Soruşturma: Okullar Ne Zaman Sivilleşecek?
1- Resmi dogmalarla, andlarla, marşlarla adeta kışla eğitimini andıran sevimsiz, sevgisiz ve köhnemiş okul sisteminde acilen yapılması gereken değişiklikler neler olmalıdır?
2- Liselerde zorunlu ders müfredatına dahil olan ve kışla mantığının somut tezahürlerinden birini oluşturan Milli Güvenlik Dersleri'nin şimdiye kadar ifa ettiği misyonla meydana getirdiği tahribatın telafisi için yapılması gereken değişiklikler nelerdir?
I - Tamda bu günlerde Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, "Eğitimde Reform" diye nitelenen ve altı okulda pilot uygulaması yapılacak olan yeni müfredatı açıkladı. Bu müfredatta eğitimde ezberciliğin kalkması hususunda yeni projeler olduğu Bakan Çelik tarafından ifade ediliyor. Ancak ders müfredatında değişiklikler yapılması planlanmasına rağmen okul "disiplin ve düzeni" açısından ele alınan, elzem kabul edilip, olmazsa olmaz sayılan uygulamalar hakkında henüz bir açıklama yok.
Bizde eğitim alanında handikaplar silsilesinin başını aileden kopuk, ebeveynleri tamamen dışta tutan bir uygulama çekiyor. Daha ilköğretime kaydını yaptırdığınız andan itibaren çocuk asla size danışılmayan, fikir teatisi yapılmayan, hoşunuza gitse de gitmese de müdahil olamadığınız bir uygulamaya tabi tutuluyor.
Hatta öyle programlar, uygulamalar oluyor ki, öğretmen çocuğu eğitmek adına sistemi de ardına alarak; doğuştan gelen ve ulusal ve uluslar arası sözleşmelerinde desteklediği, kendisinden sorumlu olduğunuz çocuğunuza, ailesinin dünya görüşü, kültürel değerleri, prensipleri yok saydırılacak şekilde hatta dayatma ile üzerinde tasarruf sahibi oluyor, kendi dünya görüşünü tek doğru gibi kabul ettirebiliyor. Ailenin itiraz hakkı bile olamıyor. Olsa bile bu idareye karşı restleşme kabul edilip, acısı çocuktan çıkartılıyor.
Antlar ve marşlara gelince; her sabah, "Türk'üm, doğruyum, çalışkanım, ilkem..."Diye devam eden ve hançereleri yırttırılarak çocuklara ezberden söylettirilen bu uygulamanın tek nedeni çocuklara "doğruluğun, çalışkanlığın, küçükleri sevme, büyükleri sayma öğretisine yönelik gayret değil sadece. Zaten hayata dair ilklerin de bu denli sınırlı olmadığı bir gerçek. Asıl gerçek ise bireyin "ağaç yaş iken eğilir" mantığı ile daha altı, yedi yaşından itibaren tavizsiz, kesintisiz bir itaate alıştırılması. Sorgulamayan, itiraz etmeyen, devletin sopasına daha "yaş" iken talimlenen, tecrübe ve alışkanlık edinen bir vatandaş olması.
Bakan Çelik'in, son müfredat programı açıklamasında sözünü ettiği "Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller" yetiştirmek için zaruri gördükleri "Değişim ilkeleri, Cumhuriyet'in demokratik, laik, sosyal hukuk devleti vasfını ana çerçeve olarak kabul eden, bilimin yol göstericiliğini öne çıkaran, dünyadaki gelişmeleri dikkate alan, AB vizyonunu ölçüt alan katılımcı bir değişim." Bahsi geçen değişimin içinde kalıplara konulmuş, seksen küsur yıldır hiçbir değişikliğe uğramamış ritüellerin sözü edilmiyor. Yeni müfredatta Türk bayrağı ve İstiklal Marşı da uygulama yoluyla anlatılacakmış. Örneğin: Öğrenciler kırmızı fon kâğıdı üzerine ellerini koyarak, kalıbını çıkarıp kesecek, el kalıplarının bayrağa uygun ebatlarda hazırlanan kartona yapıştırılmasıyla oluşturulan kırmızı zemin üzerine beyaz ay ve yıldız yapıştıracakmış.
Öğrencilere sevdikleri bir şarkı olup olmadığı ve neden sevdikleri sorulacak "Herkesin hayatında kendisi için önemli bir şarkı olduğu gibi, toplumlar için de onları ve yaşadıkları olayları anlatan, önemli bir şarkı vardır. Bu şarkıya milli marş adı verilir" denilecekmiş. Milli marşımızın İstiklal Marşı olduğu söylenecekmiş.
Günümüz çocuklarının ve gençlerinin şarkı zevki ve anlayışından yola çıkmak nasıl bir sağlıklı izah tarzı olur ayrı bir mesele olmakla beraber, yıllar yılı çocuklara ödev olarak ezberlettirilen istiklal marşının on kıtası içerisindeki çocukların her geçen gün daha da yabancılaştırıldıkları kelimeleri izah etmek şöyle dursun, hafta da iki gün, yıl(lar) boyu hazır kıta söyleye geldikleri iki kıtanın bile ne ifade ettiğini bilmeden sorumluluklarını yerine getirerek dağılmaktan ibaret gördükleri İstiklal Marşı'nın anlamının öğretileceği de ifade ediliyor.
Ancak "İstiklal Marşı" ve "Andımız"ı okuma törenlerinin askeri bir disiplin içinde, bir tek fire vermemek için bahçe kapılarını kilitleyip, dakikalar boyu süren tören hazırlığı için bir yığın azarlama, nizam verme işlemi velilerin bahçe dışından müdahil olamadan yığın halinde tören sonrası kargaşadan çocuğuna nasıl erişebileceği kaygısı içinde sürdürülüp giderken bu düzenin nasıl daha özgür, baskıdan uzak bir hale getirileceğinden söz edilmiyor.
Milli Eğim Bakanı Çelik, "çocukların mevcut sistemi hak etmediği"ni belirttiği uygulamaların başında aslında bu törenler yer alıyor.
Tüm resmi kutlama ve törenlerde karşılaştığımız manzaralardan yola çıkarak; ne için orada olduğunun aslında pek de farkında olmayan, soğuğa, yağmura rağmen saatler boyu bekletilen öğrenciler, kendilerine reva görülen bu uygulamayı da hak etmiyorlar. Çocuklara sevdirmek yerine bıktırdıklarını söylemek çok da acımasız bir eleştiri olmasa gerek.
Her ne kadar bu günlerde ezberciliğin değiştirileceğinden bahsedilse de çocuklar hayata pek çok vazifesi ezberlettirilmiş olarak başlamakta.
Çocuklar, ezberciliğe okula adımını attığı ilk gün daha sınıfına girmeden okul bahçesinde "Andımız" veyahut "İstiklal Marşı" ile başlıyorlar. Ne ifade ettiğini anlamadıkları sözleri önce diğer öğrencilerden dinliyor. Dinleye ve tekrarlaya tekrarlaya ezberliyor ama hangi kelimenin ne ifade ettiğini asla merak etmiyor. Tören esnasında öğretmenlerin karşılaştıkları en büyük sorun çocukları susturup tören havasına sokabilmek oluyor. Çocuk- öğretmen arasında geçen kıran kırana mücadelede artık bant yayınla hoparlörden verilen baskın bir okuma ile şimdilik galibiyeti okul idaresi elde etmiş gözüyor.
Bu törenler esnasında çocukları ve velileri en çok muzdarip eden durum ise hiç kişisel şartlarınıza bakılmaksızın soğukta ya da sıcakta dakikalar boyu bekletilmek oluyor.
"Ezberciliğe son" söyleminin neredeyse sloganlaştığı bir dönemde yetkililerin hatırlaması gereken ilk elden, çocuğun daha ne ifade ettiğini anlamadığı törenleri ve benzeri uygulamaları gözden geçirmeleri.
Bu arada başta da dediğim gibi daha yedi yaşındaki çocuk, "hazır ol" "rahat" komutları eşliğinde bir yığın azardan da nasibini alarak bu törene iştirak ediyor. Çocukların öğretmenlerine maalesef itiraf edemedikleri bir gerçek var ki o da bant kayıtla gerçekleştirilen "İstiklal Marşı"nın söylenişine iştirak etmedikleri. Hatta dinlemedikleri. Zaten bahsini ettiğim paylama seansları da çocuğun törene konsantresini sağlamaktan çok kopmasına neden oluyor.
Hatırlıyorum da çocukluğumuzda, sözüm ona beden eğitimi dersi yapılır ama 10-11 yaşındaki çocuklar öğretmen tarafından hazır kıta durdurulur ve "Sağa dön! Sola dön!" komutu eşliğinde başı döndürülürdü. Sağa sola dönerken şaşıran çocuğun tokat yemesi ise an meselesiydi ve şaşırdığı anda eğitim alanına çıkmış erin, eğitim subayından yediği tokata eş bir tokat suratında şaklardı. Beden eğitimi bu askeri disiplin içindeki eğitimden dolayı çileye dönerdi.
Tabii bu uygulamanın milli güvenlik eğitimi yönetmeliğine göre: "İlkokullarda, öğrencilere öğretmenleri tarafından askerliğe özendirici, askeri oyunlar, yürüyüşler şeklinde uygulanması gereği"ni çok sonra öğrenecektik.
Sivilleşmenin bir adımı olarak ilk elden belki belli ölçü ve kuralları konularak tek tip giyimin dışına çıkılıp, çocukların kendileri gibi olmaları sağlanarak işe başlanabilir. Müdüründen, öğretmenine askeri bir hiyerarşi içinde süregiden ilişki ağı daha ılımlı hale getirilerek ilk elden öğretmenler ve idare arasındaki "ast, üst" ilişkisi gözden geçirilerek çocuklara örneklik teşkil edecek diyalogun gerçekleşmesi sağlanabilir.
Öğretmenlerin disiplin anlayışı içinde yer alan dayak, sıra dayağı gibi olayların gerçekleşmemesi, çocukların katılımının sağlanması, onların aile yapıları da gözetilerek ayırımcılığa varan rencide edici ifadelere yer verilmemesi de elzem konular arasında yer almakta. Her türlü etkinliğin gerçekleştirildiği, konserlerin verildiği, hatta kimi gösterilerde çocukların ponpon kız yada dansöz kılığına sokulup oynatıldığı okullarda idareciler maalesef insan hakları seminerlerine bir türlü sıcak bakmamakta, teklif edildiğinde ise nasıl oluyorsa, evrensel normları olan, devletinde altına imzasını attığı "insan hakları" sözleşmelerinin teorisi ve pratiği konusunda bilinçlendirme çalışmalarının altında ideolojik bir plan aranmakta ve uzak durulmakta.
Eğitime çocuklardan önce onları eğitip-öğretmekle mükellef öğretmenlerin, bir dizi pedagojik eğitimden geçmesi gerekmekte. Müfredatı uygulama, üniteyi zamanında tamamlama anlayışı yerine, karşısındaki muhatabını her şeyden önce bir kişilik yerine koyarak haklarına, duygularına değer yargılarına, psikolojik durumuna, kapasitesine göre eğitilmesi ve belirttiğim gibi katılımını sağlayarak öz güveni kazanacak şekilde eğitim öğretim kavram ve bilincine eriştirilmesi gerekmektedir.
II - Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen LGS sınavlarında sınava katılan öğrencilerin 634.787'sinden 64.598'inin "sıfır çektiği" açıklandı. Yine tam da bu satırların kaleme alındığı günlerde, Genelkurmay Başkanlığı'nın, halkın göreceği yerlere asılması için afiş hazırlatmış olduğu haberlerini ve afişin muhtevasını basından izledik.
Koskoca yetişkin insanların hem de milletçe giyim kuşamı Genelkurmay tarafından tanzim edilmeye kalkışılan bir ülkede eğitim müfredatının içerisine yine Genelkurmay'ca dahil edilen, Milli Eğitim Müfettişlerinin denetleyemediği "Mili Güvenlik" dersini yadırgamalı mıyız bilemiyorum.
Söz konusu afişte, biri "Cumhuriyet sistemi" diğeri "Şeriat" olarak belirtilen iki ayrı anlayış fotoğraflarla gösteriliyor. "Cumhuriyet, Şeriat" başlığı altında bir tarafta "çağdaş kadın" fotoğrafı, diğer tarafta "çarşaflı kadınlar"... Bir tarafta, masa başında bilgisayarla eğitim gören çocuklar, diğerinde yerde oturan ve medrese eğitimi alan çocuklar resmediliyor. Bir işyerinde bilgisayar başında çalışan kadın ile diğerinde kucağında çocuk olan burkalı bir kadın gösteriliyor ve "Dünyaya böyle mi bakmak, yoksa böyle mi?", "Çocuklarınızı böyle mi eğitmek, yoksa böyle mi?", "Kadının sosyal yaşamdaki yeri böyle mi olmalı, yoksa böyle mi?" soruları yer alıyor.
Halen ana sınıflar olmak üzere ilk öğretim okullarında çocuklara iki prototip çiziliyor ve çağdaş olan ve olmayan kadın gösteriliyor ve ne gariptir ki aslında çağdaş olmayan tip olarak gösterilen anne modeli çocukların çoğunluğunun ya annesine, ya halasına, ya teyzesine benziyor. Ana sınıf öğrencilerinden başlamak üzere gerçekleştirilen ve propagandası yapılan "model" dayatması, öğretmenlerince çocuklara öğretilirken öte yandan ana sınıfı öğrencileri ile birlikte halen o kapasitede oldukları düşünülüyor olmalı ki, kendi seçme, tercih etme, kavrama yeteneği olmadığı kabul edilen halka Genelkurmayca öğretiliyor.
Bu devlet kurulalı beri asker vesayeti altında kabul edilmiş, ettirilmiştir. Bu anlayışın sahipleri muhtıra, darbe zincirlemesi ile nizam vermeyi gelenek haline getirmiştir. Bu hedefteki kararlılık da çeşitli vesileler ile sıkça dile getirilip, "unutma" ihtimaline karşı "hatırlatma" milli bir vecibe alarak görülmüştür. Halen, askerin tehlike addettiği durumlarda halkın seçimle iktidara getirdiği hükümetlere ders vermek, vazife telakkileri arasındadır.
Dolaysıyla da bu nizam verme işini hiç şansa bırakmayarak toplumun temellendirilmesinde aileden sonra, ama aileye rağmen, eğitim-öğretim alanında bunu ders olarak verip çeşitli vesilelerle "uygulama" yoluna da gidilmektedir.
"Her Türk'ün asker doğduğu" "Orduya sadakatin şeref olduğu" beyanlarının kışla duvarlarının halka bakan yüzünde dillendirildiği bir sistemde, karşıt kabul edilen her farklı sese ise "ya sev ya terk et" denilerek itiraza mahal bırakılmamıştır.
Milli Güvenlik dersinin verilip verilmemesinin nedenleri arasında belki en öncelikli sıralamayı bu işin pedagojik yönden ele alınıp alınmadığı tartışılmalıdır.
Milli Eğitim'in müfredatına Genelkurmay'ca dahil edilen üniformalı askerin çocuklara ders vermesinin ne denli doğru olduğu, askerlik eğitiminin zaten "zorunlu vazife" olduğu bir ülkede, daha çocuk yaşta gerektiğinde görsel malzeme ve tatbikatla öğretilmesinin gerekliliği ve dersi veren hocanın çocuk eğitiminden anlayıp anlamadığı boyutunun yeniden ele alınması gerekiyor.
Milli Güvenlik dersinin, seçmeli ders olarak verilmesi bu vesileyle de çocuklarının bu dersi almasını arzu eden ailelerden muvafakatname alınarak verilmesi, bu derse girmek istemeyen özellikle de kız öğrencilerin dersten muaf olmasının sağlanması, çözüme dair atılacak adımlar arasında diye düşünüyorum.