Büyük Ortadoğu: İşgal Projesi ve Liderlik

Muhammed Nureddin

Modern Türkiye tarihinin hiçbir dönemi yoğun ve eşzamanlı "eylem plan"larından uzak kalmamıştır. Ancak ülkenin bugünlerde yüzleştiği olaylar ile önümüzdeki altı ayda karşılaşacağı sorunlar büyük önem ve hassasiyet arz etmektedir. Bu gelişmelerin ülke içinde, bölge ülkelerinde ve uluslararası ilişkiler üzerinde doğrudan yansımaları olacaktır.

Rejim, yönetim ve halk olarak Türkiye, bu sorunlara yek vücut halinde ve ortak bakış açısıyla yaklaşmıyorlar. Teoride Adalet ve Kalkınma Partisi'nin elinde olan yönetim, hükümet ve parlamentoya egemen olduğu süre zarfında bir çok konuda bölünme ve olaylara farklı bakma gibi bir ayrılığı bu gün içine düştüğü şekliyle hiç yaşamadı. Adalet ve Kalkınma Partisi'ni büyük ölçüde destekleyen kamuoyu ise, anlaşılan yakın geleceğin şekillenişini "ifşa" etme konusunda bir acziyet ve kafa karışıklığı içinde.  

Konu başlıkları ve sorunlar birikiyor ancak Büyük Ortadoğu Projesi'yle somutlaşan "büyük hareket", siyasi ve güvenlik boyutlarını teşkil eden (NATO) ile birlikte kendisi dışındakilerini geride bırakıyor. Öte yandan içteki Kürt sorunu, eski parlamenterler Leyla Zana ve üç arkadaşının salıverilmesiyle tekrar baş gösteriyor ki bu da Kürtlerin iç bünyesinde ve Türkiye'de konunun yeniden şekillenişine neden olabilir. Buna paralel olarak Türkiye'nin AB'ye üye olup olmayacağıyla ilgili verilecek karar tarihinin yaklaşmasıyla Türkiye-AB ilişkilerinde daha hassas bir denetim sürmektedir. Sürekli gündemde olan din sorununa gelince bu konu kimlik bunalımıyla ilişkili ve kısa vadede istikrara kavuşması mümkün değil.

Türkiye "Büyük Ortadoğu Projesi"nin tam merkezinde bulunuyor. Avrupalılarla birlikte Amerika, İslam ile laikliğin, İslam ile demokrasinin birlikte "yaşadığı" Türkiye'yi, AK Parti'nin yönetiminde şekillenen "Ilımlı İslam" modeliyle İslam Alemi'ne örnek olarak sunuyor. Bundan dolayı ABD'nin Irak politikalarına muhalefet eden bazen de engeller çıkaran Ankara'nın bu tutumuna rağmen ABD Başkanı George Bush, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ı "referans" gösteriyor, ona olan "güvenini" ilan ediyor, onu "büyük adam" olarak niteliyor ve Ankara'da Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın kapılarının yüzüne kapandığı tesettürlü eşi Emine'ye Beyaz Sarayın kapılarını açıyor.

AK Parti kendisine "biçilen" bu role ilgisiz görünmüyor. Erdoğan'ın "samimi arkadaşı" Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Türkiye'nin Anadolu'ya "hapsedilemeyeceğini" söylüyor ve İKÖ'nün İstanbul toplantısında ABD-AB girişimleriyle örtüşen bir tutum sergileyerek İslam ülkelerini dışarıdan dayatılmadan önce içten reform yapmaya çağırıyor. Batı'nın yaptığı dikteler, hali hazırda Türkiye'nin dayanma gücünü aşıyorsa eğer bu konuda Türkiye'ye güç katan şey, 90'lı yılların başında Turgut Özal'ın İslam Alemi'ne lider olma hevesi güden birinci "Yeni Osmanlıcılığından" sonra gelen ikinci "Yeni Osmanlıcılıktır".

"Büyük Ortadoğu Projesi" ve 28-29 Haziran tarihlerinde İstanbul'da toplanacak olan NATO zirvesiyle ilgili tartışmalar Türkiye'de fikri ve siyasi hareketliğin merkezine oturmaktadır. Bölgeyi değiştirme projelerine ve Kuzey Atlantik Paktı'nın genişlemesi planlarına Türkiye'nin meyletmesine karşı çeşitli konferanslar yapılıyor, çok sayıda yazılar yazılıyor, muhalif halk hareketliliği yoğunlaşıyor; bu plan (NATO) ve projeler (BOP) asıl hedefin iki yüzü olarak görülüyor ki o da Batı'nın İslam Alemi üzerinde siyasi ve güvenlik egemenliği için Türkiye'nin giriş kapısı olarak kullanılmasıdır. Türkiye'nin katılımı bu projelerin belli oranda başarıya ulaşmasını mümkün kılacak ve revaç bulmasını sağlayacaksa eğer Türkiye'nin ortaklıktan çekilmesi de bu projelerin daha doğmadan ölmesi demektir. Amerika ve Avrupa'nın Erdoğan ve ekibine verdikleri önem, gösterdikleri ilgi ve onları kucaklayıp gözetmeler bundandır. Karşı tarafta ise İslamcı ve solcu siyasi örgütler ile sivil toplum kuruluşları muhalif eylemliliklerini sürdürüyorlar ve Kuzey Atlantik Paktı'nın (NATO) toplantısından bir gün önceye denk gelen 27 Haziran tarihinde protesto gösterileri zirveye ulaşacaktır.

İslamcı araştırmacı Ali Bulaç'a göre, Amerika Büyük Ortadoğu Projesi ile NATO'nun görev alanının genişletilmesi konusunda ilerliyor çünkü dünyanın en büyük gücü olma vasfından yararlanmak istiyor. Amerika Türkiye'yi projesi için örnek olarak görüyor. Türkiye'nin bu rolünde başarılı olabilmesi için İslam alemine çeşitli alanlarda açık farkla "üstünlük" sağlaması gerekir. AB'ye girmeden de "kriterlerini" yükseltmesi mümkün değildir. Yani Türkiye'nin AB'ye girmesi İslam Alemi'nde etkin rol oynamasını sağlayacaktır. Bundan dolayı ABD, Türkiye'nin bu yıl sonu itibarıyla üyelik görüşmelerine başlaması konusunda Avrupa'ya baskı yapmaktadır. Şayet bunun aksi gerçekleşirse AK Parti hükümeti içeride zayıflayacak ve Washington İslam Alemi'ne "model" olarak gösterdiği "tek örneği" yitirecektir.

Solcu yazar Ömer Laçiner ise, Büyük Ortadoğu Projesi'ni "İşgal Projesi" olmanın dışında başka bir şey olarak görmemektedir ki bu tanımlama 12-13 Haziran tarihlerinde İstanbul ve Ankara'da düzenlenen konferansların başlığını oluşturmaktaydı. Laçiner, BOP'u "özde" Ortadoğu ekonomisinin küresel ekonomiye entegre edilmesi olarak görmektedir. Proje salt ABD'ye değil tüm Batı'ya aittir. Yazar Cevat Özkaya, projenin soğuk savaş dönemi gibi uzun süreceği görüşündedir. Türklerin Arapların ve İranlıları işbirliği yaparak meşru mukavemet etmeye çağıran Özkaya, Avrupalılar 50 milyon kişinin öldüğü iç savaşlara rağmen birleşebiliyorlar bizde ise bu kadar insan ölmemesine karşın hiçbir şey yapmıyoruz şeklinde konuştu.

AK Parti çevresine yakın olan İslamcı yazar Ahmet Taşgetiren, Türkiye'nin özellikle de AK Parti hükümetinin ABD, AB ve hatta İsrail ile işbirliği yapma iradesini ortaya koyduğunu, bunu da söz konusu güçlerle büyük sorunlar yaşamamakla gerekçelendirdiğini belirterek; Türkiye BOP'un Turuva Atı mı olacak? diye soruyor. Taşgetiren kendi sorusuna cevaben böyle olacağını sanmadığını, çünkü Türkiye'nin İslam ülkeleriyle işbirliği zeminini geliştirdiğini belirtiyor. Müslümanların yaşadığı bölgelerin yeniden yapılandırılması çağrısında bulunan Taşgetiren, bölgenin gerçekten de bu tür operasyonlara ihtiyaç duyduğunu ancak bunun halklar ve iç dinamiklerce yapılması gereğine vurgu yapıyor ve bu yönde "seslerin yükseltilmesi" çağrısında bulunuyor. Başbakan Erdoğan, "Ebu Garip" hapishanesindeki işkence olaylarını ve İsrail terörünü kınarken "toplumun hassasiyetini" dillendiriyordu. 

Sol aktivist Semih Hiçyılmaz, İstanbul'daki NATO toplantısını başarısızlığa uğratmaya çağırarak tüm İslamcıları, komünistleri, Alevileri, Sünnileri, Kürtleri ve sendikaları bu projeyi başarısızlığa uğratma noktasında buluşmaya davet etti. Amerika'yla işbirliği yapma veya ona muhalefet etmenin dışında Türkiye'nin önünde üçüncü bir şık olmadığını vurguladı. İslamcı Rıdvan Kaya, ABD politikalarının uygulama aracı olarak gördüğü "NATO" zirvesini "çok tehlikeli" olarak niteledi ve "Katil Amerikalılarla birlikte olmamız mümkün değildir." dedi.

Solcu Fikret Başkaya, Batı'nın beş yüz yıldır bizlere aynı şeyi sunduğu görüşünde; Batı'nın Beyaz Projesi ve Amerika'nın Beyaz Projesi. Özellikle 1847 Meksika savaşından sonra bu böyledir. Eski parlamenter Mehmet Bekaroğlu, Kemal Derviş'in Türkiye ekonomisini düzeltmek için ABD'den gelmesinden ve Afganistan'a Türk güçlerinin gönderilmesinden bu yana Türkiye'nin de Irak ve Afganistan gibi işgal altında olduğuna işaret etti. Eski senatör Mehmet Pamak, Batı'nın bizleri gerici ve baskıcı olarak tanımlayarak saldırılarının faturasını İslam Alemi'ne ödetmek istediği görüşünde. Medeniyetler çatışmasının değil aksine tek taraflı bir saldırının söz konusu olduğunu, saldırganın da Batı olduğunu söyleyerek; Türkiye'nin NATO'yu bölgeye çekme planına aracı olmaması uyarısında da bulundu. Solcu Nuray Mert, beklenen saldırının sadece askeri olmayacağını aksine zihinlere de saldırılacağı görüşünde. İslamcı aktivist Hamza Türkmen, BOP'u "28 şubat" mantığının devamı sayıyor ve İslam Alemi'ne karşı emperyalizmin kılıfı olarak niteliyor. Yakın tarihte AK Parti ve Washington'un destek ve yönlendirmesiyle düzenlenen ve sivil toplum kuruluşlarından yüzlerce kişinin katıldığı Uludağ'daki gizli toplantıya dikkat çekerek, Türkiye'nin bu projede etkin rol almaması konusunda uyarıda bulundu.

Ekonomist Mustafa Özel, asıl soru BOP'a muhalefet etmek değil ondan nasıl yararlanılacağıdır derken AK Parti'nin önerilerinden pek de uzaklaşmıyor. Bununla birlikte o, bu projeyi bozma imkanının İran, Rusya ve Araplara açılma oranında olacağı görüşündedir. Proje başarılıda olsa başarısız da Özel'e göre önemli olan bu başarı ve başarısızlıktan nasıl yararlanılacağıdır.

AK Partiye yakın olan birçok kişi, AK Parti'yi oluşturan unsurları iki ana akıma ayırıyorlar: Necmettin Erbakanlı günlerin "ana gövdesinin" devamı İslamcı radikaller; bu akımın mensupları Refah/Fazilet partisi dağılınca yeni bir şemsiye altında çalışmayı tercih ettiler. Bir de sağcı partilerden muhafazakarların buluştuğu İslamcı milliyetçiler. Bu son akım İslam Alemi'ne öncülük etmesi için Türkiye'nin BOP'ta rol almasını istiyor. Erdoğan ve Gül, değişimin içten gelmesi sözüyle kendi sloganlarını örtseler bile bu akımdan uzaklaşmıyorlar. Belki de Dr. Ekmelettin İhsanoğlu'nun İslam Konferansı Örgütü genel sekreterliğine seçilmesi konusunda yapılan baskılar, özellikle de İhsanoğlu'nun ve onun en büyük destekleyicisi Abdullah Gül'ün "seçim hamlesi"ndeki İKÖ'yü uluslararası alanda aktif hale getirme ve donukluktan çıkarma sloganı bu yönelişin başarı unsurlarını temin etmekti. Ancak İhsanoğlu'nun adaylığı konusunda Ak Parti içinden bazıları, Suudi Arabistan'ın muhalefetini, Mısır'ın tereddüdünü ve İran'ın eski genel sekreter Faslı Abdulvahid Belkaziz'in görev süresini uzatma girişimlerini hatırlatıyor. Tüm bunlar "ılımlı İslam" sloganıyla Türkiye'nin İslam Alemi'ne "liderlik" etme heveslerinden kaynaklanan eylemleri etrafındaki "şüphelere" işaret ediyor. Ak Parti'ye muhalif kesimler, İslam Alemi'nin "liderliğe" gerek duymadığı aksine karşılıklı istişareye, koordinasyona ve sorumluluk duygularına muhtaç olduğu görüşündeler. Tehlike Ankara'nın Türk-Arap ilişkilerinde yaşanan tüm iyileşmeyi yok edecek şekilde bu şüpheleri güçlendirmesindedir. Özellikle de Ak Parti'den bazılarının Türkiye'nin Arap ve İslam Alemi'ne açılmasının salt "İslami" kanaatlerden kaynaklanmadığını, aksine üç büyük gücün Avrupa, Rusya ve Irak'ta Amerika'nın oluşturduğu kuşatmadan kurtulmak için bir çıkış yolu gördüğü inancıdır. Suriye ile geliştirilen büyük ilişkiler, İsrail ile işbirliği ibresinin düşürülmesi ve İran'la güvenlik sorunlarını çözme çabaları -ki şu ana kadar Ak Parti bunda başarılı olmuştur-  bunun işaretlerindendir.

Ak Parti'nin en büyük sorunu başörtüsüdür. Şu ana kadar imam-hatip örneğinde olduğu gibi daha küçük sorunların çözümünde başarısız olması, başörtüsü sorununda gerçek bir krizle yüz yüze olduğu anlamına geliyor. Partinin geleceği ve birliği de buna bağlı.

Rakamlar 28 Şubat 1997 tarihinden beri 40 bin öğrencinin başörtüsü taktığından dolayı üniversitelerden ayrıldığını gösteriyor. Bu tarihten itibaren özellikle insan hakları kuruluşları ve sivil toplum örgütleri tarafından karara karşı protestolar sürdürülmüştür. Başörtüsü sorunun (ve diğer insan hakları ihlallerin) önde gelen savunucularından sosyoloji bölümü mezunu Özgür-Der Başkanı Hülya Şekerci, "İmam-hatip ve başörtüsü konularının halledilmesinin önündeki en büyük engel halkın taleplerinin dikkate alınmamasıdır. Demokrasi biz de sadece görüntüde vardır. Tek parti yönetimi şu ana kadar devam etmiştir." görüşünde. Şekerci, başörtüsü sorununu birilerinin İslam'ı toplumsal hayattan çıkarma istekleriyle ilgili toplumsal bir sorun olarak görmekte. "Geçmişte başörtülüler mühendis, avukat, doktor oldular. Bu çok önemli toplumsal gelişmeydi. Bunlar gurur kaynağı ve toplum için örnek insanlar oldular. Başörtüsünü yasaklamaya yönelik saldırılar 28 Şubat 1997'den sonra başladı." diyor.

Hülya Şekerci, yasak kararının büyük psikolojik ve toplumsal sorunlar oluşturduğunu aktarıyor. Bazı öğrenciler öğrenimlerini sürdürmek için başörtüsünü çıkarmaya zorlandılar, diğer bir kısmı ise ailelerinin baskısına maruz kaldı. Bu şekilde çoğunluk başörtüsünü çıkardı. Örtülerini çıkarmayanlar ise çabalarını insan hakları kuruluşlarında çalışmaya yoğunlaştırdılar. Aileleri Anadolu'da yaşayan İstanbul'daki başörtülülerin çoğu az bir ücrete özel şirketlerde çalışmaya başladı. Öğrenimlerini sürdürmek için yurt dışına çıkanlar ise çok fazla ekonomik güç gerektirdiği için azınlıkta.

Araştırmalar halkın % 80'inin başörtüsünün serbest bırakılmasını istediğini gösteriyor. Fakat, bu yöndeki toplumsal istek, uygulamalara bu oranda yansımıyor. Şekerci'ye göre bunun sebebi 'toplumun geleneksel olması, devlete her halükarda itaat etmesi, hiçbir şekilde devletle yüzleşmemesi'dir. Bunun için yeni bir anlayışın oluşturulması gerekiyor. Bundan başka bir çözüm de yok. Şekerci, Ak Parti'nin değiştirme gücüyle ilgili kötümserliğini ifade ediyor. "Değiştirme gücü yok. Yapısı buna müsait değil. Bizatihi kendisi İslami olmadığını söylüyor. Reelpolitiğe uygun davranıyor. Sorunun çözümünü on yıllar sonrasına erteliyor. Oysa sorunu ertelemek hatadır. Askerler bin yıl sürecek savaştan bahsediyorlar. Tarihe baktığımızda özgürlük; mücadele ve bedel ödemektir, verilmez alınır." Başörtülüler şu an yasağı aşmak için neler yapıyor? Bazıları başörtüsünü moda olarak değerlendirip tamamen çıkardılar. Bazıları peruk takıyordu, fakat bu da yasaklandı. Büyük bir bölümü ise üniversiteye girerken başörtüsünü çıkarıyor, çıkarken takıyor. 28 Şubat sürecinde güvenlik güçleri üniversitelerde otobüslere binerek başörtülüleri indiriyorlardı. Şu an durum biraz düzeldi. Nüfus cüzdanlarında başörtülü fotoğrafa izin veriliyor. Fakat öğrenci kimlik kartlarında başörtüsüz fotoğrafın olması gerekiyor.

Türkiye'de din adamları da devlete ve siyasetine bağlı. 28 Şubat sürecinden sonra teybe dönüştürüldüler. Fatih Cami imamı, çevre ve sorunlarıyla ilgili yazılı bir hutbe okuyordu. Metnin dışına hiç çıkmadı. Bazıları, istihbaratçıların ses kaydediciyle camiye gelerek hutbeyi kaydettiklerini, birazcık metnin dışına çıkıldığında imamlar hakkında soruşturma başlatıldığını söylüyorlar.

Açıkça görülen ve ittifak edilen husus, Ak Parti'nin dini konularda tam bir fiyaskoya uğradığıdır. İslamcı araştırmacı yazar Ali Bulaç, Erdoğan'ın ortak İslami pazara ihtiyaç yok açıklamasının ardından Ak Parti'nin ikiye ayrıldığını düşünüyor. Tabanın, yöneticileri liberal gördüğünü söylüyor. Mustafa Özel ise Ak Parti'nin şu ana kadar başörtüsü ve Filistin halkı gibi konularda aşırıya gitmeden, gerilimleri savuşturarak "hakkaniyet"ten yana olduğunu göstermekle yetindiğini söylüyor. Bu yılın sonunda Avrupa Birliği, üyelik için müzakerelere başlama tarihi verecek mi vermeyecek mi? Bu Ak Parti'nin en önemli önceliği.

Çev.: M. Eğilli – O. Altın