Son aylarda Türkiye’de bir yandan Ergenekon operasyonları ve diğer yandan da “demokratik açılım” ekseninde yoğun gündemler yaşanmakta. Ancak olumlu ya da olumsuz, yeterli veya yetersiz de olsa “değişim” olarak nitelendirilen bu süreçte “değişim politikası”nı yıpratıcı gelişmeler de öne çıkmakta. Camilere asılan ırkçı mahyalardan Cizre’deki gösterilerde polisin attığı “gaz bombası” sonucunda hayatını kaybeden 18 aylık Mehmet Uytun isimli bebeğe, Diyarbakır İdil’de polis tarafından gözaltına alınıp İdil İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldükten yalnızca 15 dakika sonra yaşamını yitiren Resul İlçin’in şüpheli ölümünden TSK maharetiyle üzeri örtülen ancak son olarak orijinal belgesi de gün yüzüne çıkan “İrtica ile Mücadele Eylem Planı”na kadar birçok olay, karanlıktan beslenen statüko muhafızlarıyla çok daha köklü bir hesaplaşma içerisine girmek gerektiğini ortaya koymaktaydı.
Bu meyanda vuku bulan olaylardan biri de 28 Eylül günü Diyarbakır’ın Lice ilçesi Ecemiş köyü yakınlarında 14 yaşındaki Ceylan Önkol’un askeri karakoldan atıldığı iddia edilen havan topu mermisiyle hayatını trajik bir şekilde kaybetmesiydi. Havan mermisi ile minicik bedeni paramparça olan Ceylan Önkol, medyada ve kamuoyunda kısmen gündemleşebilmişse de sorumluların olayın üzerine gitmekte gösterdikleri acziyet ve şüphelerin kendisine yöneldiği askeri zevatın olayın üzerini örtme ve işin içinden sıyrılma işgüzarlığı dikkatlerden kaçmadı. Yaklaşık 15 gün boyunca skandallar ve kuşkularla yürütülen soruşturma kapsamında yayınlanan raporun içeriği kamuoyunda sorulan soruları aydınlatmak bir tarafa Ceylan’ın daha önce araziye atılıp patlamamış 40 mm’lik bomba atar mühimmatını elindeki tahtayla oynatarak patlattığı iddia edilmiş ve olayın faturası bu şekilde dolaylı da olsa Ceylan’a çıkartılmıştı. Konuyla ilgili olarak yapılan soruşturmaların çarpıklığı, raporların tutarsızlığı ve sorumluluk makamında olanların işgüzarlığını bir basın açıklamasıyla eleştiren Özgür-Der Diyarbakır Şubesi, şunlara dikkat çekmişti: “12 gün süren incelemeler sonrası hazırlanan raporda, patlayıcının niteliği, cinsi, kime ait olduğu ve olay yerine nasıl gelip Ceylan’ın karnına nasıl isabet ettiği hususunda yeterince aydınlatıcı bilgi bulunmamaktadır. Cinayetle ilgili suçlamaların odağında olan TSK’nın, soruları cevaplaması ve olay hakkında ayrıntılı bilgi vermesi yerine, konunun üzerine gidenleri düşman ilan edip, TSK’ya yönelik asimetrik psikolojik bir savaş yürüttüklerini iddia etmesi TSK’nın klasik hesap vermekten ve sorumluluktan kaçma hamlesinden başka bir şey değildir.”
Katliamla ilgili Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın koyduğu gizlilik kararının da delilleri karartmaya matuf olabileceğine dikkat çeken Özgür-Der, 8 Ekim tarihli basın açıklamasında da Ceylan cinayetinin 2004’te Mardin’de katledilen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz olayına benzer bir akıbete uğramasına yönelik endişelerini dile getirmişti. Bir gündüz vakti havan atışıyla işlendiği düşünülen bu cinayet hakkında Hükümet’in neden tatmin edici bir açıklama yapmadığı ve soruşturmanın neden gizli kılındığını sorgulayan Özgür-Der, PKK ile mücadele adı altında yürütülen kirli savaşta bugüne kadar kaç çocuğun kurban verildiğini sordu. Özgür-Der Tatvan Şubesi de 5 Ekim tarihinde konuyla ilgili “İstediğimiz kadar susalım, ölen kız çocuğunun çığlığı bizim sessizliğimizden daha büyük. Bizler sustukça o bağıracak, ta ki bizler de bağırana kadar!” ifadelerinin yer aldığı bir bildiri dağıtarak “Kız çocuğuna hangi suçtan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman…” ayetini hatırlattı.
4 Ekim 2009 “Dünya Çocuk Günü”nün hemen öncesine denk gelen Ceylan Önkol cinayeti, TSK ve Hükümet yetkililerinin göz yaşartan “Dünya Çocuk Günü” beyanatlarının tutarsızlığını da gözler önüne sermiş oldu.