45- (Onların inkârcı sözlerine karşı sabret. Niçin ve nasıl sabretmen gerektiğini daha iyi idrak etmek içinde imtihan için verilen musibetlere güzelce sabreden) Güçlü kişilik ve her durumda hakkı ve ne yapmaları gerektiğini görebilme ufkuna erişmiş basiret sahibi has kullarımızdan İbrahim, İshak, Yakub’u (onların başlarına gelenler ve bunlara karşı olan sabırları üzerinde) düşün.
Güçlü Kişilik ve Basiret Olmadan Tevhidî Önderlik Olmaz
Güçlü kişilik, kişinin hakkı idrakini ve ahireti hedeflemesi neticesi oluşan direnç ve sabrını, yılgınlığa ve karamsarlığa kapılmayan bir şahsiyete sahip olmasını ifade eder. Basiret ise kişinin başına gelen her durumda, gerçeği ve gerçek karşısında nasıl davranması gerektiğini idrak edebilmesini ifade eder.
Güçlü kişilik ve basiret -Davud (as) ve Süleyman (as) gibi varlıkta, Eyyub (as) gibi varlıktan sonra düştüğü yoklukta- tüm varlık ve yokluk imtihanlarında, ahiret rotasında şaşırmadan yürüyebilmesi için elzem olan temel kişilik özellikleridir.
Bu nedenle, güçlü kişilik ve basiret sahibi olmayanlar, tevhidî önderlik yapamazlar.
46- Biz onların tümünü, gerçek yurt olan ahiretin sık sık hakkını vererek, gereğince hatırlamaları neticesinde, saf ve katışıksız niyetle ve tüm benlikleriyle bize yönelen halis kullarımızdan kıldık.
Ahireti Hedeflemeyen Halis Kul Olamaz
Ayetlerde bahsedilen has kulların bu üstün kulluk derecelerine, hayatı daima ahiret bilinciyle, ahirete endekslemiş olarak yaşamaları, sık sık ve gereğince ahireti hatırlayarak dünyayı ve dünyalıkları hedef haline getirmemeleri neticesi ulaştıkları anlatılmaktadır.
Çünkü hayatını ahirete endekslemeyen yada endekslese bile zamanla ahireti unutan kaçınılmaz olarak dünyayı hedef haline getirir ve böyle birinin tüm benliğiyle Allah’a yönelen has bir kul olabilmesi asla mümkün değildir.
47- Onların tümü bizim nazarımızda saf/katışıksız kullukları nedeniyle diğerlerinden ayrılıp seçilenler (seçkinler) ve kullukta en yüksek ve güzel vasıflara sahip olanlardandır.
Peygamberler En Seçkin ve Hayırlı Kullar Arasından Seçilirler
Bu kulların seçkinlikleri ve güzel kulluk vasıfları, kendilerinin iradelerini ahiret yönünde kullanmaları ve bu konuda üstün çaba göstermelerinin bir neticesi ile Yüce Allah tarafından nasip edilir. Yoksa hiç kimseye böyle bir nimet hak etmeden verilmez.
Peygamberlerde kendi iradesini kullanarak seçkinleşen kullar arasından seçilir. Yani her peygamber seçkin ve hayırlılardandır ama her seçkin ve hayırlı kişi peygamber olmaz. Zira seçkin ve hayırlı olmak istisnasız hak eden her kulun ulaşabileceği bir makam iken, peygamberlik ancak Allah tarafından verilen bir görevlendirmedir.
Zaten önemli olan seçkin ve hayırlılardan olmaktır, peygamberlik en seçkin ve hayırlı kişiler arasından Yüce Allah’ın görevlendirdiği önemli bir makam olmakla beraber, Allah indinde yüce dereceler için şart değildir. Üstelik seçkin ve hayırlı kul olmak her insan için mümkünken, peygamberlik bir görev olarak, Rabbimizin dilediği yer ve zamanlarda ve sınırlı sayıda kula nasip olur.
48- Yine İsmail ve Elyasa gibi, kulluğunun gerektirdiği sorumlulukları hakkınca yüklenenlerden (zel kifl) haberdar olduğun tüm has kulların yaşadıkları üzerinde düşün ki onların tümü kullukta en yüksek ve güzel vasıflara sahip olanlardandır.
Gerçek İman Sorumluluk Bilinci Oluşturur
İsmail (as) ve Elyesa (as)’ın ardından geçen Zel Kifl bir isim olarak anlaşılmıştır. Lakin bir sıfat olarak, bu surede sabır timsali olarak gösterilen Davud (as)’dan Elyesa (as)’a tüm has kulların ahiret endişesiyle duydukları imtihan sorumluluğuna sahip olduklarını ifade ediyor olması daha makul görünmektedir.
Çünkü ahiret endişesi kişiyi imtihan sorumluluğuna, bilhassa sosyal ve siyasal hayattaki sorumluluklara sevk ediyorsa bir anlam ifade eder. Bu sayılan peygamberlerin bu konuda fazlasıyla hassas oldukları, sadece bireysel ibadet ve kişisel sorumluluklarla yetinmeyip, başta tebliğ ve cihat olmak üzere tüm sosyal sorumluluklarını yerine getirmek için adeta çırpındıkları malumdur.
Bu peygamberlerin hayatlarının, kıssa edilmediği halde, hatırlanmasının istenmesi, Mekkeli müşriklerin bu isimlerin -sapla samanı karıştırarak bile olsa- hayatlarını ana hatlarıyla bildiklerini göstermektedir.
49- Bu Kur’an (kimseyi zorla hayra sevk etmeyi amaçlamamakta olup, özgür iradesini kullanarak hakka yönelmek isteyenlere gerekli rehberliği sağlamayı amaçlayan) bir hatırlatmadır. (Bu hatırlatmadan faydalanarak ahiret azabından korunmak için Kur’an’ın rehberliğinde bütün gayretlerini kullanan) Muttakiler için (elbette gerçek yurt olan ahirette)çok güzel –muhteşem bir dönüş yeri– bir yurt vardır.
Dinde Zorlama Yoktur
Kur’an sık sık kendisinin bir hatırlatma (zikir) olduğunu beyan etmektedir. Bunun anlamı kimsenin hak ve hidayet için zorlanamayacağı, sadece hakkın ve hidayetin insanlara net bir şekilde tebliğin amaçlandığıdır.
Nitekim muttakiler için güzel dönüş olduğunun bildirilmiş olması da bu anlamı teyit etmektedir. Çünkü serbest irade ve sorumluluk yoksa muttakilik de söz konusu olmaz.
50- (Bu güzel dönüş yeri) Kapıları onlar için ardına kadar açılmış sonsuz mutluluk ve huzur bahçeleri olan yamaçlarda kurulan cennetlerdir.
Ahiret Cennetinde Yasak Ağaç Yok
Bir önceki ayette muttakilere vaat edilen güzel dönüş yerinin/yurdun ne olduğu bu ayette açıklanmaktadır. Kapıları onlar için sonuna kadar açılmış, yani içerisinde hiçbir sınırlama ve tahdit bulunmayan sonsuz huzur, esenlik ve mutluluk bahçeleri olup, tertemiz nehirlerin kenarlarındaki tatlı yamaçlarda bulunan ahiret cennetleridir, güzel dönüş yurdu. Bilindiği gibi Âdem (as) ve eşinin yaratıldığı dünya cennetinde yasak ağaç sınırı ve bir son kaygısı vardı.
Yani ahiret cenneti Âdem (as) ve eşine olduğu gibi geçici bir konak, bir otel ya da misafirhane değil, kendilerine daimi tahsis edilmiş evleri gibidir. Orada misafir ya da müşteri gibi çekingen ve kayıtlı şekilde değil, tıpkı ev sahibi gibi rahat ve huzurlu şekilde kalırlar.
51- O bahçelerde mutluluk ve esenlik içinde oturup yaslanırlar. Her türlü meyve dâhil canlarının istediği her türlü yiyecek ve içeceği çekinmeden isteyecekler.
Cennette Onurlu Konuklardan Olmak
Bir misafir ya da müşteri gibi değil, ev sahiplerinin evlerinde rahat ve emin bir şekilde yaslandıkları gibi yaslanırlar koltuklarına. Canları ne istiyorsa, yiyecek, içecek, hiçbir şeyden mahrum bırakılmazlar.
Bunları isterken de acaba ev sahibi ne der gibi sıkılgan ve tedirgin olarak değil, kendi evlerinde yiyip içtikleri gibi rahat ve emin davranırlar; en ufak bir sıkılma, bir kaygı hissetmezler.
52- Ve yanlarında, (kendileri gibi cennetlik olan ve maddi-manevi) her yönden kendileriyle uyumlu ve eşlerinden başkasını gözleri görmeyen (eşleri de olacak).
Cennet Arkadaşı Eşler
Yalnızlık sadece Allah’a mahsus demişlerdir. Dünyada ve cennette insanın en yakını eşidir. Bu nedenle cennette de evlilik, dünyada hep arzulanan mükemmel uyum ve sadakatle devam edecek, cennette eşler adeta birbirini tamamlayan birer unsur, meşhur deyimle bir elmanın iki yarısı gibi olacaklardır.
Bu ayette cennete giren karı-kocanın orada birbirlerine her yönden muhteşem uyumlu birer eş olacakları, bu eşlerin birbirlerine âşık olup, gözlerinin başka kimseyi görmeyeceği, başka kimse için en ufak cinsel bir istek ve ilgi duymayacakları anlatılmakta. Böylece güzel bir cennet nimeti olarak maddi ve manevi yönden tertemiz ve harika bir sevgi olacağı anlatılmaktadır.
53- İşte hesap günü için size vaat olunanlar (başlıca nimetler) bunlardır (ey muttakiler).
54- (İşte size vaat ettiğimiz eşsiz ve muhteşem rızklarımız böyle olacak. Üstelik) Bizim bu rızkımızın hiçbir zaman azalması ve tükenmesi de söz konusu olmayacak.
Sonu Olan Nimet, Nimet Değildir
Nimetler ne kadar muhteşem olursa olsun, bir gün bitecekse bunun acısı insana yeter ve burası sonsuz huzur ve mutluluk yurdu olamaz. Nitekim dünyada da en büyük nimetlere kavuşsak, bunun bir gün biteceğini bilmemiz bu nimetin tadını bir zehre çevirir zaman zaman. Ama bu nimetler eksilmeyecek ve daimi olacak olursa, işte o zaman eksiksiz mükemmellik, yani gerçek cennet olur.
Nitekim Âdem (as) ve eşi kıssasında, yasak ağacın yanında sonu olan bir cennet söz konusu idi. Ahiret cennetinde ise hiçbir yasak/sınır olmayan mükemmel bir cennet hayatının yanında, bu hayatın ve nimetlerin asla sonunun gelmeyecek olması, cenneti gerçekten cennet yapmaktadır.
55- (Evet dünyada hakkın sınırları içinde kalmaya gayret eden muttakilerin ahiretteki güzel dönüş ve daimi kalış yeri olan cennetteki durumları böyledir). Lakin dünyada pervasızca hakkın sınırlarının dışına taşmayı bir hayat tarzı haline getirenler için (ahirette) hiç hoşlarına gitmeyecek çok kötü/aşırı olumsuz bir dönüş ve daimi kalış yeri olacaktır.
Tuğyan Eden Tuğyana Gider
Tuğyan kavramının kök anlamı, nehirlerin sel nedeniyle taşarak yataklarının yanlarındaki yerleri harap etmesidir. Bu anlamdan hareketle, tuğyan kelimesi bu konu içerisinde, insanın hakkın kendisi için çizdiği sınırların dışına taşarak etrafına zarar vermesi şeklinde kullanılmaktadır. Daha ziyade yaratılmışlara (özellikle insanlara) verilen zararları, insanların haklarına yapılan her türlü tecavüzü ifade eder. Çünkü hakkınca iman etmeyen mutlaka hakkın sınırları dışına taşkınlık edip yaratılmışlara zarar verir.
Tuğyan yaratılmışlar için söz konusu iken, Yüce Allah’a karşı yapılan yanlışlar zulüm (hakka ve gerçeğe aykırı durum) kavramı ile ifade edilir. Nitekim Lokman Suresinde (31/13) şirkin en büyük zulümlerden biri olduğu bildirilmiştir.
Ayette tuğyan edenlerin, ahirette tuğyana, yani etrafını yakıp yıkan cehennem ateşine gömülecekleri bildirilerek, takvanın kesinlikle karşılıksız kalmayacağı gibi, tuğyanın da kesinlikle karşılıksız kalmayacağı bir kez daha net olarak deklare edilmektedir.
56- Cehennemdir (o çok kötü dönüş ve daimi kalış yeri. Tuğyan edenler ahirette, kendileri için dehşetli sıkıntılar verici) bir yatak gibi olacak olan (cehenneme) mutlaka ulaştırılacak, kavuşacaklardır.
Cehennem Ateşten Yatak
Mihad, yani yatak terimi, sadece dünya ve cehennem için kullanılmış olup, cennet için kullanılmamıştır. Çünkü bu terim, aslında insanın yaşaması için uygun ve yeterli olmayan bir mekânın, kısmen düzeltilerek zaruretten dolayı kerhen kalınabilecek bir mekânı, yani darlık ve sıkıntıyı ifade etmekte olup, tıpkı dünya gibi, ne kadar olumlu olursa olsun insanın özlediği rahat ve huzuru sağlayamaz.
Cehennemin sıkıntı verici bir yatak olarak nitelendirilmesi ise dünyadakinden kat be kat olumsuz ve sıkıntı verici olmasından dolayıdır. Cennet insanın arzuladığı rahat ve huzuru sağladığından, mihad/yatak değil gerçek yurttur (dar).
57- (Dünyada pervasızca hakkın sınırlarının dışına taşmayı bir hayat tarzı haline getirenlerin akıbeti mutlaka cehennem olacak) Orada hak ettikleri için, içecek olarak kaynar su ile bu sudan oluşan onlara nefes aldırmayacak derece boğucu sıcak buharını tatsınlar bakalım.
Cehennemde Azap Üstüne Azap Var
Cehennemde ateş ile yanma azabından başka, içecek olarak kaynar su ve etrafı kuşatan kaynar su buharı şeklinde insanı cezalandıran farklı unsurlar da söz konusu olacaktır.
58- Dünya da yaptıkları yanlış tercihler neticesi hak ettiklerinden dolayı (min şeklihi)(kaynar su ve boğucu buharı gibi) çift çift başka azap üstüne azaplar var onlar için (cehennemde).
Cennet Nimetleri Gibi Cehennem Azapları da Saymakla Bitmez
Bu ayette iki hususa değinilmektedir. Birincisi çekilen bu azapların nedensiz olmayıp, cehennemliklerin dünyadaki hakkın sınırlarını pervasızca çiğnemeyi hayat tarzı haline getirmeleri anlamında yanlış tercihlerinden (min şeklihi) kaynaklandığıdır. Yani bu cezalar hak edilmiştir. Buradaki şeklihi terimi İsra Suresinde (14/84) kullanılmıştır ve muhtemelen kişinin tercihlerini ifade etmektedir.
İkinci husus ise cehennemde nasıl ateşte yanmanın hararetinden kurtulmak için sarıldıkları kaynar su ile buharı onlar için azap üstüne azap oluyorsa, azabı katlayan pek çok farklı unsurun olduğudur. Ayetlerde bu azapların tümüne değinilmemiş, sadece birkaç misalle iktifa edilmiştir. Cennetle ilgili nimetler içinde aynı şey geçerlidir.
59- (Cehennemde bu azaplar içinde kıvranmakta olanlardan ulu önderlere, kendilerine koyun sürüsü gibi uymuş olan topluluklar gösterilerek şöyle denir:) İşte bakın sizinle beraber bu azaplara göğüs germeye/katlanmaya mahkûm edilmiş uyruklarınızdan oluşan topluluklarda şuracıkta azap görmekte. (Ulu önderler kendilerine uyanlar için şöyle derler:) Rahatlık, genişlik yüzü görmesin onlar. Zaten bizim gibi onlarda cehenneme kavuşmuşlar.
60- (Bu sözleri duyan uyruklar, ulu önderlerine)Derler ki: Asıl siz rahatlık ve genişlik yüzü görmeyin. Çünkü bu cehenneme düşmemize neden olan tercihleri yapmamıza sebep olacak yanlış yönlendirmeleri siz önümüze sürdünüz. (Uyruklar ve ulu önderler beraberce derler ki öyle ya da böyle, sonuç değişmiyor:) Netice de gelip durduğumuz bu kalıcı yurt ne kadar sıkıntılı bir yer.
61- (Uyruklar ve ulu önderler beraberce) Derler ki: Rabbimiz (cehenneme düşmemize sebep olan bu yanlış tercihleri yapmamıza kim sebep oldu) önümüze sürdü ise onun ateşin içindeki azabını kat kat artır.
Cehennemliklerin Azami Mezara Kadar Süren Dostlukları
Pek çok ayette kıssa edildiği gibi, cennetliklerin dostluğu dünya ile sınırlı kalmayıp, cennette samimiyetleri daha da artarak ve kavileşerek sonsuza kadar devam etmektedir.
Cehennemliklerin dostlukları ise dünyada en yakın pazara (yani uzlaşılması mümkün olmayan ilk menfaat çatışmasına), bu çatışma olmadığı takdirde ise en fazla mezara kadar sürebilir ve (pazarda ya da mezarda) bittiği anda en yakın dostlar en büyük düşmanlar haline gelirler. Nitekim bu ayetlerde mezarda biten dostluğun mahşerde nasıl düşmanlığa dönüştüğü kıssa edilmektedir.
Ayetlerde kıssa edildiği üzere, dünyada iken aralarından su sızmayan, ulu önderlerini taparcasına seven uyruklarla, uyruklarını koyun gibi güdüp etinden ve sütünden yararlandığı için seven ulu önderlerin arasına, pazarda (dünyada) olmasa bile mezarda (ahirette) mutlaka kara kedi girecektir. Buraya düşmelerinin suçunu birbirlerine atacaklar, suçun kimde olduğu konusunda anlaşamayınca da hakem olarak konuyu Allah’a havale edecekler.
Yüce Allah her iki tarafında suçlu olduğunu, uyanların zaten meyilli oldukları için ulu önderlerine uyduklarını, uyulanlar ve uyanların birbirlerinin suçlarını artırdıklarını Araf Suresinde (7/38-39) hüküm buyurmuştur.
62- (Ulu önderler ve uyruklar kendi aralarında konuşarak birbirlerine)Derler ki: Ne oluyor bize de bu ateşin içinde aramızda göremiyoruz dünyada iken en olumsuz/şerli durumda gördüğümüz (ve eğer ahiret olursa cehenneme sadece siz girersiniz diye iğnelediğimiz zayıf ve sahipsiz) kişileri.
63- Ki onları adam yerine koymuyorduk, (bu nedenle mutlaka cehennemde olmaları gerekirdi onların, iyi ama niye göremiyoruz aramızda) yoksa cehennemin dehşet ve sıkıntısı nedeniyle gözlerimiz kaydı/görüş alanımız daraldı da ondan mı göremiyoruz?
Dünyada Adam Yerine Konmayan Müminler Nerede?
Tarih boyunca, tuğyan edenlerin, iman edenlere bakışı hep böyle olmuştur. Dünyadaki üstün gibi görünen konumları nedeniyle iman edenleri küçümserler, ahireti arzulamadıklarından dolayı iman edenlerin ahirette cennet beklentisi ile kendilerine yapılan ahirette cehennem tehditlerine istihza ile karşılık verirler ve “Ahiret olmayacak ama olsa bile orada da biz cennete siz cehenneme gidersiniz.” derlerdi. (Kehf Suresindeki(18/32-44) bahçe sahibinin mantığı gibi).
Ayetlerden anlaşıldığı üzere onlar, cehennemde acı gerçeği görecekler ama yine de görmek istemeyecekler. Bu nedenle onlar dünyada müminlerle istihza ettikleri gibi, cehennemde de Yüce Allah onlarla böyle istihza edecek.
64- Ateş ehlinin karşılıklı birbirlerini suçlayıcı bu atışmaları zamanı gelince mutlaka ve kesinlikle gerçekleşecektir.
Ahiret Hayatına Dair Ayetler Mecazi Değil Gerçektir
Bu ayet Kur’an’daki cennet ve cehennemle ilgili ayetlerin müteşabih değil muhkem (gerçek/hak) olduğunu ortaya koyuyor. Ahiret hayatı gayb olmakla beraber, insanın idrak edemeyeceği Yüce Allah gibi mutlak bir gayb değildir, insanın anlaması/kavraması mümkündür.
Ayetlerden anlaşıldığına göre, cennet ve cehennem hayatı dünya hayatına benzeyecek, farkı ise mükemmel ve daimi olması olacak. Orada insan fıtraten aradığı sonsuz huzur ve mutluluğu bulacaktır. Bu nedenlerle genel olarak cennet ve cehenneme dair ayetleri teşbih ya da mecaz olarak değil, somut gerçekler olarak anlamak gerekir.