmalarına bakıldığında hedefin doğrudan Barzani önderliğindeki Kürdistan oluşumu olduğu görülüyor. Bu yaklaşım sahipleri PKK'nın etkisizleştirilmesi görüntüsü altında, asıl tehdit kaynağı olarak gördükleri Kürdistan oluşumunun zayıflatılması, mümkünse tümüyle bertaraf edilmesi özlemlerini pek de gizlemiyorlar.
Oysa bu tutum herhangi bir meşruiyet zemini bulunmayan ve açıkça tahakküm içeren bir dayatmadır. Irak toplumunun ve halklarının kendi geleceklerini belirleme tercihine Türkiye'nin müdahale hakkı olamaz. Kendi toprak bütünlüğüne yönelik tehlikeyi savuşturmak ise öncelikle her devletin denetimi altında tuttuğu halkların taleplerine, tezlerine ne ölçüde değer verdiği ile ilgili bir sorundur. Kürt vatandaşlarının 'harici' etkilenmelerle kendileri için farklı gelecekler aramasından endişe duyan Türkiye devletinin yapması gereken şey basittir: Kürtlerin de kendilerini burada ev sahibi hissetmelerinin şartlarını hazırlamak ve dışlayan, yabancılaştıran söylem ve uygulamalara son vermek! Hepsi o kadar!
Neden Sınır Ötesi Operasyona Karşı Çıkmalıyız?
Sağlıksız, belirsiz ve adaletsiz bir temelde sürdürülmekte olan sınır ötesi operasyon gündemine ilişkin olarak kimi hususların altını çizmekte yarar var. Sınır ötesi operasyona şu gerekçelerle karşıyız:
Öncelikle sınır ötesi operasyon mantığı en temelde Kürt sorununu yanlış bir zemine oturtmaktadır. Bu sıcak gündem, gerek hakim sınıfları gerekse de toplumuyla devasa boyutlara ulaşmış ve yakıcı bir nitelik arzeden Kürt sorunu ile bir türlü yüzleşemeyen bir ülke olan Türkiye'yi sorunu kavrama, tutarlı bir biçimde tanımlama çabalarından biraz daha uzaklaştıracaktır.
Çatışmaların yoğunlaşması ve uluslararası boyut kazanması her düzeyde ilkel milliyetçi duyarlılıkları besleyecek, ırkçılığa ve şovenizme zemin hazırlayacaktır. Bu da Müslümanlık temelinde birbirlerini kardeş bilen halklar arasında düşmanlık ve nefret rüzgarlarının güçlenmesine neden olacaktır.
22 Temmuz seçimlerinde aldıkları ağır yenilginin yaralarını sarmakla meşgul militarist cephe unsurları yeni durumu yeniden sahnede etkili bir rol yüklenme arayışlarının vesilesi olarak kullanmak isteyeceklerdir. Oysa bu ülkenin daha fazla militarist kuşatmaya değil, acilen militarist dayatmalardan sıyrılmaya ihtiyacı vardır.
Kısacası sınır ötesi operasyon çözümsüzlüğü derinleştirecek ve ülke içinde zaten fazlasıyla can yakan ateşin ilaveten bölgeye yayılmasını getirebilecek büyük bir tehlike kaynağıdır. Milliyetçi, devletçi bir körlük ve intikamcı bir arayışla ülke gündemini sınır ötesi operasyon konusuna kilitleyenler ya ürettikleri hamasetin etkisinde kalan basiretsiz kişilerdir ya da iktidarlarının devamı için her şeyi göze almış fırsat düşkünleridirler. Her iki tip çevreden de uzak durmak adil ve tutarlı olma endişesi taşıyanların şiarı olmalıdır.