Cezaevlerindeki Müslümanlarla Dayanışma İslami Sorumluluk Gereğidir

Haksöz

28 Eylül'de İDKAM'da "Müslümanlar Cezaevi Gerçeğine Duyarsız Kalabilirler mi?" konulu bir panel düzenlendi. DGM'de yargılanan pek çok müslümanın savunmasını üstlenen Av. Necip Kibar'ın yönettiği programa konuşmacı olarak daha önce Hizbullah'ı övme suçundan hapis yatan Selam Gazetesi yazarı Nurettin Şirin, Jak Kamhi'ye suikast düzenlediği iddiasıyla şu an hapiste olan Can Özbilen'in babası Subhi Özbilen ve İslami Hareket Davasından kısa bir süre önce 3 yıl 9 ay mahkumiyeti kesinleşen Haksöz Dergisi yazarı Rıdvan Kaya katıldı.

Necip Kibar, müslümanların kendilerini veya yakın çevrelerini ilgilendirmediği zaman cezaevlerine ve orada yaşananlara ilgi göstermediğini söyleyerek sözlerine başladı. Şu an cezaevlerinin birer zulüm mekanı olarak işlediğini söyleyen Kibar, bu durumun özellikle 12 Eylül'den sonra yoğunluk kazandığını, keyfilik ve hukuksuzluğun had safhaya çıktığını, son olarak Adalet Bakanlığına eski bir polis şefinin getirilmesiyle bu uygulamaların artması üzerine cezaevlerinde açlık grevlerinin başladığını ve insanların öldüğünü, her ne kadar bakan değiştiyse de sistemin aynı şekilde devam ettiğini ve ayrıca da Ceza infaz Yasası'ndaki kuralların bile cezaevlerinde tam olarak uygulanmadığını, yani TC'nin kendi hukukuna bile riayet etmediğini belirtti.

Daha sonra konuşan Nurettin Şirin, sözlerine şöyle başladı: "Bir defa müslümanlar şunu iyi bilmelidirler ki, İslami direnişin olduğu her yerde cezaevleri ve diğer zorluklar müslümanların karşısına çıkacaktır." Müslüman siyasi tutsakların müslümanlar üzerinde büyük hakkı bulunmasına rağmen maalesef müslümanların siyasi tutsaklara yeterli desteği ve ilgisi olmadığını vurgulayan Şirin, müslümanların da başkaları tarafından üretilen kavramlarla düşünüp, değerlendirme yaptığını ve müslüman tutsakları yer yer mahkum ettiğini söyleyerek meseleye düzenin gözlüğüyle bakılmaması gerektiğini söyledi. Ve şöyle devam etti: "Asıl önemli olan Kur'an'a, şeriata göre yapılanın suç olup olmadığıdır. Meğer ki, bu eylem TC kanunlarına göre suç olsun, hiçbir önemi yoktur. O müslümanları alınlarından öpmek ve desteklemek lazımdır. Eğer bir müslüman Turan Dursun'u öldürdüğünden veya Jak Kamhi'ye suikast düzenlemekten suçlu bulunuyorsa bu durum şeriat nazarında mı suçtur yoksa egemen beşeri hukuk nazarında mı?" sorusunu her müslüman açıkça cevaplandırmalı ve ona göre tutum belirlemelidir.

İkinci konuşmacı Suphi Özbilen, dinleyicileri hayli duygulandıran bir konuşma yaptı: "3 sene 8 aydır oğlum Can hapiste. Açık söyleyeyim ben bu olaya tamamen hazırlıksızdım ve şok oldum. Önceleri oğlumu yetiştirmede hata ettiğime dair çevremden pek çok eleştiri aldım. Kendi kendime muhasebe ettim ve anladım ki ben gerçekten hata yapmışım, hem de çok büyük bir hata. Ama hatayı dinimi, gereği gibi öğrenmeyerek yapmışım. Allah'a hamdolsun bu olay vesilesiyle ben hakkı gördüm, oğlum Can'ın kesinlikle yanlış yapmadığına inanıyorum ve artık hiçbir kınayıcının kınamasından da çekinmiyorum." Bu olayla aynı zamanda düzenin gerçek yüzünü tanıdığını söyleyen Suphi Özbilen, bu süre zarfında her türlü keyfi uygulamayla karşılaştıklarını, oğullarını ziyarete gittiklerinde yok yere kar altında, soğukta bekletildiklerini, kendileriyle alay edildiğini, askerle gardiyan arasında sürekli var olan sürtüşmenin ceremesini ziyaretçilerin çektiğini askerlerin üstlerine karşı zor durumda kalma korkuları yüzünden hiçbir ziyaretçiyi istemediğini, insanlar bir daha gelmesinler, korksunlar, sinsinler diye arama bahanesiyle ayakkabıların astarlarının bile parçalandığını, hakarete uğradıklarını ve kimi zaman seslerini çıkardıklarında da dayak yiyip içeri bile atıldıklarını söyleyerek şöyle devam elti: "Düzenin gerçek yüzünü en iyi buralarda görüyorsunuz. Her türlü hak gaspı ve hukuksuzluk var ama hakkınızı aradığınızda da tepenize vuruyorlar. Her ziyarete gidişimizde bir tedirginlik yaşıyoruz. "Acaba bugün başımıza ne gelecek diye" dedi. "Yiyeceklerin kabulü konusunda tamamen bir keyfilik hüküm sürmektedir. Dışarıdan yiyecek kabul edilmiyor, içerinin yiyecekleri zaten yenecek gibi değil. Hele bir sevk sorunu var ki, hani halk arasında bir deyim vardır, 'Bu eziyeti Yunan gavuru bile yapmaz' diye, işte bu söz tam manâsıyla gerçekleşiyor. Ama en acısı ise tüm bu olan bitenlere rağmen müslümanların cezaevlerinde yaşananlarla hiç ilgilenmemeleri, veyahut da haber olarak şöyle bir okuyup geçmeleridir" diye ekledi.

Son konuşmacı Rıdvan Kaya cezaevlerinin uzun süre daha gündemi meşgul edeceğini kaldı ki, kamuoyunun gündeminden çıksa bile müslümanların gündeminden çıkmaması gerektiğini vurgulayarak sözlerine başladı. Şu an Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananların düzenin bir saldırısı olduğunu söyleyen Kaya, bu saldırının her an müslümanlara da çevrilebileceğini, zaten bunun bir takım örneklerinin de yaşandığını söyledi. "Bu sorun, İslam dünyasının pek çok yerinde şu anda yaşanmaktadır. Yarınlarda bizi de mutlaka ilgilendirecektir. Şu an bu sorunu diğer İslam coğrafyalarındaki örnekler kadar yoğun bir biçimde yaşamamamız bizim gücümüzle, merhalemizle ve mücadelemizin geldiği aşamayla alakalıdır. Yoksa 'bizim kafirlerimizin diğer kafirlerden daha az kafir olmasından kaynaklanmamaktadır" diyen Kaya, düzenin cezaevlerindeki uygulamalarla iki şeyi hedeflediğini, ilkinin muhaliflerin yıldırılması, çözülmesi olduğunu, ikincisinin ise dışarıdaki topluma bu şekilde mesaj gönderilmesi ve onların da korkutulması, sindirilmesi olduğunu söyledi. Cezaevlerinin düzenin gözaltında kayıp, işkence, faili meçhul ve diğer baskı metodlarından bir tanesi olduğunu söyleyen Kaya, Türkiye'de düzenin amacının bizatihi insanlara korku vermek olduğunu belirterek "Cezaevleri düzenin gerçek yüzünün en açıkça tezahür ettiği alanlardır" vurgusunu yaparak sözlerini bitirdi.

İlk tur konuşmaların tamamlanmasından sonra, panel yöneticisi Av. Necip Kibar, halen İslami Hareket Davasından Metris Cezaevinde bulunan Av. Hüsnü Yazgan'ın panele gönderdiği mesajı okudu.

İkinci turda tekrar söz alan N. Şirin Jak Kamhi suikastına değinerek bu davanın TCK'nın 146/1 yani en ağır suç olan "devlet aleyhine işlenmiş suçlar"an açıldığını devletin bu şekilde siyonizmin Türkiye temsilcisi olan Jak Kamhi'yi TC devleti ile özdeşleştirmiş olduğunu ve yine kendisine yöneltilen Hizbullah'ı savunmak suçunu mahkemede özellikle kabul ettiğini böylece devletin siyonizmin düşmanı olan Hizbullah'ı kendi düşmanı saymakla kendini Siyonist İsrail ile özdeşleştirdiğini ve bunların zapta geçtiğini söyledi. "Şunu çok iyi bilin ki, Müslüman siyasi tutsaklar kesinlikle gördükleri cezadan, işkenceden değil, kendilerini dışlayan, destek vermeyen, olur olmaz gerekçelerle suçlayan müslümanların davranışlarından rahatsız olmaktadırlar" dedi.

Suphi Özbilen ise özellikle kendi davalarından bahsetmek istemediğini ama benzer uygulamaların hemen her davada yaşandığını vurgulayarak mahkemede yapılan keyfi uygulamalara değindi. Savcının bildirdiği yedi amme şahidinden beşinin mahkemede daha önce şubede verdikleri ifadenin polis zoruyla alındığını söylediklerini, suçun şahsa karşı işlendiği mahkemece kabul edilmesine rağmen Yargıtay'da 21 imzayla "Biz bu suçun devlet aleyhine işlendiği kanaatine sahibiz" diyerek, yani sadece kanaatle insanları idama göndermektedirler" diyen Özbilen "sahip çıkılmayan İnsanlara çok rahat ceza veriyorlar, kaldı ki müslümanların destek vermesi, verilen cezayı etkilemese bile hem içerdekilere moral olur, hem de müslümanları hazırlıklı hale getirir" diyerek sözlerine son verdi.

En son söz alan Rıdvan Kaya ise müslümanların önce üzerlerindeki işkence, dayak, cezaevi korkusunu atmaları gerektiğini, bu ülkede her gün siyasi şubeden pek çok insanın geçtiğini ve her türlü işkenceye rağmen İslami tavırlarını buralarda da koruyan örnekliklerin mevcut olduğunu, programa gönderdiği yazısıyla katılan Av. Hüsnü Yazgan'ın siyasi şubede işkencecilere karşı onurlu bir tavır koymasının bunun yakın bir örneğini oluşturduğunu söyledi. Yapılması gerekenin, her yerde olduğu gibi cezaevlerinde de İslami mücadelenin sürdürülmesi olduğunu belirten Kaya, "Hapisteki müslümanlardan ziyade asıl yardıma muhtaç olan bizleriz, daha mahkemede nasıl davranılacağını, hakkımızın nasıl savunulacağını bile doğru dürüst bilmiyoruz. Cezaevleri konusunda duyarlı olmak, cezaevlerindeki müslümanlarla dayanışma içinde olmak, her şeyden evvel İslami sorumluluğumuzdur. Rabbimizin Bakara 155. ve Ankebut 2. ayetlerde de belirttiği gibi sadece "iman ettik" demekle imtihanı kazanamayacağız, mutlaka sınamadan geçirileceğiz. İşte cezaevleri de bu sınamanın bir parçası olarak görülmelidir. Cezaevlerindeki müslümanlara karşı tavır, Al-i İmran Suresi'nin 156. ayetinde vasfedilen cihada çıkıp şehit olan müslümanlar hakkında "yanımızda kalsalardı öldürülmezlerdi" diyen münafıkların tavırlarına benzememelidir" diyerek sözlerini bitirdi.