"Çözülmüşlerin" Arasında "Çürümüş"lüğe ve "Gözüdönmüş'lüğe Karşı

Ali Değirmenci

Yaşadığımız günler birçok kesimden birçok insanın zihnindeki ve yüreğindeki zindanları, zincirleri, depremleri çoğaltıyor.

Kendisi başlı başına büyük/devasa bir afet olan devlet, insan teklerini ve topluluklarını da çözen, yıpratan nefret uyandıran uygulamalarına hız kazandırıyor. Marmara depremiyle birlikte, filtreden geçirilse bile her kesimden büyük bir eleştiri bombardımanına maruz kalan sistem, insana bakışını değiştirmek yerine büyük bir öfke ile yasak üretmeye, ayrımcılık yapmaya, insanları susturmaya ve sindirmeye devam ediyor. Ve artık "mızrağın çuvala sığmadığı" açıkça görülüyor.

Devlet, en ilkel toplumlarda bile görülen/görülmesi gereken sosyal, hukuki yükümlülüklerini icra ve ifa edemiyor. Toplumu ahtapot gibi daha fazla kuşatma ve boğma yolunu tercih ediyor. Üstelik deprem yardımı için gönderilen paraları iç ediyor, yaraları sarmak yerine kangrenleştiriyor, sivil yardımlara engel oluyor, kirli odaklara ihaleler veriyor. Bu arada kendince aykırı bulduğu onurlu duruşları da kötüleme ve cezalandırma yollarına başvuruyor. Kirlilik, rezillik ve zorbalık büsbütün kurumsallaşıyor. Halk, bütün zorlamalara rağmen, "devlet"ine güvenmiyor. Sadece korkuyor belki. Trafik polislerinin bulunduğu kimi yerlerde trafiğin daha da bozulması, aksaması gibi; sistemin yönetmeye ve yönlendirmeye çalıştığı her alan içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Zulüm, sömürü, beceriksizlik ve talan koyulaşıyor, katmerleşiyor.

"Bir sahip, bir kurtarıcı bekleyen" insanların sayısı artıyor hızla. Umudun, özgürleşmenin ve uyanmanın dili, işleyen eli olması gereken insanları arıyor, insanlığını enkaz altında bırakmak istemeyen herkes.

O umut çağırışı, o özgürlük türküsü, o uyanış çığlığı her şeye rağmen filizleniyor hayatın içinde.

İlginçtir ki Marmara depreminin enkazı altında kalan devletin, dozajı artarak devam eden baskı ve dayatmalarına, bu yıl yoğunluklu olarak Marmara Üniversitesi önlerinden onurlu bir cevap geliyor. O cevap, niceliği küçümsense bile nitelik olarak kendini arıtıyor, artırıyor. Sansürlere rağmen sayfalardan, ekranlardan taşıyor ve yürekleri tutuşturuyor. Korku ve zillet inine dönüyor yeniden ve onuru direnmeyi, insan kalabilmeyi hatırlatıyor birçok insana. Birçok insanı utandırıyor, birçoğunu uyandırıyor. Başörtüsü mücadelesi; bir kimlik ve varoluş kavgasının eksenine yerleşerek bu toprakların en sahih, en özgün ve en anlamlı direnişlerinden biri oluyor. Kimi zaman "bir avuç" diye küçümsenen insanlar; cuntacılara, çetecilere, zorbalara nedense sürekli korku salıyor. Güzel ve erdemli yaşamanın kollektif tanıklığı yapılıyor böylece. Ve o çıngı, derinden derine cesur yüreklerde yumaklaşıyor, çoğaltılıyor, özenle biriktiriliyor. Hakkı, adaleti ve ahireti unutmuyoruz bu sayede. Azığımız azalıyor gibi görünse de inancımız, aydınlığımız ve adanmışlığımız artıyor.

Yüce Allah, güzel yüzleri işaret ederek günleri aramızda dolaştırıyor.

Dili tutulanların, dimağı kamaşanların, eteği tutuşanların, ağzı bozulanların arasında; kaçakların ve alçakların arasında; değerlerimize dil uzatan, dili sarkmış köpek gibi soluyan densizlerin, tabansızların arasında; çözülenlerin ve artık sadece üzülmekle ve izlemekle yetinenlerin arasında, çürümüşlüğe ve gözüdönmüşlüğe karşı onurlu bir yürüyüş bize can veriyor.

Yarının tarihini kuracak/oluşturacak olan o güzel ve kararlı adımlarda atıyor hayatın kalbi.