Ceza Kanunu '97 Tasarısı ile Yeni Baskılar Geliyor

Hüsnü Yazgan

Kanunlaştırma hareketlerini, sistemin üzerine bina edildiği mantığın bir yansıması olarak görüp değerlendirmeliyiz. Türkiye'de egemen olan siyasal sistem; batıcı, baskıcı, halka hizmet yerine devlet korumacılığını esas alan bir yapıya dayandığından, genelde bütün hukuki düzenlemeler özelde ise ceza hukuku düzenlemeleri bu doğrultuda yapılmıştır. Türk ceza kanunlarındaki batıya yönelme, Osmanlı'nın son dönemlerinden itibaren başlamıştır. 1858 yılında 1810 tarihli Fransız Ceza Kanunu "Ceza Kanunnamesi Hümayunu" adı ile tercüme edilerek yürürlüğe konulmuştur. Osmanlı'nın yıkılması ve TC'nin kurulmasıyla birlikte yeni devletin siyasal yapısına uygun olarak başlatılan kanunlaştırma hareketinin bir parçası olarak, 1926 yılında 1889 İtalyan Zardelli Kanunu'ndan tercümeyle yapılan iktibas ve Fransız Ceza Kanunu'nun tercümesi ile elde edilen-1858 Ceza Kanunnamesi Hümayunu'ndan alınan kısımların bir araya getirilmesi ile Türk Ceza Kanunu oluşturulmuştur. Yani genç TC'nin kurucuları Türkiye'de yaşayan halka İtalyan ve Fransız melezi bir Ceza Kanunu reva görmüşlerdir. Bu kanunun başına "Türk" kelimesi getirmek suretiyle kanunu yerlileştirmişlerdir.

Yürürlükte bulunan Türk Ceza Kanunu'nda bugüne kadar 54 defa değişiklik yapılmıştır. Bunların en önemlisi 1936 yılında, Mussolini İtalyası Ceza Kanunu'nda yer alan devletin korunmasıyla ilgili maddelerin alınmasına ilişkin değişikliktir. Tek parti döneminde siyasal iktidar, halkın tepkisini yasaklarla bastırma yolunu seçmiştir. Devletin otoriter siyasal yapısını güçlendirmek amacı ile devlet aleyhine işlenen suçlara ağır cezalar öngören düzenlemeler getirilmiştir. TCK 146/ 3. madde gibi bazı maddeler de ısmarlama olarak hazırlanmıştır. Bu değişiklik ile 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sonrası yargılanan (Menderes'in arkadaşlarından idam edilenlerin dışında kalan diğer) milletvekillerinin idam cezasını gerektiren TCK 146/2. maddenin hükmü dışına çıkarılması amaçlanmıştır. Bazen de egemenlerin iktidarlarının devamı için yamalama yöntemli tadilatlar yeterli görülmeyerek yeni kanunların çıkarılması gerekli görülmüştür. 1991 yılında TCK'nın 141, 142 ve 163. maddelerinin yürürlükten kaldırılması kamuflajı altında yürürlüğe konulan 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu da bu türdendir. Bu kanun, temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi adı altında yürürlüğe konulan ancak devleti vatandaştan korumayı esas alan olağanüstü dönem kanunlarından olup baskıcı bir kanundur. Bu kanun ile Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin görev alanına giren suçların ve cezaların çerçevesi belirlenmiştir.

Vatandaşa yönelen suçlar ve bu suçlara verilecek cezalar Türk Ceza Kanunu ile düzenlenmiş ve yargılaması da Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (CMUK) çerçevesinde genel mahkemelerde yapılmaktadır. Devlete yönelen suçlar ve bu suçlara verilecek cezalar ise, Terörle Mücadele Kanunu ile düzenlenmiş ve yargılaması da "Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin Kuruluşu ve Yargılama Usulü Hakkındaki Kanun" çerçevesinde Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nde yapılmaktadır. Vatandaşa hizmetle görevli olan devlet, vatandaşının haklarını korumak için düzenlediği olağan ceza, ceza usulü ve cezaların infazına ilişkin mevzuatı kendisi için yeterli görmemiş, aynı alanlarda olağanüstü yeni düzenlemeler yapma ihtiyacını duymuştur.

22 Eylül 1984 tarihli ve 8523 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren yönetmelik gereğince Ceza Kanunu ön tasarısı hazırlamak üzere, Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer başkanlığında bir komisyon teşkil edilmiştir. 1989 yılında hazırlanan ön tasarı gözden geçirilerek oluşturulan 1997 Ceza Kanunu ön tasarısı Adalet Bakanlığı'na sunulmuş­tur. Adalet Bakanlığı da ön tasarıyı Bakanlar Kurulu'na getirmiş ve Bakanlar Kurulunda yapılan görüşme sonunda tasarı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunulmuştur. Kamuoyunda tartışılmaya açılmadan apar topar TBMM'ye sunulan bu tasarının amacı ve getirdiği yeniliklere kısaca değineceğiz. Zira yaklaşık 500 maddelik bir kanun tasarısı ve aynı ebattaki gerekçesini bir makale çerçevesinde yeterince analize tabi tutmak mümkün değildir.

Tasarı İle Müslümanlara Yönelik Kuşatma Daraltılıyor

Son yıllarda egemenlerin müslümanlara yönelik tahammülsüzlüğü maksimum noktaya ulaştı. Müslümanlar genel olarak bir kuşatma altına alındı. Ekonomik, siyasal, sosyal ve hukuki bütün düzenleme ve uygulamalarla, müslümanları sindirerek susturma hedeflenmektedir. Bazen uygulamalar, yürürlükteki hukuki düzenlemeleri aşabilmektedir. Bu da 'hukuk devleti olma' iddiasındaki egemenleri zor duruma düşürmektedir. Bu zor durumdan çıkış için de acil olarak uygulamalara uygun hukuki düzenlemeler yapma yoluna gidilmektedir. Son bir kaç yıl içinde müslümanlarla ilgili birçok davada mahkemeler ve özellikle Yargıtay'ın bazı daireleri, zorlamalı yorumlarla ağır cezalar vermektedirler. Müslümanlar sanık sandalyesine oturtulunca, Yargıtay'ın istikrarlı içtihadları hemen değişivermektedir. Tasarıyı hazırlayan Komisyon, bu soruna bir çözüm getirmek amacı ile yürürlükteki Türk Ceza Kanunu'nu olağanüstü vakıacı olarak nitelemiş ve bu sistemin terk edilmesini esas almıştır. Vakıacı sistemde, kanunda detaylar belirtilir. Yani genel kuralın yanında istisnalar da belirtilerek hakime fazla takdir yetkisi tanınmaz. Bu sistemden uzaklaşılınca kanun maddesi ile genel hükümler belirlenir, detaylar hakimin takdir yetkisine bırakılır.

"Kanunsuz suç ve ceza olmaz" ilkesini dikkate aldığımızda, vakıacı sistemde daha az keyfilik olur. Türkiye'de yargının bağımsız olmadığı, siyasi iktidar ve yargının en yüksek kademesinde bulunan kişilerin sürekli tekrarladıkları bir gerçektir. Brifinglerin verildiği, laiklik ve Kemalizm adına telkinlerin yapıldığı bir ortamda, hakimlere daha çok takdir yetkisi verilmesinin müslümanlar aleyhine daha çok keyfi uygulama getireceği endişesini taşımamak safdillik olur. Mevcut dayatmacı sistemin hukuki düzenlemelerinin özünde zaten adalet yok. Bu adaletsiz düzenlemelere keyfi uygulamalar da eklenince zulüm çekilmez bir hal alacaktır. Baskıcı otoriter sistemlerde hakime verilen daha çok takdir yetkisi, daha çok keyfiliği getirecektir. Türkiye gerçeğinde bu olumsuzluktan en çok etkilenecek olan da müslümanlar olacaktır kuşkusuz.

Tasarı İle Getirilen Yeni Düzenlemeler

Yeni tasarıda belki de olumlanabilecek yegane değişiklik yürürlükteki Türk Ceza Kanunu'nun dilinin sadeleştirilmesidir. Yetmişbeş yıllık bir süreç sonunda dili anlaşılmaz hale gelen kanun maddelerinin ekseriyeti sadece günümüz türkçesine çevrilmiştir. Yani sanıldığı kadar ceza sisteminde köklü bir değişiklik yapılmamıştır. Yapılan önemli bazı değişiklikler şöyle sıralanabilir;

1- Çocuk ve küçükler için daha hafif ceza ve infazı gerektiren özel hükümler getirilmektedir.

2- İşkence ile ilgili düzenlemeler getirilmektedir. Ancak işkence yapmaya davetiye çıkaran usul hükümlerinde bir değişiklik yapılmamıştır. Kaldı ki işkencenin yapıldığı mekanlar kapalı alanlardır. Yalıtılmış kapalı mekanlarda zanlılara işkence yapılmaktadır. Yargılama aşamasında da işkencenin yapıldığını ispat imkanı yoktur. Dolayısıyla tasarının önemli bir olumluluğu olarak gösterilen işkencenin cezalandırılmasına ilişkin bu düzenlemelerin pratikte hiçbir yararı olmayacaktır, işkenceyi bir devlet politikası haline getiren egemenler, bu tarz göstermelik, vitrinlik düzenlemelerle iktidarlarının ömrünü uzatma amacını güderler. Aksine insani bir amaç taşımazlar.

3- Halk arasında infaz indirimi olarak bilinen şartlı salıverilme oranı arttırılmaktadır. Siyasilere uygulanmakta olan cezanın 3/4'ünü çekme şartı korunmakta, adlilerin ise cezanın 7/2'fnr çekme hükmü 2/3'ünü çekme şeklinde arttırılmaktadır. Yürürlükteki Türk Ceza Kanunu'nda yer almayan ancak Cezaların İnfazı Hakkındaki Kanun ile düzenlenen şartlı salıverilme yeni tasarıda ağırlaştırılmış müebbet hapis için 30 yıl olarak düzenlenmekte, müebbet hapis için ise 20 yıldan 25 yıla çıkarılmaktadır.

4- İdam cezası kaldırılmaktadır. Ancak idam cezası yerine getirilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının otuz yıllık infaz süresinin en az on yılı sıkı güvenlik infaz rejimi'ne tabi tutulma şartı getirilmektedir. Türkiye'de idam cezası yürürlükte olmasına rağmen darbe dönemleri dışında uygulanmamıştır. Sıkı infaz rejiminin ne şekilde uygulanacağı ya da uygulanıp uygulanamayacağı da ancak zamanla anlaşılacaktır.

5- Şahsi hürriyeti bağlayıcı cezalardan ağır hapis cezası kaldırılmaktadır. Şahsi hürriyeti bağlayıcı cezalar; ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis, hapis ve hafif hapis olarak düzenlenmektedir.

6- TCK 146. madde ile düzenlenen "Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs" suçu yeni tasarıda muğlak ve hukuk cinayetlerine davetiye çıkaracak tarzda hazırlanmıştır. Tasarı, "Anayasal düzeni anayasaya aykırı bir usulle değiştirmeye teşebbüs edenler..." şeklinde suçu belirlemiş ve bu suça "ağırlaştırılmış müebbet hapis" cezasını öngörmüştür. Tasarıda "cebren" kelimesi çıkarıldığından, artık bu teşebbüsün silahlı olması gerekmeyecektir. Böylece Sivas davası gibi bazı davalarla ilgili kararlara uygun düzenleme yapılmıştır. "Anayasa'ya aykırı bir usul"de muğlak ve her tarafa çekilebilir bir cümledir. Tasarı gerekçesinde, "Anayasa'ya uygun bir usulle Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs halinde Anayasa Mahkemesi'ne gidilebileceği" söylenmektedir. Sanırım RP'nin kapatılması da buna örnek gösterilebilir. Bu tasarı yasallaşırsa şirket, dernek, vakıf, kurs, yurt gibi amaçlarla bir araya gelenler bile bu kapsama alınabilecektir...

"Güvenlik Tedbirleri" Ya da, Cezaya Ek Takdiri Cezalar

Yeni tasarının en önemli (olumsuz) yeniliği, asli cezalara ek olarak getirilen güvenlik tedbirleridir. Tasarının 95-100. maddeleri ile güvenlik tedbirleri ve bunların uygulanması düzenlenmektedir. Yürürlükteki ceza kanununda yer almayan bu düzenlemeler ile temel hak ve özgürlüklere büyük sınırlandırmalar getirilmektedir. Bu sınırlandırmalar, şahsi hürriyeti bağlayıcı ve haklardan yoksunluk olmak üzere iki türlüdür. Sekiz fıkradan oluşan şahsi hürriyeti bağlayıcı güvenlik tedbirlerinin en önemlileri, "Denetimli serbestlik" ve "Belli yerlerde bulunma veya ikametin yasaklanması' fıkralarıdır.

Denetimli serbestlik; Asli bir cezaya mahkum edilen kişiye hakimin karan ile asli cezaya ek olarak verilen bir cezadır. Böyle bir tedbire hükmedilmesi halinde, asli ceza infaz edildikten sonra hakim kararı ile takdiri olarak üç aydan iki yıla kadar belirlenen süre boyunca hükümlü, bir denetim görevlisinin gözetimi altında bulundurulur. Tedbir cezasının verilip verilmemesi takdiri olduğu gibi sürenin tayini de takdiridir. Asli ceza çekildikten sonra başlayan bu kısıtlılık ile reşit ve aklı yerinde olan kişiye, küçük ya da akli yetenekten mahrum olan insan muamelesi yapılmaktadır. Cezaevindeki olumsuz koşullarda geçen süre sonunda birey, tayin edilecek denetim görevlisinin eline teslim edilmektedir. İnsan onur ve haysiyeti ile bağdaşmayan bu tedbir ile amaçlanan sindirme ve kişiliksizleştirmedir.

Belli yerlerde bulunma veya ikametin yasaklanması; Hakim karan ile belirlenecek bu tedbir süresi de altı aydan üç yıla kadar öngörülmektedir. Bu fıkra ile, yürürlükte bulunan ceza kanununun yürürlükten kaldırılan bir hükmü olan sürgün cezası yeniden getirilmektedir. Buna göre, asli ceza çektirildikten sonra hakim kararı ile belirlenen süre boyunca bir yerde ikamet etmek zorunda kalınacak ya da belirlenen yer veya yerlerde ikamet edilemeyecektir. Örneğin; beş yıllık bir cezaya mahkum olduktan sonra beş yıl cezaevinde kalınacak. Bu beş yıldan sonra iki yıl da zorunlu olarak Şırnak'ta ikamet edilecektir. Ya da iki yıl boyunca İstanbul'da ikamet edilemeyecektir.

Bu ve diğer şahsi hürriyeti bağlayıcı ve hakları kısıtlayıcı tedbirlerle, onurlu yaşama bilincine erme erdemliliğini yakalamış insanlar abluka altına alınmaktadır. 'Güvenlik tedbirleri' tabirinden de anlaşıldığı gibi devletin vatandaştan korunması için yeni tedbirlerin alınması öngörülmektedir.

İtirafçılık Zilletine Davetiye

Uzun süredir olağanüstü dönem yasası olarak uygulanmakta olan pişmanlık yasası, "Etkin Pişmanlık" adı altında getirilen düzenleme ile olağan dönem yasası haline getirilmektedir, özellikle devlet aleyhine işlenen suçlarla ilgili pişmanlık içinde olup etkin itiraflarda bulunacaklara ceza vermeme prensibi getirilmektedir, iki yüzlülük, güvensizlik, acizlik ve aşağılığın sembolü haline gelen itirafçılık ihanetinin teşviki de kimliksizleştirme mantığının bir sonucudur. Değerlerine, arkadaşlarına ihanet eden hasta ruhlu insanlara verilen bu ödül, aslında erdemlilere verilen bir cezadır.

Sonuç olarak, yürürlükteki ceza kanununu aratmayacak derecede temel hak ve özgürlülüklere kısıtlama getiren bu tasarının, dili sadeleştirmekten başka hiçbir olumluluğunun olmadığını belirtmek yerinde bir tespit olacaktır. Sadece müslümanlar değil, sisteme muhalif her kesimden insanlar için yeni dayatmalar getirilmektedir. Tasarıyı hazırlayan komisyondan istifa eden muhalif düşünceye sahip (Prof. Dr. Çetin Özek gibi) bazı üyelerin istifası da bu nedenledir. Zaten devlet korumacılığını esas alan baskıcı bir sistemden farklı bir tasarı da beklenemez. Onurlu tavır ve direnişler karşısında dize geldikleri dönemler müstesna...