1992'de İslami Selamet Cephesi (FlS)'nin seçimleri kazanması kesinleştiğinde askeri darbeyle sarsılan Cezayir, İslamcıların seçimlere katılmasının yasaklandığı yeni bir seçim sürecini daha tamamladı. Halkın bu göstermelik seçimlere cevabı da açık oldu: Seçimlere katılım oram İçişleri Bakanı'nın açıklamalarına göre yüzde 35'te kaldı. Bu oran askeri darbeden bu yana yapılan seçimlerdeki en düşük katılımı yansıtıyor.
1992 darbesinin akabinde FIS ve GIA'ya bağlı 100 bine yakın Müslüman katledildi. 20 bin kişinin akıbeti ise meçhul. Aralarında Abbas Medeni'nin de bulunduğu FIS önderlerinin "bir daha Cezayir'de hiçbir siyasal faaliyet yürütmeyeceklerine" dair söz vermeleri üzerine geçtiğimiz yıllarda salıverilmeleri ve akabinde çıkarılan af yasası, Cezayir'de suların durulduğu izlenimi uyandırmıştı. 11 Nisan günü Cezayir, biri hükümet sarayında ikisi polis merkezinde olmak üzere şiddetli üç bombayla sarsıldığında laik hükümetle İslamcılar arasındaki savaşın durmadığı anlaşılmış oluyordu.
Af Yasası Ne Getirdi? Neden Çözüm Olmadı?
Çok sayıda siyasal gözlemci, 2005 yılında çıkartılan af yasasıyla silah bırakmaya yanaşmayan birkaç küçük örgütün muhtemel faaliyetleri dışında artık Cezayir'de bir gerilimin yaşanmayacağını düşünüyordu. İçlerinde sosyalistlerin de bulunduğu bazı muhalefet partilerinin "Adalet olmadan barış olmaz!" şeklindeki itirazlarına karşın Medeni'nin gönülsüz desteği ile af yasası çıkmıştı. Ancak bugün gelinen süreç, affın Cezayir toplumunda beklenen etkisini göstermediğinin işaretlerim veriyor.
Hükümetin, İslamcılara af getirerek kamuoyunda bir "uzlaşı" sağlandığı izlenimi uyandırmaya çalışsa da yasayla kendi konumunu güçlendirdiği açıktır. Zira yasayla, devlet güçlerine yönelik bombalı saldırılar düzenleyenler affın kapsamı dışında tutulurken halka ya da İslamcılara karşı katliam ve işkence yapan ordu, polis, milis gücü ve istihbarat örgütlerine mensup olanlar affediliyor, yargılamaları düşürülüyor; akıbeti meçhul 20 bin kişiyle ilgili soruşturulma yapılmaması, haklarında açılan tüm davaların düşürülmesi karara bağlanıyordu.
Evlatlarını Fransız sömürge döneminden kalma askeri üslerde işkenceye kurban veren ve cesetlerine dahi ulaşamayan binlerce aile için bu yasa, uzlaşmayı değil, devleti temize çıkarmayı hedeflemekteydi. Devlet güçlerinin işlediği suçlara yönelik açılabilecek davaların engellenmesiyle de bu cürümlere iştirak ettiği öne sürülen başta Fransa olmak üzere yabancı askeri ve istihbarat servislerinin darbecilerle kurdukları ilişkilerin açığa çıkma ihtimali ortadan kaldırılmaktadır. Bu haliyle yasanın ülkeye beklediği huzur ortamını getirmesi zaten mümkün görünmüyordu.
İslamcıların Bugünkü Durumu
Askeri darbeye kadar İslami-muhalefetin en güçlü ismi olan FIS, bir şemsiye örgütü olup çeşitli grupların seçim işbirliğine dayanıyordu. Ancak öne çıkan Medeni ve el-Hac gibi karizmatik liderler, kitlelerin uyumunu sağlayabilmişlerdi. Müslüman grupların devlet güçleriyle girdikleri mücadelede yaklaşık 200 bin Cezayirli hayatını kaybetti. Sonuçta başta FIS olmak üzere bu gruplar savaşta yıprandılar ve halk üzerindeki etkinliklerini de büyük oranda yitirdiler. Abbas Medeni, affa uğradıktan sonra Katar'a yerleşti. FlS'in önde gelen pek çok lideri de ya katledildi ya da ülke dışına çıkmak zorunda kaldı.
İslamcılara yönelik şiddet, baskı ve katliam politikalarını sürdüren hükümet ise ülkede ne istikrarı ne de ekonomik refahı sağlayabildi. Doğalgaz rezervleri açısından dünya beşincisi, petrol açısından da 14'üncüsü olan ülkede 2004 yılında 32 milyar euroluk bir rezerv fazlalığı oluşmuş. Buna karşın nüfusu 32 milyon olan Cezayir'de halkın dörtte biri işsiz. İşsizlerin yüzde yetmişi ise 30 yaşın altında. Halkın yansı ayda 200 euro civarında bir gelirle geçimlerini sağlamaya çalışıyor. Gelir dağılımındaki uçurum ise her geçen gün büyüyor. Siyasi ve ekonomik talepleri şiddetle bastırılan gençlerin bu ortamda, "siyasal süreç" yalanına inanması mümkün görünmüyor,
Basına konuşmasına izin verilen tek FIS'li olan Medeni Mezrag ise "demokrasi"ye inandıklarını ve bu sistemde hem kendilerine hem de laiklere yer olduğunu ifade ediyor. FIS'ten geriye kalan yapı, devletle uzlaşmaya hazır. Ancak bütün bir Cezayir'i kanla susturan devlet, FIS'i siyasi sürece katmak istemiyor. Ülkedeki selefi kitleleri temsil eden Davet ve Cihad Örgütü ise el-Kaide'ye katıldığını ilan etti. Afganistan ve Irak'a savaşmaya giden pek çok Cezayirlinin olduğu ve ülkedeki silahlı güçlerle el-Kaide arasında bir ilişki olduğu uzun bir süredir biliniyordu. Ancak, özellikle GIA'nin sivil halka ve diğer gruplara karşı sürdürdüğü sert tutum sebebiyle Eymen el-Zevahiri tarafından sert bir dille kınanması, ülkede el-Kaide'ye olan sempatiyi artırmıştı. Davet ve Cihad'in el-Kaide'ye katıldığını ilan ederek adını el-Kaide Mağrib olarak değiştirmesi, çok sayıda eski AIS ve GIA mensubunun da bu örgüte katılmasını sağladı.
Örgüt 9 Mayıs 2007'de yayınladığı 7 sayfalık uzun bildiride, amaçlarını Cezayir'de Kur'an hükümlerine dayalı bir devlet kurmak olarak açıklarken; hedeflerinin sadece tağuti iktidar olmadığını, başta ABD ve Fransa olmak üzere emperyalist Batı olduğunu vurgulamakta. Bununla beraber kaybolan ahlak ve toplum bilincinin yeniden kazanılması, özellikle Fransız sömürge döneminden miras kalan dilde bozulma, yabancılaşma ve "kültür emperyalizmi" ile de mücadele edeceğini söylemektedir. Bildiride ümmete zarar veren, Müslümanları ifsat eden Arap rejimleri de hedef alınmaktadır.
Ebu Mus'ab Abdulvedud imzalı bildiri, sadece Cezayir hükümetini değil, darbecilere aleni destek veren başta Fransa olmak üzere Batılı ülkeleri de endişelendirmektedir. İkinci bildirisinde halkı seçimleri boykota çağıran ve seçimleri "demokrasi maskaralığı" olarak niteleyen örgüte rağmen seçimlere katılımın yüksek olacağı tahmin ediliyordu. Ancak seçimlere katılım; 1997'de % 65, 2002'de % 54 iken son seçimlerde 35'te kaldı. Seçimlere gösterilen ilgisizlik, halkın siyasal süreçten ümidini yitirdiğini ve demokrasi oyunundan bıktığını göstermektedir.