Cezayir İslami Hareketi Direnişini Sürdürüyor

Yusuf Aydın

İslami Kurtuluş Cephesi; 06.03.1992 tarihinde cephenin kapatılması kararı üzerine yayınladığı bildiride son durumu iletişim araçlarının göstermeye çalıştıkları sahte sessizlik bir iç savaş tehlikesini gizlemektedir ifadeleriyle değerlendirdi.

İslami Kurtuluş Cephesi Şurası henüz son hükmünü belirtmemiştir. Hakim olan sessizlik fırtına öncesi sessizliğidir. Ve bu sessizlik iletişim araçlarının ortaya koydukları aldatıcı sessizliktir. Bu da iç harp tehlikesini gizlemeyi amaçlamaktadır. görüşüne yer verilen bildiride şu tespitte bulunuluyor: Cephe'nin kapatılması ülkeyi karanlık günlere götürecektir. Ayrıca Cephe'nin kapatılmasının mümkün olmadığı vurgulanıyor.

el-Alem dergisinin Mart sayısında İslami Kurtuluş Cephesi'nin kapatılma kararına tepkisi başlığı altında yer alan yukarıdaki haberde, askeri yönetimin çıkmazı açık bir şekilde gözler önüne serilmektedir. Cephe'nin Minberû'l-Cuma adlı yayınında belirtildiği üzere ülkede karışıklığın başlamasından itibaren otuz bin kişi tutuklanmıştır. Bunların arasında belediye başkanları ve yardımcıları, ayrıca geçen 24 Aralık'ta yapılan Parlamento Seçimleri'nin ilk turunda seçilen kişiler bulunmaktadır.

el-Alem dergisinin haberine göre Ramazan ayının başlarında İslamcılarla Konstantine'de Erkam Mescidi'ni kuşatan emniyet güçleri arasında çıkan şiddetli çatışmalarda bir kişi ölmüş, beş ya da altı kişi yaralanmıştır.

Üçüncü dünya ülkelerinde sömürgecilerin fiili sömürülerinin ardından sömürülerini devam ettirebilmek için yerlerine bıraktıkları uşak rejimlerin teminatı hiç şüphesiz ordular olmuştur. Emperyalistlerin çıkarlarına aykırı gördükleri idarecilere ve halk hareketlerine karşı ordu her zaman emniyet sübabı vazifesini ifa edegelmiştir. Özellikle Orta Doğu'da müslüman halkların karşısına abasının altında sopa taşıyan ve yeri geldiğinde sopasını acımasızca kullanan ordu müslüman halkların karşısına en büyük güç olarak çıkarılmıştır. Emperyalist devletlerin masa başı hazırladıkları senaryolarla yapılması istenilen değişiklikler kanlı veya kansız bir şekilde askeri darbeler düzenlenerek bir çırpıda halledilir. Dün Suriye'de, Irakta, Türkiye'de yapılan darbelerin niteliği ve dış güçlerle olan açık temasları bunu kanıtlamıştır. Bugün Cezayir'de oynanmak istenen oyun da bundan farklı değildir. Ama Cezayir'deki darbeyi diğerlerinden ayıran özellikler vardır. Her şeyden önce Cezayir'de yönetimi darbeyle ele geçiren askerler diğer darbelerde olduğu gibi kılıfını çok çabuk bulamamışlardır. Hala da darbenin ne adına yapıldığı açık değildir. Daha önce yapılan darbeler genelde demokrasinin kurtarılması, insan haklarının korunması, terörün ve karışıklığın ortadan kaldırılması gibi muğlak ifadelerin arkasına gizlenilerek icra edilmiştir. Oysa Cezayir'deki darbe göstermiştir ki, emperyalizm kendi çıkarlarını ve siyasi gücünü tehdit eden ve kendi sömürü düzenlerine tek alternatif haline gelen İslami kimlikli hareketler karşısında hiç bir gerekçe göstermeden demokrasi ve insan hakları da hiçe sayılarak darbe yapabilmektedir. Batı'nın bu iki yüzlü politikası, kendi temel değerlerini de inkar ederek emperyalizmi demokrasi kafiri yapabilmiştir. Ordunun böylesine önemli bir role sahip olması ordunun başında bulunan generallerin sadık batı yanlısı olmasını zorunlu kılmıştır. Cezayir'deki ordu da karakteri itibarıyla Batı'nın sadık hizmetçileri tarafından idare edilmektedir. Malik b. Nebi'nin arkadaşı Reşit Cezayir'i Cezayir ordusunu şöyle anlatıyor: Ordudaki subayların büyük kısmı eski Fransız işbirlikçilerinin oğullarıdır. Yani bugünkü kurmay subayların büyük çoğunluğunun babaları Fransız koloni idaresinin memurlarıydı, işte bunlar kaidler'in (generallerin) oğulları. Şimdi tam on iki general böyle. Son askeri darbe, Cezayir'de Fransız Partisi [Hizb-i Frangi] olarak adlandırılan bu insanlar tarafından yapılan, yani İslam'a karşı olanlarca. Cezayir ordusu profesyonel bir ordu değil. Celb ile teşkil ediliyor. Dolayısıyla bu insanlar müslüman ailelerin çocukları. Yüzlerce defa görüldü, ağlayan tatile çıkmayı reddeden askerler var. Üst düzey de bunu anladı ki git gide daha az asker görevlendiriyor. Daha çok Milli Güvenlik Birlikleri [CNS] kullanılıyor.

Cezayir'in siyasi model olarak Suriye Baas rejimine özenti duyduğunu söyleyen siyaset analizcisi Hugh Roberts Cezayir siyasi rejiminin bu konudaki tutumlarını şöyle yorumluyor: Baasçı modeli izlemek rejim için riski yüksek bir stratejidir. Ayrıca Cezayir siyasi elitinin bunu yapabilecek kadar da gözleri kararmasını istiyor. Sadi'nin orduyu modernize etmek ve onu popülist geçmişinden uzaklaştırmak yolundaki tüm çabalarına rağmen ordu halkı şiddetle sindirebilecek gibi görünmüyor.

Uzun yıllar Cezayir Komünist Partisi'nde çalışan Roger Garaudy askeri darbeyi şöyle değerlendiriyor: Askeri bir diktanın Cezayir'de uzun süre tutunabileceğine inanmıyorum. Cezayir, sömürgeciliği gayet iyi tanıyor. Cezayirliler Fransız işgaline karşı çok mücadele ettiler. Orada askeri diktanın başta kalabileceğini düşünemiyorum. Ben de oradaki güçlerin orduyu ileri sürerken bile tereddüt geçirdikleri izlenimi doğdu, şüphesiz. Bu durum baştakilerde genel bir çarpışma halinde ordudan ayrılanlar olacağı hususunda korku hasıl ediyor. Ordu idaresi tavrını koydu, ama askerler arasında Cezayir halkı için söz konusu İslami tavır aynı nispette mevcut.

Garaudy şu vurguyu yapıyor: Halk FIS ile kendi kimliğini bulmaya çalışıyor. Fakat durum düşünüldüğünden daha fazla İran'daki harekete benziyor.