Çok Partili Sisteme Geçerken İslamcı Dergiler -1

Macide Göç Türkmen

Giriş

Türkiye Cumhuriyeti ile batıcı kadroların inisiyatifinde büyük baskı ve zorbalıklarla laik, pozitivist, batıcı, ırkçı bir toplum modelinin oluşturulması amaçlandı. Bu rejimin ideolojisi Atatürk ilke ve inkılapları şeklinde tezahür etti. Bu rejimi Türkiye'de kurumlaştırabilmek için iktidarı oluşturan sivil-asker kadro İstiklal Mahkemeleri'ni oluşturarak keyfi ve usulsüz icraatlarla binlerce müslümanı ve rejim muhalifini idam ettirdi.

Halkın inanç ve ibadet hürriyeti yok sayıldı. Camiler kapatıldı. Halkın alfabesi değiştirildi. Kur'an yazısının öğrenimi ve öğretimi yasaklandı. Fransızlar'ın el uzatamadığı müslüman kadının örtüsüne el uzatıldı. Ülkede Osmanlı ve Arap düşmanlığı geliştirildi. Halkın çocukları Türk ırkçılığına göre yetiştirilmeye çalışıldı. Ümmet fikri yerine Türk milleti fikri yerleştirildi. Ülkede Türk olmayanlar ırkçı uygulamalarla ya Türkleşmek zorunda kaldılar ya da imha ve tehcire maruz kaldılar. Bu icraatlar somut olarak Lozan Konferansı'nda İngilizler ve diğer Batılı devletlerle yapılan anlaşma ve işbirliğinin bir gereği idi.

Ancak II. Dünya Savaşı İle dünya siyasi konjonktüründe değişmeler oldu. Yeni dengeler oluştu. Dünyadaki İngiliz egemenliği yerini ABD emperyalizmine bırakırken, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği yeni bir güç odağı olarak Türkiye sınırlarına dikildi ve Türkiye'den Kars ve Ardahan'ı ve Boğazlar'dan da bazı ayrıcalıklar istemeye başladı. İçeride ise batıcı ideoloji halka yeterince benimsetilememişti.

Uzun yıllar, kapitalist yayılmanın özel örgütlenme biçimi olan "Kabul edilmiş Masonlar Locası" Türkiye'de işbirliği yapacak ekonomik bir hareketliliğin olmadığı gerekçesi ile şube bile açmamıştı. Var olan mason locaları sadece özenti dernek kuruluşları idi. Bu hareketsizlik içinde Türkiye kapitalist firmalar için uygun bir pazar da oluşturamıyor ve önemsenmiyordu. Ancak Rusya'nın tehditleri karşısında bunalan Türkiye rejimi Batı bloğuna sığınmak, kurulmakta olan NATO'ya üye olarak Batı'nın somut himayesini edinmek istiyordu.

Bu durum, 1956 yılında çıkan İslam dergisinin 11. sayısında şöyle algılanıyordu: "İkinci Cihan Harbi'nin nihayetinde galipler iki cepheye ayrılmışlardı. Allahsız Komünist grubu ve dindar Anglo-Amerikan grubu. Bu sonuncu grup komünizmin yayılmasını önlemek için milletlerin dini şuurunu ve imanını bir mania olarak kullanmaya karar verdi. Bu arada Türk hükümetine de bu mevzuda tavsiyelerde bulundu."

Dinin mania olarak kullanılması tavsiyesine uyuldu, ama bu tavsiye komünist tehlikesinden çok rejimin kuşatamadığı dindar kesimi siyasi ve ekonomik liberalizm uygulamalarıyla rejimin içine çekme ve rejimi kitlelere yayma şeklinde imkan buldu.

1945 ve 1946 yıllarında başlatılan demokratikleşme çabaları içinde müslüman kitlelere sınırlı da olsa kendini ifade etme imkanı verilmesi rejim içinde rol olma konusunda küskün müslüman kitleleri harekete geçirdi. Siyasi ve ekonomik hayata canlılık geldi, işte çok partili rejime geçerken yayınlanmakta olan İslami dergiler de böyle bir konjonktürün içinde rol aldılar. Bu hükmün, dönemin İslamcı dergilerine göz atıldığında haksız olmadığı görülecektir. Tekrarlayacak olursak; İslamcı yazarlar ve düşünürler bu konjonktürden yararlanmaktan ziyade maalesef ki, bu konjonktürde rol alma yanlışı içinde oldular. Ancak bu zaafın sağlıklı bir din anlayışına sahip olunmamışlıkla da çok yakın alakası vardı.

BÜYÜK DOĞU

Büyük Doğu Dergisi çok partili hayata adım atarken 1945 yılının Kasım ayında haftalık olarak yayınlanmaya başladı. 16 sayfa olan derginin sahibi ve başyazarı Necip Fazıl Kısakürek idi.

Dergi, ismini, İslam ruhundan beslenen yeni bir dünya görüşünün ifadesi olan Büyük Doğu idealinden aldığını belirtiyordu. Derginin ilk sayısından itibaren her sayısının ikinci sayfasında Büyük Doğu idealinin ne olduğu "İdeologya Örgüsü" imzasıyla kaleme alınan yazılarda işlendi. İslam dini, İslam tarihi, medeniyet sorunu, sosyal sorunlar, batılılaşma sorunu gibi konularda heyecanlı ve gizemli bir anlatım üslubu kullanılarak Büyük Doğu fikri okuyucuya tanıtılmaya çalışılıyordu. Yine aynı sayfada sürekli olarak 1001 çerçeve başlığı ile N.F.Kısakürek'in kısa değinilerine yer verildi. Her iki başlık altında yer alan tesbitlerde İslami motifler ağırlığını hissettirmesine rağmen, bu tesbitlerin batıcılık, modernizm, siyonizm, masonluk, komünizm karşıtlığı yanında; milliyetçilik, mezhepçilik, Osmanlıcılık, sufilik gibi eğilimlerle iç içe geçen eklektik bir din anlayışını dile getirdiğini ifade edebiliriz.

Derginin daha sonraki yıllarda Dedektif- X'in yazılarına yerini bırakacağı "İş ve Hedef" başlıklı bölümde Peyami Safa, Nizamettin Nazif gibi kişiler güncel siyasete ve kültür sorunlarına atıflarda bulundukları düşüncelerini kaleme aldılar. Fikir vermesi açısından Peyami Safa'nın derginin ilk sayısındaki yazısında Atatürk Türkçesini savunduğunun bilgisini verebiliriz.

Her sayıda yer atan "İnceleme" bölümünde ise Burhan Belge, Vecdi Bürün, Mükbil Özyürek gibi isimler milliyetçilik, İngiliz adalet sistemi gibi konularını işlediler.

Reşat Ekrem Koçu, Mustafa Müftüoğlu gibi tarih yazarları ise, genellikle Osmanlıların başarılarına öykünen, yahudilerin ve farmasonların ihanetlerini anlatan yazılar yazdılar.

Özellikle Büyük Doğu'nun ilk yıllarında şiir, hikaye ve roman tefrikalarına fazla yer verildi. Sait Faik, Oktay Akbal gibi hikayecilerin çalışmaları yayınlandı.

N. F. Kısakürek'in "Tanrı Kulundan Dinlediklerim" başlıklı tefrika yazısında, tasavvufi bir yaklaşımla sanattan tarihe, siyasete kadar bir çok konuyu ele alıyordu. Bu başlık daha sonraki yıllarda yine Kısakürek'in kaleme aldığı "Çöle İnen Nur" başlığı ile işlediği siyer tefrikasına yerini bıraktı.

Büyük Doğu'nun ilk yıllarında örtülü de olsa diğer İslami dergilerde pek rastlanmayan ciddiyette bir düzen eleştirisi yer alır. Grift bir dille sürekli olarak Atatürk inkılapları eleştirilir. Çok partili yönetime geçerken yeni kurulan partilerin aslında halkı kandırmayı amaçlayan partiler olduğunu ve bunların CHP'den farklı olmadıkları belirtilir. Derginin 26. ve 35. sayılarında CHP, DP ve MP kapak konusu yapılırken, bu partilerin hakikatte birbirinin türevi olduğu vurgulanır.

Ancak Türkiye'de 1944'lü yıllardan sonra esmeye başlayan Amerikancı rüzgarlar Büyük Doğu ailesinde de etkiler bırakmış olacak ki 22. sayıda ABD muhriblerinin fotoğraflarıyla süslenen Nizamettin Nazif'in yazısında, Amerika'da ölen Türkiye'nin Washington Büyükelçisi'nin tabutunu ABD'nin en büyük savaş gemisi Missuri'nin İstanbul'a getirmesi konusunun değerlendirilmesinde ABD büyük dost olarak selamlanır.

İslam ruhunu diriltme iddiasında olan ve dini anlama konusunda geleneksel değerlere sıkı sıkıya bağlı olduğunu vurgulayan bu derginin 12. ve 25. sayılarının kapak konusunu resimlendirerek nasıl bir kadın tipi idealine sahip olduklarını vurgulaması ve bu kadın tipinin de asil bir İngiliz leydisine benzemesi çok garipti. Kapak resimlerinde yarım peçeli, çarşaflı, fötör şapkalı kadın resimlerinin altına 'bu değil', mini etekli, mayolu ve dekolte giyimli kadın resimlerinin altına 'asla' ifadeleri yazılmış; başı açık ve yarım kürk manto giyen bir kadın ile yine başı açık fakat dar, uzun, kapalı fantazi bir elbise giyen kadın resimlerinin altına 'belki bu' ifadesi yazılmıştı. Derginin arka kapağında "Ev ve Kadın" ayrıca "Muaşeret Edebi" başlıkları altında sürekli yazıları yayınlanan Neslihan Kısakürek ise iç sayfalarda bu kapak resimlerinde 'belki bu' diye beğenilen kadın tipinin kendi ruh kökümüze uygunlaştırılması için küçük rötüşlere ihtiyaç olduğunu belirtiyordu.

Dergi daha sonraki yıllarda yeni köşeler açtı.

"Tasavvuf" köşesinde Esseyyid Abdülhakim'in işlediği tasavvufi kavramlara yer verildi.

Dedektif - X, her sayının 3. sayfasında mevcut düzenin çarpıklıklarını sorguluyordu.

Orta sayfada "Hadiselerin Muhasebesi" başlığı altında kısa haber-yorumlar yayınlanıyordu.

"Dinimizi Öğrenelim" köşesinde ise Vaiz imzası ile "amelde Hanefi itikadda Maturidi mezheplerinin bizim milli dünyamızın kabulleri olduğu" vurgulanıyor, yer yer de ümmet ön plana çıkartılıyordu.

Derginin ikinci yılından itibaren, sık sık da Said Nursi'nin risalelerinden alıntılar yapılmaya başlanmıştı.

Beşinci yılına giren Büyük Doğu, demokratikleşmenin müslümanları özgürlük hayallerine sevk ettiği 1950 yılının Mart ayında yayın yasağı ile karşılaştı. Altı ay sonra kalkan yayın yasağından sonra çıkan 5. yılın 27. sayısında N. F. Kısakürek 1001 Çerçeve'de şunları yazıyordu:

"Af lafını çıkaran siz, kanunu da çıkaran sizsiniz !!! Ala! Allah'tan lütuf, birinizden haraç, öbürünüzden de göstermelik diye kabul ettiğimiz şeye karşılık, biz, hiçbirinizi, hiç bir noktayı, hiçbir rengi, hiçbir çizgiyi, hiçbir manayı, hiçbir noktayı gözden kaçırmıyor ve affetmiyoruz !!! Elbette bu davanın da sırası gelecektir !!! Göreceksiniz !!!"

Beşinci yılının 25. sayısındaki kapak resmi Büyük Doğu'yu özetlemeye yeterli. Kuyruğunda ay-yıldız bulunan bir savaş uçağı arkasından 9 ışık çıkartarak hızla ilerliyor. Kapağın bir bölümünde şu ifadeler yazılı: Bizim davamız bu aletle dünyadan yıldızlara gitmenin değil, arştan dünyaya inmenin davasıdır. Dokuz ışık bu kapakta görüldüğü gibi, 1946 yılında çıkan 26. sayıdaki İdeolocya Örgüsü'nde de şöyle ifade ediliyordu: "Büyük Doğu'nun ezeli ve ebedi İslam ruh kadrosuyla çerçeveli bu dokuz fasıllı dünya görüşü senfonyasının bölümleri: Ruhçuluk, ahlakçılık, milliyetçilik, cemiyetçilik, şahsiyetçilik, keyfiyetçilik, sermaye ve mülkiyette tedbircilik, nizamcılık, müdahalecilik." Bu dokuz fasıldan sonra kapakta şu söz yer alıyordu: "Zira o gerçek İslamiyettir".

Aslında bu tablo, çok partili sisteme adım atıldığı yıllardaki Türkiye müslümanlarının İslam anlayışlarını en kuşatıcı bir şekilde ifade eden önemli bir görüntüydü.

SELAMET

Mayıs 1947'de yayın hayatına başlayan 'Selamet' dergisinin sahibi ve başyazarı Ömer Rıza Doğrul'du.

Onaltı sayfa hacminde ve haftalık olarak yayınlanan dergi, ilk sayısında çıkış amacını şöyle ifade ediyordu: "Selamet'i yani eksik ve ayıplardan uzak olmayı, insanlar arası ve insanla Allah arasında barış ve güveni sağlamayı, dili kötülüklerden korumayı, sözü uygun zaman ve ortamında söylemeyi gerçekleştirmek."

Dergide Ö. Rıza Doğrul ve Selamet imzalı yazılar ağırlıktaydı. Her sayıda Muhammed İkbal ve eski Ezher rektörlerinden Mustafa Abdurrazık Paşa'dan yapılan çeviriler yer almaklaydı, zaman zaman Cenevre Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Zeki Ali ile birlikte bazı batılı yazarların İslam'ı ve peygamberimizi öven yazılarına yer veriliyordu. Bunun dışında fıkra, hikaye, inceleme türünde değişik imzalarla yazılar dergide yer alıyordu.

Dergideki konu başlıkları zaman zaman değişmekle birlikte, her sayıda yer alan standart konu tasnifi şöyleydi:

1) Tefsir: Kur'an'dan İlhamlar başlığı altında Fahreddin Razi'den alınan sure tefsirlerine yer veriliyordu.

2) Siyer: Prof. Taha Hüseyin'in "Peygamberimizin Devrinden ve Hayatından Canlı Sahifeler" başlıklı hikayemsi bir üslupla kaleme aldığı değerlendirmeleri genellikle diyalog şeklinde sunuluyordu.

3) İlmi - Dini Araştırmalar: Din, Vahiy, İslam gibi kavram çalışmalarından oluşuyordu. Bu kavramlar genellikle Mustafa Abdurrazık Paşa'nın makalelerinden çevriliyordu.

4) Fikir ve Felsefe: Bu bölüm Muhammed İkbal'in eserlerinden yapılan çevirilere ayrılmıştı.

5) Tetkik ve Tenkid: Burada da milli mesele olarak ifade edilen konular tartışılıyordu. Tartışma, konuları arasında en fazla laiklik ve din terbiyesi üzerinde duruluyordu. Selamet, laiklik tartışmalarında sürekli olarak laikliğin dinsizlik olmadığı vurgusunu yapıyordu.

6) Hadis: Peygamberimizin Dilinden Dersler başlıklı bölümde, Kütübi Sitte'den alınan, güzel huyluluk, ahlak, sevgi ve hoşgörü gibi konulara değinen hadislere ve bu hadislerden alınması gereken derslere vurgu yapılıyordu.

7) Din dersleri serisinde ise "vatan evlatlarının" din terbiyesini geliştirmek amaçlanıyordu.

8) Tarihten Sayfalar: Bu bölümde İslam Tarihi ile Osmanlı tarihine ait ibret alınacak tablolar önplana çıkarılmaktaydı. İlk ciltte M.Zeki Pakalın, eski ramazan hayatını canlandıran yazılarıyla bir çok sayıyı doldurdu.

9) Şark Kaynaklarından Hikayeler: Bir fazilet ve ahlak abidesi olarak sayılan bu hikayeler arasında Mevlana Celaleddin Rumi'nin 'Aslan ile Av Hayvanları', Abdülvasi Çelebi'nin 'Hz. Süleyman ve Ab-ı Hayatı' gibi eserler bölüm bölüm neşredilmekteydi.

10) Haftanın İslam şahsiyeti ya da İslam Büyükleri başlığıyla tanıtılan şahıslar arasında dönemin Diyanet İşleri Reisi A. Hamdi Akseki (zaman zaman yazıları da dergide yayınlanmaktaydı), Farabi, Türk Hükümdarı Uluğ Bey, İbn-i Teymiyye gibi birbirinden düşünce olarak çok farklı şahıslara yer veriliyordu.

Bazı sayılarda en tanınmış veliler olarak zikredilen kişilerden öğütler aktarılıyordu. Bazı sayılarda ise Edebiyat - Sanat yazıları da yer alıyordu. 21. sayıdan sonra camilerimiz ve tarihi eserlerimiz başlığı altında bir tanıtım serisi başlatılıyordu.

Derginin birinci yılında parça parça İmam Ebu Hanife'nin, İkinci yılında da Sefahattin Eyyübi'nin biyografilerine yer verilmeye çalışılmış ama masalımsı bir anlatımdan uzaklaşılamamış.

Selamet dergisinin gerek başyazılarında gerek işlenen diğer konularda, tutarlı bir sistematiğe rastlanmamakla beraber diyebiliriz ki, halkın din anlayışını sağlıklı temellere oturtma çabası görülmektedir. Ancak daha çok İslam'ın diğer medeniyetlere ve müslümanların Avrupa'ya üstünlüğünün sürekli vurgusu ağırlık kazanmış ve İslam'ın gerici olmadığı, aksine ileriliği istediği fikri aynı yoğunlukla işlenmişti. Selamet'te, Pozitivizmi ilkeleştirmeye çalışan devrin resmi politikası karşısında savunmacı bir duyguyla dinin ilme ters düşmediğini anlatmaya çalışan yazılara oldukça değer verilmiştir. Ancak ilmihal bilgilerinden oluşan din dersleri ile diğer fıkra, hikaye ve tartışma yazılarına bakıldığında, dinin sanki sadece vicdanları terbiye eden bir fonksiyon taşıdığı izlenimi doğmaktadır.

Genel bir çıkarım yapmak gerekirse denilebilir ki; dönemin olumsuz din anlayışına karşı tepkisel bir tavır içinde olan Selamet dergisi, bir tecdit ve ihya gayreti sergilemekten çok, halk arasında yaşayan dinin korunması ve kanunların tanıdığı hakların alınması ya da yasaklanmayan hakların (dini cemaat teşkili gibi) kullanılabilmesi için verilen mücadeleye destek vermekten ileriye gidememiştir.

Özellikle Ö. R. Doğrul'un yazılarında ısrarla vurguladığı "filozofları ve mütefekkirleri taklitten kaçınmak ve Kur'ani düşünüş metodunu benimsemek" fikri ise tavsiyelerden öte geçememiş ve başta Ö. R. Doğrul olmak üzere bu anlayışı savunan dergi çevresi, ortaya güzel bir sosyal örneklik koyamamışlardır.

Derginin siyasi olaylara yaklaşımında ise, mevcut rejimle ve hükümetlerle çatışmamaya özen gösteren bir tavır görülüyor. Doğrudan CHP hükümetini değil, bazı millet vekillerini "müfteri" nitelemesi altında eleştirirken, zaman zaman Din Dersi ihtiyacını kabul etmesi, Milli Eğitim Bakanlığı'nın yayınladığı "Müslüman Çocuğun Kitabı" gibi icraatlerı dolayısıyla da hükümet takdir ediliyordu.

Selamet'in yeni, uğurlu ve göz kamaştırıcı bir doğuşun müjdecisi olarak takdim ettiği MEB'nın neşretmiş olduğu "Müslüman Çocuğun Kitabı"nı ise, 1948'de yayınlanan ilk sayısında 'Sebilürreşad' dergisi, mistisizm yapıldığı, tarikat itikadlarının ilave edildiği, fıkhi hataların bulunduğu vb. gerekçeleriyle eleştiriyordu. Bu iki dergi arasında, özellikle Sebilürreşad'ta Raif Oğan'ın tırmandırdığı eleştirilerle sürekli bir tartışma ve örtülü bir rekabet havası yaşandı. Eşref Edip Sebilürreşad'ın sahibi, başyazarı ve Mehmet Akif'in yakın arkadaşıydı. Ö. R. Doğrul ise M. Akif'in damadıydı. Her ikisi de Cumhuriyet rejiminin kapattığı ilk Sebilürreşad'ın ve Mehmet Akif'in fikri mirasını devam ettirmeye gayret ediyorlardı ama her iki derginin de bu konuda çok başarılı olduğu herhalde ifade edilemezdi.

Selamet dergisinde yer yer mezheplerarası ihtilafı yok ederek milli birliği sağladığı gerekçesiyle Türk inkılabı olumlanabiliyordu. Öte yandan Ö. R. Doğrul 35. sayıda İslam ümmetinin birliğini savunurken, değişik sayılarda da İslam aleminin davaları olarak değinilen Pakistan, Endonezya, Filistin, Cezayir, Keşmir, Bosna vb. müslümanların sorunlarıyla ilgili yazılara yer veriyordu.

Selamet'in yayınlarından tamamen içine kapanmış müslüman kitleleri canlandırmak açısından az da olsa müsbet bir rol oynaması beklenebilirdi. Ama fikri ve siyasi tesbitlerindeki yeterince netleşmemişlikle de herhalde okuyucularını sağlıklı, tutarlı ve sahih bir İslam anlayışına ulaştırmaya yetmezdi.

Devamı gelecek sayıda