24 Nisan Cumartesi günü İslam Dünyası Tarih ve Kültür Araştırmaları Merkezi (İDKAM)'nde Yöneliş Yayınlarından çıkan "Cemaat-i İslami" isimli kitap değerlendirildi. Panele Gökhan ÖZEN yönetici, Gülsüm PEKER ve Ersoy GÖVEÇ tartışmacı olarak katıldılar.
İlk konuşmacı Gülsüm PEKER, Cemaatin oluşumunu, tarihi zeminini ve sürecini anlattı. Cemaat-i İslami'nin "mukaddes bir cemaatten" nasıl siyasi bir partiye dönüştüğünü irdeledi.
Güisüm Peker, ilkin 19. yy'da Cemalettin Afgani'nin usuli ve siyasi olarak etkilediğini anlattı. Afgani'nin İngiliz emperyalizmine karşı direnmeleri için Hint müslümanlarını desteklediğini; usuli olarak kaynaklara dönüş ve hurafe ve bidatlerden arınma gayretlerinin Hintli müslümanlar arasında taraftar topladığını vurguladı.
Ayrı ve bağımsız bir Pakistan'dan ilk bahseden kişinin Muhammed İkbal olduğunu söyleyen Peker, ikbalin 1930 yılında Pencap, kuzeybatı sınır eyaleti, Sind ve Belucistan'ın tek bir devlet olarak birleştirilmesini teklif ettiğini belirtti.
Pakistan'ın kurulmadan önceki sürecini irdeleyen Peker, Hindistan'daki müslümanlar arasındaki tartışmalara değindi. Cemiyet-i Ulemayı Hindin, Hindistan'ın parçalanmasına, Pakistan'ın kurulmasına karşı çıktığını, Hindulardan ve müslümanlardan oluşan milli bir devlet kurmak için uğraştığını aktardı. Peker, Cemiyet-i Ulemayı Hind'in, Hindistan'da oluşacak güçlü bir birliği/yönetimi, Pakistan'da oluşacak zayıf bir vatana tercih ettiğini ve Pakistan'ın kurulmasına yönelik çekincelerini aktardı.
14 Ağustos 1947'de Pakistan'ın ve bir gün sonra da Hindistan'ın teşkili ile 9 milyon göçmenin oluştuğunu, iç savaşın patlak verdiğini ve Keşmir sorunu yüzünden iki devlet arasında savaş başladığını söyleyen Peker, Pakistan'ın bölünmesiyle birlikte Cemaat-i İslami'nin de Hindistan ve Pakistan olarak bölündüğünü, Mevdudi'nin Pakistan Cemaat-i İslamisi'nin başına geçtiğini söyledi.
Gülsüm Peker, 26 Ağustos 1941 'de Lahor'da kurulan Cemaat-i İslami'nin amacının, başta İslam'ı Hindistan'da kurtarmak iken, Pakistan'ın kurulmasıyla birlikte İslam'ı Pakistan'a hakim kılmak olarak değiştiğini belirtti. Peker, Mevdudi'nin fikri gelişiminin incelenmesinin, Cemaat'in anlaşılmasında büyük faydası olacağını belirterek, Mevdudi'nin fikri yapısına çok genel hatlarıyla değimlerde bulundu, Cemaatin 1942-47 yılları arasında Pathankot'ta geçen yıllarının, gerek teşkilatlanma gerekse de fikri açıdan gelişme dönemi olduğunu söyleyen Peker, Mevdudi'nin de fikri eserlerini daha çok 1930-40'lı yıllarda verdiğini, sonraları güncel siyasi meselelerden ilmi çalışmalara fırsat bulamadığını, bu tarihten sonra Cemaat ideolojisinde meydana gelen değişikliklerin de ilahiyattan ziyade siyasetle ilgili olduğunu" söyledi.
"Cemaat, 1951'de önemli bir karar alarak seçim siyasetine girdi. Bu karar Cemaat Şurasında yoğun tartışmalara neden olmuştu" diyen Peker, Cemaatin seçimlere yaklaşımını aktardı: "Cemaat, seçimlere kendi siyasi faydası için yaklaşmıyor, fakat müstakbel menfaatlerini engelleyebilecek adayların seçilmesine mani olmak için mücadele ediyordu. Cemaatle siyasi faaliyetlerle, dini idealizm arasında sürekli bir gerginliğin bulunduğunu söyleyen Peker, Cemaatin kadına bakışını eleştirdi. "Kadından lider olmayacağı için kadın kollarının başına bir kadın getirilmemiş, ama başbakanlık seçimlerinde Patıma Cinnah desteklenmiştir" dedi.
Peker Pakistan'ın kuruluşunda yapılan eylemlerin kadınların öncülüğünde geliştiği ve bu eylemlere milyonlarca kadının katılmış olmasının önemli olduğunu vurguladı. Peker, Mevdudi'yi fıkıhçı, şablonik değerlendirmeleri nedeniyle eleştirerek, Cemaatin tıkanmasının önemli nedenlerinden birisinin bu yanlış usul ve din anlayışı olduğunu söyledi. Cemaat mensuplarının giyim-kuşam ve saç-sakal görünüşleriyle halka itici geldiği, üyelik için sakallı olma şartının kaldırılmasının önemli iç tartışmalara yol açtığını söyledi.
Gülsüm Peker, Cemaatin dört maddelik programının bilinmesinin Cemaati değerlendirirken önemli olduğunu söyleyerek programı aktardı:
1-İlahi değerler ve prensiplerin ışığında İslam düşüncesini yeniden şekillendirmek,
2-Ferdi değiştirip kötü huylarından temizleyerek gerçek bir İslami şahsiyete kavuşmak, davete uyanların tamamını bir nizama sokarak onların da insanları, Allah'ın yoluna davet etmek üzere düzenli çalışmalar yapmalarına yardımcı olmak,
3-Toplumun bütün kurumlarını ve kişiler arasındaki ilişkileri İslam öğretisine göre tanzim etmek ve düzeni yeniden kurmak üzere mümkün olan bütün adımları atmak, bu amaçla eğitim programları, sosyal hizmetler ve kültürel faaliyetleri desteklemek,
4-İslam toplumunun liderliğiyle bir inkılap yapmak. Ülkedeki siyasi ve sosyoekonomik nizamı İslam ölçüleriyle yeniden düzene sokmak ve nihayet bir İslam devleti kurmak.
Gülsüm Peker, Cemaat-i İslami'nin Pakistan devleti ile girdiği ilişkileri örnekler vererek aktardı. Peker, sistemin kendini halka kabul ettirdiğini gören Cemaat'i, sistemin gerçek laik yüzünü halka ifşa etmeyip güç elde etme hesabı yaptığından dolayı eleştirdi. Peker. "Cemaat kendi savunduğu fikirleri demokrasiye bir alternatif olarak sunmak yerine demokrasiyi meşru görerek onu gerçek demokrasiye ve İslam'a giden yolda bir araç kabul etmiştir" dedi.
Pakistan'da Türkiye'deki gibi eski hakim elitlerin devamı niteliğinde olan laikleşmiş siyasi elitin, ülkenin siyasi kaderini ele geçirdiğini belirten Peker, siyasi elitin Pakistan devletinin birleştirici sembolü olarak İslami görünüş ve formda bir milliyetçiliği benimsediğini, zira Pakistan'ın kuruluş nedeninin İslam olduğu 21 etnik gruptan oluştuğundan bir ortak payda olarak İslam'a yaklaşıldığını söyledi. 1958'deki darbeyle birlikte "Milli Yapılanma Bürosu'nun kurularak İslam'ın siyasi süreçten tasviye edilmeye çalışıldığını söyleyen Peker, rejimin İslam bir anda devre dışı bırakılamaz, fakat ıslah edilebilir, modernleştirilebilir, siyasetten arındırılabilir, nihayet siyaset dışına atılabilir" kanaatine vardığını aktardı.
Gülsüm Peker, Pakistan sisteminin yapısının halk tarafından doğru bir şekilde algılanmadığını söyleyerek, yöneticilerin de kendi kirli yüzlerini gizlediklerini belirtti. Ziya ü'l-Hak'ın, halkı günde beş vakit namaz kılmaya çağırdığını, namaz kılmayanların kontrolü için denetleyiciler koydurduğunu, Ziya ü'l-Hak'ın bir konuşmasında "Ülkeyi İslam devleti yapmakta kararlıyız" dediğini hatırlatan Peker, Pakistan'da kışladan ezan seslerinin geldiğini, subayların sakallı olduğunu, formdaki tüm bu İslamiliklere rağmen sistemin özde laik bir karaktere sahip olduğunu söyledi.
Peker, son olarak hurafe ve bidatlere karşı kararlı bir mücadele vermesinin ve tasavvufi sapmaya karşı dikkatli olmasının Cemaatin olumlu yönlerinden biri olduğunu belirtti.
İkinci olarak söz alan Ersoy GÖVEÇ, Cemaatin üç kademeli üyelik sistemini, sıkı örgütlülüğünü, ideolojik homejenliğini, kurumsal yaygınlığını, dayandığı sosyal tabanı irdeledi. Cemaatin teşkilatlanmaya önem verdiği ve bunu dini bilgilerle demlendirdiğini, Mevdudi'nin "Peygamberimizin başarılı olması vahiy almasının yanında iyi bir teşkilatçı olmasıydı" şeklindeki kanaatini aktardı, İslami camiada bireysellik hastalığının hala aşılamadığına değinerek, örgütlü hareket etme bilincinin kazanılmasının önemini belirtti. Cemaatin üyelik kategorisine bakışının dikkat çekici olduğunu, Cemaatin üyeye "Topluma, ülkeye, ilmi, ahlaki, dini ve siyasi alanda liderlik/yönlendiricilik yapma" vasfına sahip kişiler olarak baktığı, bu anlamda bunun "kadro elemanı" şeklinde anlaşılabileceğini ifade etti. Örgütlenmede birinci kategori üyeler (erkan)den oluşurken, ikinci kategori yardımcı üyeler (karkün)'den, üçüncü kategorinin de taraftar (müttefik)'lardan oluştuğunu, üyeler dışındakilerin oy hakkı olmadığını, günlük işlerin yardımcı üyelerce yürütüldüğünü, taraftarların ise faaliyetlerde destek verip maddi katkıda bulunan insanlardan oluştuğunu aktardı.
Cemaatin altı kategoride dörder birim oluşturduğunu, üst düzey yönetimin emir ve merkezi şura meclisinden oluştuğunu, Cemaat'in günlük işlerini Genel Sekreter tarafından idare olunup mali işlerden eğitime, parlamento işlerine kadar geniş bir alanda alt departmanlara sahip olduğunu belirtti.
Cemaatin Suudi ulemasıyla bağlantısı ile Körfez ülkelerinden mali yardım aldığını ve Kelim Sıddıki'nin bunu "Suudi parasıyla raydan çıktılar" şeklinde eleştirdiğini aktaran Göveç, "Gerçekten de aşırı mali yardım, Cemaat'in fikrini sarmış, güçlükle kazanılmış disiplin ve maneviyatını hırpalamış, mensuplarına hatalı ve esasında geçici olan bir güven duygusu vermiştir. Bu mali yardımlar, Cemaatin bir dizi dini ve siyasi konudaki tavrını da belirlemiştir. Onun düşünce ve hareket serbestisini de örselemiştir. Örneğin İran-lrak savaşında, Körfez ülkelerinin İran karşısında tavrını sertleştirmesi nedeniyle İran'ın yanında net tavır alamamıştır'"dedi.
Bugün farklı ülkelerde birbirinden kopuk sekiz Cemaat-i İslami'nin olduğunu, bu cemaatlerin teşkilatlanma olarak Pakistan Cemaat-i İslamisi'ni örnek aldıklarını, ideolojik olarak da Mevdudi'nin perspektifine dayandıklarını belirten Göveç, Körfez Savaşında Pakistan Cemaat-i İslamisinin Amerikan karşıtı bir siyaset izlemesine rağmen, Bangladeş Cemaat-i İslamisi'nin Amerikan saflarında yer aldığını, 1947'de Hindistan'ın bölünmesi ve Pakistan'ın kurulmasıyla Cemaat'in ulus devlet kavramının içine girdiğini -Cemaat'in de Hindistan ve Pakistan Cemaat-i İslamisi olarak ikiye bölünmesi- evrensel siyasetinin süreç içinde evrilerek ulusal çıkarlar istikametine yöneldiğini, Cemaatin önce 'Pakistanlı sonra 'ümmetçi' olduğunu söyledi.
Cemaat-i İslami'nin öğrenci teşkilatı olan İslami Cemiat-ı Talebe'yi (Cemiyet) yapılanma ve ideolojik yön itibariyle inceleyen ve Cemiyetin kuruluşundan şimdiye değin Pakistan siyasasında oynadığı rolü aktaran Göveç, Cemiyet'in örgütlenmesinde İhvan-ı Müslimin'in büyük etkisinin olduğunu söyledi. Cemiyet'in önceleri üniversitelerde dini tebliği amaçladığını sonraları "kampus siyaseti"ne yöneldiğini, giderek "kampus siyasetimin Cemiyet'in faaliyetlerinin odak noktası olduğunu söyledi. 1950'li yıllarda solla ilişkilerin artmasıyla birlikte Cemiyet'in daha çok siyasileştiğini ve Mevdudi'nin "Üstten devrim" yani "Pakistan'ın ilerdeki liderlerini yetiştirmek" fikrini terkedip 1953-54 Ahmedi aleyhtarı gösteriler ve 1954'te Mevdudi'ye idam cezası verilmesine karşı düzenlenen protestolar ile kendini "hükümet içinde ve dışında bulunan solcu ve laik İslam düşmanlarına karşı, İslam'ı korumak için savaşacak bir güç (tugay)" olarak tanımlama fikrini benimsediğin ifade etti.
Cemiyet'in kendi üyelerine Cemaat-i İslami'nin anlayışını sıkı bir biçimde aşıladığını Cemiyet içinde yükselmenin temel şartının Cemaat'ın anlayışına sadakat olduğunu belirten Göveç, Cemiyet'te ideolojik uyumun, homojenliğin önemsendiğini her üyenin Mevdudi'nin eserlerinden imtihana çekildiğini vurguladı.
Cemiyet'in güçlü bir lise çalışmasına sahip olduğunu hatta Cemiyet'in üniversitelerden çok, liselerden insan kazandığını söyleyen Göveç, "şu an Cemiyet, liseli unsur sayesinde ulusal çapta hareket etme kabiliyetine sahip tek teşkilattır. Cemiyet'in son dönemdeki zayıflığı ve başarısızlıkları iç dinamiklerinde aranmalıdır. Örneğin, 1981'de solu üniversitelerden tasviye edince, yani "öteki" ortadan kalkınca misyon problemi yaşamış, diğer teşkilatlar tarafından tabanı kemirilerek gücünü ciddi oranda yitirmiştir. Bu, Cemiyet'in aşırı politizasyonunun bir diğer deyişle fikri çalışmaları bilgi ve birikimi eylemliliğin gerisine atmasının bir sonucudur" dedi. Devamla "Cemiyetin 1971'de Bengal Milliyetçiliğini bastırmak için Pakistan ordusuna destek verdiğini hatta orduyla beraber Şems ve Bedir isimli iki gerilla birliği oluşturduğunu" söyledi.
Göveç, daha sonra Cemaat-i İslami'nin sosyal tabanından ve ideolojik kanaatlarından bahsetti. Cemaatin teşkilatlanmada gösterdiği başarısını siyasi bir hareket olarak yeterince gösteremediğini hep laik yönetimle uğraşıp, fakir halka inemediğini, ayrıca Pakistan kurulmadan önceki değişim usulü ve yöntemi olan "uzun vadeli toplumsal değişimi sağlama, kadro yetiştirme" anlayışının Pakistan kurulduktan sonra "üstten devrim" şeklinde değiştiğini, değişimin "siyasetten topluma, toplumdan bireye" olacağı, kanaat getirdiğini belirtti.
Pakistan'da okur yazar oranının % 30 olduğunu, bunun Cemaat'in köylü kesime inememesinin en büyük nedeni olduğunu, köylüler a/asındaki taraftarlarının artmasının Cemaat'in manevra kabiliyetini, köylülerin muhafazakar olması nedeniyle zaafa uğrattığını ama bir şekilde köylüleri Kazanması gerektiğini de belirtti.
Cemaat-i İslami'deki üyelik ayrımına değinen Göveç, "bunun nedeni Cemaat'in üyelik kurumuna yüklediği önder şahsiyet olma misyonudur. Cemaat, karakterine ve dünya görüşüne sadık olmayan üyelerin nüfuzuna açılırsa bunun ideolojik vizyonu sulandırabileceğini, daha kötüsü manipüle edebileceğini savunuyordu" dedi.
Cemaat'in örgütlenme ve seçim siyaseti noktalarında Türkiye'deki Fazilet Partisi çizgisiyle yer yer benzerlikler taşıdığını ama FP çizgisinin uzlaşmacı bir çizgiye evrildiğini ve Cemaat-i İslami gibi fikri boyutunun olmadığını söyledi.
1975 yılında Mevdudi'nin Cemaat'in şurasına "seçim siyaseti"ni bırakmasını tavsiye etmesine rağmen bunun şura tarafından kabul görmemesini hatırlatan Göveç, "Artık cemaat, tam tekmil bir siyasi parti haline dönüşmektedir. Seçim siyaseti Cemaat'in kontrolünden çıkmış, sistemin, Cemaati kontrol aracına dönüşmüştür. Sistem içi bir kurumun Cemaat'i kuşatıp esir etmesiyle yüz yüzeyiz" dedi.
Ersoy Göveç, İslami hareketlerin tecrübelerinden faydalanmanın zorunlu olduğunu, kendimizi yenilemekte bu hareketlerin fikri birikimlerinden, tecrübelerinden yararlanabileceğimizi belirtti. Göveç, "genel olarak İslami çevrelerin bir tıkanıklık yaşadığı bu konjonktürde yapılması gereken baştan aşağı topyekün bir sorgulamadır. Eleştirel bilinç kuşanılmalı, düşünceler Kuran süzgecinden tekrar geçirilmeli, vahiyle olan irtibatsızlık giderilmeli, pratiklerimizin çıkış zemini olan usuli meseleler gündemleştirilmelidir. Bu gündemleştirme ameliyesi vakıadan kopuk olmamalıdır. Dışa kapalı içe yönelik bir sorgulama geliştirici olmayacaktır. Zira yaşanan tıkanıklığın bir nedeni de vakıayı okuyamamaktır. Bu sorgulama sürecinde tabular oluşturulmamalıdır. Görüş ve tespitlerimizi tartışabilmeliyiz. Tıpkı bugün Cemaat-i İslami örneğinde yaptığımız gibi" diyerek sözlerini noktaladı.