Çok Okunan Kitapları Kim Okur?

Yıldız Ramazanoğlu

Bir kitap 44. baskısını yaptığında ve hiç ummadığınız sayıda genç insan kitabı okuyunca hayata bakışlarının değiştiğini söylediklerinde çok okunan kitaplara ne kadar kuşkuyla bakarsanız bakın durumu anlamak için artık o kitabı okumanın kaçınılmaz olduğunu fark edersiniz. "Simyacı" gençleri böyle alıp götüren bir kitap oldu.

Kitap okuru en can alıcı yerinden yakalıyor, kadere sahip çıkmayı öneriyor. Kültürlerüstü. dinlerüstü olmak, hiçbir öğretiyle koşullanmamak, kendi kendine kılavuzluk etmek, bir yerde yazgıyı değiştirme gücünü keşfetmek. Hayatın başlangıcındaki genç okurlar için ruhu dalgalandıran, yürekleri yerinden hoplatan bir çağrı bu. Göç yolda düzülecek, hayata rutinleşmeden dolu dolu yaşanacaktır. Hiçbir din aşağılanmazken satır artılarında bağlılık reddedilir. İlkelerin, aidiyetlerin ondan esirgediğini cömertçe sunacak olan evvel ben ahir ben. pervasızlığı.

Bu yaklaşımlar fazlasıyla Amin Maalou'un "Afrikalı Leo"sunda da var. Kuzey Afrika'da müslüman olarak başlayan yaşam serüvenimiz Fransa'da ya da Endülüs'te hristiyan olarak sona erebilir. Hiçbir dinin "İyi insan olun" muğlak önermesinden başka söylediği bir şey yoktur. Bu da görece bir şeydir. İyi insan olmanın gereği hep havada asılı kalır bu kitaplarda. Tabii ki okurun vizyonu dinlerarasında dolaşırken genişler gibi olur ama neticede sadakat ortadan kalkmış ve insanın kadim arzusu, kaderi baştanbaşa kurma isteği ön plana çıkmıştır. O arlık kendi menkıbesini üretmek İçin yola çıkacak payına düşen acı ya da mutluluğun tek müsebbibi olacaktır. Bir kez yola çıkıldı mı göç yokla düzülmeye başlanır, hikayenizi aramaya başladığınızda artık tüm dinler tüm ülkeler, bağlılıklar hem sizindir hem de hiç gözünüzü kırpmadan geride bırakabilirsiniz onları.

Çok okunanların ortak özelliğinin temci izine Maalouf'un Liz Behmoaras'a verdiği bir mülakatta rastlayabilirsiniz*. Lübnanlı yazar diyor ki: "Lübnan'ın Roma Grek Arap Osmanlı dönemlerinin hepsine sahip çıkıyorum, bütün bunların toplamı ve karışımıyım... verdiğim politik mesaj köken ve aidiyetlere sımsıkı sarılmayı reddeder... güncel politik olaylara değinmek istemiyorum". Durduğunuz hiçbir yer olmayınca hiçbir yerin sorumluluğunu taşımazsınız. Bu bir tavır. Dünyanın her köşesindeki sayısız korkak ruhu doğrulamaya çalışan bu çekici tavır kimi aydınlar için sefil bir durum.

Batıdan tüm dünyaya ulaşan saldırganlığa yazarak konuşarak karşı duran Baudrillard, Susan Sonntag'ın davranışına övgüler yağdırıyor. Sonntag Amerika'ya ait ve hristiyan. Deneme ve tiyatro yazan eleştirmen. Savaşın ortasında Saraybosna'ya geliyor. Saraybosnalıların yaşadığını, Avrupalıların ise ölü olduğunu söylüyor, elektrik olmayan karanlık şehirde mum ışıkları altında "Godot'yu beklerken'i sergiliyor arkadaşlarıyla. İşte Baudrillard'ı hayran bırakan bu. Bir aidiyetiniz olursa başka aidiyetlere saygı duyabilirsiniz.

Simyacı'yı okuyup kişisel menkıbesi için kanatlanan biri, üzerine Susan Tamaro'nun 'Yüreğinin Götürdüğü Yere Git" adlı çok okunan kitabını (!) okuyunca neler oluyor. Burada hiç alışık olmadığımız bir anneanneyle karşılaşıyoruz. Ona göre kendini gerçekleştirmenin biricik yolu gönlünün ucunu bırakmak. Nazik ve iyi bir adam olduğu itiraf edilen kocaya yasak bir erkekten çocuk doğurmak, nazik kocanın hiçbir şeyden habersiz, çocuğu sevgiyle büyütmesini sağlayarak kendi varoluşunu yakalamak. Aklandığı sanılan koca ölüm döşeğinde donuk ve acı dolu bir bakışla "İllaria'nın elleri aileden hiç kimseye benzemiyor" diyerek onyedi yıl içinde sakladığı sırrı açığa vuruyor ve o da ona doğru yaptığını söylüyor.

Bir karar arafesinde diyor torununa (ve tüm okuyuculara) sessizce dur ve yüreğinin sesini dinle. Seninle konuştuğu zaman kalk ve yüreğinin götürdüğü yere git.

Tabi bu anneanne bizim anneannelerimizden çok farklı. Bizimkiler birer muamma gibidirler, asla bilemeyiz içlerinde hangi fırtınalar esmiştir, çünkü bize hep yatışmış yüzlerini gösterirler. Yürek sesine hangi nefs ve şeytan seslerinin karıştığını bilirler ve sesleri birbirinden ayırma yetenekleri son derece gelişmiştir. Torunlarına yaratıcının her an nazar ettiği bir rehberi önermişlerdir ki o tezkiye edilmiş bir kalpdir.

Çok okunan kitapların üçüncüsü "adı aylin" de ise artık 'kafana göre takıl" öğretisinin tam tekamül etmiş bir pratiğiyle karşı karşıyayız. Ayşe Kulin bize gerçek bir öyküyü anlatıyor.

Türk ve müslüman olan Aylin'in ruh ve bedenî inanılmaz öyküyü yaşayabilsin diye sanki altüst olmuş, izleyeceği yol uygun düşecek bir terkiple yeniden oluşmuştur. Kadınları hayata dominant olarak kalması yönünde kamçılayıcı, dinamik bir öykü olarak görülebilir kitap. Kendi hayatını yönlendirmede, azim ve iradesini harekete geçirmede tutuk davranan kadınlar ve erkekler için olumlu örneklerle dolu olduğu inkar edilemez. Fakat kitabın bunun için kozmopolit olunması gerektiği mesajını vermesi bir olumsuzluk. İnsanı kendi gücünü sınırlarına kadar yoklama fırsatı vermesine karşın birçok evlilik zor bir kariyer, her evlilikte kolayca din değiştirme okurun kafasını altüst ediyor. Neticede hiçbir din onun yaşantısında en küçük bir değişikliği yol açmıyor. Çünkü dinler soyut, pratiği olmayan, bir yaptırımlarının olmaması hususunda benzeşen öğretiler Aylin'in hayalında.

Örnekleri çoğaltılabilecek olan bu ve benzeri kitapların ortak tutkusu mistik duyguları harekete geçirmek, bütün dinlere vurgular yapmak, tercih yapmamak, çok kültürlü bir frekans ve dolayısıyla çok kültürlü bir okur profili yakalamak. Globalleşen dünyanın global edebiyatçılarının tüm dünyayı yakalamak isteyen yeni çizgileri bu. Dünya yakalanmaya çalışılırken insanların gelenekleriyle, doğrularıyla, inançlarıyla bağları gevşetilecek, geniş bir vizyon önerilecek. Yabancılaşmış insanlardan yeni bir dünya insanı üretilecek.

Çok satan kitapların bir kısmının tecrübeli insanlar tarafından kuşkuyla karşılanması söz konusu. Mina Urgan'ın. "Bir Dinazorun Anıları" kitabı birçok baskı yapınca yazar bakın ne diyor: "Bu kitabın bestseller olması bende kendi kişiliğim hakkında çok açık kuşkular uyandırdı. Kendi kendime, farkında değilim ama, bende gizli bir bayağılık var ki bestseller oldum diyorum, arkadaşlarım üzülme bir bayağılık yok sende diye teselli ettiler"**.

Çok okunan kitap yazmanın ustalarından Orhan Pamuk bunun sırrını şöyle açıklıyor: Önyargıları ve okuyucunun beklentilerini bir adım önden gidip tesbit ederek bunları mevcut dingillerinden, umulan akıntılardan dışarıya, başka akıntılara sürüklemek, böylece onu şaşırtmak, zihinsel kalıpları ve yapılan önce benimseyip sonra kırmak gibi yöntemler bence okuyucunun müthiş ilgisini çeker.***

Bir de bu kitaplarda öteki insanlar kayıp gitmekte tüm varlıklar siz menkıbenizi rahatça oluşturabilesiniz diye dekor oluşturmaktadır. Size umut bağlayan insanlar sadece bir fondur ve sizin kendinizi gerçekleştirmeniz için hayatınıza girer ve çıkarlar. Ya da sadece sizi kutsayıp baş eğecek mevzilerden dahil olabilirler hayatınıza. Batılı kültürün mensupları için tercihlerinin bir teyidi olsa da (biz)e ne oluyor da kitap rehber mesabesine yükseliyor. İnternette Türk okurlarla yaptığı söyleşide "burada bu kadar okunmak beni şaşırttı" diyor Coelho.

Anlamaya çalışmalı.

Hep ataerkil örüntülerin anonimliği içinde varolmuş, "ben" olarak yaşam sahnesinde şöyle bir gönlünce yer almamış kuşakları düşünün. Onların yeni zamanlardaki çocuklarının birey olma uğraşı var yıllardır. Onlar için kitap hoş bir deneyim. Diğergamlığın uç noktalarını yakalamaya koşullandırılmış, hayal ufkuna "her şeye ve herkese rağmen önce ben" seçeneğini hiç koymamış insanlar için farklı bir yaklaşım.

Sonuçta birey ve cemaat arasında sıkışan önceliklerin daha iyi ayırdına varmak, aklın ve kalbin mutmain olacağı tercihleri üretmek, hayatı kurgularken ifrat ve tefriti aşıp sürdürebilir makul bir çizgi üzerinden gitmek isteğimizde farklı deneyimleri ele geçirmenin bir zararı olmaz.

Çok fazla boş zamanınız varsa çok satan kitapları da okumak neden olmasın!

Dipnotlar

*- Liz Behmoaras- Yüzyıl Sonu Tanıklıkları, Sel Yay, 98

**- Virgül, Eylül 98

***- Liz Behmoaras age.