Türkiye’de yaşanan hukuksuzların İstiklal Mahkemelerine kadar giden tarihi birçok insanın sürgünler yaşamasına; ailesinden, sosyal çevresinden uzak kalmasına sebep oldu. Kimileri de hapse atıldı. Bu da bir çeşit sürgündü aslında… Bu hukuksuzlukların bir neticesi olarak hâlâ içeride olan kardeşlerimiz var. Bu röportajı okurken ömrünün uzun yıllarını yurt dışında geçirmek zorunda bırakılan insanlardan sadece birinin hikâyesine şahit olacağız. Böyle daha birçok örnek var. Allah’ın arzı geniş diyerek özgürlüğünü ve mücadelesini oralara götüren, işini ve ailesini gurbette kuran insanların hikâyesi... Selçuk Sedat Yıldırım Türkiye’de “gayri hukuki” yargı kararlarının yüzlerce mağdurundan yalnızca birisi…
Röportaj: Erkam Kuşçu
Kısaca kendinizden ve yaşadığınız süreçten bahsedebilir misiniz?
MNP, MSP, Refah Partisi çizgisinde olan bir ailede doğdum. Müslüman bir ailede yetiştik, rahmetli babacığımız bizi iyi bir Müslüman olarak yetiştirmeye çalıştı. Henüz çocuk yaşlarımızda o dönemde çok aktif olan ve her mahallede, her okulda örgütlenmeye çalışan MGV’nin içerisinde okul ve mahalle örgütlenmelerinde aktif bir şekilde yer aldım. 1991 seçimlerinde yoğun çalışmalarda bulunduk.
Bu yıldan itibaren daha bilinçli bir şekilde arayış içerisine girdim. O sıralar hem MGV’ye gitmeye devam ediyor hem de Sivas’ta faaliyet gösteren Cafer Tayyar Soykök abinin işlettiği Akabe Kitabevini ve Çizgi Kitap Kulübünü tanıdım ve zaman zaman ziyaretlere başladım. Kitap okumalarım o yıllarda başladı. Kitap okumalarım ve arayışım 1993 yılına kadar yoğunlaşarak devam etti. 2 Temmuz 1993 yılına gelindiğinde ise Sivas’ta meydana gelen olaydan günler sonra gözaltına alındım ve 1,5 yıl cezaevinde kaldım.
Sivas’ta takibat yaşamanıza sebep olacak ne gibi faaliyetlerde bulundunuz?
Gerek çok genç yaşta oluşum ve arayış içerisinde olduğumdan takibata uğrayacak, göze batan, dikkat çeken bir durumda değildim. Şu andan geriye doğru baktığımda bizzat ben değil ama sürekli takip edilen, izlenilen Müslümanlar vardı. O dönemi iyi hatırlıyorum, hepimiz biliriz aslında. Parti hareketi dışında, Kur’an merkezli düşünen, ıslah çizgisini yakalama çabasındaki Müslümanlar sürekli beyaz Renault araçlarla takip edilirdi. Sivas’ta da özellikle Akabe Kitabevi ve Çizgi Kitap Kulübü polisler tarafından sürekli izlenirdi. Şunu açıkça söyleyebilirim ki o yıllarda izlenen, takip edilen bazı Müslümanlar hiç suçları olmadığı halde sadece İslami çalışmalarda bulundukları için gözaltına alındılar ve ceza aldılar. Fakat dediğim gibi bu yönüyle o yıllarda ben takibata uğramadım.
Neden ve nasıl hicret etmek zorunda bırakıldınız?
Yerinde duramayan, çok hareketli bir yapım vardı. Sivas’ta İslami çalışma yapan ne kadar dernek, vakıf varsa ziyarete gider; ne düşünürler, ne yaparlar merak eder, İslami çalışmalara dair her şeyle ilgilenir ve elimden geldiği kadar etkinliklere katılırdım. Bu şekilde 1993 yılına kadar geldik. Bu yıl hayatımda dönüm noktası oldu.
Aslında 90’lı yıllardaki süreci bütün Müslümanlar biliyor. Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda ve Türkiye’de İslami faaliyetlerin en yoğun olduğu dönemlerdi. İslami canlılığın güçlü bir potansiyele sahip olduğu bu dönemde Müslümanlara ve İslami faaliyetlere düşmanca ve zalimce sindirme faaliyetleri de yoğundu. Türkiye’de 90’lı yılların hemen başında faili meçhul cinayetlerle başlayan süreç birçok olayın başlangıcı oldu. O dönemde Aziz Nesin’in, Salman Rüşdi’ye ait “Şeytan Ayetleri” paçavrasını Aydınlık gazetesinde yayınlamaya başlamasıyla Türkiye’nin birçok yerinde protestolar yapıldı. Sivas’ta Pir Sultan Abdal şenliklerinin her zaman yapıldığı yer olan Banaz değil de Sivas merkezde yapılacağının duyurulması ve Aziz Nesin’in bu şenliğe davet edilmesi günler öncesinden halkın tepkisine neden oldu. Cuma günü de bazı tahrikler yapıldı. Cuma namazı sonrası başlayan haklı ve güçlü protesto gösterisi ilerleyen saatlerde Müslümanların hiçbir dahlinin olmadığı ölümlü olaylarla sona erdi. İslami faaliyetleri sindirme operasyonuna dönüşen bu olaydan sonra ben de günler sonrasında gözaltına alındım ve tutuklandım. Araçlarda meydana gelen yangın olayını hiç görmediğim halde ve henüz 17 yaşında iken haksız ve hukuksuz bir şekilde 146/1. Maddeden idam cezasına çarptırıldım.
Bütün bu süreçler sizi ve ailenizi ne gibi zorluklarla karşı karşıya bıraktı?
İnsanların başına her vakit irili ufaklı sıkıntılar gelebilir. Müslümanlar buna her zaman hazırdır ve hazır olmalıdır. Rabbimiz; “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden azaltmakla deneriz. Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 2/155) ayetiyle doğumumuzdan ölümümüze kadar sürekli imtihan içerisinde olduğumuzu bizlere bildirmektedir.
Bu süreçte birçok sıkıntı ve zorluklarla karşılaştık. Anlatılacak çok olay var fakat burada süreçlerden kısa kısa bahsetmek istiyorum.
Gözaltı sürecinden başlayabiliriz.
Şunu öncelikle ifade etmeliyim ki farklı davalardan birçok Müslüman bizim yaşadığımız sıkıntılardan çok daha ağır sıkıntılar yaşadılar. İşkenceye uğrayan ve Cengiz Sarıkaya gibi hayatları karartılan kardeşlerimiz varken, bizim yaşadıklarımız onların yaşadıklarının yanında hafif kalır.
Bizim yaşadığımız sıkıntılar 15 günlük gözaltı süresiyle başlamış oldu. Sorgulardaki yalan teşhislerin, itham ve söylemediğimiz ifadelerin yazdırılarak imzalatılması, kaba dayak, ağır küfür, hakaret ve aşağılamalarla dolu 15 gün gözaltı süreci yaşadık. Toplu gözaltılar olduğundan dolayı küçük nezaretlerde, daracık yerlerde kaldık. Yerler beton, soğuk, nemli, yerlerde yere serecek hiçbir şey olmadığı halde ve hepimizin aynı anda oturmasının mümkün olmadığı dar yerlerdi. Bazılarımız otururken bazılarımız ayakta duruyorduk. Sonra oturanlar kalkıyor ayaktakiler oturuyordu. Böyle bir ortamda yıkanmadan aynı giysilerle 15 gün boyunca 150 civarında insan bulunduğunu ve hallerini düşünün.
Sonra cezaevi…
Evet. Gözaltı süreci bitip cezaevine götürüldüğümüzde nezaretin pis ve kötü şartlarından kurtulduk. Yıkanma, giysi değiştirme ve tıka-basa kalmaktan kurtulmak bizim için çok büyük imkândı. Yaklaşım bir ay kadar Sivas Kapalı Cezaevinde kaldık.
Sonra bizi iki gruba böldüler ve bir kısmımızı Afyon, bir kısmımızı da Kırşehir Kapalı Cezaevine dağıttılar. Ben Afyon grubundaydım. 700 km’lik Afyon’a ring denilen saclarla kaplı ve küçük odalara bölünmüş kamyonetlerle götürüldük. Hava çok sıcaktı. Sacla kaplı kamyon sanki ateş topuydu. Kolumuzu, sırtımızı saclara değdiremiyorduk, yakıyordu. Nefes almakta bile zorlanıyorduk. Böyle bir yolculuktan sonra Afyon Kapalı Cezaevine akşam saatlerinde vardık. “Hazırlıklıydı” müdürler ve gardiyanlar. Bizi grup grup içeri aldılar. Cezaevine girer girmez şiddet başladı. Bizi çırılçıplak soymaya kalktılar ve sorun çıkardığımız için coplarla şiddet uyguladılar. Ve adli mahkûmların koğuşuna 4’er 5’erli gruplar halinde dağıttılar. Farklı koğuşta kalan kardeşlerimizle görüştürmüyorlar, irtibat kurmamızı engelliyorlardı. Birbirimizin sağlığından, kimin ne durumda olduğundan haberimiz olmuyordu. Şikâyetler, protestolar ve boykotlar yaptık. Her birinde farklı şiddete maruz kaldık. Uzun namlulu silahlı askerler defalarca bizi susturmak ve sindirmek için cezaevine baskınlar yaptılar. Defalarca kavgalar çıktı. Hamdolsun 6 ay süren bu sıkıntılardan sonra dağıtıldığımız koğuşlardan ayrılarak kendi kardeşlerimizle birlikte kalma imkânımız oldu. Birçok zorluğun yanında cezaevi bizim Yusufiyemiz oldu. Birlikte ibadet etme ve Kur’an çalışmaları yapma, kitap, dergi okuma ve bunların üzerinde paylaşımda bulunma imkânımız oldu, hamdolsun. Başta Haksöz dergisi olmak üzere birçok dergi ve kitap gönderiliyordu bize. Bunlar bizim için nefes oluyordu. Kardeşlik sorumluluğu içerisinde hiç tanımadığımız birçok Müslüman ziyaretimize geliyordu. Rabbim tüm kardeşlerimizden razı olsun.
Mahkeme Ankara’da olduğundan bahsettiğim ring denilen araçlarla bazen ayda bir bazen iki ayda bir cezaevinden mahkemeye götürülüyorduk. Yazın yakıp kavuran kamyonetler kışın donduruyordu.
Ankara’da duruşmalar bir hafta sürüyordu. Duruşmalar süresince Ulucanlar Cezaevinde kalıyorduk. Her akşam Ulucanlar Cezaevine dönüşümüzde sol grupların saldırısına maruz kalıyorduk. Bileklerimizdeki kelepçeleri açmıyorlardı. O halde kendimizi savunmaya çalışıyorduk. Maalesef gardiyanlar da bizi getiren jandarmalar da bu durumu seyrediyordu.
Bizim aramızda kendine bakamayacak durumda olan sara hastası kardeşimiz de vardı, zihinsel engelli kardeşimiz de. Tuvalet ihtiyaçlarını dahi kendi başlarına gideremeyecek durumda olan bu kardeşlerimizin öz bakımları, temizliği vs. aynı koğuşta kalan kardeşlerimiz tarafından yapılıyordu. Kendilerine bile bakamayacak durumda olan hasta ve zihinsel engelli kardeşlerimizin yargılandığı ve ağır cezalara çarptırıldığı bir davaydı bu maalesef.
Bir de yaşlılarımız var. 25 yıldır halen cezaevinde kalan Cafer Tayyar Soykök 65 yaşında, Hayrettin Gül 72 yaşında ve 60 yaşında cezaevine giren Ahmet Turan Kılıç şu an 85 yaşında. Ahmet abi ilerleyen yaşından dolayı hem yaşlılık hem de çeşitli hastalıklarla boğuşuyor. Şu an kendi temel ihtiyaçlarını dahi gideremeyecek durumda. Bu zulüm devam ederse korkarım ki cezaevi Ahmet Turan Kılıç’ın mezarı olacak. İnşallah bir an evvel bu hukuksuzluk sona erer ve Ahmet Amca son günlerini ailesinin yanında çocuklarıyla birlikte geçirir.
Biraz da mahkeme sürecinden bahsedebilir misiniz?
“Suçumuz yok, nasıl olsa çabuk çıkarız, burada fazla kalmayız!” düşüncesi mahkeme sürecinin başlamasıyla tamamen değişti. 28 Şubat’a doğru giden sürecin o ağır havasını biz yakından ve erkenden teneffüs ettik. Medyanın baştan beri linç girişimi, siyasal ortamın Müslümanlar aleyhinde düşmanca tavırları aslında bizi yargılanmadan infaz ediyordu. Mahkeme daha başlamadan önce Sivas’tan Kayseri’ye oradan da hukuksuz bir şekilde Ankara’ya DGM’ye alındı. 1,5 yıllık ilk mahkeme süreci yargılanmadan çok linç edilme sürecimizin başlangıcıydı. İlk duruşma aylar sonra gerçekleşti. Ve adil olmayan, baskı altındaki mahkeme sürecin sonunda suçsuz insanlara çeşitli cezalar yağdırdı. TCK’nın 450/6. Maddesine göre yargılanan bir kısım kardeşimiz haksız tahrik olduğundan TCK’nın 51/1. Maddesi gereğince 15’er yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Ben ve bazı kardeşlerime de 2713 Sayılı yasa dayanak gösterilerek izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmaktan 3 yıl ceza verildi. Cezaevinde bulunduğum süre aldığım cezadan çok olduğundan dolayı mahkeme tahliyeme karar verdi. Daha sonra mahkeme kararı Yargıtay’a gitti ve karar aleyhimizde bozuldu. Ve yaklaşık iki yıl sonra tekrar yargılama başladı. Önceki mahkeme heyetinin tamamı değiştirildi ve yeni hâkimler getirildi. Yeni heyet tam da Genelkurmay’ın yargı mensuplarını, hâkim ve savcıları brifinglendirdiği süreçte bizi yargılıyordu. Eski kararlara rahmet okutacak cezalar yağdırıldı. İzinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşünden 3 yıl ceza alan ben dâhil olmak üzere 37 kişiye 146/1. Maddeden idam cezası verildi. Hukuksuz ve intikam mantığıyla verilen bu kararlarla hiçbir suçu olmayan kardeşlerimiz halen haksız bir şekilde cezaevlerinde tutsaklar.
Hiçbir hukuki mesnede dayanmadan ağır cezaların verildiği karar mahkemesinde o sırada tutuklu olan kardeşlerimiz halen cezaevindeler. Rabbim kardeşlerimize sabır versin, yardım etsin ve ahirette onları mükâfatlandırsın inşallah. Ben daha önceki mahkemede tahliye edildiğim için o sırada askerdeydim ve karar günü askerlikten firar etmek zorunda kaldım.
Yaklaşık 1,5 yıl kaçak yaşadım. Ve daha sonra yurtdışına hicret etmek zorunda kaldım.
Şunu özellikle ifade etmeliyim ki olayların hemen ardından bizim derdimizi dert edinerek davamızı üstlenen 100’den fazla avukatımız vardı. Bu davanın hukuki değil siyasi olduğunu, Müslümanları, İslami faaliyetleri sindirme çabası olduğunu ortaya koydular; suçsuzluğumuzu ve haksızlığa uğradığımızı ispat etmek için çok uğraştılar. Gece demediler gündüz demediler, kar, kış, soğuk demediler koşturdular. Dünyevi hiçbir çıkarları, menfaatleri yoktu. Bilakis bu dava belki de onları da sıkıntıya sokacaktı. Ama aldırış etmeden koşuşturdular, emek verdiler, alın teri döktüler. Kardeşliğin ne olduğunu herkese gösterdiler. Her zaman onlar için dua eden yüzlerce genç, yaşlı, kadın, çocuk ve aileler var. Onlar bizim sadece avukatlarımız değil, abilerimizdiler. Tüm avukatlarımızdan, abilerimizden Allah razı olsun. Onlara ne kadar teşekkür etsek azdır.
Ya aileler? Tepkileri nasıl oldu, ne gibi sıkıntılar yaşadılar?
Ailelerimiz gözaltına alındığımız süreçten başlayarak cezaevi ve mahkeme süreçlerinde hep yanımızda oldular ve hep dik durdular. Başları hiç öne eğilmedi, hiç utanmadılar. Zira biz utanılacak bir iş, bir suç işlememiştik ve hepimizin masum olduğunu biliyorlardı. İmkânı olan olmayan tüm aileler toplu halde otobüslerle cezaevlerine ve mahkemelere koşuşturdular.
Bizim davada beni çok etkileyen, sürekli içimi burkan birçok örnek var ama bunlardan birini anlatmak istiyorum. Medine Teyzemiz! Eşi vefat etmiş, 3 kız 3 erkek 6 çocuklu koca yürekli bir kadın Medine Teyze. Başka şehirde yaşayan evli 2 kızı ve yanında 1 engelli kızı. 3 oğlundan en büyüğü evli ve 1 çocuğu vardı. Evli olan oğlu da dâhil evinin direği 3 evladı da bu olaylardan gözaltına alındı, tutuklandı. Bir kapının ardında yaşlı dul bir kadın, 1 gelin, 1 torun ve bir engelli kızıyla kalakaldı. Oğlunun biri Afyon’da diğer ikisi Kırşehir’de kalıyordu. İnşallah ziyaretler aynı güne gelmez de iki tarafa da ziyarete gidebilirim diye sürekli dua ederdi. Bir ziyaretten döner diğerine yetişmeye çalışırdı. Yavruları yalnız kalmasın diye mahkemelere koşar gelirdi. Evde ve cezaevinde bakması gerek çocukların hepsine yetişmek için çırpınıp duran, dağ gibi koca yürekli bir kadın Medine Annemiz. Türkiye’ye ilk döndüğüm günlerde ziyaretine gittim. Yaşlanmış, yüzündeki kırışıklar, titreyen elleri, konuşmaya dermanı kalmamış hali çektiği acıların dili olmuştu adeta. Kendi haline bakmayıp “Siz neler çektiniz yavrularım!” diyen yüce gönüllü bir kadın… “Sedat’ım, yavrum bize çok çektirdiler. Sabrettik, Rabbimize her daim tevekkül ettik, inşallah çektiğimiz bu acılar günahlarımıza kefaret olur. İnşallah ahirette yüzümüz güler, dua edin!” diyen sözleri çivi gibi çakıldı, halen çıkmıyor zihnimden. 80 yaşına dayanmış Medine Annemizin nemli gözlerle haksız, hukuksuz bir şekilde ağır cezalara çarptırılan üç oğlunun da özgürlüğüne kavuşması ve ölmeden evvel onları yanında görme isteği tek duasıydı.
Bütün aileler sıkıntılarını anlatacak, başlarını vuracak bir kapı, masum olduğumuzu anlatacak etkili, yetkili birilerini bulup dertlerini anlatmaya çalıştılar. En çok üzüldükleri şey bu kadar adaletsizliğin, vicdansızlığın nasıl gerçekleştiğine şahit olmalarıydı. Fakat hiçbir zaman ümitlerini kaybetmediler. Halen de birçok aile çocuklarının, eşlerinin masum olduğunun anlaşılacağı ve kurtulacaklarını düşünüyorlar. Bu süreçte en çok aileler sıkıntı ve zorluk yaşadılar. Kendisi cezaevinde iken hanımı vefat eden de oldu, annesini, babasını, kardeşini, çocuğunu kaybeden kardeşlerimiz de oldu. Çok acılar yaşandı. Bu acılar hiçbir zaman unutulmayacak ve bu yaşadıklarıyla Rablerinin karşısına çıkacaklar.
Benim ailem de bu süreçleri yaşadıktan sonra, kaçak olduğum süreçte nerede, nasıl, hangi şartlarda yaşadığımı dahi bilmeden endişe içerisinde 1,5 yıl geçirdi. Ailemin ve kardeşlerimin evlerine çeşitli zamanlarda baskınlar gerçekleşti, aramalar yapıldı. Endişe ve sıkıntı içerisinde uzun bir süre geçirmek zorunda kaldılar. Rabbim onlardan razı olsun. Bizim üzerimizde hakları çok. Bu yaşadıkları ahirette kefaret olur inşallah.
19 yıl gibi bir süre ülke dışında yaşamak zorunda bırakıldınız. Gurbetteyken ilk dönemlerde neler yaşadınız? Sanıyorum başta dil problemi olmak üzere birçok zorlukla karşılaştınız.
Mecburen hicret etmek zorunda kaldım. Yurtdışına ilk çıktığımda beni neyin beklediği ve nelerle karşılaşacağım konusunda hiçbir bilgim yoktu. Başta dil, din ve kültür olmak üzere bizden çok farklı bir durumla karşılaştım. Yanınızda konuşanı anlamıyor, kilise çanları duyuyor, kültür ve ahlak anlayışı olarak da çok garipsediğiniz, şaşırdığınız ve nasıl olur dediğiniz birçok olaya şahit oluyorsunuz. Hayata yeniden, sıfırdan başlamak zorunda kaldık. Yaşadığınız ülkenin dilini, kültürünü öğrenmek zorundasınız. Size garip gelen, sizin için ayıp, yanlış olan bazı şeylerin de başka yerlerde çok normal olduğunu görüyorsunuz.
Tabii ki bazı zorluklarla karşılaştık. Yazışmalar, oturum sorunları, mahkemeler, resmî işlemler vs. Almanya’da oturum almadan Türkiye’nin hakkımda çıkardığı uluslararası arama ve iade talebinden dolayı maalesef orada da evimiz basıldı ve bir sabah gözaltına alındım. Sorgu ve mahkemeden sonra 15 gün iki ayrı cezaevinde kaldım ve tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldım. 5 yıla yakın süren mahkeme sürecinden sonra Türkiye’nin talebi haksız bulunarak iade talebi reddedildi.
Fakat açıkçası yurtdışında beklemediğim bir şeyle, bir ensar topluluğu ile karşılaştım. Benden önce farklı davalardan dolayı yurtdışına hicret etmek zorunda kalan kardeşlerimiz ve abilerimiz gelmişti buraya. Her biri ev oldular, abi oldular, abla oldular, kardeş oldular. Evlerini, sofralarını, gönüllerini açtılar. Rabbime çok hamd ediyorum, beni çok güzel insanlarla, çok güzel Müslümanlarla, ensar topluluğuyla karşılaştırdı.
Tüm resmî işlemler için burada yaşayan, eğitim gören kardeşlerimiz yardımcı oldular. Yeni bir hayat kurmak için her türlü imkânı seferber ettiler. Resmî zorluklar konusunda sıkıntıları gidermek için ellerinden geleni yaptılar. Allah hepsinden razı olsun, yaptıkları bu hayırlı amelleri ahiret azığı yapsın inşallah.
Siz, Sivas Davası mağdurlarındansınız. Daha birçok farklı davadan mağduriyetler yaşayan Müslümanlar var. O dönem sizin ve sizin gibi birçok Müslümanın karşı karşıya kaldığı yargılama süreçleri hakkında neler söylemek istersiniz?
Uydurma örgüt isimleri, uydurma suçlar ve sindirilmek istenen Müslümanlar… O dönem Müslüman kimliğinizin olması ve İslami faaliyetlerde bulunmanız sizin mahkûm edilmenize ceza almanıza yeterliydi. Zira örgüt ve suç olması şart değildi. Suçu Müslümanları sindirmek isteyen düzen oluşturuyordu. Devlet faili meçhul olayları, cinayetleri size uyacak şekilde kurguluyor ve uyguluyordu. Yargı egemen Kemalist yapının elinde, emir bekleyen bir durumdaydı. Her şeyi darbeci Kemalist yapı belirliyor, yargıçların nasıl karar vermesi konusunda Genelkurmay da brifing veriyordu. Adalet yerine devletin âli menfaatleri, Kemalist ideolojinin korunması ve devamı için karar verilmeliydi. Ve DGM’ler 28 Şubat darbe sürecinin bin yıl devamı yönünde kararlar veriyorlardı. Yargıtay da emniyet supabıydı. Gözden kaçan veya sürüm hatası olarak gördükleri hâkimlerin kararlarını geri çeviriyor, mahkeme heyetini değiştirip istediği kararı çıkartıyordu. Özelliklede Müslümanların yargılandığı davalara baktığımızda bunu net bir şekilde görürüz. Sadece Sivas Davası değil, hem Sivas Davasından evvel hem de sonrasında Müslümanların yargılandığı birçok dava haksızlıklar ve hukuksuzluklarla, zulümlerle dolu.
İslami camiaların hem içeride tutsak bırakılan hem de iltica etmek zorunda kalan Müslümanlara yönelik ilgisini yeterli buluyor musunuz?
Birçok alanda 28 Şubat darbe izleri silinirken maalesef cezaevlerinde bu süreç halen devam ediyor. Müslümanları yargılayan mahkemelerin hâkim ve savcılarını brifinglerle yönlendiren 28 Şubat darbesinin mimarları yargılanıp cezalara çarptırılırken, onların yönlendirmeleriyle ceza alan Müslümanların halen tutsak olmaları korkunç bir durum.
Üzülerek söylüyorum ki bu zulüm yeteri kadar Müslümanların gündeminde değil. Sivil toplum kuruluşlarının temsil düzeyinde katılımıyla, avukatların, ailelerin ve az sayıda duyarlı Müslümanın tavır koyup çaba sarf etmesi yetmiyor. Mesela Sivas halkının geneli bilir ki Sivas Davasından tutsak olanlar masumdur, haksız yere cezalandırılmışlardır. Fakat buna karşı Sivas’ta yapılan protestolara duyarlı Müslümanlar yeteri kadar ilgi göstermiyor, gündeme getirme noktasında zayıf davranıyorlar. Kamuoyu oluşturup sesimizi duyurmak için yoğun katılımların olduğu ve sürekliliği olan çalışmaların yapılması gerekli.
Şu an bu sorunu en iyi bilenler arasında cari iktidar da var. Partisi kapatılan, kendisi şiir okuduğu için darbecilerin hışmına maruz kalan Cumhurbaşkanı ve bazı milletvekilleri var. Ve şu an bu zulme dur diyecek etkili-yetkili kişiler kendileri. Onların halen bu hukuksuzluklara sessiz kalmaları zulme ortak olmaları demektir.
Onlar bir şey yapmasa da biz kardeşlerimize karşı sorumluluğumuzu yerine getirerek sürekli gayret içerisinde olmalı ve çaba sarf etmeye devam etmeliyiz. Bugünlerde kardeşlerimizin tutulduğu cezaevlerinin önünde, meydanlarda yapılan protestolar, basın açıklamalarının sürekliliğini sağlayabilirsek sesimizin mutlaka bir yerlerde yankı bulacağına ve bu zulmün sona ereceğine inanıyorum. “Elbette her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır, Şüphesiz, zorluğun yanında bir kolaylık vardır.” (İnşirâh, 94/5-6)
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Öncelikle duamız halen tutsak olan kardeşlerimizin bir an evvel özgürlüklerine kavuşmalarıdır. 28 Şubat darbe süreci Müslümanlar için büyük acıların, sıkıntıların, kayıpların yaşandığı zorlu bir süreçti. Bin yıl sürecek denilen bu zulüm süreci hamdolsun ki şu an o darbecilerin yargılandığı bir sürece evrildi. İnşallah 28 Şubat darbesinin izleri her kurumda ve her alanda tamamen silinir ve bundan sonra tekrar böyle bir süreçle karşılaşmayız. 15 Temmuz darbe girişiminde sergilenen direnişin de o süreçten çıkarılan bir dersin tezahürü olduğunu düşünüyorum.