Irak’ta Musul merkezli gelişmeler tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de büyük yankı yaptı, sıcak ilgi ve tartışmaların konusu oldu. İslami camiada da yoğun bir gündem oluşturan Irak olayına ilişkin yapılan yorumlar ve geliştirilen tezlerin bu yazıda genel bir değerlendirmesini yapmaya ve zaaflı bazı yaklaşımlara dikkat çekmeye çalışacağız.
Irak olayının nasıl algılandığı ve ne tür yansımalara yol açtığı sorusu üzerinde düşündüğümüzde karşımıza çıkan en yaygın tutumu ‘sürpriz’ kavramıyla özetlemek yanlış olmaz. Gerçekten de Irak’ta olan bitenler hemen her yerde, her kesimde olduğu gibi İslami camiada da büyük bir sürpriz olarak algılandı ve derin bir şaşkınlığa yol açtı.
Neden Sürpriz Oldu?
Aslında belki de konuya ilişkin en büyük zaafımızın bu şaşırmışlık durumunda gizli olduğu söylenebilir. Konuya uzaklık doğal olarak şaşkınlığı, garipsemeyi beraberinde getirmiştir. Şöyle ki, yanı başımızda on yılı aşkın bir süredir yaşanmakta olan acılara, zulümlere karşı duyarsızlığımız, kardeşlerimizin feryatlarına karşı sessizliğimiz bir yandan Irak olayına yabancılaşmamızı simgelerken, aynı zamanda mevcut gerçekliğe dair doğru bir perspektif geliştirememe zaafına da kaynaklık etmiştir. Ve böyle bir arka plandan hareketle serdedilen görüşler ve takınılan tutumlar da kaçınılmaz olarak sorunlu, zaaflı bir zemine oturmuştur.
Öncelikle İslami camianın geneli itibariyle Irak olayına yaklaşımının özgün değil, uluslararası medya manipülasyonunun gölgesi altında geliştiği ve Türkiye kamuoyuna yansıyan hâkim ruh halinin büyük ölçüde İslami camiayı da kuşattığı görülmüştür. Bu durumun bir neticesi olarak ilk andan itibaren konu yanlış bir bağlama oturtulmuş ve ‘IŞİD sorunu’na indirgenmiştir. Paralel biçimde gelişen ‘IŞİD’in şeytanlaştırılması’ sürecine pasif bir yaklaşımla dâhil olunmuş, itiraz edilmemiştir. IŞİD’in, Musul’u ele geçirmesinin ardından Türkiye Konsolosluğu çalışanlarını ve Türkiyeli TIR şoförlerini rehin almasının bu tutum alışı çok güçlü bir biçimde etkilediği açıktır. Ayrıca aynı örgütün uzun bir süredir Suriye’de direniş gruplarına karşı takındığı ölçüsüz, hukuksuz, zalimane tavırlar nedeniyle de zaten kuşkuların odağına oturduğu bilinmektedir. Bu tür bir arka planın neticesi olarak bir hayli sığ ve temelsiz değerlendirmelerin birbiri ardına sıralanması kolaylaşmıştır.
Irak’taki gelişmelere ve IŞİD hadisesine ilişkin olarak yanlış ve zaaflı değerlendirmelere zemin teşkil eden iki yaygın yaklaşım öne çıkmaktadır. Birbirlerini de besleyen bu iki yaklaşım komploculuk ve gelişmelere Türkiye merkezli bakma hastalığıdır.
Komplocu Körlük
İçeride, dışarıda hemen her siyasal-toplumsal olayla ilgili yaygın ve bulaşıcı bir düşünsel illet halini almış olan komploculuk Irak olayını doğru değerlendirme önünde de büyük bir mânia oluşturmaktadır. Irak’ta işgalden bu yana yaşanan korkunç zulümleri, sistematik katliamları görmezden gelen, Irak’ın ABD işbirlikçisi iktidarlar eliyle bir mezhebî bataklığa dönüştürülmüş olduğu gerçeğine odaklanmayan yaklaşım sahiplerini çok rahatlıkla “Nereden çıktı bu IŞİD?” sorusu etrafında bir dizi komplo teorisini sıralarken görmek artık hiç şaşırtıcı olmamaktadır.
Hiçbir ciddi veri, tutarlı bir delil olmaksızın sadece söylemin cazibesine kapılarak temelsiz, mesnetsiz ve çoğu zaman da birbiriyle çelişen teoriler ortalığa saçılmaktadır. “IŞİD’in arkasında İngiliz aklı var!” iddiasını seslendirenden “Maliki toptan bir temizlik yapmak için bunları öne çıkardı!” tezini savunana kadar bir sürü iddia boy göstermektedir. Öyle ki, ABD’den İran’a, İsrail’den Suud’a hatta Beşşar’a kadar türlü güçlerin “işin arkasında” olduğu iddiasını seslendirenler aslında dillendirdikleri bu tezlerle sadece Irak gerçeğini saptırma işlevi görmekle kalmayıp, daha genelde zihinsel bir kötürümleşmeye de sebep olmaktadırlar.
Olguları doğru anlama, doğru tahlil etme önünde büyük bir engel oluşturan komplocu mantık aynı zamanda büyük güçlerden, devletlerden bağımsız olarak adeta hiçbir kimsenin, hiçbir adım atamayacağı hurafesini de yaygınlaştırarak tevhidi bir bakış açısıyla dünyayı, gelişmeleri değerlendirebilme imkânını ve sorumluluğunu da örselemektedir.
Örtük Milliyetçilik
Komplocu zihinle irtibatlı bir başka çarpık yaklaşım da gelişmelere Türkiye merkezli bakma tutumudur. Genelde dindar-muhafazakâr kesimlerin eski bir alışkanlığı olan bu tutumun son dönemlerde İslami kesimde de yaygınlaştığı görülmektedir. Dünyada ve Ortadoğu’da gelişen olayları sürekli biçimde Türkiye odaklı değerlendirmeye kalkışmak bir tür milliyetçiliktir ve sahiplerini sağlıklı sonuçlara götürmesi kesinlikle mümkün değildir. Bu tutum sahiplerine göre adeta tüm dünya bir araya gelmiş Türkiye’ye tuzak kurma, Türkiye’yi çelmeleme çabasına girişmiştir. Bilhassa yakın coğrafyada gelişen hemen her olay Türkiye’nin büyümesini engellemeye, etkisini kırmaya, istikrarsızlaştırmaya yönelik bir tuzak olarak algılanmaktadır!
Şüphesiz yanı başında yaşanan gelişmelerin Türkiye’ye etkileri olacaktır. Ve elbette küresel güçler, dayatmalarına direnen ve ümmetin maslahatlarını önemseyen bir iktidar anlayışının Türkiye’de hâkim olmasından rahatsızlık duymakta ve buna karşı politika geliştirmektedir. Ne var ki, kendi içinde uzun bir arka plana sahip, köklü bir geçmişi bulunan sorunların, gündemlerin hepsini getirip ‘Türkiye’ye karşı oyun’ zeminine oturtmaya kalkmak saçmalıktır.
Hiçbir şekilde ispatlanması mümkün olmayan korkulardan, evhamlardan ve büyük ölçüde de konumunu abartmaktan, kendisine olduğundan çok daha fazla önem atfetmekten kaynaklanan bu tutum sağlıklı değerlendirmelere ve tavırlara imkân vermez. Tutarlı bir perspektif geliştirme önünde engel oluşturduğu gibi ümmete karşı adil bir tutum takınmayı da zorlaştırır. Irak’ta ya da Suriye’de ne olduğunun, ne yaşandığının değil, Türkiye için neyin planlandığının daha önemli ve belirleyici olduğunu düşünmek tipik milliyetçi sapma eğilimine işaret etmektedir.
Mezhepçilik Tuzağı mı?
Müslümanlar olarak gelişmelere geniş pencereden bakmak, olayları bütünlüğü içinde kavramak, değerlendirmek durumundayız. İslam coğrafyasında gelişen olaylara ümmet perspektifiyle bakmak zorundayız. Sorunlara ne küresel güç odaklarının yönlendirmeleri doğrultusunda ne de yaşadığımız coğrafyada hâkim olan yerel iktidarın, içinden gelinen etnik-mezhebî topluluğun veya toplumsal grubun öncelikleriyle yaklaşmalıyız. Asıl kimliğimiz ve kimliğimizin belirlediği adalet ve hakkaniyet ölçülerini baz almalı, kardeşlik hukukuna uygun tavırlar geliştirmeliyiz.
Irak hadisesinde Sünni topluluğun ezildiğinin vurgulanması, Sünni halkın isyanının haklılığının ve desteklenmesi gerektiğinin altının çizilmesi bazılarınca ‘mezhepçilik’ ya da en azından ‘mezhebî duyarlılık’ olarak görülmekte ve tehlikeli bir ayrışmaya katkı sağlamak şeklinde eleştirilmektedir. Oysa bu, doğru bir tutum değildir.
Bu yaklaşım Türkiye’de geçmişte sıkça karşılaştığımız bir çarpıtmaya benzemektedir. Bu ülkede on yıllarca ulusçu bir mantıkla Kürt kimliğinin inkâr edilmesi olgusu karşısında “Kürtler vardır, hakları ihlal edilmektedir.” diyenlerin “Kürtçülük” ithamına maruz kalmalarına benzer bir durum söz konusudur. Oysa kimliklerinden, inançlarından ötürü ezilen, mağdur edilen, zulme maruz kalan insanların mazlumiyetlerini vurgulamak taifecilik olarak görülemez.
Gerek Suriye’de, gerek Irak’ta mezhebî kimliklerinden ötürü aşağılanan, hor görülen Sünni kardeşlerimizin hukukunu savunmak bizi mezhepçi yapmaz. Kaldı ki, bugün mazlum kardeşlerini savunduğu için mezhepçilikle suçlanan insanların yıllarca Irak saldırısına karşı İran Devrimini destekledikleri, Lübnan’da Sünni kökenli Sinyora Hükümetine karşı Hizbullah’tan yana tavır aldıkları, Irak’ta ABD işgaline karşı cılız bir direnme sinyali verdiğinde dahi Mukteda Sadr’ın resimlerini eylemlerinde taşıdıkları bilinmektedir. Şimdi kalkıp tüm bu gerçekler ortadayken zalimlere zulümlerinden ötürü tavır alanları kurnazca bir tutumla “mezhepçilik yapıyorsunuz, fitne çıkartıyorsunuz” diye suçlayanların ikiyüzlülüğü aşikâr değil mi?
IŞİD’e Nasıl Bakmalı?
Irak’taki gelişmeler anlaşılabilir bir şekilde kimi sorulara yol açmış, Müslümanlar arasında da bazı tartışmaların yaşanmasına neden olmuştur. Hassaten de Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı örgüte karşı olumlu sayılabilecek bir tavrın sergilenmesine yönelik kaygılar serdedilmiştir. Gerek sahip olduğu din anlayışının darlığı ve aşırılığı nedeniyle ve bilhassa da Suriye’de işlediği zulümler göz önünde bulundurulduğunda, Irak’ta bu örgüte mal edilen eylemlere olumluluk atfetmenin ne ölçüde doğru olabileceğine dair sorular çoğalmıştır.
Burada IŞİD hadisesine yönelik bu tartışmalara, eleştirilere değinirken, gündemi Irak’ın bütününden koparmadan değerlendirmenin gerekliliğini hatırlatmakta yarar görüyor, ayrıca Müslümanların gündeminde yer almış farklı gelişmelerden örneklerle kıyaslayarak ele almanın konunun daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağını umuyoruz.
Öncelikle IŞİD şu anda başrolde gözükse de Irak’taki gelişmeleri IŞİD’den ibaret görmek ya da Irak’ı sadece IŞİD ile açıklamak yanlıştır. IŞİD çok etkili bir aktör olmakla birlikte tek belirleyici değildir. Irak’ta Maliki diktasına karşı harekete geçen geniş bir kitle ve ortak hareket eden çeşitli yapılar mevcuttur. Bununla birlikte bu geniş koalisyonda IŞİD’in motor rolünü üstlendiği söylenebilir.
Daha önemlisi de şudur ki, doğru bir analiz yapabilmek için IŞİD’in bu kadar etkili olmasını doğuran faktörler üzerinde durmak gerekir. Ve bunu yaptığımızda da Irak’ta işgalden beri yaşanan zulümleri görme, zulümlerle yüzleşme durumu ortaya çıkar ki, Iraklı Sünniler nezdinde IŞİD’e bir kurtarıcı rolü atfedilmesinin arka planı ancak bu şekilde anlaşılabilir.
Yine IŞİD olayından kimin kârlı kimin zararlı çıktığına bakmak, yani IŞİD’den kimin memnun, kimin rahatsız olduğu sorularını sormak durumundayız. Ağızlarını her açtıklarında ‘IŞİD terör örgütü’, ‘büyüyen IŞİD tehlikesi’ türünden kalıplarla konuşanların kimler olduğu açıktır. Irak’taki gelişmeler karşısında İslami hareketlere düşmanlıkta sınır tanımayanların hepsinin adeta karalar bağladığına şahitlik ediyoruz. Sevinenlerin ise Irak’ın mazlum Sünni halkı olduğu görülüyor. Bu durumda biz niye felaket tellallığı yapalım? Irak halkı hayatından memnunsa, gelişmeleri olumlu görüyorsa bize düşen onlarla dayanışma içinde olmak değil midir?
Çok ilginç bir koalisyon var karşımızda. ABD ile Rusya, Afganistan’dan sonra ender ortaklıklardan birini yaşıyorlar Irak’ta. Öte yandan Beşşar katili, hamisi İran ile birlikte Maliki’nin yanında katliamlara girişiyor. Ürdün’den Suud’a kadar tüm saltanat rejimleri telaş içinde. Ve İsrail korkusunu gizlemiyor. Bu tabloya sevinmemek mümkün mü? Korkacağımız, kaygı duyacağımız bir manzara mı bu?
IŞİD’in Irak’taki eylemleri hakkında olumlu cümleler kurulması bazılarını tedirgin ediyor. Oysa unutmayalım ki, siyasi tahlil yapıyoruz. Kendimize parti, hareket, taklit mercii seçmiyoruz! Ne dini anlama usulü ile ne dünyayı kavrama çabasıyla bu örgütün ümmete ve bize örnek olabileceğini de düşünmüyoruz.
Bununla birlikte herhangi bir siyasi aktörün Müslümanları ilgilendiren eylemini kendi zemini, bütünlüğü içinde değerlendirmek durumundayız. Olumlu tarafları varsa bunların altını çizebiliriz. Hatta genel tutumu itibariyle karşısında yer aldığımız unsurların eylemleri için dahi bu yapılmalıdır. İlla da toptan reddetmek, küfretmek gerekmez. Bu olayda şu doğrudur, şu yanlıştır diyebilmeliyiz. Örneğin Suriye’de Esed rejimiyle işbirliği içinde İslami direniş güçlerine karşı konumlandığı için PYD’yi suçluyoruz. Faraza yarınlarda rejime karşı savaşacak olsa “iyi yapıyor” demeyecek miyiz?
Siyasal gelişmelerde kimi zaman birbiriyle mücadele eden, çatışan aktörlerden ikisinden de beri olabilir, hiçbirini olumlu görmeyebilirsiniz. Ama eğer taraflardan biri haksız ve zalim konumundaysa; ideolojisi, kimliği itibariyle desteklemediğiniz, hatta karşı olduğunuz diğer tarafı desteklemeniz adaletin gereği olabilir. Hatırlayalım! 28 Şubat darbe sürecinde solcuları eleştiriyorduk. Büyük bir kesimi ‘tarafsız’ pozisyon takınmaktaydılar. “Ne şeriat ne darbe” sloganını öne çıkartıyor, “Yesinler birbirlerini!” diyorlardı. Yani “iki taraf da kirli, biz tarafsızız” tavrı! Bu şekilde ‘militarist diktatörlük ile gericilik tehlikesi arasında 3. bir yol’ tutturduklarını iddia ediyorlardı. Bizse bu yaklaşımı eleştiriyor, “Asıl zalim güce karşı tavır almıyorsan, iki taraf da kötü derken aslında asıl zalimi güçlendirmiş oluyorsun.” diyorduk!
Aynı şekilde Suriye’de güya tarafsız konum alanları, İslami güçleri değişik gerekçelerle eleştirenleri, son kertede Esed rejiminin değirmenine su taşımakla eleştirmiyor muyuz? Suriye’de direnişin İslami kimliğini öne çıkartarak, Esed rejimine karşı olduklarını söylemekle birlikte, muhalefete de mesafeli olduklarını ifade eden sol, liberal vb. kesimleri bu tutumlarıyla dolaylı biçimde de olsa diktatörlükten yana tavır almakla suçlamıyor muyuz? Aynı perspektifi Irak’a uyguladığımızda karşımıza şöyle bir manzara çıkmaz mı: IŞİD’i savunmuyoruz, varsın ABD ve İran destekli Maliki diktatörlüğü sürsün!
Bir kere daha vurgulayalım, biz tavır belirlediğimiz için Irak’ta gelişmeler farklı bir yönde akmayacak. Biz destek verdik ya da vermedik diye IŞİD kazanmayacak ya da kaybetmeyecek. Bizi ilgilendiren şey yanı başımızda yaşanan gelişmeleri boş gözlerle seyretmeyip haktan, adaletten yana tavır almaktır. Zulme karşı kardeşlerimizin hukukunu savunmaktır Eğer IŞİD Irak’ta mazlumlardan yana olumlu işler yapıyorsa, bu olumluluğu destekleriz, mazlumların sevincini paylaşırız.
Elbette IŞİD’e kefil olacak halimiz yok! Suriye’de işlediği suçları örtecek de değiliz. Aynı şekilde Irak’ta kötü işler yapabilme potansiyeline sahip olduğunu da gözden uzak tutmayız. Ve böylesi bir durum söz konusu olduğunda elbette yanlışa ortak olmaz, sessiz kalmayız. Yaptıklarından beri olduğumuzu haykırırız. Mamafih şu anda Irak’ta yaşanan gerilimin, çatışmanın, savaşın IŞİD ile Maliki arasında olmaktan ziyade Maliki’nin tüm Sünni halka yönelik bir zulmü olduğunu da görmezden gelemeyiz.
IŞİD bugün Irak’ta ezilen Sünni halkın talebine uygun bir tutum içinde görünüyor. Umarız ki, geçmişte yapılan hatalardan ve hassaten de Suriye’de yaptığı vahim yanlışlarından ders çıkarır, burada işlediği günahları tekrar etmez. Rabbimizden bunu diliyor, maalesef zulme bulaşan, ellerini kardeşlerinin kanlarıyla kirleten bu kardeşlerimizin günahlarından arınmaları ve silahlarını zalimlere ama sadece zalimlere yöneltmeleri için dua ediyoruz.