"Sesime ses ver
Dayanışmayı kavrayan insan!
Bu dağı beraber kaldıralım."
Bomba sesleri arasında, yıkık bir odada gözlerini hayata açmıştı. Doğduğunda annesi ninni söyleyememişti ona, ilk ağlama sesleri, tankların palet sesleri arasında kaybolup gitmişti.
Sonra, hep bomba sesleriyle irkildi. Ve evlerinin üzerine uçaktan düşen bombayla annesini kaybeden binlerce Filistinli çocuktan biriydi.
Annesini kaybettiğinde, babasının yüreğine doğru sızan gözyaşlarını hatırlıyordu sadece ve bir de gökyüzünü kaplayan kara bulutları…
***
Sapan yapmayı annesi öğretmişti ona. Biliyordu bir çocuk bir taş, bin çocuk bin taş ederdi. Ve atılan her taş Filistin demekti.
Bilmiyordu çocukluk nasıl bir şeydi. Nasıl bir şeydi oyun oynamak, okula gitmek, şeker almak. Nasıl bir şeydi annesinin sımsıcak göğsüne yaslanarak en derin uykulara dalmak.
***
Artık annesizdi.
Annesizliğin, zulmün ve havadan bomba atan uçakların düşmanıydı çocuk…
"Uğuldayan bu rüzgar
Bu delice yağan kar
Ürkütmesin seni
Direnmektir artık
Bekleyişin öbür adı"
Dokuz yaşındaydı. Dokuz yaşında yetişkin bir çocuktu ve kirli çağa inat deliciydi bakışları.
Yetişkin bir çocuktu.
Ve her sabah kurşun gibiydi, savaşa uyanan gözleriyle.
Kudüs'ü omuzlarına yükleyip gidiyordu çocuk. Koşar adımlarıyla gidiyordu kavgaya.
Gidiyordu çocuklara kurşun atanları taş yağmuruna tutmaya.
***
Taş atmayı, tankların altında can veren babası öğretmişti ona. Babası can verdiğinde, Ramallah'ta, Nablus'ta, Beytullahim'de, Gazze'de yetim kalan binlerce Filistinli çocuktan biriydi sadece…
Artık babasızdı.
Babasızlığın, zulmün, ve tankların düşmanıydı gözlerine kara sürülmüş çocuk.
"Yok oluyoruz
Ama ölmüyoruz
İmkansız olandır ölen"
Sabahtı,
Bir Filistin vardı, bir Filistin yine var oldu.
Ve altı yaşındaydı.
Güneşin düşmanları, Halid Velvil'i camdan bakarken boynundan vurdu. Yığıldı Halid…
Bir ölüm marşıydı sanki dudaklarından dökülen…
Bir ölüm marşıydı…
Ey Kudüs
Ey kentlerin acısı
Bir taş at
Bir taş daha at
Bu sefer Halid için…
"İnadına yaşayacağız
Ve siz
Çıldıracaksınız bayım"
Akşam oldu…
Sessizdi Kudüs, ve çocuk uyuyamıyordu, çünkü
Yastığı taş, yorganı taş ve silahı taştandı.
Ama umutları,
Umutları pamuktan ve bütün sabahları
beyazdandı
Ve bütün sabahlar alnından öpüyordu gözlerine kara sürülmüş çocuğun…
****
Son söz
ve Filistin;
Filistin'de direniyor, korkuyor, ağlıyor, umut ediyor ve hep vuruluyor çocuklar. Bu kentte savaş çocuklara açılmış sanki. Kaç çocuk gözlerinden, kaç çocuk yüreğinden vurulmuş…
Uykusuz Filistinli çocuklar. Uykusuz ve rüyasız…
Çünkü bombalar çocukların rüyasını bölüyor…
Ve diğer kentlerde, oyunlar oynayan, şarkılar söyleyen, uçurtmalarını göklerin derinliklerine kadar uçuran çocuklar var…
Ve diğer kentlerde evlerinde televizyondan savaşı izleyen çocuklar da var. Bu çocuklar, akranları için, ellerinde "Savaş olmasın, çocuklar ölmesin!" dövizleri taşıyor, savaşın bütün çığırtkanlığını haykırıyorlardı.
Evrensel bir duyarlılık değil miydi çocuk?
Yaşamdan, yaşadıklarından ve yaşanılanlardan kopuk düşünebilir miydi hayatı… Sessiz, tepkisiz kalabilir miydi "düşlerine kurşun sıkılan" çocuklara yapılanlara…
Ve sonra
Yazıyordu psikologlar, psikiyatrisler…
"Çocukları kullanıyorlar,
çocukları eylemlere götürerek
kin ve nefret aşılıyorlar…"
Hangi dünyada yaşıyoruz?
Hangi dünyada…
Bırakın artık erdemli, onurlu tavır sergileyenleri eleştirmeyi.
Eğer yazacaksanız, eğer irdeleyecekseniz; binlerce çocuğun ölümünü, ölüm nedenlerini ve yine bu çocukları katleden canilerin ruhlarını inceleyin.
Bırakın çocuklarla uğraşmayı
Ve biraz reel olun.
Lakin,
"Onlar kör, sağır ve dilsizdirler… ve doğru yola da dönmezler…"