Fonda bir gaz odası sandalyesi, dumanlanmış bir İstanbul silueti, petrole batmış bir karabatak ölüsü ya da yıllanmış bir toplu mezardan kafatası görüntüleri... Ve üstlerinde "Siz Gazete okumazsanız, birileri doğanın / dünyanın / onların / sizin canın(ız)a okur(lar). Haberiniz bile olmaz" yazısı...
Ne olabilirdi? Yeni çıkacak bir gazetenin ilanı olmalı diye düşündük doğal olarak. Fondaki resimlerden de kimliğini tespite çalıştık: liberal, çevreci, hayvan dostu falan türünden bir yayın çizgisi biçtik kafamızda. Derken günler günleri, ilanlar ilanları kovaladı ama 'bizim' gazete bir türlü çıkmadı. Sonradan anladık ki, ilanlar yeni bir gazete için falan değilmiş. İkitelli'nin sakinleri plaza plazaya verip hep beraber kotarmışlar bu ilanı. İkitelli'deki havaların pek çiftetelli vaziyeti arz etmediğini kavramakta gecikmedik. 'Tirajperest medya patronları, envai çeşit promosyon kuponlarının gazetelerde açtığı kocaman pencerelerden rahatsız mı olmaya başladılar acaba' diye düşündük. Öyle ya; buzdolabı, televizyon, müzik seti, çeyiz seti, basket topu vs. taksitini yatırmak için bayiye giden vatandaşın eline senet niyetine tutuşturulan gazeteler gerçek bir senet muamelesi görmeye başlamışlardı. Taksiti ödenen senedin hakkı da yırtılıp atılmak olduğuna göre, vatandaş doğrusunu yapmaktaydı aslında. Ve artık gazeteler arasındaki rekabetin halka yansımış şeklinde kalite unsurunu, tümüyle Luminark, Arko-pal, Abert veya Isofleks markaları belirler olmuştu. Hatta bir rivayete göre, bu markalar dile getirilerek alınıyordu gazeteler: "Bir Arkopal lütfen!"... Bayiler de kodlanmıştı duruma; "sarıyım mı, burda mı yiyeceksiniz" karşılığı gelmiyordu. Bu gidişat karşısında İkitelli'liler "ya gelecekte promosyon veremezsek" korkusuna kapılmış olmalıydılar ki, "okuma" üzerine vurgu yapan bir ilan hazırlamak gereğini hissettiler.
Ürettikleri slogana bakılırsa, bunlar, canımıza okuyanlara karşı idiler. Onları okuyacaktık ve canımızı okunmaktan kurtaracaktık. En azından başka canına okunanlardan haberdâr olacaktık. Mesela neleri okuyacaktık da olacaktı bu iş:
"İsrail, terörü ininde vurdu" (Sabah, 12 Nisan); "Hamas kimin güdümünde?" (Milliyet, 12 Mart); "İsrail halkı hâlâ barışçı" (Y.Yüzyıl, 9 Mart); "Hamas'ın terör okulu" (Sabah. 18 Mart); "Teröre karşı İsrail'le işbirliği" (Hürriyet, 12 Mart); "İran kaşınıyor" (Posta, 13 Nisan); "Şimdi sıra İran'da mı?" (Sabah, 12 Nisan); "Bosna-Hersek'te köktendincilere yer yok" (Cumhuriyet, 13 Nisan); "Ankara'da FIS alarmı" (Hürriyet, 3 Mart); "Çekiç güç Türkiye'de kalmalı" (Cumhuriyet, 19 Mart); "Ordu laikliğin güvencesi" (Takvim, 21 Şubat); "Şeriatçılar orduyu karalıyor" (Cumhuriyet, 14 Nisan); "Şeriatçılığa karşı YÖK devrede" (Cumhuriyet, 28 Şubat); "Kara çarşaflı gişe memuru" (Milliyet, 9 Şubat); "Bayan Clinton'dan laikliğin önemi" (Y.Yüzyıl, 20Mart).
Vs., vs., vs... Bunlar sadece başlıklar. Ve sadece son üç ay içerisinde şöyle gelişigüzelce yapılmış bir göz gezdirme sonucu derlenenler. Bu manşetlere muttali olabilmek için, herhangi bir senenin herhangi bir üç ayı içerisindeki malum gazeteleri öylesine ya da şöylesine bir karıştırmak kâfi gelecektir.
Bu manşetlerin; hırsız-yolsuz bürokratların, savaş çığırtkanı omuzu kalabalıkların, politik birikimini holding kasalarında taçlandıranların, şimdiye dek yuttuklarından arta kalan ülke kaymağını buldukça götüren tekelci sermayedarların canına okumayacağı ortada. Hatta "gerekli mesajı aldım" diyerek, "gereğini yerine getirmeye" koyulduklarını da çoğu kez izlemekteyiz. Bundan sonraki aşamada, malum ilanın altındaki ibarede de söylendiği gibi, "hiçbir şeyin kağıt üzerinde kalmadığını görmek" işten bile değildir. Yani canımıza okuyacaklardır.
Hâsılı kelam, biz gazete okusak da okumasak da birileri bizim canımıza okumaya devam edecek. Canına okunup durulan birilerinin, başka canına okunanlardan haberdâr olması elbet gereklidir ama bu, 'cana okunma' vaziyetlerinde bir değişikliğe yol açmayacaktır. Ve o cana okuyanlar arasında, bize, gazete okumadığımız takdirde canımıza okunacağını söyleyenler başı çekiyorlarsa, bu işte 'bir bit yeniği' olduğunu düşünmemiz de çok yersiz ve gereksizdir. Çünkü bu işin içinde olsa olsa 'bir fil ısırığı' olmalıdır. Isırıkların farkına varmadıkça, koparılan parçalarımızın çap ve ebadında artışlar yaşanacak ve zamanında önlem alınmadığı takdirde, okutacak bir canımız dahi kalmayacaktır.
İyisi mi biz, canımıza okutmamak için bir şeyler yapmaya çalışalım! Hatta yapalım! Canımıza okumak isteyenlerin çanlarına ot tıkayalım!