Özgür-Der, Siverek
Sorular:
1- Kürt açılımı konusunun gündeme gelme yöntemini ve ardındaki saikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
2- Konunun gündemleşmesinden bu yana yaşanan gelişmeleri ve konuya muhatap olan çevrelerin tutumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
3- Sürecin bundan sonraki gelişimine yönelik beklentileriniz nelerdir? Yapılması gerekenlere ilişkin ne öneriyorsunuz?
4- Genelde Türkiye’de ve hassaten de bölgede faaliyet yürüten İslami çevrelerin “Kürt açılımı” tartışmalarına yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konu çerçevesinde nasıl bir tutum takınılması gerektiğini ve nelere öncelik verilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
1- Kemalist rejim, Türk ulus devletini iki asli düşman üzerine inşa etmiştir. Bu düşmanlardan biri ulus devletin laik karakteri gereği İslam; diğeri de ulus devletin Türkçü karakteri gereği Kürt kavmi idi.
Bu topraklarda yaşayan insanların ruhuna aykırı bir biçimde 80 yılı aşkın bir süredir bu iki düşman üzerine inşa edilmiş bölünme paranoyası ulus devletin ömrünü uzatmak için Kemalist kadrolar tarafından diri tutulmaya çalışılır.
Kürdistan coğrafyasında yaşayan ve bilinen tarih boyunca bu topraklarda yaşayan Kürtleri inkâr ve yalıtma çabaları, o kadar yoğun bir şekilde sürdürüldü ki Türkiye’nin batısında yaşayan sıradan bir insanda Kürtler yokmuş gibi bir algı oluştu. Ne zaman ki PKK eylemleri başladı o zaman Kürtlerin varlığı konuşulmaya başlandı. Bu kez de PKK şahsında tüm Kürtler için “bölücü” imajı oluşturuldu. Bu imajla uygulanan imha ve inkâr politikası Türk halkı nezdinde meşrulaştırılmaya çalışılmış ve başarılmıştır.
PKK, 25 yıldan fazla bir süredir şiddet yoluyla Kürt meselesini gündemleştirmeye çalıştı. Buna karşılık Kemalist sistem, PKK’nin varlığını bir terör, Kürt kavminin varlığını da bir güvenlik olgusu olarak işledi. Oysa PKK için yapılması gereken doğru tespit PKK’nin Kürt sorununun bir sonucu olarak ortaya çıktığıdır.
Bugüne dek çeşitli zamanlarda akan kanı durdurmak adına atılan adımlar, derin güçler veya örgüt tarafından hep sekteye uğratıldı. Sorun açılımla birlikte kritik bir sürece girdi yeniden. Ancak bu kez durum geçmişten farklı. Sorunun çözümü açısından gerekli asgari şartlar ile iç ve dış konjonktür oldukça uygun.
Bu yönüyle sonuç alabilirlik bakımından açılım, TC tarihinde atılmış en ciddi adım. Bu topraklarda yaşayan ve İslam bağı ile bağlı olan halklar, ilk defa içine alındıkları ulusalcı hegemonik kafesleri kırmaya bu kadar yaklaştılar.
Belirttiğimiz gibi iç ve dış konjonktür de açılımın gündeme getirilmesinde etkilidir. ABD ve Batılı ülkelerin Nabucco ve Güney Akım gibi enerji projelerinin güvenliği; Ortadoğu ile ilgili projeleri için güçlü bir partner ve BOP için rol model olabilecek güçlü bir Türkiye, uluslararası toplumun Kürt meselesinin çözümü konusunda irade koymalarında etkili olmuştur.
Diğer yandan Türkiye’de bürokratik tekçi yapı kırılmış, Kürt sorununun ülkede beslediği elit bir kesim dışında ülkenin geri kalanına büyük fatura çıkardığı görülmüştür. Fatura ödeyen kesimlerin siyasetten ekonomiye ve bürokrasiye dek geniş bir yelpazede söz sahibi olmasıyla içerde çözüm lehine bir konjonktür değişikliği yaşanmıştır. Bu da açılımın güçlü yanlarından biri olarak kabul edilebilir.
AK Parti’nin meseleyi Cumhurbaşkanı düzeyinde gündemleştirmesi ve meseleyi aydın, siyasetçi, yazar, sanat camiası, akil adamlar nezdinde tüm topluma yaymasını, bir taraftan konunun muhataplarının çözüm önerilerinden faydalanmak bir taraftan da kamuoyunun bu meselenin çözümü için ne kadar hazır olduğunu anlamak bakımından bir taktik olarak okumak gerek. Ayrıca hükümetin sorunu sürece yayması; sürecin gelişmeleri, gelişmelerin de süreci etkileyeceğini göstermektedir.
2- Öncelikle “Kürt açılımı” isminin önce “demokratik açılım” daha sonra da “milli birlik projesi” olarak değiştirilmesi gerek muhalefetin baskılarını gerekse de kamuoyunu yumuşatma amaçlı bir hamle olarak gözükmektedir. Bu hamleler AK Parti’nin meseleyi planladığı zamandan daha uzun bir süreye yayarak çözme anlayışını beraberinde getirmiştir. Oysa bu sürecin uzaması bir taraftan çözüm umudu taşıyanların umutlarının zayıflamasına bir taraftan da savaş çığırtkanlığı yapanların elinin güçlenmesine neden olmaktadır.
Başta ahtapotun kolları gibi her yere uzanmış Ergenekoncular olmak üzere ordu, sivil bürokrasi, kartel medya, rantiyeci sermaye, uyuşturucu ve savaş baronları gibi birçok gücün Ortadoğu’da bilhassa Türkiye’de istikrarsız bir ortamın devamından taraf olduklarını bilmeyen yoktur.
Derin Türklerin dışında bir de derin Kürtlerin olduğu gerçeğinden hareketle Türkiye’de Kürt meselesinin çözümü önünde derin bir konsensüsün varlığını hesaba katmak gerekir.
DTP/PKK çizgisi tarafından, çeşitli ideolojik/siyasi mülahazalarla süreci baltalamaya yönelik atılan ve savaş tarafgirliği anlamına gelen provokatif adımlar, krizi daha da derinleştiriyor. Buna karşılık hükümet tarafından atılan ve Kürtleri tatmin etmekten uzak özensiz adımlara DTP/PKK çizgisi daha sert tepkilerle karşılık vermekte ve bu kısır-döngü öylece sürüp gitmektedir.
Tokat’ta 7 askerin öldürülmesi, Diyarbakır’da İslami bir sivil toplum kuruluşuna yönelik yapılan molotoflu eylem, Diyarbakır’da Öcalan için yapılan yürüyüşte üniversiteli bir gencin yakın mesafeden iki mermi ile vurulup öldürülmesi, DTP’nin İzmir’de yapmayı düşündüğü mitingde çıkan olaylar ve linç girişimleri, İstanbul’daki yolcu otobüsüne yapılan molotoflu saldırı sonucunda yaşamını yitiren bir lise öğrencisi, hatta Öcalan’ın beni öldürecekler söylemi ile sokaklara taşan Öcalan hassasiyetlerinin tümü kirli eller tarafından geçmişte tezgâhlanan oyunun tekrar sahneye konulduğunu göstermektedir.
Kürt meselesinin çözümsüzlüğünden yana olanlar için bugüne dek kirli savaşın mağduru olan Türk veya Kürt on binlerce kişinin bir değeri olmadı, olmayacaktır. Onları asıl ilgilendiren kurulu düzenlerinin sürmesidir. Onları yaşatan ortamlar, korkunun insanın iliklerine işlendiği kaos ortamlarıdır.
AK Parti hükümeti, Kürt açılımını hızlandırarak bir an önce ete kemiğe büründürmelidir. Aksi bir durum, sadece AK Parti’nin sonunu hazırlamakla kalmayacak, çok daha önemlisi Türkiye’nin tekrar çok kanlı bir sürece girmesine ve hatta Kürt ve Türk kavmini birbirine düşman kılacak derin bir savaş psikozunun yeniden meydana gelmesine neden olacaktır.
DTP’ye gelince, sorunla ilgili inisiyatif almayan, PKK’nin vesayetinde siyaset yapmaktan rahatsız olmayan bir görüntü sergilemektedir. Örgütün sergilediği pratiğe uygun politikalar üretmekten başka bir şey yapamamaktadır. Emine Ayna gibi açılımın bittiğini kahkahalarla ilan edecek kadar savaş yanlısı tutum takınanlar DTP içinde hiç de az değildir.
DTP bu tavrıyla, açılım konusunda MHP-CHP çizgisine yakınlaşmakta ve oluşturulan hava maalesef Kürt ve Türk halklarını birbirine düşman etmekte, Türk faşizmine karşı bir Kürt faşizmini tetiklemektedir. Eğer açılım bir an önce şiddet dilini susturmazsa şiddet siyaseti ve toplumu esir alacak ve uzun süre konuşturmayacaktır. Ve bu savaşın bir kazananı da olmayacaktır. Buna MHP, CHP ve DTP de dâhildir. Bu arada Anayasa Mahkemesi’nin DTP’yi kapatması her kesimden savaş yanlılarının ekmeğine yağ sürmüştür.
3- 80 yıldır yaşanan acı olayları halkların bir çırpıda unutması imkânsızdır. Bundan dolayı süreci daha yavaş işleterek kamuoyu alıştırılmalı anlayışından vazgeçilip çözüm üzerinde yoğunlaşmalıdır. TC tarihinde hangi mesele halkın duyarlılığı göz önüne alınarak çözülmüş ki bu meselede de halkın duyarlılığı göz önüne alınarak çözülsün.
Gerek AK Parti hükümeti gerekse de PKK/DTP çizgisi ve de tüm diğer aktörler yapıcı ve kalıcı adımlar atmalıdır. Sürecin hızlı ve sorunsuz işlemesi için PKK süresiz ateşkes ilan etmeli ve inisiyatifi legal siyasete vermelidir. Ayrıca kendi içindeki derin PKK’ye süreci baltalayacak (Tokat eylemine benzer) eylemler gerçekleştirme fırsatı vermemelidir.
Ordu, sınırberisi ve sınırötesi operasyonlara son vermeli, toplumu ajite edecek siyasi söylem ve demeçler vermekten vazgeçmelidir.
AK Parti hükümeti, Kürdistan coğrafyasında Türkler kadar Kürtlerin de yaşam hakları olduğunu kabul etmeli ve geçmişe yönelik yapılan katliamlardan dolayı Kürt halkından özür dilemekle işe başlamalıdır. Hükümet etkili bir genel af ilan edip bundan faydalanan örgütün tüm kadrolarına siyaset yapma hakkı vermelidir.
Kürt kavminin inkârını içeren “Andımız” başta olmak üzere resmi tören ve şölenleri kaldırmalı, eğitimde anadil özgürlüğü getirmelidir. Kürdistan dağlarındaki “Ne Mutlu Türküm Diyene!” yazılarını kaldırmalı, Kürtçe isim serbestîsi sağlanmalıdır. Bölgeler arası gelişmişlik farkını ortadan kaldıracak çalışmalar yapılmalı, Kürdistan coğrafyasına ekonomik alanda pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır. Kürtlerin kendi kavmi kimlikleri ile siyaset yapmalarının yolunu açmalı ve bir Türk hangi haklara sahip ise bir Kürt de aynı haklara sahip olmalı anlayışını kabul etmelidir.
Kürtlerin fıtri haklarına kavuşmalarının önündeki anayasal engelleri kaldıracak kapsamlı ve yeni bir anayasa hazırlamalıdır. En nihayetinde Mehmet Pamak’ın söylemi ile “Kürt halkının diğer kardeşleriyle eşit ve adil şartlarda kendini yönetmede söz sahibi olacağı ve mutlu olacağı bir başka yönetim biçimi geliştirilmelidir.”
Unutulmaması gereken en önemli şeyin ise bu sorunun çözümünde atılacak geri adımın Türk ve Kürt kavminin bin yıla aşkın birlikteliğinin bitmesi ile sonuçlanabileceğidir.
4- Ciddi bir değişimin yaşandığı bu dönemde bırakın tarih yazmayı; Müslümanlar tarihe ciddi bir tanıklıkta bile bulunamamışlardır. Gerek Kürdistan coğrafyasındaki Müslümanların gerek diğer Müslümanların çağa ve topluma adil şahitlik edenler olarak sorunda güçleri oranında inisiyatif almaları gerekirdi. Oysa hep klasik dert yanma bu alanda da görüldü. Devlet bizi muhatap almıyor söylemi ile sönük bir görüntü oluşturulmakla yetindi Müslümanlar.
Çözümü İslami hükümlerin hâkim olduğu bir yönetim şeklinde bulsak bile hali hazırda Müslümanlar bunu gerçekleştirebilecek erke sahip değillerdir. Gerek Kürdistan coğrafyasındaki Müslümanların gerek Türkiye’deki tüm Müslümanların ortak hareket etmelerini sağlayan bazı girişimlerde bulunmalarının atılacak en büyük adım olduğu kanaatindeyiz. Birlikte amel üretme geleneğinden yoksun Müslümanların İslam kardeşliği ve ümmet gibi söylemlerin içini doldurarak tutarlı ve kalıcı modeller üzerinde kafa yormaları gerekmektedir. Çünkü kardeşlik hukuku bunu gerektirir.
Adil şahitlik görevini yerine getiren Müslümanları istisna ediyor ve onların örnekliklerini yaygınlaştırmak gerektiğini düşünüyoruz. Ancak İslamî kesimin genel anlamda muhafazakârlığın sığ sularında sorunu kavramaktan uzak bir şekilde bocalayıp durduklarını ve AK Parti’nin yönlendirmesi içerisinde kaldıklarını görüyoruz.
Müslümanlar devletin yaratığı bölünme paranoyasını aşıp 20–30 yıl sonrası olası gelişmeleri okuyabilecek kadar basiretli davranıp; doğru bir İslami algılayış ve sahih bir tarih perspektifi ile oluşturulabilecek derinlikli bir gelecek tasavvuru çerçeve- sinde Kürt sorununu ele almak gereklidir.