Amerikan yönetimi Afganistan ve Irak'a karşı savaşını "Teröre karşı savaş" sloganıyla ilişkilendirdi. Bu yönetim, aynı zamanda 11 Eylül tarihini bir dönüm noktası olarak göstererek o günden sonra yaşanan bütün gelişmeleri tek bir olaya bağlama kolaylığı elde etti. Bu şekilde Amerika'nın "ötekine" karşı yürüttüğü savaş, sadece o gün olanlara bir tepki olarak görünecekti. ABD böylece uluslararası arenada yaptıklarını tek bir dayanağa bağlıyor ki o da; "İslami terör"dür.
Amerika'nın bu tutumunda birden fazla yanılgı söz konusudur:
1. 11 Eylül olaylarını, onlarca yıldır İslam ve Arap dünyasına karşı izlediği düşmanca siyasetinden özellikle Irak ve Filistin'de yaptıklarından ayırmak.
2. 11 Eylül saldırılarını bahane ederek Afganistan'a saldırı, Irak'ın işgali, Siyonist teröre destek ve Büyük Ortadoğu Projesi gibi bütün saldırgan siyasetini bir tek gerekçeye bağladı.
ABD'nin ilk yanılgısı: Her şeyden önce şunu belirtelim ki, masum sivilleri hedef alan Amerika, İspanya ve Türkiye'deki bütün eylemleri kınıyoruz. Bu eylemler İslam ve insanlık ile bağdaşmayan olaylardır. Fakat 11 Eylül olaylarına Amerika'nın Arap ve İslam dünyasına, özellikle Filistin'de İsrail'in kuruluşundan buyana işgal, sürgün ve imha etme gibi tümüyle saldırganlığa dayalı siyasetinden bağımsız bakamayız.
ABD'nin ikinci yanılgısı: Amerika'nın İslam dünyasına yönelik dolaylı veya dolaysız egemenlik projeleri 11 Eylül'ün bir sonucu değildir. İslam alemi stratejik konumu ve zenginlikleriyle ABD'nin askeri, ekonomik veya fikri egemenlik çabalarına hep maruz kalmıştır. Bunun için onlarca yıldır kendine bağımlı rejimler kurmaya çalışmış, hatta askeri darbeleri bile kullanmıştır. Askeri darbelerin yapıldığı ülkelerin çoğunda Washington'un parmağı vardır. Amerika ayrıca 'Ortak Savunma Paktı', 'Bağdat Paktı', 'Santo' ve 1996 'Türkiye-İsrail Stratejik Askeri Anlaşması' gibi itilaf ve ittifak siyasetini de kullandı. Bu girişimler işe yaramayınca da Lübnan (1958 ve 1982), Somali, Afganistan ve Irak örneğinde olduğu gibi doğrudan işgale başvurdu. (Ki biz burada sadece İslam dünyasındaki örneklere işaret ediyoruz. ABD'nin varoluşundan bu yana diğer ülkelere yaptığı dayatmalara değinmiyoruz.) Ekonomik baskılar dışında çeşitli İslam ülkelerinde kurduğu askeri üsleri kendi hegemonyasının başka bir şekli olarak kullandı. İhtiyaç duyduğunda da 1956, 1967, 1978, 1993, 1996 yıllarında olduğu gibi İsrail'i kendi hedeflerine ulaşmak için civar ülkelere saldırtmada mükemmel bir araç olarak kullandı.
Her ne kadar bu uygulamalardan bazılarını "komünizmle mücadele" adıyla örtüyor idiyse de, soğuk savaşın bitmesiyle bu iddiaların yalan olduğu ortaya çıktı. Washington NATO'yla birlikte hegemonyasını devam ettirmek için yeni bir kılıf aramaya başladı. 'Yeşil düşman'dan daha iyi bir kılıf ta olamazdı. Yani İslam, batı saldırısını tekrar başlatmak ve aynı zamanda İslam dünyasını 'ılımlı İslam' ve 'radikal İslam' kavramlarını yaratarak ikiye bölmek için yeni bir araçtı.
Bunların tümü 11 Eylül'den önce meydana geldi. 11 Eylül'e gelince de bu saldırılar, sadece ABD'nin saldırganlık ve hegemonyaya dayalı siyasetinin ivme kazanmasına bahane olarak kullanıldı. Sadece İslam dünyasını değil aynı zamanda bütün dünyayı kapsadı. Çünkü Afganistan işgali, Amerika'nın Hazar havzasındaki enerji kaynaklarına egemen olma, Rusya ve Çin'i kuşatma siyasetinden bağımsız değildir. Ve Irak savaşı dünya petrollerine el koyma arzusunun odağında yer almaktadır. Her iki durumda da Amerika'ya karşı direnen İslam hem Amerika'nın hem de İsrail'inin hedefi olmaktadır. Üstelik şu veya bu İslami direniş örgütünün direniş yönteminin doğruluğuna bakılmaksızın. ABD'nin bu saldırısını tanımlayan en önemli tehlike, diğer hedeflerin yanı sıra 'İslami Kimliğin' bütün fikirsel, kültürel, sosyal içerikleriyle birlikte hedef alınmasıdır. Yani İslam davasının başlangıcından bugüne dek muhafaza ettiği İslam'ın ruhuna ve özüne ilk kez dokunuluyor.
Artık olay sadece sistemleri değiştirme, bazı ülkeleri tümüyle işgal etme ve direniş liderlerine suikast düzenlemekten ibaret değildir. Aksine şu anki Amerikan-İsrail projesi, İslam toplumunun kültürel alt yapısını değiştirip yok etmeyi hedeflemektedir. Örneğin eğitim müfredatı, kadının rolü, demokrasi, özgürlükler ve insan hakları gibi sloganlar ki onların hem tehlikesini hem de aldatmaca olduğunu göreceğiz. Bu kez bu başlıklar, Büyük Ortadoğu Projesi adıyla yada bölgede Demokratik Değişim Projesi adı altında sunuldu.
Öncelikle 'Büyük Ortadoğu Projesi'nin yeni olmadığına dikkat çekmek istiyorum. Proje 2001 yılından önceye dayanır. 1995'te bu projenin bir benzeri ABD'de tartışılmış ve 2000 yılında bazıları 'Ortadoğu' kavramının yeniden tanımlanarak 'genişletilmesini' istedi. 11 Eylül'den sonra proje düşüncesi büyük bir ivme kazandı. Irak işgali sonrasında daha bir netleşti. Bu kez askeri üstünlükten yararlanılarak fikri egemenlik kurulmak istendi.
İkinci olarak Amerika ve Avrupa düşüncesindeki Büyük Ortadoğu sınırı, Fas'tan başlayıp, Türkiye'den geçerek Pakistan'a kadar olan İslam dünyasının sınırlarından başka bir şey değildir. Budist ve Hindu uygarlıkları gibi diğer bütün medeniyetler es geçilmiştir.
Amerikalılar, projelerinde Büyük Ortadoğu'yu dönüştürme hedeflerini gizlemiyorlar. Bush 6 Kasım 2003'te bölgenin özgürleşmesinden bahsediyor, Condalezza Rice 7 Ağustos 2003'te değişimden bahsediyor ve Colin Powel " değişikliğin amacı 21. yüzyılda İslam dünyasını yeniden biçimlendirmektir" diyor. Demek ki biz, dünyadaki diğer uygarlıkları (Çin'de, Hindistan'da, Latin Amerika'da, Afrika'dakileri) es geçerek sadece İslam dünyasını değiştirmeyi hedef edinen bir girişimin önündeyiz. Başlı başına bu durum bile sunulan hedefler ve girişim hakkında şüpheler uyandırmaktadır.
ABD 11 Eylül'ü bahane ederek şu alanlarda uygun fırsatlar yakaladığını düşünmektedir:
1. Bölgenin zenginliklerine daha fazla egemen olmak;
2. İsrail'e daha fazla güvenlik sağlamak;
3. İslam kimlik ile biçimlenen direnişi kırmak istemiştir.
ABD, ilk iki hedefini büyük oranda gerçekleştirerek Büyük Ortadoğu Projesi adı altında üçüncü hedefine yönelmiştir. Bunu da demokrasiyi yaymak, özgürlük, insan hakları, kadının rolü ve benzeri başlıklar adı altında yapmaya çalışıyor.
Bu projeyi uygulamak için belli araçlar kullanıyor:
· Doğrudan işgal: Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı formunda bölgesel teşkilatlar oluşturmaya çalışıyor. (İsrail bu düzenlemelerden istisna edilmiyor.)
· NATO'nun rolünü artırmak: Büyük Ortadoğu'yu da faaliyet alanına alarak. ABD, böylece kendisini başını çektiği olayın arka planındaymış gibi gösteriyor. NATO'yu da kendi çıkarları için kullanıyor.
Ayrıca Amerika, projesini Haziran 2004'te yapılacak zirvelerden geçirmeye çalışıyor. G-8 ve İstanbul'daki NATO zirvesi gibi. İstanbul'da yapılacak İKÖ toplantısında da 'reform' başlığı altında projeyi geçirmeye çalışacak
Biz, Büyük Ortadoğu Projesi'ni askeri işgalin devamı yahut yeni bir şekli olmaktan başka bir şey görmüyoruz. BOP'daki başlılara baktığımız zaman istenen demokrasi, özgürlük ve kadın hakları gibi konuları hiçbirimiz reddetmiyoruz. Daha da ötesi bunlar, İslam ve Arap aleminin 20. yüzyıl boyunca gördüğü çoğu devrimin, halk ayaklanmalarının ve toplumsal hareketlerin ana hedeflerindendi. Ve bunlar, hala sivil kuruluşların ve toplumun büyük bir bölümünün hedefleri sayılır. Biz bu hedeflere ulaşamamışsak eğer bu, toplumumuzun kimliğinden ve değerlerinden dolayı değildir.
Bugün Amerika'nın (ve onunla birlikte Avrupalıların) gelip bu hedefleri savunması onların samimiyetine şüphe düşürecek yeterli bir nedendir. Çünkü:
1. Geçmişte değişimin önündeki en büyük engel üst üste değişen Amerikan yönetiminin ta kendisiydi.
Arap ülkelerinde ve İslam dünyasında diktatör ve baskıcı rejimlerin oluşmasında ve devam etmesinde en büyük etken ABD idi ve ulusal hareketlere karşı darbeler tezgahladı. Her zaman krallık rejimlerini ve dini, mezhebi, ve etnik azınlıklara baskı yapan rejimlerin en büyük ortağıydı.
2. Amerika'nın, değişimi bazı ülkeleri bırakıp bazılarından istemesi, bu istemin saçmalığını göstermektedir. Çünkü onun Ortadoğu'daki çıkarlarını korumak için despot sistemlerden daha iyisi yoktur.
3. Eğer bu rejimlerin bazıları Amerikan çıkarlarını korumaktan aciz kalmışlarsa ve eskimişlerse, o zaman Amerika'nın demokratik değişim dediği şeyle bu rejimler kaldırılmayacak sadece restore edilecek ve devam edebilmesi için daha da güçlendirilecek.
4. Amerika Birleşik Devletleri, reformlar için bir dayanak olamaz ayrıca demokrasi, özgürlükler ve insan hakları konusunda da samimi değildir. Dolayısıyla o örnek alınacak konumunda değildir.
Amerika Birleşik Devletleri:
A. Uluslararası kanunları ihlal edendir. Irak'a meşru olamayan saldırısında olduğu gibi.
B. Yine uluslararası kanunları ihlal eden Bush, Şaron'a işgal altındaki toprakların ilhakını meşrulaştırmakta. Şaron'a gönderdiği mektupta zikredildiği gibi.
C. Özgürlükleri ihlal edendir. Kendi toplumunda 11 Eylül'den sonra ırka, renge ve dine dayalı ayrımcılık yaptığı gibi.
D. İnsan haklarını ihlal edendir. Afganistan ve Irak'ta yaptığı toplu katliamlarla.
E. İnsan haklarının ihlal edendir. Guantanamo'daki durumla.
F. İnsan haklarını ihlal edendir. Bağdat'taki Ebu Garib hapishanesinde Iraklı tutsaklara aşağılayıcı ve vahşi işkence ve erkek kadın ayırmadan yapılan tecavüzlerle.
Dolayısıyla biz, Amerika'nın sadece demokratik değişim projesinde samimi olmadığını değil,
Ayrıca şu hedefleri de amaçladığını görüyoruz:
1. Özellikle bazı ülkeleri ele alarak Washington'a bağlılığını garantileyecek yeni ve modern siyasi sınıf oluşturmak.
2. Suriye, Lübnan ve İran'daki muhalif sistemleri düşürmek.
3. Azınlık haklarını bahane ederek mevcut oluşumları daha küçük oluşumlara dönüştürmek.
4. Bu durum İsrail'e daha fazla güvenlik temin etmekte, ABD'nin küçük devletlere hegemonya kurmasını kolaylaştırmakta ve en kötü şekliyle ABD'ye itaatkar kılmaktadır.
5. Kadının rolünü, sivil toplum kuruluşlarını ve denetleme kurumlarını güçlendirmek değil, aksine toplumun kültürel altyapısını, İslami değer ve ölçülerini tahrip etmektir.
Tüm bunlar şu tespitlerde bulunmamızı zorunlu kılıyor:
1. ABD ve İsrail gibi dış düşmana karşı gelişen direniş asıl hedeftir. Direnişin diğer hedefler içinde öncelenmesi söz konusudur.
2. Temel hedeflerden biri de Amerikan işbirlikçisi diktatör rejimlerden kurtulmak için Müslüman ülkelerde gelişen değişim ve ıslah hareketleridir. ABD, özgürlüklerin, demokrasinin ve insan haklarının yok edilmesi ve bölge zenginliklerinin çalınması konusunda madalyonun diğer yüzüdür.
3. Öncelikle ne kadar uzun sürerse sürsün değişim, her ülkenin kendi özgün şartlarına uygun bir tarzda ve dış müdahale olmadan içten gelmelidir. İkincisi değişim, ABD-İsrail gibi dış saldırılara karşı direnişin aleyhine olmamalı.
Karşı Koyuşun Araç ve İmkanları
Bu ahlaksız yeni saldırıya karşı şu önerilere vurgu yapmak istiyoruz:
1. Tüm İslam ülkelerinde ABD projesine karşı konferanslar, gösteriler ve toplantılar yoluyla sivil toplum kuruluşları bazında geniş katılımlı bir pakt oluşturma.
2. Bu plana meyletmemeleri için her ülkenin yönetimine yönelik geniş çaplı baskı cepheleri oluşturma.
3. Müslümanların 'ılımlı İslam' ve 'radikal İslam' diye ikiye bölünmelerini engellemek için özgün bir atak başlatarak, özü itibariyle İslam'ın bir bütün olarak hedef alındığı uyarısında bulunak.
4. Özellikle NATO üyesi ve Avrupa Birliği sürecindeki Türkiye gibi 'ılımlı İslam' olarak tanımlanan ülkelerin ABD projesine alet olacak şekilde kullanılmasından sakındırmak.
Bu projenin boşa çıkarılmasında Türkiye'nin merkezi rolü vardır. Şayet Türkiye kendisinin de coğrafik ve kültürel olarak dışında kalmadığı bu projenin uzak hedeflerini iyi okuya bilirse…
5. ABD projesine direnmenin, İslam ile Hıristiyanlık arasında bir çekişmeye kaymasından kaçınılmalıdır.
İslam kültürünün temellerinin sarsılmasının İslam-Hıristiyanlık ilişkilerini olumsuz etkileyeceği uyarısında bulunmak gerekir.
Bu çerçevede ABD dahil Avrupa'daki muhalif güçlerle geniş yelpazeli bir diyalog kurmak gerekir. 11 Eylül saldırılarının sebebi İslam olmadığı gibi, dünyada eşi görülmemiş bu gerilimin sorumlusu Hıristiyanlık da değildir. Her ikisinin de sorumlusu ABD ve İsrail'in saldırgan politikalarıdır.
Tüm bu olayların sorumluluğunu İslam'a mal etmek hatadır ve bu gerilimin vahim sonuçları sadece İslam'ı değil herkesi kuşatacaktır.