Günlerdir Afganistan'a bomba yağıyor. Önce Rus istilası, ardından da iç savaş yüzünden yıllarca ateş altında kalan biçare Afgan halkı şimdi de Amerikan bombaları altında can vermekte. Amerikalılara ve onlardan gelen her şeye adeta vahy gibi İman etmiş yerli sözcülerine bakılırsa bombardıman münhasıran askeri tesisleri ve terör kamplarını hedefliyor. Bunlara göre, zaten Amerikan akıllı bombalarının biricik hedefi var; o da Afgan halkını içinde bulunduğu çağdışı ortamdan kurtarıp, özgürlüğüne kavuşturmak!
Afganistan'dan gelen görüntüler ise çok başka şeyler söylemekte. Bombalanan köyler, camiler, hastaneler, mülteci konvoyları ve buralarda can veren, yaralanan, sakat kalan insan manzaraları insanım diyen herkesin yüreğini burkacak nitelikte. Amerikan saldırıları çoktan açık bir katliam boyutlarına dönüştü bile. Her geçen gün dehşet tırmanmakta, masum ve savunmasız insanların ödediği fatura kabarmakta. Ama yanlışlıkla, ama hedefleyerek, ne fark eder ki? Yıkıntılar içinden çıkartılmaya çalışılan parçalanmış bir bebek cesedinin, ya da bir hastane odasında kanlı sargılar içinde acıyla kıvranan çocukların feryatlarının yanında söz, açıklama, tahlil ya da inkar ne anlam ifade eder ki?
Ha, tüm bu vahşeti, yaşanan insanlık dramını "savaşta böyle şeyler olur", "bunlar savaşın istenmeyen ama kaçınılmaz sonuçları" diye mi değerlendiriyorsunuz, o zaman dürüst olun ve terör edebiyatını bir kenara bırakın! Çünkü eğer terör ve terörist tanımlaması yapılacaksa tüm bu icraatınızla bu kavramlar en çok size yakışmakta, en açık olarak sizi tanımlamakta.
Bizatihi Bir Terör Aracı Olarak Kullanılan Terör Kavramı
ABD "teröre karşı savaş" sürdürdüğü iddiasında. Burada yoğun bir propaganda mekanizması devreye giriyor ve müthiş bir zihin bulandırmayla bazı kavramlar seçilip istenildiği biçimde kullanılıyor. Terör kavramı emperyalistlerin, egemenlerin kullanmaya bayıldıkları kavramlardan biri. Kendilerine, taraftarlarına ve çıkarlarına yönelik her türlü şiddet eyleminin onların literatüründe tek bir adı var: terör. Doğal olarak failler de terörist sıfatıyla yaftalanıyorlar. Eylemler, failler, amaçlar ya da eyleme sevk eden gerekçeler arasında herhangi bir ayrım gözetmeksizin sadece kendilerine ve yandaşlarına yönelmiş olma ortak paydasında yer alan her eylemi terör olarak adlandırmak elbette bilinçli, hedefli ve de saldırgan bir politika. Bu şekilde birileri her zaman masum/mağdur ve tepkisinde hep haklı kılınırken; karşı cenahta yer alanlar ise hep vahşeti, akıl dışılığı ve tasfiye edilmesi gerekeni temsil konumuna oturtuluyor,
Bu mantık bir yandan dünya egemenlerince tesis edilen İşgal ve sömürü düzenini adeta kutsarken, diğer taraftan ise buna karşı çıkışları terörle yaftalayıp, bastırmaya, yok etmeye yönelik çabaları meşrulaştırmakta. ABD ve yandaşlarının literatüründe zulme, işgale, sömürüye karşı direnişin tek bir adı var; terör. Ama Irak'ta her yıl binlerce insanın ölümüne, sakat kalmasına yol açan ambargo uygulaması ise "hukuki yaptırım" oluyor. 1996 yılında kendisiyle yapılan bir röportajda 500.000'den fazla Iraklı çocuğun ölümüne yol açan bu ambargo vahşeti hakkında ne düşündüğü sorusuna karşılık olarak, bunun "gerekli bir bedel" olduğunu söyleyen ABD eski Dışişleri Bakanı Madeline Albright asla terörist sayılmıyor (Rohini Hensman, "Küresel Teröre Karşı Tek Seçenek", Z Net). Aynı şekilde, yurtlarının işgal edilmesi yetmezmiş gibi bir de Filistinlilerin yaşadıkları topraklardan topluca tehcire zorlanması için mücadele eden İsrail'in müstafi Turizm Bakanı Revaham Zeevi de terörist sayılmıyor. Ama işgale karşı direnen Fethi Şikakiler, Yahya Ayyaşlar, Ebu Ali Mustafalar hep terörist!
Kesin olan şu ki, egemenler için terör, benzeri her vakıa için geçerli olması gereken bir tanımdan ziyade failler ve muhataplarının kimler olduğuna bakılarak kullanılan bir kavram, daha doğrusu işlevsel bir suçlama, yargılama ve mahkum etme aracı. Terörizm konusu hakkında en az yirmi Amerikan resmi dokümanını incelediğini fakat hiçbirinde terör tanımının yapılmadığını söyleyen İkbal Ahmad'ın gözlemi bu politikayı ortaya koyan bir örnek. Ahmad bu çarpıcı durumu "çelişmek istemiyorsanız, tabi ki tanımlamaktan kaçınırsınız!" diye yorumluyor (aktaran: R. Hensman, agm.).
Terörün İki Temel Unsuru ve ABD'nin Afganistan Operasyonu
Halbuki terörün genel kabul gören bir tanımı var. Genel geçer, herkesin üzerinde kesin mutabakatı sağlanmış bir tanım olmasa da yaygın kabule göre terör politik amaçlar doğrultusunda masum ve savunmasız sivillere yönelik şiddet eylemleri şeklinde tanımlanmakta. Müttefiki İngilizlerle birlikte Amerikan ordusunun Afganistan'da gerçekleştirdiği hava saldırılarıyla birebir örtüşen bir tanım bu. ABD ve destekçilerinin Afganistan'da politik amaçlı bir harekat yürüttüğü sır değil, bizzat kendilerince ifade ediliyor. Üsame bin Ladin konusu saldırıların başladığı andan itibaren geri plana düştü ve hedef tahtasına doğrudan Taliban oturtuldu. Dört koldan yürütülen kampanyaya bir de "Afganistan'ı Taliban diktasından kurtarmak" şeklinde 'yüce' bir misyon yüklenildi. Ülkelerin egemenliği ve başka ülkelerin içişlerine karışmama ilkesinin açıkça, pervasızca ihlali anlamına gelen bu hedefleme terör tanımının iki temel unsurundan biri olan 'politik amaçlı şiddet kullanımı' olgusunu en bariz biçimde karşılamakta.
Tanımın diğer unsuru olan masum ve savunmasız sivillere yönelik şiddet kullanımı ise en gözü pek Amerika savunucularını bile artık gizlemekten/tevil etmekten vazgeçirecek boyutta. Afganistan'dan ardı ardına dünyaya yansıyan görüntüler terörle mücadele adına Amerikan ordusunun yürüttüğü savaşın giderek bir katliama dönüştüğünün belgelerini sunmakta. İlk günlerde bolca sözü edilen akıllı bombalar ve sivillerin zarar görmeyeceği edebiyatı yerini yavaş yavaş 'savaş hali' pişkinliğine bırakıyor. Amerikalılar karşılaşılan bu durumu istenmeyen, asıl olarak hedeflenmemiş anlamında "tali ya da müteselsil hasar" (collateral damage) kavramıyla ifade etmekteler. Yani bununla asıl olarak masum sivillerin öldürülmesinin hedeflenmediğini, hedefin başka olduğunu fakat bu hedefe yönelik saldırılar sırasında savaş ortamının zorluklarından kaynaklanan istenmeyen tahribat ve zararların ortaya çıktığı iddia edilmekte.
Gerçekten de Amerikan saldırılarında can veren, yaralanan sivillerin ya da hastane, cami, kızıl-haç binaları gibi askeri olmayan mekanların özellikle hedef seçildiğini söylemek zor. Her ne kadar Amerikan savaş uçaklarının pilotlarının bombardıman sırasında kayda alınan konuşmaları ya da bombaların üzerine yazılanlar Amerikan askerlerinin ruh sağlıkları hakkında ciddi şüpheler ortaya koysa da, bu saldırılarla öncelikli olarak sivil halkın katledilmesinin ya da panik halinde göçe zorlanmalarının amaçlandığını söylemek için elde somut veriler yok. Ama ortada açık, tartışmaya, tevile imkan vermeyecek netlikte sonuç var. Kadın erkek, genç yaşlı, çocuk demeden insanlar ötüyor, bombardıman dehşetinden dolayı kitleler halinde insanlar evlerini, yurtlarını terk ediyor ve zaten had safhada yaşanan açlık, yoksulluk, sefalet tabloları haftalardır süren bombardıman yüzünden korkunç boyutlara ulaşıyor.
Haksız Saldırıları Aklamaya Yönelik Bir Söylem: Kaçınılmaz Zayiat
Bu açık tabloya rağmen tüm bunlar arzulanan değil; saldırıların istenmeyen, hedeflenmemiş sonuçları, savaşın kaçınılmaz zayiatı demekle yaşanan insanlık suçu hafifletilebilir mi? Meskun mahallere yönelik bombardımanın insanların katledilmesine yol açacağını öngörmemek mümkün mü? Burada ABD ve müttefikleri az ya da çok sayıda ama mutlaka masum ve savunmasız sivillerin öleceği kesin olan bir harekat gerçekleştirmişlerdir. Asit amacın sivillere zarar vermek olmadığını söylemek sonucu değiştirmiyor.
ABD'nin Afganistan'a karşı yürüttüğü savaşı sonuçlarını bir kenara koyup gerekçeleri üzerinden tartışmayı sürdürenler, aynı hassasiyeti niçin 11 Eylül eylemlerinin -varsayılan- failleri için göstermezler? 11 Eylül eylemlerini gerçekleştirenlerin amacı sanki insanları öldürmek miydi? Onlar da bir takım siyasi hedeflere varabilmek için bu saldırıları gerçekleştirmediler mi? Eğer amaç belirleyici kabul edilecekse onların da mutlaka dünya genelinde pek çok insanın makul karşılayabileceği bir dizi siyasi amacı olduğu kesin.
Amerikan propaganda mekanizması "terörist" adı altında, hedefi sadece tahribat olan, insanlara acı yaşatmaktan zevk alan, hatta kendi hayatına dahi değer vermeyen, her türlü kötülüğün kaynağı ve icracısı nevi şahsına münhasır bir yaratık imajı çiziyor. Tabi ki bu son derece kaba ve inandırıcılıktan uzak bir propaganda taktiği. Hiç şüphesiz bu insanların da birtakım amaçları, hedefleri var. Temelde eylemleriyle uğratıldıkları haksızlıkları, kuşatılmışlıkları, zulümleri protesto ediyorlar ve bunu hatta kendi canlarını feda ederek yapıyorlar. Ve üstelik emperyalistlerden farklı olarak bu insanların ellerinde fazla bir alternatifleri de bulunmuyor.
ABD'nin Afganistan'a müdahalesini meşru görenlerin bir kısmı Afganistan'da bombardımanın yol açtığı kanlı tabloları tasvip etmemekle birlikte şu soruyu dile getirmekteler: "Peki ABD ne yapsın? 11 Eylül'de uğradığı ve binlerce vatandaşının ölümüne yol açan saldırıları sineye mi çeksin?" İyi ama aynı şey Üsame bin Ladin (ya da onun şahsında somutlaşan çevreler) için de geçerli değil mi?
ABD Körfez bölgesini askeri varlığı ile doğrudan denetim altında tutmakta. Tüm Ortadoğu'da halk desteği bulunmayan dikta yönetimlerinin hamisi konumunda. Filistin'de yaşanan siyonist işgal ve zulümlerin doğrudan destekçisi. Öyle ki, İsrail'in Turizm Bakanının öldürülmesini gerekçe göstererek Filistin topraklarında giriştiği katliam ve işgalle birlikte bölgede tansiyonun had safhaya vardığı bir ortamda bile ABD'nin tutumunda en azından geçici bir değişiklik dahi görülmemiştir. 24 Ekim tarihinde ajansların ABD Başkanı Bush ve Dışişleri Bakanı Powell'in İsrail'i yüksek sesle uyardığına dair haberler geçmekte oldukları saatlerde ABD Senatosu 2.04 milyar doları doğrudan askeri olmak üzere İsrail'e toplam 2.76 milyar dolarlık bir yardım paketini onaylamakla meşguldü (Tanya Reinhart, "İsrail'i Durdurun!", Indymedia-lsrael, 25 Ekim 2001).
Keşke, 11 Eylül'ü öne çıkartarak ABD'nin Afganistan'a karşı yürüttüğü saldırganlığı meşru, en azından mazur görenler; 11 Eylül'e gelene kadar ABD'nin doğrudan ya da dolaylı taraf olduğu zulüm, işgal ve katliamlarla kuşatılan müslüman halkların ne yapmaları gerektiği konusunda da biraz kafa yorsalar!
Yeryüzü İfsatçıları ve Ölçümüz
Bu söylenenler ABD müslümanlara terör estiriyor, dolayısıyla müslümanların da ABD'ye karşı giriştiği benzeri eylemler haklıdır, meşrudur anlamına gelmiyor elbette. Her şeyden önce Allah yolunda savaşanların düşmanlarının sahip olduklarından farklı ve üstün vasıflara/standartlara sahip olması gerektiği açıktır. Müslümanlar her eylemlerinde ölçülü olmak ve meşru temele dayanmak zorundadırlar. İslam ve müslümanlar adına gerçekleştirilen eylemlerin sadece hedefinin meşru olması yetmez, yöntemi de meşru olmalıdır. Meşruiyeti belirleyen kıstas ise tabi ki düşmanın tutumu değil, kitabın hükümleridir.
Zalim, müstekbir güçler ise had hukuk bilmezler, bu yüzden onlardan adil olmalarını beklemek beyhudedir. Onlar nevaları istikametinde yeryüzünü ifsad etmek üzere şartlanmış, üstelik de bu yaptıklarının yeryüzünün ıslahı için olduğunu iddia edecek kadar tutarsız bir hal içindedirler. Sahip oldukları propaganda gücü sayesinde gerektiğinde tüm dünyayı bir yalan denizinde boğmaktan çekinmezler.
Örneğin Birleşmiş Milletler Uyuşturucu Kontrol Programının daha geçen yıl Taliban kontrolü altındaki bölgede uyuşturucu üretiminin % 94 oranında azaldığına dair raporu ortada (Robert Fisk, "Başkalarını Suçlamak", The Independent, 23 Ekim 2001). Buna rağmen tüm dünyaya ısrarla Taliban'ın başlıca gelir kaynağının uyuşturucu olduğu ve bunu terörü finanse etmek için kullandığı söylenmekte. Aynı şekilde dünya genelinde yapılan kamuoyu araştırmaları ABD ve İsrail haricinde tüm ülkelerde Afganistan'a karşı açılan savaşın tasvip görmediğini ortaya koyuyor. İngiltere de dahil olmak üzere dünya genelinde savaş karşıtı kitlesel protestolar yapılıyor. Ama Bush ve Blair ikilisi sürekli olarak "dünya kamuoyunun desteği arkamızda" yalanını tekrar ediyorlar.
Egemenlerin zulüm ve haksızlık temelinde oluşturdukları düzenlerini koruyup, sürdürebilmek için yapamayacaktan hiçbir şey yok. Her şey günlük ihtiyaca binaen yeniden ve yeniden tanımlanmakta ve üretilmekte. Zorba düzenlerini sürdürebilmeleri için de bunu yapmaları gerekiyor. Bu onların varlık sebebi, öncelikli görevi. Bu zorbaca statükonun sahiplerinin ikiyüzlü tutumlarını ve her daim sarf ettikleri yalanlarını tanıyıp, teşhir etmek ve kalıcı kılmak istedikleri çarpık dünya düzenine karşı mücadele etmek ise hak ve adalet savunucularının görevi olmalı.